28 Mart 2019 Perşembe

28/03 Lily the muhabbetkuşu :)

Mart 28, 2019 3 Comments
Geçtiğimiz haftasonundan beri artık bir kuşumuz olduğunu yazmıştım. Erkek bir kuş olmasına rağmen adı Lily oldu. Aslında yaklaşık on adet isim düşünmüştük. Karar veremeyince helodunya onları kağıda yazdı, kuşa tutup fal gibi isim çektirdik. Gagaladığı isim Sisie idi fakat cebren ve hile ile Lily’i seçtirmeyi başardık :))

Lily kızımın en sevdiği isim. Yıllar önce anne benim adımı neden Lily koymadınız diye ağlamışlığı çoktur. Ondan sonra neredeyse tüm sevdiği oyuncaklara Lily adını verdi. Kısmet bu ya, geçen yıl okul sezonunun sonuna doğru, okulun yenilenen mobilyaları sebebiyle bahçeye isteyen alsın diye bırakılmış masalardan birini seçip eve getirmiştik. Mobilyası çok iyi harika bir masaydı, şimdi odasında duruyor. Ve bilin bakalım üzerinde ne yazıyor: öğretmen Lily’nin masası. Etiketini tabi ki çıkarmadık.

Lilykuş (genelde onu böyle çağırıyorum ben), bize oldukça hızlı alıştı. İkinci el satış sitesinden yaşlı bir çiftin evinden satın aldık. Kafeste 4-5 kuş vardı. İlk başta arkadaşlarından ayırmakla hata mı ettik diye falan üzüldük ama eğer bir sorun oluşursa bir arkadaş edindirmeye karar verdik. Şu ana kadar herşey yolunda.

Sahipleri dışarı çıkarmıyormuş ama kafesin içine ellerini sokup parmağına alıyorlardı (bizim yanımızda da yaptı), nispeten insana alışkın bir kuş. Boncuk başlıklı yazıda bahsettiğim gibi ben, özgür bizden kaçmayan bir kuş istiyorum. Daha doğrusu böyle alıştırmak. Eve getirdikten sonra biraz ürktü bolca etrafı inceledi, elimize geldiği de oldu (kafesin içinde), ürktüğü de.

Pazartesi çocuklar okula gidince kafesi açtım elime alıp dışarı saldım. Öncesinde youtube’dan muhabbet kuşları sesi dinlettiğimizde kafesin içinde çırpınmaya başlamıştı. Saldıktan sonra yine aynı sesleri açınca çok kereler uçtu. Tabi bu uçuşlarda biraz konacağı yerleri bulmakta zorlandı. Sonra bir iki kere cama çarptı (hemen storları yarıya indirdim), sonra bir yere tüneyip kaldı ve bir saate yakın böyle dışarda kaldıktan sonra yine elime alıp kafese koydum.

Salı günü yine benzer şekilde oldu. Bu sefer konacağı yerlerde biraz daha başarılıydı. Ben bulaşıkları düzenlerken mutfak tezgahında yarım metre ötemde bekledi.

Çarşamba sabahı alışverişe gitmiştim ve son iki gündür onu çıkardığım saatte dışardaydım. Kapıdan girer girmez bana oldukça kızgın şekilde öttü. İlk defa böyle bir tepki vermişti ve hemen kapısını açtım. Ve kapının yerini öğrenmiş meğerse ok gibi fırlayıp uçtu, birkaç turdan sonra avizeye kondu. Arada dinlendi arada uçtu ve o gün çocukları okuldan almaya gidene kadar yakalayıp koyamadım (anlıyordu hep kaçtı). Uçmalarından birinde sırtıma bile kondu. Çocuklar okuldan gelince hala dışardaydı, onlar varken de şakıyıp uçuşlar yaptı. Hatta bir ara Helo ile oyun oynadı. Ve yaklaşıp beş saat dışarıda kaldıktan sonra zorla yakalayıp kafese koydum. Acıkmış olmalıydı.


Bu gün ise yine sabah geç saldım, beş saat kadar dışarda kaldı. Bari yemeğini dışarı koyayım dedim, mutfakta yedi içti. Avizede oturdu, sonra yorulmuş olacak ki fazla direnmeden yakaladım.

Bir kaç günde yaşadığımız bu gelişme beni şaşırttı ama hayran kaldım. Bu küçücük yaratık öyle akıllı ve farkında ki herşeyin. Sevildiğini hissediyor, yakalayacağımı anlıyor, kızım onu kafesinde iken yaklaşıp öpücük verdiğinde o da tüneğinde ona doğru yaklaşıyor.

Gün içinde hepimiz o kadar çok yanına gidiyoruz, o kadar çok konuşuylruz ki, çocuklar uyanır uyanmaz ona koşuyor, iyi geceler Lily deyip uykuya gidiyorlar. Daha onlarla temaslı ilişkisi başlamadı ama umuyorum o da olur.

Evimize hoşgeldin Lilykuş.

27 Mart 2019 Çarşamba

27/03 Geldi Gönlümün Baharı

Mart 27, 2019 2 Comments


Herkese olur mu bilmem ama bahar gelince ben bir hoş olurum. Ekstra enerjik, daha pozitif, girişimci, cin fikirli... Bunu doğum günümün de bahar ayında olmasına bağlıyordum ama sanırım ondan değil de doğanın döngüsünden. Arkadaşlar arasında yaptığımız bir şaka vardır ki belki de sahiden öyledir. Buradaki çevremizde doğum günleri kasım, aralık, ocak ayında öyle bir sıklaşır ki mübarek herkes aynı aylarda hamile kalmış. 9 ay geriye gidersek bahar aylarına tekabül ediyor ve bingo! Mart kedileri gibi insanlar da üreme dönemine giriyor anlaşılan :))





Baharın en sevdiğim yanı tabi ki çiçekler. Başımı döndürüyorlar. Mesela bu yazıdan sonra tüm ev işlerini bırakıp çiçeklere koşacağım. Hava günlerden beri ilk defa ılıdı.



İnstagramdan takip edenler biliyor çiçek sevdamı. Dün akşam hikayelerimin öne çıkan görsellerini düzenledim ve çiçekleri tek bölümde topladım. Olur da canınız çiçek görmek isterse, profilimden "i enjoyed" kısmına gidip, her zaman izleyebilirsiniz.


Yine bahar demek sakura (kiraz ağaçları) zamanı demek. Eve yakın Amsterdam ormanı içinde bir japon bahçesi var. Ve şimdi tüm ağaçlar açtı, pespembe bir dünya. Her sene gidiyorum. O kadar güzel ki ilk fırsatta gideceğim.


Tabi yaşadığımız kasabada bazı evlerin bahçelerinde de var bu ağaçlardan. Gördükçe fotoğraflarını çekiyorum. Aşağıdaki görseller komşularımızın bahçesindekilerden. Böyle bahçeli evler arasından yürümek öyle güzel ki.


Bir de bir sokak var, iki yanına boylu boyunca kiraz ağaçları ekilmiş. Yalnız türü biraz daha değişik. Geçen baktım henüz açmamışlardı, bugün yine kontrol edeyim.


Bizim sokağımız U şeklinde bir sokak ve bütün evler bahçeli olmasına rağmen dönüş yerinde4 katlı bir apartman var. Bu apartmanın öntarafı göle bakıyor ve arka tarafı sokağa. İşte o sokağın iki kaldırımında karşılıklı 5 er tane ağaç var ve benim penceremden gözüküyor. Şu an pespembe çiçekler açtılar ve muhteşem görünüyorlar. Bu ağaçların türünü öğrenemedim henüz ama kiraz ağacı değil, çiçekler döküldükten sonra çıkan yaprakları kırmızı, bordo oluyor. Hiç yeşil yapraklı olmuyor.


Dün Handan Abla paylaşmış, Nezahat Gökyiğit botanik bahçesinde de sakura zamanıymış. Bir kere gitmiştik, bayılmıştım. Fırsatınız varsa geç olmadan gidiverin. 3 nisanda ise özel olarak sakura etkinliği düzenlenecekmiş burada ve Japonya’daki Ertuğrul Firkateyni faciasında hayatını kaybeden denizciler anısına oluşturulan sakura ormanında, 587 denizci anılacakmış.

Yine Baltalimanı’nda bir japon bahçesi varmış ve muhtemelen onlar da açmıştır. Hava şartlarına göre değişse de bu ağaçlar en fazla bir ay kadar çiçekli kalıyor. Geç olmadan gidip görmekte fayda var.

24 Mart 2019 Pazar

24/03 Mutlu Son

Mart 24, 2019 5 Comments
Sanırım son zamanlarda ilk defa bu kadar uzun ara verdim. En son pazartesi yazmışım, bugün olmuş Pazar! Fakat bu haftamız sıradan bir hafta değildi.

Okulda öğretmenler çalışması nedeniyle pazartesi ve salı günü çocuklar evdeydi. Önceki hafta cuma günü de, hollanda genelindeki öğretmenler grevi nedeniyle evdelerdi. Salı akşamı artık 5 gün boyunca çocuklarla olmaktan bezgin düşmüş, sinirlerim harap olmuştu. Çarşamba günü öğlene kadar okulda, öğleden sonra da bebeği olan arkadaşımı ziyaretle geçirdik. Perşembe günü ise onlar okuldayken ben kursta ve alışverişte, öğleden sonra ise evde, doğumgünü hazırlıklarıyla geçti. Cuma sabahı kızımın sınıfta doğum günü kutlaması olacaktı ve perşembe akşamı geç saatlere kadar uğraştım.

Cuma günü yine onlar okuldayken hollandaca dersim vardı ama zamanın geri kalanını resmen uyuşuk geçirdim. Cuma sabahları nispeten biraz daha fazla kendime ait zamanım var ve önceki günün yorgunluğunu atmak için biraz daha telaşsız geçirmeye and içmiştim. Fakat öğleden sonra okuldan bir arkadaş ve komşunun kızı playdate için gelince, ve bunlar hava güzel diye parkta piknik yapmak isteyince, gölün kenarında bisiklet sürüp, toprak yığınlarına tırmanınca ve ben de peşlerinden sokaklarda dolanınca andımın hiç bir anlamı kalmadı tabi ki :/ Tek tesellim öyle çok eğlendiler ki, kızım ilk defa böylesi sokak/mahalle oyunlarını tecrübe etti. Şimdi komşu kızıyla her gün oynamanın planlarını yapıyor :) Belli bir mesafeye kadar (ara sıra kontrol etmek kaydıyla) dışarı bırakabiliyorum.

Cumartesi günü kızımın asıl doğduğu gün ve tabi ki çok duygusaldım. Zaten son bir haftadır beynim sürekli geçmişe sarıyordu. 7 yaşında oldu 7! Şaka gibi hala inanamıyorum. Fakat ona bakınca gördüğüm şeyden öyle gurur duyoyorum ki, bilmem normal mi?

Ve günler öncesinden ayarladığım muhabbet kuşunu alma zamanı da cumartesi idi. Hafta içinde kafesi ve malzemeleri de geldi. Dün büyük bir heyecanla gidip teslim aldık. Mavi bir kuşu beğendi kızım. Adı Lily oldu. Ve birkaç saat içinde çocuklar bambaşka oldular. Öyle çok ilgilendiler ki... Kuş ve çocuklara etkisi hakkında detayları başka postta anlatacağım.

Şimdi pazar sabahı, ben akşam yine onlarla uyuya kaldığım için erkenden uyanmış bu postu yazıyorum. Camdan güneş ışınları sızıyor bugün hava güneşli olacak belli. On dakika içinde çocuklar uyanacak ve evin sessizliği kuşa bakmak için merdivenlerden koşuşan çocukların çığlıklarıyla dolacak. Ve bol gürültülü bir gün daha başlayacak.

Hazır mıyım? Evet!

18 Mart 2019 Pazartesi

18/03 Hangi Yürek Dayanır

Mart 18, 2019 0 Comments
Geçtiğimiz haftasonu yeğenim okul gezisiyle Çanakkale Şehitliğine gitti. Rehber eşliğinde gezerken bizi de whatsapp’dan bilgilendiriyordu. Buralar öyle sessiz ki diyordu, sanki hala o zamanların hüznü asılı kalmış havada. Biraz zaman geçiyor, ağlamadan duramıyorum yazıyordu. Düşünsenize bir hemşire günde 2000 askeri ölüme uğurluyormuş. Gencecik erler ölürken "anne" diye diye can veriyormuş. Bulamadıkları yiyecekler, içemedikleri pis sular bir yana, her yerde kol bacak kan. Aklını kaybeden askerler için su kenarında su sesiyle tedavi yapılmaya çalışılıyormuş. Bugün o topraklarda tam 60 BİN şehit yatıyormuş.

Her iki ablamın da eşleri Hakkari’de dağlarda askerliğini yaptı. Döndükleri zamanı çok iyi hatırlıyorum çünkü her ikisi de öncesinde sözlenmişlerdi. Bu konuşmalar üzerine ablamlara dedim ki, hatırlasanıza eniştemler geldiğinde nasıldı, normal hayata dönmeleri hiç kolay olmamıştı. Küçük ablam dedi hala eşinin kafası arada gidip geliyormuş ki 30 yıl oldu neredeyse. Rüyasında görüyormuş çünkü. Kolay mı diyor onlar da çok kol bacak toplamış 😔

Çanakkale ve diğer tüm savaşların cehennem ortamını hayal dahi etmek mümkün değil. Fakat sonra düşündüm, bir adam vardı, sadece çanakkale değil bir çok savaş geçirmişti. Bütün bunlardan akıl sağlığını koruyarak çıkmak bir yana, o kadar ileri akılla çıktı ki; sonrasında tüm vatanı kurtardı, iyileştirdi, geliştirdi ve cumhuriyeti kurdu. Şimdi tüm bu şartları yaşayıp da bunları yapabilecek bir kişi gösterin deseler, bulunmaz. Bütün bunlara hangi yürek dayanır?

Vatan uğruna tüm canını feda edenlere dualarımız sonsuz....

16 Mart 2019 Cumartesi

16/03 Annem

Mart 16, 2019 3 Comments
Geçtiğimiz hafta boyunca annemle ilgili bazı düşünceler dolaşıp duruyordu kafamda. Hala tam oturmadı bu düşünceler, sesli düşünmek istiyorum şimdi.

Annem, çoğu ikinci dünya savaşı sonrası kuşağında doğanlar gibi kanaatkar, yokluk nedir bilen, idealist bir kadındı. Hayat ona normal üstü zakasını (ailesi ısrarlarına dayanamayıp 5 yaşında okula başlatmış) ama ilkokul sonrasında okuyamamış, üç kızını da üniversitelerde okuturken neredeyse onların her getirdiği kitabı okumuş, bu gün hala okuyan (45 doğumlu) düşünen, pratik zakalı, becerikli annem. Hayranım. Zaman geçtikçe, özellikle de anne olduktan sonra, anılarım üzerinden annemi anlamaya ve örnek almaya çalışıyorum.

Çevremdeki bir çok kişi beni becerikli ve çok hareketli bulur. Fakat annemi görselerdi beni yavaş bulurlardu. Ona benziyorum. Genelde pek şikayet etmeyen biridir, zor zamanlarında bile Allah büyük der sabreder. Duygularını aşırı belli etmez, ağlaşması da sevinçleri de fazla değildir, yaşıyorsa da içinde yaşar. İyi mi kötü mü yargılamam, öyle olduğunu sadece kabul ederim. Onun şartları öyleydi, öyle olmuş bilirim.

Biliyorsunuz iki önceki yazımda, kuşumuzdan bahsetmiştim. Başka hayvanlarımız da olmuştu (bir sürü kedi), annem hiç olur mu olmaz mı, ay ben bakamam, bir sürü iş vs demedi. Belki çocukluğunda köyde yaşamış olmaktan gelen bir yatkınlık bilemiyorum(20 yaşında istanbula gelin geldi). Ama şimdi bir çoğumuzun yaşadığı tereddütleri yaşamadı. Herkesin söylediği ve bildiği gibi, "eve hayvan alınırsa çocuklar bakmaz iş senin üstüne kalır". Buna rağmen hiç onca işine iş eklemekten kaçınmadı.

Yine mesela instagramda özellikle, yaptığım doğumgünü ve davet hazırlıklarında "vay nasıl yaptın, bak tek başına neler yapıyor" gibi yorumlar alıyorum. Senede bir iki kez yaptığım bu ekstra uğraşlar bana olağan geliyor. Çünkü annem de yüksünmezdi. Bir anda gelen misafirler olurdu mesela (ki sanıyorum o çoğumuzun çocukluğu öyleydi, akşam misafirlikleri, kalabalık sofralar...) Fakat şimdi çoğu kişi için misafir ağırlamak, davet vermek zor bir iş, mümkünse kaçınılan, dışarlarda restoranlarda veya cafelerde geçiştirilen, evde hazırlığın gözde büyütüldüğü bir olay. Halbuki düşününce, annelerimizin onlarca kez yaptığı şeyi senede bir iki kez ya yapıyor ya yapmıyoruz.

İnstagramda özellikle psikolog / pedagog hesaplarında ve popüler instamomlarda vurgulanan "önce annenin mutluluğu" kavramının biraz abartıldığını düşünmeye başlıyorum. Yakında eski yılların çok fedakar anneleri, keyfinden hiç vazgeçmeyen annelere dönüşürse şaşırmam. Tabi biraz uç bir söylem oldu ama gitgide boşvermişliğe doğru kayıyoruz sanki. Çocuklarımız sorumluluktan kaçan anneleri rol model mi almış oluyorlar, hepimizin kendi hayatına dönüp bakması lazım. Tabi her bir birey için kişisel zorlanma derecesi farklıdır. Fakat insanın gücünü farkettiren şey, zorlandığımızda neleri üstesinden gelebildiğimizi görmektir. Değil bunu görmek, düşüncesiyle bile geri adım atıp vazgeçiyoruz.

Annemle ilgili yazacak çok şeyim var ama bir diğer ve beni en çok etkileyenlerden bir tanesi de şudur. Birkaç ay önce kahve’nin bir yazısına yorum yapana kadar (yazı beni geçmişe götürüp düşündürtmüştü) bunun farkında değildim. Annem okuyamadı ama dikiş kurslarına gidip usta bir terzi oldu. Öyle ki patronsuz, kalıpsız çalışır, hepsini kendi hazırlardı. Geometrisi ve öngörüsü çok iyiydi. Kumaşların desenlerini bile dikişten sonra devam edecek şekilde ayarlarken, minimum kumaş kullanır hiç ziyan etmezdi. Ve annem tam 40 yıl evde gece gündüz dikiş dikti. O kadar yoğun çalışırdı ki bizimle ilgilenemez, evi toplayamaz ve bazen yemek bile zor yapardı.

Kahve yazısında evden çalışan anne olmanın stresinin, çocuğu nasıl etkileyeceğini düşünüyordu. Annem geldi aklıma ve düşündüm. Onca son güne kalan yetişmesi gereken işleri olmasına rağmen, ay çok işim var, çekilin başından, vs vs yaklaşımları hiç olmadı. O yazıya yorum olarak şöyle yazmıştım. "Evden çalışmak değil, stresini çocuğa nasıl yansıttığın önemli olan şey". Annem stresini bize hiç yansıtmadı, ara sıra yaptıysa da hatıralarımda yer etmiyor. Çalışması gerektiğini bilir ve yardımcı olmaya çalışırdık, ama o bizi hiç bağırıp çağırıp azarlamazdı. Ve yanlış anlaşılmasın bizi ikinci plana da atmazdı. Annem çalışırken ben de hep onun dibinde birşeyler yapardın, gösterirdi;sorular sorardım, cevaplardı. Evden çalışmak, iş stresini de eve taşımak anlamına geliyor, bu durumda öğrenmemiz gereken iş stresini nasıl yöneteceğimiz.

Bugün anne olduktan sonra bakınca, değil sadece iş stresi, hayatın streslerinin bile kontrolünün hiç de kolay olmadığını anlıyorum. Şimdiki zamanın getirdiği başka ekstra birçok stres unsuru da var kabul, fakat eski zamanlarda olmağı anlamına gelmiyor bu. Düşündükçe anlıyorum, annemin de ne çok stresle mücadele etmek zorunda kaldığını.

Annelik hiç bir zaman diliminde kolay değil. Fakat onların az imkanlarla yaptığı şeyden, şimdinin imkanlarıyla kaçınmak ne kadar ironik. Ve gelecekte çocuklarımızın da bizi örnek alacağını düşününce, bilemiyorum gerçekten çocuklarımız için istediğimiz hayat böylesi bir hayat mı?






13 Mart 2019 Çarşamba

13/03 Gardrop Düzenlemece

Mart 13, 2019 7 Comments
İki yıl önce konmari metoduyla düzenlediğim gardrobun gidişatından çok memnunum. O zamandan sonra birkaç ufak düzenleme dışında hiç giysileri indirip boşaltayım, yeniden düzenleyeyim gibi bir ihtiyaç yaşamadım. Sadece kilo verdikten sonra mevcut kıyafetlerimi tek tek elden geçirmek, giymeyeceklerimi ayırmak gerekiyordu. Bunun için dün ve bugünün sabahını kendi bölümümü komple elden geçirmeye ayırdım. Ve tüm eşyaları boşalttım.

Hepsini ortaya dökünce insan aslında ne kadar çok kıyafeti olduğunu farkediyor ki şahsen ben nispeten az tutmaya çalılıyorum sayısını. Neredeyse tüm kıyafetlerimi tek tek giyip çıkardım (en uğraştırıcı tarafı buydu), beğenmediklerimi ayırdım (hayret düşündüğümden daha az), hepsini yeniden düzenledim, tabi haklarında düşündüm (şunu şöyle bunu böyle giyerim diye) ve katladım.

Ay resmen pilim bitti. Eğil katla kaldır koy... Fakat bir iki saat geçince ferhlamış ve düzenlenmiş dolabımın karşısına geçip geçip bakıyorum :))

Yeniden düzenlerken birkaç değişiklik de yaptım:
- Önceden çekmecelere önden arkaya doğru iki üç sıra halinde dizdiğim kıyafetleri şimdi soldan sağa doğru (uzun kenar boyunca) dizdim. Çünkü bazen aşırı yükleyip çekmecenin arka tahtasının aralanmasına sebep olmuşum.

- çok eski giyilemeyecek, rengi dönmüş kıyafetleri toz bezi vs olarak ayırdım.

- günlük giydiğim bazı casual penye ve taytlar oldukça eskimiş ve rengi dönmüştü. Onlara bundan sonra pijama olacaksınız görevini verdim ve başka kata taşıdım.

-zayıfladığım için bir çok kıyafetim büyük kaldı. Fakat bazıları oversize olarak da gayet hoşuma gitti. Onları elimde tutmaya devam edeceğim. Ana bazıları omuzların düşüklüğü çok bariz çirkin duruyor, gövde genişliği kabarık duruyorsa onları ayırdım. Bunlar iyi durumda olduklarından yeniden kullanılması için birşeyler yapacağım.

- bir de artık yıpranmış veya iyi durumda olsa da kimsenin kullanmak istemeyeceğini düşündüğüm parçaları (ya modası geçmiş ya kaşındırıyor vs) tekstil geri dönüşüm kutularına atacağım.

- tek kapılı dolabın bir katında askıya asılması gereken giysilerim duruyor. Daha çok ütü gereken parçalar. Onları hep şık zamanlara saklıyordum ama onlar o kadar nadir ki. Haftada bir iki parça ütü çıkması beni öldürmez. Sırayla hepsini günlük giymeye karar verdim. Konmari metodunda kıyafetlerin hepsini gördüğümüz için dolabın arkasında unutma derdi yok ama bu sefer de kendi kendime ördüğün duvarlardan görmüyor ve hep aynı şeyleri giyiyormuşum. Eh bunu da farketmem iyi oldu.

Bu işten en tatmin olduğum şey ise, giysilerimi sevdiğimi farketmem. Metodu ilk uygularken sevmediğiniz şeylerle vedalaşın der Marie Kondo. İlk yaptığımda daha çok ayıklamıştım hatırlıyorum. Şimdi atsam mı diye düşündüğüm çok az çıktı. Bu süreçte aldıklarımı da hep içine sinen ve yakışan şeyler olarak almışım, sırf almış olmak için değil yani. Ve dolabımda hala boşluklar olduğuna göre sayısını da korumayı başarmışım. Ay çok sevindim valla. Aferin bana :)



12 Mart 2019 Salı

12/03 Boncuk

Mart 12, 2019 6 Comments
Oğlum bir süredir eve kedi istiyor, ama öyle geçici bir heves değil cidden istiyor ve başka hayvan da değil, sadecd kedi. Üstelik öyle sokaklarda kedi bulsun sevsin, kediyle içli dışlı olsun gibi bir durum da yok. Kedisi olan arkadaşımıza gittiğimizde ise dokunmaya çekinen, gayet nazik ama dikkatle izleyen, uzaktan seven bir tavır sergiliyor. Sanırım bir nevi hayranlık duyuyor.

Ben de kedileri çok seviyorum ama malesef eşim zorluklarından ötürü istemiyor. Hollanda’da ayrıca çok fazla prosedürü var ve tatile gittiğinde bakım ücretleri hiç de az değil. Buna rağmen geçtiğimiz haftasonu bir arkadaşım kendilerine çok mu çok tatlı bir kedi aldı. Allahım resmen kudurdum ve dün gece kedi arayıp durdum, saat biri geçiyordu uyuduğumda. Bir tane de buldum aslında, işi ileri götürüp sahibiyle de yazıştım fakat sabah yine meclisten onay çıkmadı.

Fakat çocuklarımın bir hayvanla ilişki kurmasını çok istiyorum. Acaba muhabbet kuşu mu alsak diye düşünürken benim ortaokul/lise çağlarımda sahip olduğumuz Boncuk’umuzu hatırladım. Sabahtan beri onunla ilgili hatıralarımızı düşünüyorum ve resmen özlüyorum. Bana çok güzel anılar verdi boncuk, keşke çocuklarıma da böyle bir hayvan ilişkisi sağlayabilsem. Öyle tatlıydı ki.

Böyle derken onu blogumda hiç yazmadığımı fatkettim. Yazayım ki gün gelirse unutmayayım.

Boncuk bizim ilk kuşumuzdu yanlış hatırlamıyorsam. Kendisi kafesinin kapağı açık özgür bir kuştu. Bazı yerleri pisletiyordu ama sorun etmiyorduk. Babam ona bazı kelimeleri öğretmişti, babacık, boncuk, öpücük ve benim adımı söyleyebiliyordu. Tabi ki onunla en çok ilgildnen biri olarak babamı seviyordu. Annemin ise başındaki çemberi çekiştirip çıkartmaya çalışırdı çünkü en sevdiği saç diplerini gagalama işini yapamıyordu tülbent varken, e bir de ayakları kayıyordu tabi.

Masada biz yemek yerken pıtır pıtır dolaşır, dilediğini yer, babamın ağzından lokma alır, bardağından su içer bazen de yıkanırdı. Ben kanepeye uzanıp kitap okurken kitabımın üst kenarına konar, yaprağını ısırıp bir o taraf bir bu tarafa yürürdü üstünde. Yapma deyip kovduğumda kahkahalarla uçar (bence kahkaha idi ciklemeleri) tekrar gelir konardı. Defalarca bu oyun yapılırdı.

Babam ise iskambil kağıtları ile fal açmayı çok sever. ( Fal açmak diyoruz ama bildiğiniz solitaire oyunu işte), boncuk her fal açtığında onunla ilgilensin diye gider kağıtları birer birer yerlerinden çekerdi. Tabi babam yine kovar yine cağıl cağıl kaçışıp gelmeler. Bazen de onu karşısına alıp çek bakalım bir kağıt derdi ve ona birer birer iskambil kağıtları çektirirdi.

Fakat en sevdiği oyun yine babam, günün çoğunda kafasında omzunda vs olurdu zaten anca evde olmadığı zamanlar bizde. Babam kanepeye uzanıp uyuyor numarası yapardı. Boncuk hooop hemen gelip başına oradan albına iner kaşlarını çekiştirirdi, yetmezsr burnuna inip burun kenarlarını, bazen kulaklarını. Uyanıp da onunla oynasın konuşsun diye. Babam parmağına alıp onunla konuşup dururdu.

Bir yılbaşı gecesi bira bardağını gözüne kestirip içmişti, bir de içine düşmüştü tüyleri diken diken oldu kuruyunca. Uçarken de yalpalıyordu. Ne çok gülmüştük. Sarhoş olmuştu yavrum.

Fakat hiç birimizin hala akıl sır erdiremediği bir şey var ki o da babamın geldiğini görmeden anlaması ve babacık babacık diye bağırmaya başlaması. O zamanlar yaşadığımız ev bahçeli bir ev, bahçenin ve garajın büyük bir demir kapısı var. O kapıdan itibaren 5-6 basamaklık biraz yüksekte bir varendaya geçiliyor ve varendadan sonra evin giriş kapısı başlıyor. Demir kapının sesi evden duyulur ama boncuğun kafesinden asla gelen görülmez, biz de zor görürdük zaten camdan. Bununla birlikte annem terzi olduğu için günde birçok gelen gidenimiz olur, o kapı çokça açılır kapanır. Fakat babam geldiğinde daha demir kapıda iken babam boncuk anlar (diğer insanlara yapmaz bunu) ve biz camdan bakarız gerçekten de babam gelmiş. Kapıdan girer girmez uçup kafasına konar. Ve bunu nasıl bilirdi hiç anlamayız.

Boncuk gerçekten uzun denebilecek bir süre bizimle yaşadı, sonra hastalandı ve öldü. Sonra birkaç kuşumuz daha oldu ama boncuk gibi olmadılar, kafesten çıkmadılar alışmadılar.

İnternette bu fotoğrafı buldum, böyle yeşilli sarılı bir kuştu fakat bilir misiniz her kuşun bakışları ve yüz ifadesi farklıdır, kesinlikle bu, boncuk kadar tatlı bakışlı bir kuş değil.

İyi ki vardın Boncuk.

10 Mart 2019 Pazar

10/03 Yanlışlıkla Yorumları Sildim

Mart 10, 2019 4 Comments
Bir süre önce yıllardır kullandığım yorumları denetleme özelliğini kaldırmıştım. Artık edkisi kadar spam mesajlar gelmiyordu. Fakat elimin alışkanlığı hala devam ediyormuş ki, yorumları seç ve yayınla kısmına yine bastım. Ancaak yayınla yerine bu sefer içeriği kaldır yazıyormuş meğerse. Panelimde gözüken tüm yazılara gelmiş son yüz yorum silindi. Elbette ki geti getirmeye uğraştım ama henüz bir bilgi bulamadım buna dair.

Şimdi muhtemelen son yazılarımın bir çoğundaki yorumlar yönetici tarafından silinmiş görülecek ve bunun kasıtlı olmadığını bilakis çok üzüldüğümü belirtmek isterim.
Bugün bir süredir aklımda olan resim çalışmalarına başladım. Yaklaşık yarım saatte yaptığım bu köpek portresi genel olarak hoşuma gitse de gözlerinde olmasını istediğim anlamı yakalayamadım. Biraz daha çalışacağım üzerinde. Şimdiki görünüşü üzgün gibi durduğu için yorumların durumundan dolayı üzgünlüğümü ifade eden bir görsel olarak buraya bırakayım.

Çalışmayı pastel boya ile yaptım. Kimi iyi kalitede kimi kötü kalitede çocuklardan kalmış kırık bir poşet boyayı gönlümce harcayıp denemeler yapmak istiyorum. Hatta ikinci çalışmamı yarıladım bile. Sonra içlerinden beğendiklerimi çerçeveleyip duvarlara asacağım. İlk seri olarak hayvan portreleri düşünüyorum. Çocukların hayvan sevgisine bir nebze katkısı olur belki...

9 Mart 2019 Cumartesi

9/03 Kitap: Bacak Arasından Türkiye

Mart 09, 2019 0 Comments

Okumak istediğim kitaplar arasında yer alan bu kitabı e kitap olarak buldum ve hemen okumaya başladım. Neredeyse iki günde bitecek. O kadar etkileyici bir kitap ki, bazı yerleri insanın kanını dondursa da herkes okumalı.

Doktorluk gerçekten benim için çok zor ve saygıdeğer bir meslek. Üniversite tercihlerimi yaparken her be kadar fen matematik mezunu olsam da tıbbı hiç hedeflemedim. O yaşıma kadar edindiğim bilgiyle bile yeteri kadar metanetli olamayacağımı kestiriyordum. Fakat buna rağmen kadın doğum uzmanlığının diğer uzmanlık alanları içinde nispeten kolay olduğuna dair bir kanı oluşmuş kafamda. Bunun nedeni ise oğlu kadn doğum doktoru olan hocamın söyledikleri. Doğum, kadının doğasında olan bir eylemdir. Diğer hastalık türlerini tedavi etmek doğası bozulmuş şeyleri düzeltmeye çalışmakla yükümlü iken, kadın doğumunu yaptırmak zatdn doğasında olan birşeyi desteklemek demek oluyordu. Bu durumda belki de risk faktatörü daha azdı. 

Fakat kitapta öyle hikayeler, öyle olaylar var ki, kimi zaman belki de en zor sahnelerin bu bölümde görüldüğünü düşünüyorum şimdi. Gerçekten bilgi ve beceri dışında büyük bir yürek istiyor. Okurken bile çok etkilendiğim olayları yaşadıklarını düşünemiyorsun bile. 

Buna rağmen kitabı okurken şunu farkettim. Birkaç saat önce kalbim parçalanarak okuduğum yerleri,  birlaç saat sonra beynim hiç bilmiyormuşçasına gömmüş, unutmuşum. Bu bir nevi beynin koruma mekanizması olmalı. Muhtemelen doktorlar da yaşarken benzet bir savunma içine giriyorlardır. Fakat benim durumumda bir kaç günde bitecek olan bu olay, onların hayatında hiç bitmiyor, her gün ve yıllarca tekrarlanıyor. 

Kitap ayrıca ülkemizdeki tıbbi durumun gidişatı konusunda da çarpıcı bilgiler veriyor. İlgili herkesin okumasını tavsiye ediyorum.

8 Mart 2019 Cuma

8/03 Helodunya Okuyor

Mart 08, 2019 1 Comments
Eski yazilarima bakinca hatirliyorum cocuklarima her ay yazdigim mektuplari. Simdi ise daha cok yaziyorum ama onlari daha az konu ediyorum. Oysa hayatimin neredeyse tamamini isgal ediyorlar. Fakat bu blogda yazilarimi, biraz da hayatimin eksik kalan yanlarini aktiflestirmek icin arttirdim. Dolayisiyla gayet anlasilabilir bir surecteyim.

Gectigimiz Eylul ayi itibariyle, kizimin okuma yazmasina iliskin ne yapacagini bilememe hallerimiz nihayetinde sonuca erdi. Simdi ikinci cocukta sudan cikmis baliga donmeyecegiz. Bizim gibi anadilinden farkli bir ulkede, hatta hakim olmadigi bir dilde cocugu, okuma yazmaya baslayacak cok kisi oldugunu biliyorum. Bu yazim biraz da onlara isik tutar belki.

Daha once bahsetmistim, Hollanda'da basisschool (ilkokul, elementery school) 4 yasinda basliyor. Ilk iki yil anaokulu formatinda ama yine diger cocuklarla ayni binada, ayni bahcede, benzer programlara tabi durumdalar (ayni giris cikis saatleri, ayni tatil gunleri vs). Ilk iki yilda bol oyunlu ama nispeten okul hayatina giris seklinde bir egitim sistemi var. Yine dersler, temalar, yapilacak odevler. Okuma yazma konusunda da bol bol el alistirmalari, ufaktan harflere giris, ama asla zorlama ve harf/ sayi yazdirma gibi seyler olmuyor. Daha cok sanatsal aktiviteler seklinde cocuklarin el becerilerini gelistiriyorlar. Gorunce hayret ediyordum, cok iyi dusunulmus ama gelecekte yazi yazmasina yardimci olacak cizimler, boyamalar vs.

Bir cok cocuk ikinci yilda okumaya heves duyuyor. Okulda zaten bazi harfleri ve iki uc harfli kelimeleri ogreniyorlar. Fakat bu konuda cocugun talebi disinda bilgi verilmiyor sinifta. Bazi cocuklar ailesinin destegi ile okumayi cozebiliyor. Biz yabancilara tavsiye edilen suydu, okumayi ogretmeyin (anadilinde dahi) ilk once dogru kisilerden Hollandaca okumayi ogrenecek sonra anadil ogrenilecek. Cunku asil kullanacagi dili dogru ogrenmesi daha onemli. Biz de bu yuzden ustune dusmedigimiz gibi kacindik da. Simdilerde ise anadilde okumayi ogrenmis olsa da sorun olmayacagi gorusu oldukca yayginlasiyor. Sonucta kizim icin, ucuncu sinifa geldiginde durum suydu: harflerin cogunu taniyor, bazi basit kelimeleri okuyabiliyor ama turkce harfleri biliyor olsa da okuma yok.

3. sinifa gelince ise (ki tam olarak 6 yasinda olmus oluyorlar) okuma ve yazma basliyor. Siniflarda her cocugun ayri masasi sandalyesi, cekmecesinde kalemleri defterleri, yazi ve matematik alistirmalari icin dergileri (workbook) oluyor. Ilk haftadan itibaren haftada 5-6 ses ogrenerek, ogrendikleri kadarini iceren kelimeleri de okuyarak okuma ve yazmaya basliyorlar. Burada el yazisi ile yazmayi ogretiyorlar ve bu yuzden bence daha zor ama buna ragmen aynen ogretmenin dedigi gibi, Ocak ayina geldigimizde tum sesler bitmisti, tum harfler ogrenilmisti (okuma ve yazma) ve simdi her seyi okuyup yazabilir haldeler.

Turkiyede oldugu gibi burada da harfleri sesler ile ogretiyorlar ve o sesleri yanyana getirdiklerinde okuma ve yazma oluyor. Bizdekinden farkli olarak burada iki harfli sesler de var. Mesela 'ee', 'eu' , 'oe' , 'aa' , 'ij' gibi. Bunlari da, ayni yeni bir harf gibi ogrendiler. Cok basit bir ornek olarak "moeder' vereyim. Okunusu mudır, yani oe = u sesi veriyor. Alfabedeki u sesi ise bizdeki 'ü' sesi gibi telaffuz edildigi icin aslinda u sesini veren baska bir harf yok, sadece "oe" u sesini veriyor. Sonucta alfabedeki her bir harfin ve cifli harflerle olusmus her bir sesin, soylenisleri birbirinden farkli. Boylece duydugunu yazarken hangi ses hangi sembolle gosterilmis ise (tekil harf mi coklu harfli kaliplar mi) onu yazdiginda; bizimkinden farkli olmuyor aslinda. Sonucta yine duydugunu yaziyor. Hani turkce duyuldugu gibi yazilan bir dildir ya.


Tabi yine de bazi karisikliklar olmuyor degil. Mesela Turkce'de de ozellikle "ğ"nin icerdigi sozcuklerde yazim hatalarina bolca rastlanir. Cunku dogru telaffuz edilmemis olabiliyor ve sonucta dogrusunu duymamis oluyorsunuz. Simdi kizim da Hollandaca'yi iyi konusuyor olmasina ragmen konusurken yanlis soyledigi veya yuvarladigi yerleri yazarken o kisimlari haliyle yanlis yazabiliyor. Mesela Hollandacadaki g harfinin okunusu girtlaktan bir k sesine benziyor. Bu durumda bazi kelimelerde g mi k mi var karisabiliyor. Bu hatalari bol bol dikte calisarak cozecek zamanla.

Bu ogrenme surecinde neler yaptik onlardan bahsedeyim. Bize en cok soylenen, hic birsey yapmaniza gerek yok, okulda ogrenecekler ama gunde 10-15 dakka okuma yapabilirseniz yeter dendi. Eve hic odev gelmedi, yazma alistirmalarini sadece okuldaki calisma dergilerine yapildi, sayfalarca defterlere hic yazilmadi. Bazen bir bakiyorum yeni harfi sadece iki satir yazmislar ve o kadar. Oldukca sasiriyordum tabi ki fakat gayet de sorunsuz ogrendiler.

Biz evde hic Hollandaca konusmadigimiz icin, esim diger cocuklardan geri kalmamasi adina haftalik ogrendikleri harfleri iceren kelimeleri bulup bir tablo hazirladi. Her aksam yatmadan once bu kelimelerden 5-10 tanesini okuyup, duraksamadan okuduklarina isaret koymak suretiyle okuma hizini arttirmayi ogrendi. (Her aksam akici okuyamadiklarini tekrar tekrar okudu). Ogrendikleri kadar harfleri iceren okuma alistirmalarini (asagidaki gorsellerde fotokopi okuma dergileri bunlar), okulda yapip bitirdikten sonra, onlari tekrar okuduk ve ayrica kutuphaneden duzenli olarak aldigimiz (yine seviyesine gore gruplandirilmis) kitaplari da okuduk.

Bu arada Hollanda'da yasayanlar icin not: Kutuphanede kitaplarin sirtinda zorluk derecesini belirten bazi simgeler oluyor. Bunlar birkac sekilde gruplandirilmis Kolaydan zora dogru soyle:
1) Ay, Yildiz, Roket ve Gunes ( Maan, Ster, Raket, Zon)
2) E S, E M3, E E3, E M4, E E4
3) AVI Start, AVI M3, AVI E3, AVI M4, AVI E4, AVI M5, AVI E5, AVI M6, AVI +

Kitaplari secerken, tam olarak ne seviyede oldugunu gorebilmek icin, bir alt ve ust siniflardan kitaplar aliyor ve gelisimine bakiyorduk. Bazen sinifta kabul edilen seviyesinden bir ust seviyeyi okuyunca motive oluyordu.  Sinifta her cocugun okuma seviyesi farkli cunku bazi cocuklar baslangicta da okuma yazmayi biliyor olabiliyor ve her cocugun gelisim hizi da ayni degil. Yil sonunda her cocuk okumayi ogrenmis olsa bile seviyeleri yine farkli olacak cunku daha iyi bilenler yine ilerlediler ama az bilenlerin onlari yakalama sansi da var tabi ki.

Matematik konusunda da basit islemleri ve saatleri ogrendiler bu zamana kadar. Ve bence cok hos alistirmalar vardi. Kizim matematik gorevlerini her zaman oncelikli olarak ustlendi bu zamana kadar ve cok seviyor.

Okulda derslerden haric yine bol oyun, bol resim/sanat ve spor aktiviteleri var. Oyle ki her gun kosa kosa sevincle gidiyorlar ve hic bunalmadan bu sureci atlattilar. Oyle saskinim ki? Meger okuma yazma veliyi ve cocugu darlamadan da ogrenilebiliyormus :))


Bu gune kadar sadece iki dergi yazi yaptilar, bazen fotokopi kagitlari da oluyordu elbette. Bir de kucuk dikte defterleri var biten.

Yukaridaki yazi kitaplarinin ic yuzu :)

Matematik dergisi yine iki adet bitmis.

Okumaya dayali aktivite dergileri. Bunlardan daha cok yaptilar.

Yine okuma icin fotokopi dergileri.

Bunlar da calisma kagitlari. 



6 Mart 2019 Çarşamba

6/03 Gonul Rizasi

Mart 06, 2019 9 Comments
Insanlarla yasadigimiz alisverislerimizde (ki maddi veya manevi olsun farketmez) gonul rizasini ne kadar dikkate aliyoruz, almali miyiz konusunda dusunduklerimi, kisa bir olayla anlatmak istiyorum bugun. Kimseye ders vermek amacinda degilim elbette, nasil dusunmeliyim, nasil yaklasmaliyim konusunda kendime de bir not dusmek istiyorum aslinda.

Gectigimiz gunlerde Istanbul'a gitmistik biliyorsunuz. Bizim orada oldugumuz gunlerden birinde, bana temizlige yardima gelen ablanin gelis zamaniydi ve ben ne kadar kendi kendime mutlaka haber vermeliyim desem de ona gelme demeyi unuttum. Bundan cok rahatsiz oldum tabi ama gelmis bulundu ve malesef geri dondu. Ben de onu bir sekilde telafi edecegimi soyledim zaten.

Simdi yarin yine gelecek ve benden gelip gittigi hafta icin bir ucret istedi. Bence istedigi miktar harcadigi zaman ve emege gore fazlaydi. Ama sorun degil dedim hic pazarliga girismedim ve verecegim. Cunku burada dikkat ettigim konu gonul rizasi.

Saniyorum ki benden istedigi parayi dusunurken, kafasinda dusunup tartmis ve bunu uygun gormustur. Simdi onunla pazarlik etsem ve kabul etse bile gonlu razi olmayacak. Gonlu razi olmadiginda ise, benim ondan kar edecegim paranin bana hayri olmayacak. Yine bir sekilde o para benden cikar ve ustune bir kalp kirikligi kalir. Belki bundan sonraki islerini de ayni hevesle yapmaz.

Diger yandan ona ben fazla para verecegim icin benim gonlum razi olmayacak. Cunku gercekten benim kriterlerime gore fazla -ki genelde eli acik biriyim- fakat benim gonlumun razi olup olmamasini dert edecek olan kisi ben degilim. Bu onun problemi ve onun vicdaninin kul hakki yiyip yememe konusundaki terazisine kaliyor. Eger bununla sorunu yoksa bu onun bilecegi is. Tabi burada su soru ortaya cikiyor. Benim gonlumun razi olup olmadigini nerden bilecek? Ben tamam dedigimde yuzde yuz riza gostermis olmuyor muyum zaten? Bu durumda eger tamam diyorsam ya gonul rahatligi ile verecegim, eger hayir ise, veriyorum ama benim icin fazla diye belirtecegim. Degerlendirme ona kalmis.

Bu maddi konulara bir ornekti. Diger yandan manevi konularda da benzer ayrintilar soz konusu. Mesela biri sizden bir konuda yardim rica ediyor ve tamam diyorsunuz. Ve isi gonul rizasi ile yapmiyorsunuz. Diyelim ki iste baska dis etkiler sizi yapmaniz gerekiyormus hissine zorluyor. Yine de isi yaptiniz ama istemeye istemeye. Bu durumda sizden o yardimi isteyen kisi, sizi zorladigi icin kul hakki yemis oluyor ve durust davranilmadigi icin bu kul hakkini yemesine sebep olan kisi siz olmus oluyorsunuz. Cok acayip. Bu durumda kimin hatasi daha fazla?

Ayni olayin karsiti da yine biz birinden birsey rica ederken ve onun gonul rizasi ile yapip yapmamasi konusunda da gecerli. Bu durumda durustlugun bazen insanlara iyilik yapmaktan daha otede oldugu goruluyor. Iyilik yapmak, gonul rizasi ile yapilmadiginda ters tepmis oluyor. Gercekten yapabilecek misin, yapmak istiyor musun, yaptiginda gonlunde hic birsey kalmayacak mi bunlari sorgulamak gerekiyor.

Bunlara dikkat ettigimiz zaman, su tarz soylemler de olmayacak: su kisi benim hakkimi yedi, ben ona bunlari bunlari yaptim ama o yapmadi, hep ben veren oldum beni somurdu.... Cunku bunlar hep gonul razi olmadan yapilmis seylerde ortaya cikiyor. Gonul rizasina dikkat ettigimizde bu huzursuzluk da kalkacak.

Ayrica butun bu hak meselelerinde kim kimin hakkini ne kadar yedi/yemedi konusunda degerlendirme yapabilecek yetide degiliz. Tablonun butununu gorebilecek kapasitemiz yok. Her kulun tek dikkat etmesi gereken, kisi kendi terazisinde kul hakkini yedi mi yemedi mi? Baska kisiler baska kisilerin hakkini yemis yememis bu bizim degerlendirecegimiz mevzu degil. Tabi simdi hemen su soru ortaya cikabilir. Mesela birisine haksizlik yapildigini goruyorsak mudahale etmeyecek miyiz? Cok alakali gibi gorunse de ince bir cizgi var, o apayri bir konu aslinda. Burada sozunu ettigim birebir maruz kaldigimiz iliskilerdeki tavirlarimiz.

Ben sahsen kul hakki yememek icin gercekten gayret ediyorum ve bilmeyerek de yediysem veya sersemligime geldigi anlar olduysa da buradan af diliyorum.





4 Mart 2019 Pazartesi

4/03 Ortalama Bir Anneyim

Mart 04, 2019 4 Comments
Mart'a girdik gireli her aksam cocuklar uyuduktan sonra yazmaya niyet edip sabah gozumu acinca farkediyorum onlarla uyuyakaldigimi. Normalde haftada bir iki kez olurdu ama uc dort gun ustuste olunca ben de saskinim. Ve ne yazik ki odevlerim dahi feci sikistim bu yuzden.

Bu aralar annelikle ilgili cok yazmadigimin farkindayim. Her aile gibi bizim de inis cikislarimiz, basarili ve cuvalladigimiz anlarimiz oluyor. Genel olarak kendimi pek fena bulmasam da esimle tartistigimiz veya baskalarina dogru gelmeyen bazi yaklasimlarim var anneligimde. Kabul ediyorum evet var ama ben bu halimden memnunum diyip bir klasik koc burgu megalomanligi gosterecegim.

Cok sukur cocuklarimiz asiri zorluklari olan cocuklar degil. Gecende arkadasima demistim, yemeleri iyi, uykulari guzel, laf dinliyorlar, sporlarini iyi yapiyorlar, okula mutlu gidip gegliyorlar, kizim odevlerini iyi yapiyor, ikisi de saglikli ve mutlu cocuklar. Daha ne olsun. Gercekten daha ne olsun, ikisi de harika cocuklar cok sukur.

Bu durumda hergun onlara bir miktar ekran izni vermekten veya arada sirada seker istediklerinde hemen vermekten kacinmiyorum. Cunku benim cocuklarin onune bir torba cikolata veya seker bile koysan birkac tane yedikten sonra yuzlerine bakmazlar. Gecen kasim ayinda kapi kapi dolasip topladiklari sekerleri (iki canta) durmadan istemelerinden bikip hep kaldirdigim ust dolap yerine ellerine verdim. Oyuncak mutfaga koydular ve bir kac ay orada oylece kaldi. Ellerinin altinda olup da yiyen tipler degiller. Bu durumda ben neden asiri kisitlamaya gideyim ki? Kizima gecen ay dis doktoru yeni cikan kalici dislerine fissur uyguladiktan sonra bundan sonra haftada sadece bir gun seker ye dedi ve o sozu o kadar ciddiye aldi ki, sectigi seker gununden baska zamanda edindigi sekerleri bile o gune sakliyor. Ve tabi ki limiti belli, cok olsa da yiyemiyor. Yine her ikisi de neredeyse her turlu sebzeyi, salatayi, eti, meyveyi, yumurtayi seven ve yiyen cocuklar. Azicik kural disina cikmaktan zarar gelmez. Fakat buna ragmen esimle hala uzlasamadigimiz mevzularin basinda ekran ve seker geliyor. Ona gore sifir ekran sifir seker, olduuuu diyorum sen cocukken hic yapimadin sanki, hic mi cocuk olmadin?

Ben cocuklarin bu yasakli seyleri yaparken duyduklari zevki onlar kadar hissedebiliyorum. Bazi seyler vardir mesela gunumuzdeki cogu kadin icin sicak bir bardak cay yada kahve icmek benzer zevki verir. Bize deseler senin o minicik kisisel anini calacagiz ve sana yapman gereken isler verecegiz. Gitgide mutsuz olmaz miydik? Cocuklara gun icinde zaten o kadar cok fazla sey soyluyoruz ki yapmalari gereken, azicik kisisel zevklerine goz yummalarindan zarar gelmez diye dusunuyorum. Yine tabi ki belirtmekte fayda var, bu tip seylerde ust kontrolu asla birakmiyorum, cok fazla seker yiyemezler (zaten mideleri almaz benimkilerin ama potansiyeli yuksek cocuklar olsaydi kontrolde tutardim) ve ekran surelerini de sinirli tutmaya calisiyorum.

Bu durumda bizim evde kuralci ve kurallari ihlal edilebilen kisilerin kimler oldugunu anlamissinizdir. Ben zayif noktayim. Ebevenylik uzmanlarinin hep dedigi kural bizim evde yuzde yuz isleyemiyor malesef. Hani su anne ile babanin tutarli olmasi kurali. Fakat kendi cocukluk zamanlarimdan hatirliyorum, hangimizin ailesi oyle degildi ki. Cogu evlerde (ve bizim evde de) anne yumusak baba sert olurdu. Babadan korkar anneye siginirdik yaramazliklarda (bazilarinda da tam tersi). O siginma, korunma nasil da hosuma giderdi hatirliyorum. Belki dogru degil bu, psikologlar daha iyi degerlendirecektir fakat anne babanin ikisinin de kizdigi ve cocugun yalniz kalip odasinda agladigi sahneler bana hic de ic acici gelmiyor :(