30 Ağustos 2019 Cuma

Dönüşüm

Ağustos 30, 2019 6 Comments
Son yazimda bahsettigim ruh halinden cikmam kolay olmadi. Tabi hala da ciktim mi emin degilim. O yaziya sevgili Ogrenen Anne'nin yaptigi yorumda, tavsiye ettigi yazidan itibaren yasin bes evresi oldugunu ve bunlari gercekten o ana kadar, sirayla yasadigimi(zi) anladim. Dune kadar icinde bulundugum evre 4. evre olan cokuntuymus ve eger bittiyse bundan sonra kabullenme gelecekmis.

Cokuntu evresi herkeste farkli uzunlukta olabiliyormus ve benimki de bu zamana kadar surdu. Yaziya gore yasin bu evreleri ust beyin ile alt beynimizin eszamanli yol almamasindan kaynaklaniyor. Evet ust beynim (aklim, mantigim) olumun herkesin basina gelecegini, bunun doga kanunu oldugunu, yapilacak birsey olmadigini kabul ediyor ama alt beynim (duygularim, kalbim, icimdeki cocuk) bunu kabul etmiyor. Yasi kac olursa olsun benim babam o, icimdeki cocuk ondan vazgecmek istemiyor, kabullenemiyor(du).

Daha onceki yazilarimda bahsetmisimdir, icimdeki cocugun hala cok canli oldugunu, bir cicege baktigimda , bir agaci gordugumde, sabah uyandigimda, cocuklarimla birlikte oldugumda kipir kipir costugunu... Iste tum bu yas surecinde icimdeki cocuk suskundu. Onun, o eski heyecanini geri getirmek icin, daha once bildigim tum yollari denedim. Onun sevdigi her seyi sundum ama olmadi. Malesef sessizligi yetiskin yuzume yansiyordu. Her daim yorgun, mutsuz ve cokmus gorundum.

Yaz tatilinden sonra eve doneli on gun oldu ve pazartesinden itibaren okul ve diger rutinlerimiz basladi. Gercekten yeniden eski yogun tempomuza donduk ve ben bu temponun, kalbimin agirligini hafifletecegini umuyordum. Ne yazik ki pek birsey farketmedi. Onca tempoya ragmen gunde onlarca kez kalbimdeki okuz anirmaya devam etti. Fakat dun birdenbire birsey oldu icimde. Mucize gibi. Oyle net ve bariz bir degisiklikti ki, bu hatirayi bloguma saklamak istiyorum.

Dun sabah sezonun ilk Hollandaca konusma dersini yaptik. Birbirimizi ozlemisiz, keyifli vakit gecirdik ve yine bolca gulduk. Elbette arkadaslarin / sosyallesmenin getirdigi bir pozitif enerji var, nitekim bir onceki gun de, burada yasayan 8 turk arkadasim beni ziyarete gelmisti. Ancak kirilmayi tam gerceklestiren bu yetiskin arkadaslar degil (belki inceltmislerdir kabul), konusma dersinden sonra kizimin okulunda vakit gecirdigim cocuk arkadaslar oldu.

Bizim cocuklarin okulunda, ogle saatlerinde ogretmen yemegini yerken, yarim saat boyunca her gun bir veli, bahcede cocuklarin basinda bekliyor. Sezon basinda kapiya bir liste asiliyor ve tum veliler oraya kayit oluyor. Bazi okullar bunu baska sekillerde cozuyorlar ama bizim okul bu sekilde isliyor. Dun de benim gorev gunumdu ve yarim saat boyunca bahcede fosfor yesili yelegimle dolastim (her siniftan bir veli oluyor). Cocuklar genelde kendileri takiliyorlar fakat ara sira, wc ye gidebilir miyim, su cocuk beni itti, bagcigim sokuldu baglar misin, dustum dizim acidi, ... gibi isteklerle yanimiza geliyorlar. Bazen de ben mudehale ediyorum. Eger kavga basladiysa ayiriyorum veya bir cocuk yalniz kalmis ise onunla arkadas oluyorum.

Uzun zaman once bir yazi okumustum, cok hosuma gitmisti. Malesef simdi aradim bulamadim. Bir genc kiz (sanirim amerikadaydi), okula yeni gelen ve bir sure arkadas bulamayip dislanan cocuklarin, ortama katilmasini kolaylastiran cok basit bir yontem bulmus ve hep uygulamis. Cunku kendisi de bir zamanlar oyleymis. O kadar basit ve bir o kadar da etkili ki anlatamam. Sahsen ben de iki kere tecrube ettim. Olay cok basit, yalniz takilan kisinin yanina gidiyorsunuz ve oturuyorsunuz. Konusmak isterse konusuyorsunuz. Sonra diger cocuklar onun yaninda biri oldugunu gorunce geliyorlar. Oysa cocuk yalniz ise istese bile kimse yanina gidemiyormus (ilk kisi olmak zormus). Bu yontemi bulan ogrenci, hep diger cocuklarin yanina gidip oturmus ve kara buyuyu bozmus.

Bunu ilk olarak gectigimiz kis, yine bir gozetmenlik gorevinde kizimin yan sinifinda olan ama bizim sokaga henuz yeni tasinmis bir kiza yaptim. Bahcede ne yapacagini bilmeden yalniz basina sallaniyordu. Yanina gittim ve konustum, sonra kizim geldi onunla tanistirdim ve sonra cig buyudu. Su an ayni seviyedeki uc siniftan da arkadaslari var, bahcede hep birlikte oynuyorlar.

Dun ise yine benzer bir kurban vardi. Bu sefer bir Turk kiz (D. diye bahsedeyim). Kizimin sinifina, henuz bu pazartesi basladi. Bizim oturdugumuz kasabaya yeni tasindilar ve hollanda'da da oldukca yeniler. Cocuk dil okuluna gitti ama sanirim dili, henuz normal cocuklarla ayni seviyede degildir. Kizima ona yardimci olmasini her gun soyluyorum ama beni pek dinlemiyor, yaz tatili boyunca ozledigi arkadaslariyla vakit gecirmek istiyor :/ Bahcede D. ayni daha onceki kiz gibi ne yapacagini bilmeden dolaniyordu. Bir sure sadece izledim. Uzaktan bakinca gercekten cok can yakici bir durum ama hemen de mudahale etmek istemiyorum cunku zaman tanimali. Bir sure sonra sinifindan birkac kiz onun yanina gelip birseyler soyledi ama bu onlardan uzaklasiyordu. Birkac kez gelip gittiler. Zorbalik yaptiklarini dusundum ve hemen D.nin yanina gittim. Cani sIkIlmIs gorunuyordu ve isterse gelip yanima oturabilecegini soyledim. Onu oyuna cagirmislar ama o oynamak istemiyormus (nedenini tam olarak söylemedi sadece gecistirdi) Gelmek istedi ve beraber banka oturduk. Iki dakka gecmedi onu rahatsiz eden uc kiz gelip yanimiza oturdu. Sessizce duruyorlardi ve icimden bir sey yapip etkilesim baslatmak gecti. D.nin elini tuttum ve diger cocuklari da tutturup ellerimizi zincir halinde bir digerine vurmayi akil ettim (tensel temas yaratmak cocuklara iyi geliyor), sonra ayaga kalktim ve onlar otururken zinciri kapatip bir halka yaptim. Sirayla sessizce elimize vuruyorduk (ayni catlak patlak oyunu gibi). Ancak tabi bir de sozel etki lazimdi. Hadi bir sarki bulalim. Ben hollandaca bilmiyorum ama wheels on the bus sarkisini herkes biliyor, soylemeye basladim (catlak patlak yusyuvarlak yerine onu soyledigimizi dusunun) ve hepsi bir agizdan soylemeye basladi. Tam sarki bitince el cekmek gerektigini, kim vurur yada vuramazsa onun kazanacagini anlattim (pek kolay olmadi ya neyse). Sirayla kaybedeni cikarmaya basladik. Aranan heyecen, gulusler, kahkahalar, temaslar ortaya cikmaya baslamisti. Bir sure sonra halka, diger gelen cocuklarla daha da buyudu ve biz bu oyunu belki on kez oynadik sadece 15 dakika icinde.

Hollandali cocuklar bu oyunu bilmiyorlarmis, ogretmen bahceye geldiginde ona da gostermek istediler ve bir kez daha oynadik ve ayrildik. Bu surecte kizim hic yanimda degildi ve on tane kadar yeni cocuk arkadas edindim. Onlarla oynarken zaman nedense cok yavas akti (bariz hissettim bunu), oynarken kendimi tam anlamiyla oyuna vermistim ( evde cocuklarla oynarken olmuyordu, resmen cocuk gibi hissettim), hem D. hem de benim icin ortamda sifali birseyler oluyordu (bunu da cok acik hissettim) ve cocuklar sinifa girip yanlarindan ayrildigimda icimdeki cocuk yeniden guluyordu. Geri donmustu.

O andan sonra gunun geri kalan kisminda, aksaminda ve bu gunun sabahinda, hatta simdi hala bu yaziyi yazarken gulmeye devam ediyor. Artik o da gulmeye basladiysa yasin 4. evresi bitti gibime geliyor.

Yas surecini bilenler, ozlem hic bitmeyecek diyorlar evet hala cok ozluyorum, ama simdi sanki onceki kadar aci bir ozlem degil.

Ve anladim ki icimdeki cocuga cocuk ruhu gerekiyormus, degil baska seyler olsun. Bu yuzden ara sira icimdeki cocugu diger cocuklarla bulusturmali. Bu sebeple onumuzdeki hafta, cocuklari gozetmek icin gidecegim okul gezisini iple cekiyorum :))











1 Ağustos 2019 Perşembe

Yas

Ağustos 01, 2019 5 Comments
Daha önce kayıplarım olmuştu ama ilk defa bir “çok yakınımı” kaybettiğim için, yaşadığım süreci de ilk defa yaşıyorum. Duygularımı sık sık gözlemliyor, nedenlerini anlamaya çalışıyorum. İçinde bulunduğum “hal” kalıcı değil biliyorum ama bir yanım da bu hali -çok iç açıcı olmasa da- yazarak ölümsüzleştirmek istiyor. Belki ilerde okur, o hali daha iyi anlarım.

Önceden birinin ardından tutulan yasın, karara bağlı bir şey olduğunu düşünürdüm. Mesela, şimdi yastayım şunu yapmamalıyım gibi, insanın kendine telkinler vererek hayattan biraz geri çekilmesi şeklinde. Fakat işin aslı öyle değilmiş. En azından benim için. Önceden hetecanlandığım şeylere heyecan duymuyorum, içimde bir çiçeği, bulutu, güneşi görünce coşan çılgın sevinç ortalıkta yok. Sanki arabaların hızla gittiği bir otobanın kenarında durmuş bekliyorum, karşıya geçme gibi bir amacım yok, hayat hızla akıyorken, geçen arabaları görüyor ama rengini modelini vs farketmiyorum. Sadece akıyor gidiyor, benden uzaktalar ve ben onları sadece seyrediyorum.

Bu his biraz, ilk annelikte günlerce uykusuz kaldıktan sonra geçirdiğim gündüzlere de benziyor. Aptal gibi oluyor insan, sadece günü kurtarmaya bakıyorsun. Bir şey yapayım, değer katayım, üreteyim gibi bir derdin olmuyor. Tek farkı var sadece o zaman günü bitirmek için dayanmalıyım şeklinde kendine yaptığın zorlamalar. Bu olumlu bir telkin değil ama sonuçta kendine dair bir gayret, işte yas durumunda bu gayret bile yok.

Aslında sürekli kaybı ve yoksunluğunu düşünmüyorum. Sonuçta uzakta yaşayan biri olarak seyrek görüyordum. Fakat iyi olduğunu bilme ve şimdi yok olduğunu bilme hali farklıymış. Her an hatırlamıyor insan bu gerçeği ama olmadık zamanda olmadık şekilde su yüzüne çıkıyor. Kafam dağılsın diye yaptığın bir işte, okuduğun kitapta veya gittiğin bir yerde, minicik bir detay oluyor mesela onu hatırlatan. Hüzünlü olması gerekmiyor ama burnunu sızlatıyor, gözlerini yaşartıyor.

Normalde içimde duyduğum yaşam sevinci ve enerjisi uykuya yatmış sanki. Gün içinde hayran olup kaydetmeliyim diye fotoğraflarını çektiğim detayları görmüyor, elime telefon bile almıyorum. Çocukların bu anılarını kaçırmayayım diye zoraki çektiğim fotoğraflar da hiç güzel çıkmıyor. Kocam fotoğrafımıçekerken gülümse dediğinde, dudaklarım gerginleşmiş bir lastik gibi, hiç esnemiyor.

İçimde ne sevinç var ne hüzün, daha çok kayıtsızlık. Nefes alırken aldığım nefes sanki ta aşağıya inmiyor da yarıya gelince duruyor. Derin derin nefesler alıyorum ama rahatlatmıyor. Önceden içimi kıpırdatan şeyleri yapıp o hissi yeniden alayım diyorum, olmuyor. Minik coşkularımı yeniden duyumsamayı dört gözle bekliyorum. Çünkü meğer hayatı anlamlı kılan onlarmış.

Bu hal’in tam olarak kaybın yokluğundan kaynaklandığını söyleyemem sanırım. Özlem fazla, eksikliği az buz değil elbette. Fakat ölümün ardından insanın maruz kaldığı büyük bir mücadele var. Hayata, ölüme, yaşam amacına dair sorgulamalar, kaybettiğin kişiyle olan hesaplaşmalar (babama layık oldum mu, benim için ne isterdi, bundan sonra ne yapayım, yapmalı mıyım ...), çocukların olmadık zamanlara gelen cevaplaması zor soruları, kalp titreten yorumları (oğlum öyle yapıştı ki anne sen hiç ölme diyor durup durup, yemek masasında yanımda değil karşımda oturduğu için beni özlüyor) gibi. Bütün bunların sebep olduğu sersemliğin toplamı gibi birşey.

Buna rağmen geçeceğini biliyorum, daha doğrusu inanıyorum. Herkes öyle söylüyor çünkü. Belki o zaman yine farklı olan birşeyler daha kalır hayatımda ama minik sevinçlerim en azından geri gelecek. Umuyorum yani. Bu yüzden kendimi akışa bıraktım. Normale gelmek için kendimi zorlamıyorum. Böyleyse böyle, yaşayıp göreceğim.