28 Eylül 2008 Pazar

Nihayet Tatil ve Bayram Mesajı

Eylül 28, 2008 12 Comments
Bu yaz hiç tatil yapamadık demiştim. Benim işim gereği bu yaz ancak Ağustos ayından itibaren izin alabilecektim. Ce ise iş yerlerinin taşınması nedeniyle Ağustos'ta izin alamayacaktı. Ce özel bir üniversitenin ve ona bağlı dershane ve kolejlerin sistem yöneticisi. Ağı ve sunucuları o yönetiyor ve internet hizmetinin aksamaması için okulların tatil olduğu dönemde sunucuları taşımaya karar verdiler. Ancak işler planladıkları gibi gitmedi ve ha taşındı taşınacaklar derken bayram geldi. Bu yüzden Ağustos ve Eylül aylarında bir yerlere gidebilmek için plan dahi yapamadık. Biz de bayram tatili nasılsa olacak diye bayramda gitmeye karar verdik ve planımızı yaptık. Bu arada bu geçtiğimiz hafta taşınma gerçekleşti ve Ce haftanın 5 işgününün 4'ünde gece 3 lere kadar çalıştı. Sunucuları taşınması için mesai saatinin bitmesini beklediler, naklettiler tekrar çalıştırdılar ve test ettiler. Bu arada o networkü kullananların ruhu bile duymadı ama bir de Ce'ye sorsalar. İki gündür sanki hala iş bitmemiş gibi ruh gibi dolaşıyor. Gidebilirsek bu tatil onun için çok iyi olacak.

Cumartesi saat 17'ye kadar gideceğimizden emin değildik. Çünkü biraz olaylı bir hikayesi var. Öncelikle bu bayram tatilinin 9 gün olması için ne kadar dua ettim anlatamam. Eğer iş olsaydı Cuma günü işe gitmem gerekecekti ve tatil olayı yatacaktı. Herkes en dandik meseleler için izin alırken geçtiğimiz zamanlarda benzer birşey için izin almam çok zor olmuştu. Neredeyse istifa edecektim. Bu olaydan sonra bir daha böyle bir şeyi asla yapmayacağıma söz verdim. Kimseye boyun eğmeme gerek yok. Diğer yandan eğer tatil olmasaydı ne yaparım diye kara kara düşünüyordum. Tatilin tüm haftaya yayıldığının basında ilan edildiği günün sabahı içimden öyle bir dua ettim ki akşam gerçek olunca çok sevindim.

Böylelikle ilk badireyi atlatmış olduk.

İkincisi yukarda bahsettiğim taşınma olayıydı, bayrama sarkabilirdi o da olmadı çok şükür.

Üçüncüsü ise gideceğimiz yerin vize problemi. Vize işini tur halladecekti. Kaç gündür arıyoruz, yok vize daha çıkmadı diyorlar. Cuma günü de çıkmayınca , Pazartesi kalkış ve araya hafta sonu giriyor diye umudumu kesmiştim. Dün son bir kez Ce turu aradı dediler ki size vize çıktı ama eşinize çıkmadı. Alla alla... Şok oldum. Ce de çok yorgun ya diyorum artık sen gidersin ben kalırım, tatil senin hakkın. Neyse bu ne iş diye Ce genel müdürlüğü aradı olay çözüldü. Benim vizem de çıkmış ama pasaportumda eski soyadım yazdığı için gözden kaçırmışlar.

Bir oh dedik ama gitmeden önce yurt dışı çıkış harcı yatırmak lazım bankaya, hadi onu ne zaman yapıcaz derken aklıma nautilustaki iş bankasını hafta sonu açık gördüğümü hatırladım. Neyse gittik onu da yatırdık bitti çok şükür.

Geriye valizin hazırlanması kaldı ki, bizim için çok kolay. İki küçük sırt çantası haydi yallah tatile. Biz böyleyiz.

O kadar gideceğiz dedim nereye gideceğimizi söylemedim. Deniz severler olarak deniz kenarı bir yer istedik ve bu mevsimde gitmek için uygun Mısır'da Sharm el Sheikh'i seçtik. Kızıldeniz kenarında turistik bir bölge imiş, sualtı zenginliği ile ünlüymüş. Bu günlerde hava sıcaklığı 35 derece civarındaymış. Tam da üşümeye başlamışken sıcak bir yere gitmek değişik olacak. Bakalım nasıl bir yer göreceğiz.

Bir önceki postta yazdığım gibi bayram coşkusunu kaçırmak istemesem de tatile ihtiyacımız var ikimizin de. Döndüğümde işbaşı yapacağım ve izindeyken öğrendiğime göre ekstra işler beni bekliyor. Tabi her uçağa binişimde içime bir korku girse de, Allah'ın izniyle sağ sağlim döneriz inşallah.

Herkesin bayramı kutlu olsun, okuyan herkese kucak dolusu sevgilerimle...

Görüşmek üzere.

27 Eylül 2008 Cumartesi

Bayram Temizliği

Eylül 27, 2008 9 Comments
Ben de temizlik yapmayı sevenlerdenim. Ne kadar yorulursam yorulayım ardından heryer temiz ve toplu olunca tüm yorgunluğum gidiverir. Genelde arayı fazla uzatmadan ve uzun süre kirletmeden sık sık temizlerim 40 m2 cik evimi. Bu yüzden çalışırken de fazla yorucu olmuyor benim için. Bunu yanı sıra bu Ramazan'ın çoğunda izinli olduğum için annemin evini de temizledim. Camlar hariç!

Yağmurun dinmesini bekliyorum ama sanırım dinmeyecek, artık yarın ne olursa olsun sileceğim camları. Bunun dışında pek bir işim kalmadı. Bugün marketten Annekaz'ın bahsettiği moplardan aldım. Püsküllü paspaslar hem çok nemli kaldığından hem de saçları çöpleri toplamadığından (öncesinde muhakkak elektrikli süpürgeyle süpürdüğüm halde) kullanmayıp, klasik diz üstünde elle yerleri silmekteydim. Bu günden sonra bende evrimleştim artık iki ayak üstünde temizlik yapacağım :) Allahım ne güzel şeymiş bu mop, neden daha önce keşfetmemişim. Tüm saçları çöpleri topluyor ve yıkadığında da hemen süngerin ucundan ayrılıyor. Bezle sildiğim zaman bir silme bir silkme şeklinde, saçları ayıklamaktan gına gelmişti.


Artık bende temzilik yaparken resimdeki gibi şıkırdak terlikler ve mini etekler giyebilirim. Bu durumda ortalıkta Ce de varsa , temizliği bitirmem mümkün olmayabilir. Ge nereye Ce oraya kovalamaca oynarız artık. Benim temizlikten başka birşeyi gözüm görmez tabi... Bir işe başladım mı bitirmem lazım.

İftara da az kaldı. Yemeklerimin çoğu hazır. Bir iki ufak şey kaldı yapacağım. Bütün gün temizlik ardından yemekle meşgul olmama rağmen ve sırtımda hafif bir ağrı hissetmeme rağmen "bayram temizliği" yapabiliyor olmaktan çok mutluyum.

Bayramlar beni her zaman heyecanlandırmıştır. Bayrama birkaç gün kala annem ve ablalarımla baklava yapar, çikolatalar şekerler bayram harçlıkları hazırlanır, bayram sabahı erken kalkıp evin görünen yerlerini son birkez silip misafirleri beklerdik. Annem ve babam ailenin en büyükleri olduğu için bizim ev genelde dolup taşar, ikramlar sohbetler çok eğlenceli geçer. Aynı anda 20-30 misafirin bir arada olduğu da olur bazen. Her zaman görüşemediğimiz akrabalarımızla görüşüp kısa zamanda tüm olan biteni paylaştıktan sonra akşam olunca tatlı yorgunlukla huzur buluruz. Bütün bu telaşlar öyle güzel ki evlendikten sonra bunların bir kısmını kaçırdığım için gözüm arkada kalıyor. (Gerçi ilk günün çoğunda ben de annemlerde oluyorum, gezilerimi diğer günlere bırakıyorum çünkü bir daha göremeyeceğim kişileri görmek istiyorum. Bazen teyzemlere gidince kuzenlerim bize gelmiş oluyorlar, eve dönünce onlar kalkmış olur böylece hiç rastlaşamıyoruz. Bu yüzden beklemeyi tercih ediyorum.)

Bu bayram... Malesef bu anlattıklarımı yaşayamayacağım. Çünkü bütün yaz bir gün bile tatil yapmadığımız için Ce ile tatile gitmeye karar verdik. Pazartesi akşam uçacağız kısmetse. Ayrıntıları yarın yazarım. Çünkü ayrı bir başlıklı gönderi olmasını istiyorum.

26 Eylül 2008 Cuma

24 Eylül 2008 Çarşamba

Etiketler

Eylül 24, 2008 3 Comments
Bir Eksik Resimden Dökülenler yazımın sonunda "gece gece bunları düşündüm de ne oldu? " demiştim. Sonra da daha neler düşündüğümü yazacağımı söylemiştim. Bu yazı bu amaçla yazılıyor.

Resimle ilgili düşünürken yazımın başlığı ne olmalı diye kararsız kaldım. "Bir narin çiçeğin ereği", "Susuz Çiçek", "Umuda Doğru", "Yalnız Çiçek" gibi bir sürü başlık arasından şimdikini seçtim. Dışardan bakınca kafayı yemiş biri gibi gözükebilirim başlık çok önemliydi. Eğer bir resmin kişilerde uyandıracağı etkiyi ölçmek istiyorsam başlık tarafsız olmalıydı. Şimdiki başlıkta resimle ilgili hiç bir sıfat, dolayısıyla bir mesaj yada bir uyaran yok. Oysa yukarıda yazdığım seçeneklerden birini kullansaydım mutlaka yorumları, resme bakan kişilerin bakış açısını etkileyecektim. Bir düşünün, eğer "Umuda Doğru" başlığını kullansaydım, mücadele eden bir çiçek, "Yalnız Çiçek" başlığını kullansaydım karamsar bir resim görecektiniz. Bu çok çok önemli bir mesele.

Sözkonusu resmin başlığı değil önemli olan o sadece bir örnek, genelde farketmediğimiz bir konuyu gözler önüne sermek için bir aracı . Bir türlü tamamlayamadığım taslak bir yazım vardı bu yazıyla aynı başlıklı. Konuyu oraya getirmeye çalışıyorum. Yukarıda kullanmadığım başlıkların ortak özelliği hepsinin bir sıfat içermesi. Sıfatlar duygularımızı ifade etmede, kişisel görüşlerimizi dile getirmede rol oynayan dilimizde çok gerekli (!) kelimeler. Çoğumuz günde yüzlerce sıfat kelimesi okur, yazar ve konuşuruz. Onların gerçekten ne olduğu üzerinde düşünmek dahi aklımıza gelmez. Oysa sıfatlar hayatımızı çok etkiliyor ve büyük ölçüde yönlendiriyor. Kullanılan her sıfat kişiye bir etiket yapıştırıyor. Her birimiz kendimize biçtiğimiz (ya da çevremizin bize biçtiği) sıfatı taşımak, yerine getirmek, o olmak için uğraşıp duruyor.

Sıfatları olumlu yada olumsuz sıfatlar diye ikiye ayırıyorum ben. Olumlular insanları motive edici, neşelendirici, umut verici, düşündürücü yani pozitif olanlar. Genelde çevremdeki insanlarla konuşurken bunları tercih ederim hatta olumsuzları silmeye çalışıyorum hayatımdan. Özellikle çocuklarda, öğrencilerde, başarızlığa uğramış, hayattan bezmiş kişilerde hep olumlu sıfatlar kullanılmalı. Sıkıntıda olduğumuzda yakınlarımızdan destek görmek, güçlüsün başarırsın sözlerini işitmek hepimize iyi gelir. Şimdi de tersini düşünelim. Olumsuz sıfatları sürekli birine söylediğinizde çok iyi başarılı birinin bile etkilenip kötüye gideceği bellidir.

İnsan kendine sürekli çirkinim derse gün boyu çirkin hissedeceğini, şişman bulursa hiç moralinin düzelmeyeceğini, sakarım derse hep sakarlık yapacağını, aa ben yapamam derse o şeyi hiç yapamayacağını, aptalım derse gitgide aptallaşacağını tahmin etmek zor değil. Zihnimiz öyle harika bir yaratık ki verilen komutları hemen yerine getiriyor. Sürekli bu komutları söylerken hiç etkilenmediğimizi zannediyoruz ama yanılıyoruz. Bazen kibarlıktan aa ben bilemem yapamam diyoruz karşımızdaki daha üstünse, o bile bizi etkiliyor. Zihin gün boyu aldığı milyonlarca uyarıyı kaydediyor, işliyor ve uyguluyor. Kendimiz ve çevremizdekiler için kullandığımız kelimeleri seçerken bin kere düşünmek gerekiyor.

Buraya kadar yazdıklarım herkesin bildiği şeyler, ne var ki bunda diyebilirsiniz. Sıfatların söylenildiği kişiyi etkilediği çok açık, benim asıl farkettirmek istediğim ise söyleyenin nasıl etkilendiği. Biraz düşünelim. Mesela, biz başka biri hakkında övücü güzel sıfatlar söylüyoruz, bu durumda ne hissediyoruz? Diğer seçenek olarak da başka birine olumsuz sıfatlar söylüyoruz, bu durumda ne hissediyoruz? Olumlu sıfatı karşındakine söyleyen biri eğer o çok sevdiği biriyse mutlu olur, o da sevinçlidir ama çok da sevmediği biriyse bu övme kendisini aciz olduğu gerçeğini kendine hatırlatmaktan başka birşey değildir. Olumsuz bir sıfatı söyleyen kişi ise, karşısındakini yererken aslında kendini övmekte, içten içe üstünlük hissetmekte ve ya hırsını bastırmaya çalışmaktadır. Her iki durumda da kişi aslında kendisini de etkilemiş oluyor ve nasıl etkilediği örneklere göre değişebilir.

Peki ya bu sıfatları sarfettiğimiz yani belli bir etiketi yüklediğimiz kişileri (hep kişiler dedim bunlar olaylar da olabilir) farklı zamanlarda gördüğümüzde (yaşadığımızda) ne hissederiz. O kişilere artık tarafsız bir bakış açısıyla yaklaşamayız. Daha önce yapıştırdığımız bir etiket (belki bu kısıtlı bir bilgiyle varılan önyargı idi) her defasında hatırlanır, ve ilk söylenildiğinde hissedilen duygular su yüzüne çıkar aynı şeyler tekrar tekrar hissedilir.

Çoğu kişilere yüklediğimiz etiketleri bir düşünelim. Bunlar belli tavırlar sonucunda kişiler hakkında yaptığımız çıkarımlardır. İnsanları birkaç kelimeyle tarif etmeyi severiz. Ama gerçekten öyle mi? Bir insan sadece o kadar mı? Sinirli bir gününde tanıyıp agresif diye etiketlendirdiğimiz biri, aslında sakin yumuşak huylu biri olamaz mı? Sıfatların hayatımızı, bakış açılarımızı ne kadar sınırlandırdığını farkedelim. Birine bir etiket koymadan, kendimizi de bu etiketten etkilemeden önce tanımak için yeterli zaman verip, önyargısız davranmaya çalışamaz mıyız?

Zor. Ama yapılamaz değil. Kendimize etiketlendirdiğimiz insanın "sadece bizim gibi bir insan" olduğunu sık sık hatırlatmamız gerekiyor. Böyle bir uğraş, özellikle kendimizden mevki olarak üstün bulduğumuz kişilerin karşısında bizi inanılmaz rahatlatıyor. Bu yükten kurtulmak saygısız olmak anlamına gelmiyor, sadece insanın korkusunu hafifletiyor, onlarında hatalarıyla yanlışlarıyla bir insan olduğu gerçeğini farketmemizi sağlıyor.

Kur'an'da dedikodunun günah sayılmasının sebebinin bu konuyla ilşkili olabileceğini düşünüyorum.Dedikodu yapıldığında diğer kişiler, tanımadıkları kişiler hakkında etiketleniyorlar, o kişilerle karşılaştıklarında tarafsız olamıyorlar. Diğer yandan dedikodu yaptıkça aslında içlerinde bastırdıkları kendi çatışmalarını , kıskançlıklarını gün yüzüne çıkarmış oluyorlar. Ben çok sıfatlı konuşan kişilerin kendileriyle farketmedikleri bir sorunları olduğunu düşünürüm. Başkalarını anlattıkça aslında kendini ele vermektedir, çünkü bunları anlatırken kendisine hissettirdiği şeyleri sıkça duymaya ihtiyacı vardır.

Üniversitede bir arkadaşım vardı. İyi niyetinden midir bilemeyeceğim, yeni tanıştığı, birkaç cümle konuştuğu kişiler hakkında çok iyi biri, ya da iyi biri değil diye yorumlar yapardı. Ben de her defasında nasıl bu kadar kısa sürede emin oluyorsun derdim. İnsanlara kolay güvenemem ama bu onunla ilgili değil. Çoğunlukla tarafsız olurum, başkalarının sorunları olduğu kişilere karşı aynı tavırla davranmam, bana karşı hiç kaba olmadı, benim sorunum yok derim. Tanımak için zaman verir, hataları gördüğümde bir sıkıntısı vardır diye düşünürüm. Aslında kendi huzurumu koruduğumu da farkında olduğumdan böyle tarafsız davranabiliyorum.

Diğer yandan yakınlarımda biraz olumsuz düşünceler beslediğim birileri var. Her görüşümde içimde o duygu kabarıyor ve kendi kendimi uyarıyorum. Umarım birgün bu durumdan kurtulacağım.

Buraya kadar sanki sıfatları mümkün olduğunca az kullanmamız gerektiği gibi bir düşünce verdim. Pozitif sıfatları dilediğimiz kadar sık kullanabiliriz. Bizim kültürümüzde fazla olmayan çocuklarımıza motive edici şeyler söylemeyi, ayna karşısında kendimizi şımartmayı, yaşadığımız mekanı "güzel" bulmayı hergün tekrarlasak hiç de fena olmaz. Her gün sevdiklerimize aşkım, yarim demek, seni seviyorum demek hem ilişkilerimize hem de kendimize değer katacaktır. Çok sevdiğim ve konuyu özetleyecek şu sözle yazıyı bitireyim.

"İyi ve kötü bir gün arasındaki tek fark, sizin ruh halinizdir."

Etiketlerden arınmanız dileğiyle...

Note: The picture above is taken from here.

22 Eylül 2008 Pazartesi

Yuppi İşte Oldu

Eylül 22, 2008 20 Comments
Daha önce bu yazımda sitemin genel olarak şablonunu beğendiğimi ama yazı alanının daha geniş olmasını istediğimi söylemiştim. Geniş ekranlı pc lerde kenar boşlukları çok kalıyor ve bu da upuzun sayfalara yol açıyor. Günümüzde artık en düşük ekran çözünürlüğünün 1024*768 px olduğunu gözönüne alarak, kullandığım minima şablonunun izin verdiği 660 px kullanım alanını 980 px'e çıkardım.

Kodlardan anladığım için ne yapacağımı biliyordum ama Blogger'ın buna izin verip vermeyeceğini bilmiyordum. Önce deneme tahtası olarak açtığım gecedesign'ı değiştirdim. Bir denemede istediğim sonuca ulaştım. Çok kolay oldu. GeCe'yi değiştirmeden önce ne olur ne olmaz diye bir kopyasını aldım önce. Sonra html düzenleyi açtım ve istediğim değişiklikleri yaptım. Denemek isteyenler olabilir diye ayrıntılarıyla yazacağım. Öncelikle kaç piksel genişlik istediğinize karar vermeniz gerekir, ben 980 seçtim. Daha farklı bir değer de olabilir.

Temel olarak üç yapıya sahip olduğundan sırasıyla bunları değiştirdim. Birincisi header kısmı, banner'in ve blog adlarının yazıldığı alan. Bu kısmı kod içinde

/* Header
-----------------------------------------------

yazısından sonra bulacaksınız. İlk olarak resim alanının genişliğini 980 px'e ayarlamak için aşağıdaki kodun genişliğini 980 yazdım.

#header-wrapper {
width:980px;

Daha sonra header'ın içindeki yazı alanının genişliğini de isterseniz

#header .description {
margin:0 5px 5px;
padding:0 20px 15px;
max-width:700px;

kodundaki 700 px'i değiştirerek belirleyebilirsiniz. Ben bu kısmı değiltirmedim çünkü bannerimde yazı gözükmüyor,sadece resim var. Böylelikle header genişliği bitmiş oluyor.

Kodun aşağılarına doğru inildikçe diğer kısım olan outer-wrapper'a geliyoruz. Bu kısım yazı yazılan ve yanda gadget'lerin olduğu bölüm. Önce aşağıdaki kodun genişliğini 980 px yaptım. Bu genişlik yazı+gadgetlerin toplam genişliği. Header ile aynı olması sayfa görünümü açısından daha uygun.

#outer-wrapper {
width:980px;

Outer-wrapper'da yazıların olduğu bölümün genişliğini değiştirmek için

#main-wrapper {
width: 730px;

kodundaki genişliği 730 yaptım. Yan taraftaki gadgetlerin olduğu bölümü ise aynen bıraktım. Onun kodu da şöyle:

#sidebar-wrapper {
width: 220px;

Burada şuna dikkat edilmeli. main ve sidebar wrapper ların toplam genişliği değiştirmeden önce 660 px idi. Main kısmı 410 ve sidebar kısmı ise 220 px yazıyordu. Toplamda 630 ediyor ve 30 px fark oluyor. Her şablonda aynı olmayabilir ama buna dikkat edilmeli ve yeni boyutlandırmada da bu fark muhafaza edilmeli. 30 px nerede diye soracak olursanız, iki kısım arasındaki boşluklarda ve yazıyı yazarken sınıra tam dayanmaması için gereken boşluklarda kullanılmış.

Ve son olarak da footer kısmının (en alttaki gadget eklenebilen bölüm) yine sayfa düzgünlüğü açısından 980 px 'e ayarlanması gerekiyor. O da bu kodda:

#footer {
width:980px;
clear:both;

Ben footer kısmını kullanmıyorum ama oraya ince bir resim çok hoş duracaktır. Bazı sitelerde var, mesela headeer gökyüzü resmi ise footer'a bir çim resmi koyuyorlar çok güzel oluyor.

Bu değişikliklerden sonra genelde ortalanmış resimler kullandığım için resimlerin yanları çok boş kaldı. Resmin görünen boyutunu da değiştirmeyi düşündüm ama değiştirmeye izin vermiyor sanırım. Hem html kodunun içinde hem de gadgetlerde bulamadım. Bu durumda resimler yazının yanında olacak ilk iki postun resimlerini koddan değiştirerek yan tarafa aldım. Diğer hepsini tektek uğraşmam gerekecek. Bu kodun ne şekilde olacağını da bir sonraki postta yazarım artık gayri bu post çok uzadı. Tabi daha bir önceki posttan devredilmiş bir yazı da var onu da unutmadım, kafamda şekillendirmekteyim. Umarım bu yazıdan faydalanan olur.

Not: Boyutları değiştirdikten sonra banneriniz küçük kalabilir, bu durumda yapılacak şey ya yeni bir resim bulmak, ya da mevcut resminizin boyutunu büyütmek. Ben öyle yaptım ama kalite biraz düştü. Genelde bir resmi ilk yaptığımda büyük boyutlu yapar, daha sonra istediğim kadr küçültürüm. Bannerimin orjinal resmi ofisteki bilgisayarımda olduğundan ve ben de izinde olduğumdan bir süre böyle idare edeceğiz artık.

16 Eylül 2008 Salı

Bir "Eksik Resim"den Dökülenler

Eylül 16, 2008 15 Comments
Aylar önce yaptığım tamamlanmamış bir resim bu. Sahurdan sonra uyumaya çalışırken zihnim gerçekten çok üretken oluyor ve saatlerce yeni fikirler düşünüyor. Bu gece aklım bu resme takıldı, tamamlasam iyi olur diye düşündüm. İşte problem de burda başlıyor. Bu resim nasıl tamamlanmalı?

Yaptığım resimlerin soyut anlamlar içermesinden hoşlanıyorım. Bu halde bile bazı şeyler ifade edebilir. Ancak hem görsel olarak hem de verdiği mesaj zenginleştirilebilir. Aklıma gelen bazı olası görütüler...


1. görüntü: Şehrin koyu renkleri içinde, tüm narinliği içinde yaşama tutunmaya çalışan bu çiçek, kaldırımların diğer tarafında bulunan dükkanlardan süzülen ince bir su akıntısına ulaşmaya çalışmaktadır.


Mesaj: Böyle bir canlı bile zor koşullar altında hayata tutunmaya çalışıyor ne güzel. Ama aynı zamanda insanların kendi elleriyle dikmedikleri çiçekleri sulamadıkları gerçeğini de gözler önüne seriyor.


2. görüntü: Şehrin karamsar renklerine bir de bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmur eklensin.


Mesaj: Zor yaşam koşullarına, tüm sıkıntılara rağmen çiçek direniyor ve yaşamaya devam ediyor. Ortamdaki tüm karamsarlığa rağmen hayatta her zaman bir renk, bir çözüm vardır.


3. görüntü: Kaldırımda aceleyle koşuşturan insan kalabalığının arasından bir çocuk çiçeği farkedip ona kendi suyundan vermektedir.


Mesaj: Çocukların her zaman büyüklerden farklı bir bakış açısı vardır, küçük şeyleri bile görür mutlu olurlar. İçimizdeki çocuğu korumalıyız. Diğer yandan gerçekten insanlar bir çiçeği bile farketmeyecek kadar körleşti mi?


4. görüntü: Pahalı parlak deri ayakkabılar altında ezilmekten son anda kurtulmuş bir çiçek.


Mesaj:Pahalı ve parlak ayakkabıların yanında bile çiçek ne kadar doğal ve güzel. Tüketim dünyasına kapılıp gittiğimiz bu günlerde doğal güzellikleri unutuyoruz. İnsanlar artık diğer canlılara saygı göstermiyor, korumak neyse de yıpratmayı bile bırakmıyorlar. Çiçek herşeye rağmen yaşama tutunuyor.


5. görüntü: Yolda tam çiçeğin önünde bir çukur oluşmuş ve geçen arabalar, çukurdaki suyu çiçeğe sıçratıyor.


Mesaj: Her şeyin bir sebebi var, çiçek suyun beslediği yerde ortaya çıkmış ya da allah her canlıya rızkını bir şekilde ulaştırıyor.


Ben en çok son olasılığı beğendim daha az karamsar gibi. Diğer yandan bunlardan başka bir sürü olasılık olabilir. Gece gece bunları düşündün de ne oldu derseniz onu da bir sonraki yazımda yazacağım. Basit bir resim bile insanı derin düşüncelere itebiliyor.


Sizin de önerileriniz varsa bekliyorum, hangi olasılık daha çok hoşunuza gitti? Çiçeğin hikayesini hep birlikte tamamlayalım.

9 Eylül 2008 Salı

İzmir'in Kurtuluşu, Bir Doğum Günü ve Yıldönümü

Eylül 09, 2008 8 Comments

İzmir'in Kurtuluşu'nun tarihi benim için en kolay ezberlenen tarihlerden biri oldu yıllardır. Çünkü bablamın (büyük ablam kısaca bablam, bir de kablam var) doğumgünü bugün. Diğer yandan bu güzel tarih iki yıl önce daha da önem kazandı benim için. 8 yılın ardından Ge ve Ce nin birbirine kavuştuğu gün bugün. 2 yıl geçip bitmesine rağmen hislerimiz ve heyecanımız 10 yıl öncekinden farksız. Çizdiğim çiçek gibi taze ve güzel.

Nice mutlu senelere ablacığım.

Nice mutlu senelere aşkım.

Salyangoz Sally'nin Arkadaşları

Eylül 09, 2008 6 Comments
Bizim Sally yalnızlıktan çok sıkılıyordu. Sonra kendisine yeni arkadaşlar edindi. İşte Sally'nin arkadaşları. Cally, Tally, Bally.



Dört kafadar bir araya gelince... Dönmedolaba binmeye karar verdiler.


Şimdi dönüp duruyorlar...

Bu oyuncağı çocuk odalarına ya da beşik başlıklarına süs olarak düşündüm.. İki çubuğun ucuna kurdelalarla salyagozları bağladım, biraz da süsledim. Şimdilik resimlerini çekmek için kapıya astım, hediye edilecek bir bebiş bulununca hemen verilecek.

8 Eylül 2008 Pazartesi

Maldivler/Maldives

Eylül 08, 2008 6 Comments

Yaz bitti biz Ce ile hala tatil yapamadık. Ben bir ara iş icabı da olsa İtalya'ya gittim, değişilik oldu ama Ce hiç ara vermedi. Kısmetse bayram tatilinde biryerlere gideceğiz ama en azından avunduğumuz bir şey var. Geçtiğimiz kış ortasında sıcacık bir yere gitmiştik, dolayısıyla tatilden ayrı kalışımız çok da uzak değil. İkimiz de Maldivlerin resimlerine hayranlıkla bakıyorduk ve gitmeye karar verdik, şartlar da denk gelmişti. Şimdi ömür boyunca unutamayacağım bir yer olarak hafızamda.

Kaldığımız ada Sun Island adası. Adanın büyüklüğü 1.5 km ye 400 mt. Otel adanın tamamına yayılmış. Adanın etrafına aralıklarla bungalowlar dizilmiş ve merkezi bir yerde de restoranlar barlar falan var. Her yönde plajı harika manzaralara eşlik ediyor. Gün doğuşu batışı hepsi izlenebilir.Aşağıdaki resim bizim odamızın önünü gösteriyor.

Biraz yürüdükten sonra yeşilliğin hemen sonunda plajımız. Plaj çok geniş olduğu için herkese bolca yer var.


Deniz berrak, kumlar bembeyaz. Mavinin ve yeşilin en güzel tonları bir arada. Söylemeden edemeyeceğim bu geniş plaj ve evlerin önündeki yeşil alan her sabah yerel halk tarafından çalı süpürgeleriyle süpürülüyor. Ekvator şeridindeki bir ülkenin ne kadar yeşil olduğunu ve dökülen yaprakları görseniz büyük sabır gerektiren bir iş. Ancak buna rağmen ordaki insanların yerinde olmayı çok istedim. Böyle harika bir yerde , öyle mutlu yüzler vardı ki. Doğal çevre insanın iç dünyasını çok etkiliyor.


Adanın civarında küçük başka adalar var. Bu arada Maldivlerin yüzlerce küçük adadan oluşan bir ülke olduğunu, en büyük adanın, ülkenin başkenti olan Male olduğunu ve halkın %100 ünün Müslüman olduğunu da söylemeliyim.

Fiyatları daha pahalı olan water bungalowlar. Doğrudan denize iniliyor, deniz derinliği bel civarında. Bu evlerin arasından kanoyla geçmiştik.


Köprüyle adaya bağlanmış olan küçük ada karşılama adası. Vapur ve motorlar adaya doğrudan yanaşmıyor. Biz önce bu küçük adada indik. Akşam vardığımız için ışıklandırma büyüleyiciydi. Köprünün başında bizi bir rehber karşıladı. Köprüden yürürken kendimi prenses gibi hissetmiştim. Köprünün ortasında bize gül kokulu ıslak havlular verdiler, terimizi silmek için. Sonuna dğru lobiye girmeden önce içlerine bir parça hindistan cevizi atılmış buz gibi su. Kayıt işlemlerimizi yaparken serinledik ve sonra akşam yemeği için restorana gittik.



Adanın içi çok güzel dizayn edilmiş. Bu yol odamızdan restorana giden yol. Kanunlara göre adaya yapılan yerleşimlerde yeşil alanın %80 i muhafaza edilmeliymiş. Bitki örtüsü alıştığımızın dışında çok farklı. Devasa ağaçlar çiçekler ve yapraklar var. Bu yol da yine hergün süpürülüyor ve bir keresinde kenarınaki beyaz taşların fırçalandığını gördüm sabunlu suyla. Bu yolların her yerde ve çok sayıda olduğunu tahmin edersiniz.


Yukarıdaki resim de golf sahasından bir görüntü.


Adada deniz ürünlerinin her çeşidinin bulunduğunu söylememe gerek yok herhalde. Bizim burada büyük dediğimiz balıklar orda daha yavru. Olmuş balıklar 5kg falandır, çok büyükler. Aşağıdaki resimde görülen balıklar adanın her yerinde diz hizasında fıkır fıkır dolanıyorlar. Yüzlerce bir arada görülüyor. Ama avlamak yasak tabi. Onlar hangisini avlanacağını biliyorlar.

Aşağıdaki resim de Sting Ray tabelası. Akşam belli saatler arasında bunları besleme etkinliği yapıyorlardı. Galiba bizim bildiğimiz vatoz ama bunlar çok büyükler.
Saati geldiğinde herkes adanın belli bölümünde toplandı. Ortada hiç birşey yoktu. Bir adam eline yem olarak balıklar alarak çeşitli sesler çıkarıp bacaklarını hareket ettirerek çağırmaya başlaadı. Sonra birer birer geldiler. isteyen eliyle sevip yem veriyordu ama ben cesaret edemedim. Aşağıda birisi severken görülüyor, büyüklüğü de anlaşılıyordur.

Çok sayıda çektiğimiz için, koyacak resim o kadar çok var ki. Hepsini koysam blog kapasitesini aşarım. Gelirken deniz otobüsüyle gelmiştik havalanından, 3 saat sürmüştü. Biz de dönüşte 45 dk süren deniz uçağını tercih ettik. Ferhan Şensoy'un "Şans Kapıyı Kırınca" filmindeki uçak gibiydi. İşte uçağımız.

Bu da uçaktan bir görüntü. Küçük adalar daha iyi anlaşılıyor.

Resim eklemiştim ama silinmiş bunca resmi düzenlerken. Orada yapılan etkinliklerden biri de dünyanın sayılı sualtı zenginliğine sahip bir yer olarak, dalışlar yaptırmak ve dibi camdan olan bir deniz botuyla geziler düzenlemek. Su altı dalışı yapmadık çünkü her yüzdüğümüzde zaten hepsini görüyorduk. Akvaryum balıklarından da güzel balıklar ve mercanlar gördüm. Biz de botla gezintiye çıktık. Daha uzaktaki yerlerde zengin sualtı yaşamını görüp fotoğrafladık ve video çektik. Yukarıdaki resimde dalganın ötesinde sığ yerler görülüyor. Oralardaki kahverengi lekeler mercanlar ve balıkların yaşadığı yerler. Adaların etrafında genelde geniş bir bölge sığ ve oradan sonra uçurum gibi okyanus kendini gösteriyor. İşte dalga derin yer ile sığ yerin ayrımında oluşuyor.

Böyle güzel biryeri gezme fırsatına sahip olduğum için ne kadar şükretsem azdır.

5 Eylül 2008 Cuma

Ziyaretçilerim ve Sorumluluk

Eylül 05, 2008 8 Comments
Birkaç ay önce kendi halimde bir blog iken, diğer bloglara aktif şekilde katılmaya başlamamla birlikte ziyaretçilerim ve arkadaşlarım beklemediğim ölçüde arttı. Bu sevindirici birşey elbette, okunduğunu bilmek güzel ama üzerimde bir baskı da hissetmeye başladım. Blogu ilk açtığım zamanlarda yaptığım çalışmaları yakınlarıma gösteriyor, onlardan güzel yorumlar duyma beklentisi içine giriyordum. Ufak da olsa bir eleştiri olduğunda üzülüyordum. O zamanlar sanatçı bakış açısına sahip değilmişim demek ki. Ce bana her zaman doğru bakış açıları verse de kafama taktığım şeyler oluyordu. Ce'nin yardımları ve çok sevdiğim sitelerden Crebro'nun bu yazısını okuduktan sonra seçim yapmam gerektiğine karar verdim. Kendime sanatçı diyemesem de yaptıklarımı ne için yaptığıma, insanların beğenisine ne kadar önem verdiğime dair bir kriter oluşturmam gerekiyordu. Benim bu işle ilgili bir kaygım (not, para, kariyer gibi) olmadığına göre bloğu açış amacım da boş zamanlarımda yaptığım hoşuma giden şeyleri paylaşmak olduğuna göre bu kaygılarım boşunaydı. Sitemi birkaç amaç uğruna açtım. Birincisi uzun yıllardır ara verdiğim çizime geri dönmek ve bunları yazdıkça bana bir itki sağlamasını sürdürmek. Bir diğer amacı ise, henüz fazla yazmasam da düşünce yazıları altında yıllardır düşündüğüm ve düşünmeye devam ettiğim çeşitli fikirleri yazmak, yazdıkça düşünmeyi hiç bırakmamak. Şimdi bu amaçlardan uzaklaşmış görünüyorum ama aslında bu amaçlara daha da ihtiyacım var. Ziyaretçilerimin artmasıyla üzerimde hissettiğim baskı toplumsal yararlılık meselesinden kaynaklanıyor. Her zaman her konuşmamda çevremdekilere birşeyler öğretmek onlardan yeni bilgiler kapmak amacındayım. Fazla konuşmam ve "dolu başak eğik durur" lafını da çok severim. Şimdi hergün bugün ne yazabilirim düşüncesinde ve yeni fikirler arayışında buluyorum kendimi. Bunlarla meşgul olmak çok hoşuma gitse de, bu güne kadar hiç söylemediğim bir gerçek var. Ben doktora öğrencisiyim ve 1 yıl içinde bitirmeyi istediğim tezime zaman ayırmam gerekiyor. Gönlüm hoşlandığım şeyleri yapmaya kaysa da zor olanı da yapmak için disiplinli şekilde çalışmam mümkünse yayın yapmam gerekiyor. Bu şartlar altında bu yılın nasıl geçeceğini tahmin edemiyorum ve biraz sıkılıyorum. Önümüzdeki haftadan itibaren bir türlü yapamadığım yıllık iznime çıkıp evde sıkı bir çalışmaya girmeyi umuyorum. İnşallah bir gelişme kaydedersem vicdanım çok daha rahat olacak. Bu süreçte yine yazmaktan ve birşeyler yapmaktan geri kalabileceğimi sanmıyorum. Zira birşeyler örmek ya da çizmek beni rahatlatıyor. Yaptıklarımı paylaşmaya değer buldukça da blog devam edecek. Bu yazının kapanışının nasıl olacağını kestiremedim. Okuyan herkese selam olsun.

3 Eylül 2008 Çarşamba

Kitap Ayıraçlarım

Eylül 03, 2008 11 Comments
Kitap okurken işaret koymayı genelde ihmal ettiğim için aynı sayfaları tekrar okuyup, sonra okuduğumu anlayıp nerede kaldığımı arama çalışmaları yaptığım çok olmuştur. 10marifet'te gördüğüm çeşit çeşit kitap ayıraçlarından sonra, eh bu kadar da çok kitap okuyorken kendime birşeyler yapayım diye düşündüm. Bu şekilde yapmak aklıma geldi (10 marifettekiler böyle değildi) denedim. Kısa sürede oldu. Bu yöntemin işe yararlığını test etmek için yaptığımdan çok özenli olmadı ama, sanırım daha şık şeyler deneyeceğim. Yapımı çok kolay. Simli yapıştırıcılardan şeffaf bir tabakaya (bir paketin içinden çıkmıştı benimkiler) canınızın istediği desenler yapılır kurumaya bırakılır. Hepsi bu.

2 Eylül 2008 Salı