31 Aralık 2015 Perşembe

Hoşgel Yeni Yıl

Aralık 31, 2015 4 Comments

Birkaç gün önceden yazılmış yeni yıl mesajlarını görünce, ohooo daha çok var o zamana kadar kaç kere yazarım diyordum. Zaman öyle hızlı ki, şimdi iki arada girip kutlayamazsam kalacak. Uzun uzun yıl değerlendirmesi yapmak, dileklerimi yazmak gibi hayallerim vardı ama yeni yıla girdikten birkaç gün sonra da yazsam olur değil mi?

Bu yılın başında oğlumun aramıza katılması, varlığıyla bize neşe saçması herşeyden önemli bir gelişmeydi benim için. Genel olarak ailemiz içinde herşeyden memnundum diyebilirim. Ama global olarak bakınca elbette ki dünyada yaşanmış acılar bizi de çok üzdü. Bu yüzden yeni yılın en çok insanlara vicdan, huzur, anlayış getirmesini ve dünyaya da barış tohumlarını ekmesini diliyorum.

Mutlu yıllar herkese. Kocaman sevgilerimizle.

30 Aralık 2015 Çarşamba

45. Ay Mektubu: Anneyi Paylaşmak

Aralık 30, 2015 7 Comments

Güzel yavrum;

Bu ay düşününce en yoğun aklıma gelen bana düşkünlüğün. Sanki eskisi kadar birlikte vakit geçiremedik bu ay.Kardeşinin  hastalıkları, bu aya mahsus kutlamalar sebebiyle gezmeler derken böyle oldu. Ve sanırım bunun eksikliğini hissettiğin için her fırsatta kucağıma atladın, anne beraber uyuyalım/yapalım/gidelim taleplerin daha da sıklaştı. Her istediğini yapmaya çalışıyorum böyle anlarda ama pek tabi ki her zaman mümkün olamıyor. Ve işin ilginci, artık kardeşin de seni kıskanıyor. Ne zaman bana yaklaşsan o da koşuyor. Çoğunlukla aynı anda ikiniz birden kucak için ağlıyorsunuz, böyle bir çekişme oluyor, bir çığırtı kopuyor, genelde ikinizi de aynı anda kucağıma alıyorum ben de. Çekişme, birbirimize sarılarak sonlanıyor.

Yine de ben de seninle birebir zaman geçirmenin hasretini çektiğimi itiraf etmeliyim. Beraber başladığımız bir oyunun bölünmeden devam etmesi çok zor oluyor. Bir süre önce anne kız günleri yapmaya başlamıştık hafta sonları fakat o da sekteye uğradı. Bu ay içinde, bir craft workshopuna beraber gidip böyle bir gün geçirdik. 

Gün içinde kardeşinin uyuduğu zamanların bazılarında birlikte birşeyler yapıyoruz. Ancak yapamadığımjz zamanların hepsinin nedeni ben değilim. Artık kendi kendine oyun kurma konusunda daha iyisin ve bazen bir oyun kurmuş oluyorsun. Ben birlikte birşey yapmayı teklif ettiğimde ise hayır anne şu an oyun oynuyorum deyip beni reddediyorsun. 

Bu günlerde ayrıca gözüme daha büyümüş görünüyorsun. Farkettim ki artık seni bir yetişkin gibi görüyor ve hissediyorum. Fakat sonra hatırlatıyorum kendime sen daha ufacıksın annem. Dün gibi doğumun, bebekliğin, yürümen, konuşman. Ne kadar büyürsen büyü gözlerinin ve gülüşünün ifadesi hiç değişmiyor, görünce yüzüm aydınlanıyor.

Hep gül annecim

Amsterdam


28 Aralık 2015 Pazartesi

Kazayağı Desenli Bonnet ve Boyunluk

Aralık 28, 2015 2 Comments

Çok sevdiğim bir arkadaşımın tatlı kızı için ördüm bunları. Instagram'da paylaştığımda yapılışını merak edenler olmuştu. Bu yazıda elimden geldiğince basit anlatmaya çalışacağım.

-Zoraki modellik yapan Helodünya-


Kazayağı desenli bonnet şapka:
Şapkayı örerken bir desen kullanmak istiyordum ve nostaljik olması için kazayağı modeline karar verdim. Pinterest'te yaptığım uzun araştırmalar sonucu, örgüye en yatkın şablonu bulup uyguladım. 

Şapkayı örerken 4 numara şiş kullandım, ipim de çok kalın değil. Zaten eğer böyle ip atlatmalı desenler uygulanacaksa, kalın ipler örgüyü daha da kalınlaştırıyor. Şapkanın içinde bu ip atlatmalarının bir katman olduğunu düşünün, bir de örgünün kendi katmanı, iki kat kalınlıkta oluyor. Giyildiğinde oldukça sıcak olabilir. Bu yüzden olabildiğince ince ipler kullanılmalı.

Daha önce ördüğüm bonnetlerden biraz farklı bu şapkanın örülüşü. Sanıyorum 96 ilmekle başladım. İlk 5 sırayı (istediğiniz kadar yapabilirsiniz) lastik ördüm. Düz örgüye geçtikten sonra, boyun kısmını oluşturacak olan kenarları haroşa devam ettim. Yine haroşayı kaçar ilmek ile devam edeceğiniz size kalmış ama 4-8 arası yeterlidir. Bu sayıyı ayarlarken deseni düşünmekte fayda var. Desen 4 ilmekte tamamlanıyor. Dolayısıyla 4'ün katlarında bir miktarı ayırıp, geri kalan küsüratları haroşaya ilave edebilirsiniz.

Fotoğrafta görüldüğü gibi deseni çok fazla uygulamadım. Bahsettiğim gibi kalınlaştırıyor çünkü. Diğer yandan deseni oluştururken yapılan ip atlatmalarında biraz dikkat etmek lazım. Arkada kalan ip gergin olursa, örgü büzülüp daralmaya başlıyor. Bu yüzden ekstra bir dikkat istiyor. Hem deseni takip et, hem sıkılaşmasın diye dikkat et, bana bu kadar yetti. Yine de oğluma siyah beyaz komple kazayağı desenli bir bere örme hayalim var. Bakalım bu kışa yetişecek mi?

Hala desene gelemedim :)) Anlatırken benim ipin renklerini kullanacağım. Taban renk-yeşil ve desen rengi-krem şeklinde.

Deseni oluşturmaya başladığım ilk suranın arka değil de ön yüz olmasını tercih ettim ben. Buna göre

1. sıra (ön): 1 ilmek yeşil, 1 ilmek krem, 2 ilmek yeşil ( ardından tekrar yeşil geleceği için bundan sonra üç yeşil bir krem diye gidebilirsiniz)
2. sıra (arka): 1 ilmek yeşil, 3 ilmek krem
3. sıra (ön): 3 ilmek krem, 1 ilmek yeşil
4. sıra (arka) : 2 yeşil, 1 krem, 1 yeşil (ardından tekrar iki yeşil geleceği için bundan sonra üç yeşil 1 krem diye ilerlenebilir)

Ön tarafı örerken düz örgü, arka tarafı örerken ters örgü örüleceğini ve bir desen bittikten sonra (yukarıda yazdığım 4 sıra) ikinci desen için hiç sıra atlatmadan aynı döngünün tekrar başlayacağını hatırlatayım.

Desenden sonra yine düz örgüye devam ettim (kenarlar haroşa tabi) ve alından kafa tepesine kadar ördükten sonra, her sırada onar onar azaltarak bitirdim. İsterseniz azaltma yapmadan da bitebilir ben biraz sivri olmasını istedim. En sonunda da arkayı dikip, tepesine ponpon yaptım.


Pirinç modeli boyunluk
Örgü ustaları birazdan yazacağım modelin gerçek pirinç modeli olmadığını söyleyebilirler, evet doğrudur ama sanırım çok daha kolay ve yaygın olduğundan pirinç denince insanların aklına bu model geliyor artık.

Şapkayla takım olması için aynı krem ipi kullandım fakat şapka kalın olmasın diye ince bir ip seçtiğimi söylemiştim. Oyda bu model kalın iplerde daha güzel duruyor. Peki ne yapacağım derseniz çok basit, iki kat örmek :) Ben yumağın üstteki ucu ile içinden çekip çıkardığım ucunu birleştiriyorum ve iki katı kolayca örüyorum. Hiç dolaşmıyor ve yanımda iki kocaman yumak taşımamış oluyorum.

Bu boyunlukta 6 no şiş ve iki kat ip kullandım. İlmek sayısını hatırlamıyorum ama kalın şiş olduğu için şapkafan daha az sanırım 80 civarıydı. İlk başta 5 sıra lastik ördüm, lastik bittikten sonra pirinç modelini yapmak için yine lastiğe devam ediliyor aslında. Tek fark şaşırtmaca yapmak. Her sırada düz örgünün yerine ters, tersin yerine düz öreceksiniz bu kadar. Yani yine bir ters bir düz ama değiştirerek. Yeteri kadar ördüğümü düşündükten sonra yine lastik ile bitirdim.

Fotoğrafta görüldüğü gibi boyunluğu bitirdikten sonra bir ip burgusu yapıp geçirdim (tam orta değil bir kenara daha yakın). Bunu gerekirse boyunluğu sıkmak için kullanacağız. Fotoğrafta yok ama bu ipin iki ucunda da birer ponpon olacak.

Pirinç modeli benim atkılar için en uygun bulduğum örnektir. Gayet muntazam durur, yumuşak ve yeterli kalınlıkta olur. Boyunluğu örerken uzun kenardan başladım ama kısa kenardan da başlanıp, normal atkı şeklinde örülebilir.


24 Aralık 2015 Perşembe

Günün özeti - 24 Aralık 2015

Aralık 24, 2015 6 Comments
En son günün özeti yazısından sonra ( http://ge-ce.blogspot.nl/2015/11/gunun-ozeti-25-kasm-2015.html)  defalarca niyet etsem de, bir ay olmuş yazmayalı. Zaman ne hızlı geçiyor bu ara, yılbaşına bir hafta, oğlumun 1 yaşına ise çok az kaldığına inanamıyorum.

Bu hafta başından itibaren okullar Kerst (noel) tatiline girdiği için kızım evde. Aslında bizim tatil biraz erken başladı, geçen perşembe gününden beri evde olduğundan oğlumun her ay çektiğim fotoğraflarını bir türlü çekememiştim. Normalde kızım okuldayken sabah saatlerinde yapıyordum ama bu ay erteleye erteleye 11 gün gecikmeli olarak bugün çekebildim. Ama sahi dur, tabi ki gün fotoğraf çekimiyle başlamadı, en iyisi en baştan alayım.

Gece her saat başı uyandıktan sonra oğlum sabah 6,5 ta dikilince onu alıp aşağı inmek şart olmuştu. Bu arada feci uykum vardı ve bazen böyle olduğunda eşim alıp uyumama fırsat sağlıyor ancak, son üç dört gündür Nova yine bana yapıştı. Gün içinde dahi kucağımdan inmiyor. Bu sebeple aşağıya inip erkenden oyuna başladık. Saat 7,30 civarı eşim ve kızım da bize katıldı. Kahvaltı için evde yeterli ekmek olmayınca krep yapmam gerekti fakat yine yarı kucakta yarı yere bırakıp kaçarak zar zor yapabildim. Saat 8,30 da oğlumun uykusu gelmişti. Normalde gündüz 4-5 saat aralıkla uyuyor ancak, gece az uyuduğundan ve erken kalktığından bu sefer çabuk yoruldu. Ağzıma bir lokma atıp yukarı çıktım, kızımla kocam kahvaltı ederken oğlumu uyuttum. Memeden çıkarıp yanında azıcık sırtımı esnetiyordum ki, aşağıdan gelen kızımın wc faslı çığırtıları oğlanı uyandırdı. Sadece 15 dakika olmuştı uyuyalı ve ne yazık ki bir daha uyumadı.

Eşim gitti, ben kahvaltımı ettim ama nasıl ettim şimdi hatırlamıyorum. Saat 9 olmuş, Chantal'ın gelmesine bir saat kalmış, kahvaltı bulaşıklar yataklar oyuncaklar heryer darmadağınık duruyordu. Sırayla hepsini toparlamaya giriştim ama o gelene kadar sadece bulaşık makinası boşalıp doldurulmuş, masa ve tezgah temizlenmiş, yerleştirilmiş (temizlemekten çok herşeyi yerine koyma işi oluyor, çocukların oyuncakları, yok kalem yok biberonun kapağı var kendi yok, yok diş fırçası tezgahta vs vs), yerlerdeki oyuncakların büyük çoğunluğu toplanmıştı. Bu arada kızım, dün akşam babannesinden hediye gelen kargodan çıkan boyamaları yapmak istedi ve yaptık, boya içinde olan masa (tüplerle sıkılan bir boya çeşidiydi) temizlenmiş, eller ve bilimum lekeler temizlenmişti ki Chantal geldi. Onları aşağıda bırakıp yukarı çıktım çünkü hala uykusuzluktan mızmızdı oğlum. Uykuya direnince (uğraştıracak gibiyse asla çabalamıyorum o kadar zamanım yok genelde vazgeçip bir süre sonra deniyorum) banyo yaptırmaya karar verdim, küvetinde suyla oynadı, yıkadım çıkardım giydirdim uyutmayı denedim hayır hala uyuymuyor. O etrafta gezinip dururken yatakları topladım, dünden çamaşır suyuna bastığım beyazları makineye attım, biraz çamaşır katladım, sonra aşağı indimdi galiba tam hatırlamıyorum biraz durup 11 civarı yine uyutmayı denedim. Tam uyudu beni gıcık tuttu öksürmeye başladım uyandı, hadi tekrar uyuttum, kızımla chantal odaya geldi, ütüyü arıyorlarmış, elimle kovdum neyse ki uyanmadı, iyice dalınca bıraktım aşağı indim.

Babysitter ablası kızıma hediye getirmiş, adını biliyordum unuttum böyle boncuk gibi şeyleri bir kalıba diziyorsun sonra ütülüyorsun işte ondan. Üç parça yapmışlar, iner inmez onları ütüledim, sonra öğle yemeği için pırasa ve havuçları hazırlayıp pişmeye bıraktım. Onlar pişerken alt katı süpürdüm, oyuncakları topladım, kızıma elma soydum verdim, sonra pırasalı böreği yapmaya koyuldum. Yarısında oğlan uyandı aldım, kucağımdan inmek istemedi, tek elle böreği tamamladım fırına attım, yine tek elle bir salata yaptım (arada tezgaha oturtturdum) ve saat 12,30 olmuştu. Chantal 1 de gidecekti ama genelde haftada birgün sabah geldiğinde ona yemek veriyorum, daha doğrusu bizim öğle yemeğimize eşlik ediyor. Eşim de erken çıkıp öğle yemeğine yetişecekti ama gelemedi. Börek 15 dakkada pişmişti, akşamdan kalan mercimek çorbası ve etli patates yemeği eşliğinde pırasalı börek ve salatayla güzel bir öğün olmuştu, o da sevdi. 

Biz yerken kızım az yedi, biraz oğlumu da besledim, Chantal'ı uğurladık. Sonra birax oyun oynama, ardından fotoğraf çekimi, sonra yine oyun, bu arada oyuncak yayılımını kontrol altında tutmaya çalışma, bulaşıklar yine toplanmalı tabi, kızım tv açmak istedi, açtı. Tv de orjinal Pippi Uzunçorap vardı, onu seyrettik beraber, ilk defa izlemişti çok sevdi. Bu arada koltukta tv izlerken ikisine de çorba verdim, kızım yedi oğlum az yedi, eliyle tokatladı (ay bebeklerin bu huyu da çok meşhurdur bilirsiniz) heryer çorba oldu. Saat 3,5 gibi yine uyudu oğlum, aşağı indim, biraz örgü işi yaptım, bu arada eşim geldi erken (bu gece xmas, yarın tatil), onları aşağıda bırakıp kahvemle oğluşun yanında oturup örgü örerek dinlendim. Zira sırtıma bıçaklar saplanırcasına ağrıyordu.

Bir saatlik uykunun ardından (dinlenmem yaklaşık yarım saat oldu bu arada) oğlum uyandı, markete gitmemiz gerekiyordu, hep beraber gittik geldik, saat 6 oldu, pratik bir yemek attım fırına bizim için, oğlumu besledim, sonra onlar oyun oynarken ben yemeğimi yedim, yine oyun, tam 4-5 kez yukarı çıkıp uyutma denemesi, hayır uyumucak aşağı inecek, indik oynadık, kudurduk, baba kız yemek yediler, hadi hep beraber uykuya, ablası kardeşi odasında istemez, kardeş o odadan çıkmak istemez, biraz bağrış biraz kovalamaca, baba kızı, anne oğlanı alıp odalara çekildik. Biraz direnmenin ardından uyudular neyse ki ama daha işler bitmedi.

Yarın xmas tatilini değerlendirmek için üç günlük bir tatile gideceğiz hollanda içinde bir şehre, daha valizler, yolda yenecekler, oyalayıcılar, hazırlanacak, plan program yapılacak ve bir dizi izlenip yatılacak. Oğlumun da akamüstü biraz ateşi çıktı ve gözünde çapaklanma ve kızarıklık başladı (birkaç gün önce ablasında olmuştu ondan bulaştı galiba), bir de dişleri çok acıyor, inşallah bu gece ve takip eden günlerde ciddi bir sıkıntı yaşamayız :/

Son saatleri biraz hızlı geçtim ama okurken yorulmadıysanız başka bir günün  özetinde buluşmak üzere efenim :))


16 Aralık 2015 Çarşamba

Zengin Süt

Aralık 16, 2015 1 Comments

Geçtiğimiz hafta iki yeni doğum yapmış arkadaşımla emzirme üzerine sohbet edince buraya da konuştuğumuz -bence önemli- olan kısımları eklemesem olmaz. Emzirme, tamamen anne ve bebeğin şartlarına bağlı ve ne kadar miktar veya ne kadar sıklıkla emzirileceğine dair genel kurallar koymak imkansız olsa da, çoğunlukla herkeste geçerli olan bazı gerçekler de var.

Emzirme uzmanı değilim elbette, ki uzmanların bile anne ve bebeği iyice inceleyip gözlemeden ahkam kesmelerini doğru bulmuyorum, yazdıklarım ve söylediklerim öneriden öteye geçemez. 

Doğduklarında emme refleksi zayıf olan iki çocuğumu da emzirmeye alıştırdığım için, emzirmenin emek isteyen bir olay olduğunu söyleyebilirim. Evet her çocuk doğar doğmaz cuk cuk emmeye başlamıyor. Memeyi nasıl tutacağından, sütün ne kadarını, hangi kısmını içeceğine kadar birçok şeyi öğretmek gerekebiliyor. Bu konuda çok detaylı anlatımlar yapan kaynaklar var. İnsan bu yazıları okuduğu zaman da, bazı ayrıntılar gözden kaçabiliyor veya dış sesler kafa karışıklığına sebep olabiliyor.

Merve'yle yazışırken tamamen tesadüf bu konuya geldik, annesi biraz sağ biraz sol memeyi vermesini tavsiye etmişti. Duyar duymaz hayıııır diye bağırdım: sakın öyle yapma sakın! Ablam da aynısını yapmıştı, düşüncesine göre çocuk tek tarafa yatmaktan yorulmuş olabilirdi. Sonuç doymayan hep aç bir bebek.

Sütünü sağan her anne tanık olmuştur, çıkan sütün ilk miktarı sulu bir süttür (ön süt) ardından yağlı ve yoğun kısmı gelir (zengin süt). Ön sütün önceden gelmesinin bir anlamı var, bebeğin su ihtiyacını giderir ve bazen bebek aç değildir sadece susamıştır. O zaman bu ön sütü susuzluğunu gidermek için emer ve bırakır.

Ancak karnını iyice doyurmak için zengin süte ulaşması gerekir. Eğer biraz sağ biraz sol meme yaparsanız, bu zengin süte ulaşamadan diğerine geçmiş olacak ve her iki memeden de ön sütü alacak. Bu karnınız acıktığında lıkır lıkır su içmenizden farklı değil, sizi doyurur muydu? Hayır.

Bu yüzden tek memede emzirmeye başlayın ve dibine kadar çektiğinden emin olun. Bazen meme iyice boşalır, süt kalmadı diye düşünebilirsiniz. Ama hayır o çektikçe gelecektir ve ben bazen içimde damarlar çekiliyormuş gibi bir his yaşarım.

Bazen de bebek doymuştur ama memenin tam boşaldığını hissetmiyorsunuz diyelim. Bir sonraki emzirme zamanında, diğer memeden değil en son bıraktığınız memeden başlayabilirsiniz. Aradan geçen süre zarfında, meme yeniden süt dolmaya başlamıştır ancak, muhtemelen diğer memedeki kadar (tabi diğer memeyi sağmadıysanız) ön süt oluşmayacak. Daha az ön süt ve hem yeni üretilen hem de geçen seferden kalmış olan zengin süt. Bu durumda bu memede zengin süte ulaşmak daha kısa sürecektir.

Bu arada diğer meme çok dolmuş ise, isterseniz bir sonraki emzirmede ön sütü biraz sıkıp azaltabilirsiniz. Bu tamamen size kalmış. Bebeğinizin ihtiyacını en iyi siz anlarsınız.

Özellikle yenidoğanların zengin sütü almaları çok önemli. Emme refleksi de zayıf ise, bu bilgiler ışığında anne olarak ona yardımcı olabilirsiniz. Ön sütü sağıp zengin sütle başlatabilirsiniz veya zengin sütü takviye yaparsınız size kalmış.

Bir yenidoğanın doyduğunun işareti, mayışması hatta uyuya kalması ve gazını çıkardığınızda kolayca geğirmesidir. İyi doymuş bir bebek, gazı vs yoksa mışıl mışır uyur.

15 Aralık 2015 Salı

Çocuğum Nasıl Bir Anne Olduğumu Biliyor, Peki Ya Nasıl Bir İnsan Olduğumu?

Aralık 15, 2015 17 Comments
Bu sabah kızımı okula bırakmış markete doğru yürürken, geçen gün yazdığım misafirlikle ilgili yazıyı düşünüyordum. Orada belirttiğim faydalarından başka kızımın acaba başka neler algılıyor olabileceğini anlamaya çalışırken birden kafama dank etti. Tabi ya beni ve babasını hiç görmediği şekilde görüyordu, bizi başka insanlarla etkileşirken, konuşurken, gülerken, yani kısaca arkadaşlık ederken izliyordu.

İlk bir yıl çocuk bakımı yedir-içir-uyut-oynat döngüsünde sürerken, daha sonra işin içine psikolojik meseleler de giriyor ve bu döngüye bir de "örnek ol" ekleniyor. Çocuk herşeyi anne babasından kapıyor, nasıl davranacağını, nasıl tepki vereceğini her şeyi... Bu yüzden uzmanlar anne baba arasındaki ilişkinin çocuğa yansıtılmasını (elele tutuşmak, sarılmak, birbirine değer vermek gibi) ve bu ilişkinin üçüncü ebeveyn olduğunu söylüyorlar. İleride çocuklar anne babasının birbirine davrandığı gibi, kendi eşlerine davranacaklarmış. Yine aynı şekilde, eve kardeş geldiğinde de onu kapalı kapılar ardında değil, aleni şekilde sevilmesi tavsiye ediliyor.

Bu yaklaşımı her konuya yaymak mümkün. Madem ki çocuğum beni örnek alıyor, hayatta yaptığım herşeye tanık olmalı, beni gözlemlemeli, olaylara karşı duruşuma şahit olmalı. Ne yazık ki, kendimize dair bir çok şeyi çocuklardan arta kalan zamanda yapıyoruz (mecburen) ve onlardan birçok deneyimi esirgemiş oluyoruz.

Düşünüyorum da kızım beni en çok onunla oynarken, evi toplarken veya yemek yaparken, bazen alışverişte, bazen parkta... görüyor. Oysa benim anne olmadan önceki halimi (anne olmayan yönümü bilmiyor). Arkadaşlarıyla sohbet eden, sergi/müze gezen, kitap okuyan, sevdiği hobileri yapan, bilgisayar başında çalışan, telefonda önemli görüşmeler yapan.... hallerimi hiç bilmiyor. Bu anlarda nasıl davrandığımı/ tepki verdiğimi/ duruşumu hiç gözlemlemiyor. Kısacası ona karşı davranışlarımdan fazlası yok onun lügatında.

Gurbette yaşadığımızdan dolayı çevremizdeki insan sayısı çok değil. Bir sosyal çevre kurmaya ve sürdürmeye uğraşıyorum ama Türkiye'deki arkadaşlarımdan da görüyorum, hayat çok hızlı akıyor ve sosyalleşmeye fazla vakit bırakmıyor. Senin vaktin olsa diğerinin uymuyor, senin çocuğun iyi olsa öbürü hasta oluyor, dolayısıyla zaman aralıkları büyüyor. Yine çocuğun bitmeyen dişi/uykusu/hastalığı vs yüzünden kişisel zevklerimizi erteliyor ya da çocuğa uyduruyoruz. Ve bugün arkadaşımla telefonda konuşurken farkettiğim gibi (genelde hep yazıştığımızdan telefonla konuştuğumu pek görmüyor kızım), kızımın benim konuşmama tahammülü yok. Sürekli bölüyor ve birşeyler talep ediyor.

Karar verdim bundan sonra, ayda bir de olsa, biz onlara değil onlar bize uyacak. Bizim istediğimiz yerlere gidilecek, hayatımızın çocuksuz yönünü de görüp anlamaları sağlanacak. Hem yarın öbürgün aynısını onlar da yaşayacak, işte o anlarda bizim davranışlarımız onlarda zuhur bulacak. 


Novadünya 11 Aylık

Aralık 15, 2015 4 Comments

Bu ay o kadar uzun geldi ki, bir önceki ayın yazısını okudum bu yüzden. En son nerede kalmıştık acaba herşey karmakarışık bu ara kafamda. Çünkü gerçekten çok yorgunum.

En son dişlerin zorladığından bahsetmişim, onun sancısı hiç bitmedi tüm ay zorladı ve hasta etti. Bu sabah damakta ufacık yarıklar gördüm ama daha ortada diş yok. Diş çıkarma döneminde kızım da oğlum da hep hasta oluyorlar, özellikle azılarda daha yoğun oluyor bu ki kızım azı ve köpek dişleri sürecinde geçirdiği ağır hastalıkla emmeyi bırakmıştı. Öyle ağır bir bronşit olmuştu ki nefes alamadığından ememiyordu ve antibiyotik  şurupları da içemediğinden (kusuyordu) iğnelerle iyileşmişti.

Ve aynısı Nova'ya da oldu. Neredeyse 15 gün ağır şekilde hastaydı: tıkalı burun, öksürük, göğüste hırıltı. Hiç yemek yemedi ve geceleri kucakta uyudu. Ve ilk antibiyotiğini almak zorunda kaldı. Tamamen iyileştikten üç gün sonra yeniden başladı, hala devam ediyor hafif de olsa. Bu yorgunlukta zayıf düşen bedenim de daha fazla dayanamadı ve ben de hastalandım. E evin diğer üyeleri de hastaydı zaten. Ayh yazarken fenalık geldi, şimdi hepimiz hafif öksürüklüyüz çok  şükür. 

Geçen ay yürümeye başladığını ama ara sıra elimi tuttuğunu yazmıştım, artık elimi de tutmuyor, dışarda, evde, her yerde kendi başına yürüyebiliyor, hatta koşma derdinde. Eşik yüksekliğindeki basamakları hiç tutunmadan inip çıkabiliyor.

Hasta olduğunda çok zayıflamıştı, nitekim aylık kontrolde iki ay öncesi ile aynı kiloda olduğunu gördük. Bir ayda aldığı kiloyu (evet almıştı farkediyordum çünkü) geri verdi :( Boyu da bir cm uzamış görünüyor.  Çok değil ama önceden fazla fazla olduğu için hala iyi durumda.

Bu ay bol bol bisikletle dolaştık, dışarda olmayı ve bisikletle gezmeyi çok seviyor. Giderken şarkılar söylüyor ve kafasını iki yana sallıyor :) Ablasıyla iletişimi de iyice arttı. Onun peşinde sürekli. Fakat önceki aylara nazaran ablası onunla daha ilgili. Oyunlarına katıyor, sabah uyanınca ve okuldan gelince özleyip sarılıyor, onu göremeyince hemen Eren nerde diyor. Sanırım ikisi de büyüyor :))

Uyku meselesine gelirsek bu ay hiç olmadığı kadar kötüydü diyebilirim. Neredeyse saat başına varan sık uyanmalı gece uykuları, dayanabilse hiç uyumayacağı gündüz uykuları var. Bu ay gündüz uykularında günde bir kere uyuduğu çok oldu. Fakat hala iki kez uyuyor diyebilirim ama bire düşmesi yakındır. Hafta sonları babası uyutuyor ve göğsünde yatırıp beraber uyuyorlar. Bir tek o zamanlarda uzun uyuyor ve haftalık uyku kontenjanını dolduruyor galiba :). Neyse bu da geçecek elbet.

Oturup oyun oynama gibi bir tarzı yok genelde, hep yürüsün, hep karıştırsın. Elinde koca süpürgeyle dolaşsın, ağır çekmeceleri açıp boşaltsın, kutuları kovaları kaldırsın derdi bu. Nadiren de olsa oturduğunda ona kitap okumaya, puzzle yaptırmaya, kutudan şekilleri atarken onları tanıtmaya falan çalışıyorum. Bu ay kutuların, biberon, suluk şişe gibi şeylerin kapaklarını kapamaya, oyuncakları kutunun içine koymaya, birşeyleri içiçe geçirmeye falan başladı. Minik nesneleri tutabiliyor, yürürken ayağıyla topa vurabiliyor, hep yatakta zıplayan ablası gibi yapmak için dizlerini kırıp yaylanıyor, o da zıplıyormuş ne var :)

Yaşına bir ay kaldığına hala inanamıyorum, zaman ne hızlı geçiyor, daha dün gibi doğumu. İyi ki geldin iyi ki bizim oldun bitanem...

9 Aralık 2015 Çarşamba

Helodünya'nın Okul ve Dil Gelişimi

Aralık 09, 2015 16 Comments



-Okulda sinter klaastan hediyesini aldıktan sonra, birlikte yaptığımız özel şapkayla-

Öğrenen Anne'nin dille ilgili yazılarına yorum yaparken kızımın dil gelişimine dair hiç yazı yazmadığımı farkettim. Hem ilerleyen zamanlarda karşılaştırmak hem de benzer durumda olanlara fikir vermek açısından not edeyim.

Eski aylık yazılarında söylediği kelimeleri not ettiğim ve defterine de kaydettiğim için biliyorum, kızım bir yaşında 20 civarı kelimeyi bilinçli olarak söyleyebiliyordu. O zamanlar bana bu rakam pek birşey ifade etmiyordu pek tabi. Şimdi neredeyse 11 aylık oğlumun söylediği 3-5 kelime ile kıyaslayınca çokmuş gerçekten. 1,5 yaşında iki kelimelik temel cümleler kuruyordu ama kalıp halinde. Yani anne gel, mama ver gibi.

Çocukların konuşmaya başlaması bence böyle kalıp halinde değil de, bildiği herhangi iki kelimeyi yeri geldiğinde mantıklı ve bilinçli olarak birleştirmeye başlaması ile başlıyor. Yani yine iki kelimelik cümleler kuracak ama varyasyonları çeşit çeşit olacak ve artık her kelime için bunu yapabilecek. Anne ver gibi kalıp şeklinde değil. İşte bu zihinsel sıçrayış Helo'da 20 aylıkken oldu, birden bire her kelimeyi cümlelerde kullanır hale geldi ve tam 1 hafta sonra cümledeki kelimeleri üçledi, özne nesne ve yüklem formuna dönüştürdü. Ondan sonra da ver elini bağlaçlar uzun uzun cümleler.

Kızımla doğduğundan beri Türkçe konuştuk. Ancak arada sırada dışarda bizim ingilizce konuşmalarımızı duyuyordu tabi bebeklikten beri. İlk bir yıl slovakyada yaşadığımız için dışarda slovakça da duyuyordu. Hatta bir dönem slovakça tarzında söylüyordu kelimelerini, babasına babeçka diyordu mesela.

Şimdi doğrudan kaynak veremeyeceğim ama bir dili öğrenmenin ilk tohumlarının ilk altı ay içinde duyarak atıldığını anlatan bir makale okumuştum. Bu durumda kızım bu dönemde üç dilin sinyallerini almış oldu.

Bebeklik döneminden sanırım iki yaş civarına kadar ingilizce şarkılar çizgi filmler falan dinledi, dili döndüğünce söyledi. İngilizce sayıları ve renkleri, hayvanların neredeyse tamamını, bazı temel eşyaları öğrendi (benden veya izlediklerinden, tabletteki peakaboo oyunlarından). Sonra ben üzerine düşmedim ama kendi kendine öğrenmeye devam etti. İngilizce videolar izlerken yeni bir çok kelime öğrendi ve dahası anlamaya başladı. Çünkü bazen ben de soruyorum ne dedi diye doğru cevap veriyor. Pek tabi ki onunla direkt konuşmadığımız için ingilizce konuşamıyor fakat konuşurken bazı kavramlar onun için sadece ingilizce var. Mesela sarı rengini gördüğünde ne sarı ne de geel(hollandaca) der, direkt yellow der. Süngere sponge, dondurmaya ice cream gibi. İstanbul'da annem ablam ve kızım asansöre binmişlerdi (ben diğer asansördeydim oğlumla), Helo zero'ya mı basıcam diyormuş anneme. Annem de sıfıra bas kızım diyormuş anlamadan, ablam olaya el koymuş :)) Türkçe konuşurken arada ingilizce ve hollandaca kelimeler katsa da bazen bu çok değil yüzde 95 düzgün konuşuyor diyebilirim. Sorulduğu zaman da o yabancı sözcüklerin türkçelerini söyleyebiliyor. Şu an 44 aylıkken Türkçe'de geldiği nokta oldukça iyi. Akıcı, uzun, bol edat ve zarflı (aslında, sonuçta gibi kelimelerle) tüm zamanları ve kipleri doğru şekilde kullanabiliyor.

Hollandaca ne durumda derseniz, Hollandaya taşındığımız 14. aydan 18 aya kadar taşınma, adaptasyon, arayışlar derken pek Hollandaca'ya maruz kalmadı, ancak parkta falan ne kadar duyduysa. Sonra haftada bir saatlik özel oyun gruplarına başladık 18 aydan itibaren. Orada ben de eşlik ediyordum ama öğretmenler hem ingilizce hem de hollandaca konuşuyordu. Bu dönemde beden diliyle anlaştıklarından iletişim sorunu yaşamadı.

İki yaşını biraz geçince ( tam olarak 2 yaş 2 hafta gibi) burada oyun okulu olarak çevirebileceğimiz peuterspeelzaal'a başladı. Bu okul 2-4 yaş arasını kapsıyor, sabahtan öğlene kadar 3 saat sürüyor. Bekleme listesine ve semte bağlı olarak gittiği gün sayısı değişebiliyor. İlk başladığında haftada bir gün gidiyordu (nisan ayında başladı), sonra araya paskalya tatili falan girdi. Temmuzda yaz tatili başlamadan kısa bir süre önce haftada iki güne çıkmıştı. Bu sürede okuldan dile dair kazanımı çok fazla olamadı zaten ilk başlarda oryantasyon vs süreci yaşamıştık.

Tatilden döndüğümüzde (normalde okul ağustosta açılıyordu ama biz türkiyedeydik eylül sonu dönmüştük) haftada üç gün gitmeye başladı. Bu arada tam iki buçuk yaşında olmuştu. Ekim ayında hem diline yardımcı olsun hem de hamileliğimde bana kolaylık sağlasın diye haftada üç gün üçer saatten bir babysitter ile anlaştık. Okul + babysitter desteği ile (ki ben babysitterın etkisinin daha çok olduğuna inanıyorum çünkü birebir ilgileniyor okulda bu kadar çok birebir konuşma yok) tam üç ay sonra hollandaca konuşmaya başladı. O zamana kadar aralarındaki iletişime yardımcı oluyordum ondan sonra tamamen devre dışı kaldım.

Bu arada yıl bitmiş ve ocak ayı gelmişti (2015'in başı oğlumun doğduğu zamanlar) okulda VVE programından faydalanmaya başladı ve gün sayısı 4'e çıktı, hala da böyle devam ediyor. Expat çocuklara özel okul öncesi eğitim olarak tanımlayabiliriz bu programı. Okula haftada bir gün özel bir öğretmen geliyor, expat çocukları başka odaya alıp kartlarla, oyunlarla dil öğretiyor ve arada sınavlar yapıp seviyelerini ölçüyor. Kızım bu aşamaları iyiye yakın bir performansla geçti ve hala programa tabi olsa da eskisi kadar ciddi çalışmıyorlar onunla sanırım, çünkü yaşı gelip de bir sonraki okula yetişmesi gereken başka expat çocuklar da var. Son iki aydır da program kapsamında bize aktiviteler veriliyor ve evde yapmamızı istiyorlar.

Helo'nun dil açısından okula hazır olduğunu söylüyor öğretmenleri ama elbette ki mükemmel değil. Anlıyor, anlatıyor, şarkıları ezberliyor, bana çeviriyor, tv programlarını takip edebiliyor sanırım yeterli düzeyde biliyor. Ve hollandaca bilenler bilir bize göre çok zor olan bir telaffuzu vardır G harfinin onu bike doğru söylüyor :))

Önümüzdeki yıl, 23 martta doğum günü olduğundan, doğum gününün hemen ertesi günü basisschool (elementary school/ilk okul) a başlayacak. Hollanda'da 4 yaşını dolduran her çocuk bu okula gidiyor. Oyun okulu mecburi değil ama bu okul zorunlu ve haftanın 5 günü 8,30-14,30 arası okulda olacak (bir gün biraz daha erken çıkacaklarmış). İlk iki yıl anaokulu formunda, sonra ilk okul şeklinde gelişiyor ama burda tam ayırmıyorlar sanırım, azar azar eğitime başlıyorlar. 4 yaşını doldurmuş ve okula giden arkadaşları harfleri sayıları öğreniyorlar yine de bol oyun oluyor tabi. Aslında kızımın gideceği okul dalton okulu olduğundan işleyiş biraz farklı olacak galiba, mesela arkadaşımın kızı montessori okuluna gidiyor arada kurabiye, yemek falan da yapıp pişiriyorlarmış. Ne olacağını yaşayınca göreceğiz artık.

Kızım onun deyişiyle büyük okul için çok hevesli ve heyecanlı. Doğum gününü sabırsızlıkla bekliyor bu yüzden. Bu hevesinde şimdiki devam ettiği okulun da etkisi var. Yaşı gelen arkadaşları bir veda partisiyle ayrılıp basisschoola başladılar ve onlara tanık oldu. Günlük konuşmalarımızda da basisschool öncesi sonrası çok yer ediyor. Bazı şeyleri o zaman yapabilecek, onun için bir nevi büyüme göstergesi. E büyümek için de çok sabırsız zaten. Fakat yine onun deyişiyle, o anne olmak istemiyormuş büyük çocuk olmak istiyormuş ve hep öyle kalmak istiyormuş.

6 Aralık 2015 Pazar

Çocuklara Misafirlik Anıları Verin

Aralık 06, 2015 12 Comments
Birkaç hafta önce evimizde ilk defa kalabalık bir misafir grubu ağırladım. 12 yetişkin 10 çocuk. Elbette öncesinde ve sonrasında biraz yoruldum ama çok çok güzeldi. Günler sonrasında bile getirdiği keyfin etkisindeydik. 

Öncesinde hazırlıkları yaparken kızım da yardım etmek istedi, benimle birlikte evi topladı, yaptığım hamurları açtı. Misafirler geldikten sonra da arkadaşlarını evinde ağırlamanın, odasını ve oyuncaklarını göstermenin hazzını yaşadı.

Dün akşam gruptaki bir diğer arkadaşım da aynı derecede kalabalığa ev sahipliği yaptı. Yine herşey çok güzeldi, ev cıvıl cıvıl çocuk sesleri, sohbet muhabbet, çeşit çeşit yiyecekler... Herkes ne isterse istediği kadar alıp yiyiyor (bende de öyle olmuştu), beyler çocuk bakımını paylaşıyor, gösterişten ve yapaylıktan uzak sıcacık bir ortamda herkes keyif alıyordu.

Bendeki etkisi hala sürüyor ama asıl değinmek istediğim kızıma (ve muhtemelen diğer çocuklara da) etkisi.

Kızımın hatıralarında böyle anlar kalsın istiyorum büyüdüğünde. Bence yine aynı grup toplaşması bir dış mekanda olunca aynı hisler olmuyor, onun daha farklı getirileri var. Şahsen benim çocukluğumda en çok hatırladıklarım ev toplantıları. Kuzenlerimle oynadığımız kalabalık toplantılar, ananemin veya babannemin evinde hep beraber kalışlarımız... Ayrıntıları çok iyi hatırlayamasam da eğlenceli olduğunu ve mutluluğumu hatırlıyorum.

Ayrıca kızımın misafire hazırlık, misafir adabı, sonrasındaki sorumluluklarımız gibi mevzulara da tanık olmasını istiyorum. Misafirlikte göreceği diğer ayrıntıları saymıyorum bile. Birbirleriyle konuşan gülüşen insanlar, duyduğu konuşmalar, beğeniler, övgüler, diğer insanların onunla konuşması, mesela okulunu anlatması, arkadaşlarıyla oynaması, paylaşması/paylaşamaması, evini gezdirmesi, arkadaşını tuvalete götürmesi mesela (ev sahipliği hissi), hazırladıkları yiyecekleri ben yaptım beğendin mi diye sorması ve daha bir sürü tecrübe.. O kadar çok uyarana ve etkileşime maruz kalıyor ve kısa sürede o kadar çok şey öğreniyor ki, tam anlamıyla dolu dolu saatler geçiriyor. Ve sürekli gittiğimiz için biliyorum, çocuk eğlence merkezinde eğlendiğinden daha fazla eğleniyor, ayrılma saati geldiğinde ayrılamıyor.

Sık sık olmasa da, çocuklara böyle misafirlik fırsatları sunmak lazım. Doğum günleri toplantılarında belki de odak noktası pasta-mum-hediyeler olduğundan misafirlik gibi olmuyor. Çocuk işin içine bu kadar dahil olamıyor. Şimdi aklımda başka misafircilik planları var, hep beraber birşey yapmak gibi mesela. Bu bir craft işi de olabilir, turşu kurmak da... İmece usulu işlere de tanık olmasını, birlikte çalışıp kısa sürede sonuç aldığımızı görmesini istiyorum. Ama en önemlisi çocuklarıma güzel mutlu bir çocukluk armağan etmek istiyorum...

5 Aralık 2015 Cumartesi

Şiş Örgüsü Bonnet Şapka 2

Aralık 05, 2015 3 Comments




Bir diğer bonnet şapkayı daha bitirip hediye ettim. Bu daha önce ördüğüm şapkanın ( http://ge-ce.blogspot.nl/2014/12/bebekler-icin-bonnet-stili-sapka.html?m=1) stiliyle aynı ama biraz daha geliştirdim. Öncekinde şapka bittikten sonra ilmek çıkarıp boyun kısmını sıkılaştırmıştım, çbu sefer doğrudan örerken sıkı olsun diye boyun bölümüne haroşa uyguladım.



Dikilmeden önceki hali yukarıdaki fotoğrafta gözüküyor. 1,5-2 yaş çocuklar için uygun büyüklükteki bu şapkayı, 5 no şiş ile 75 ilmek başladım, birkaç sıra haroşa ördükten sonra düz devam ettim. Sadece yanlarda 4'er ilmek haroşaya devam ettim ki bu kısım boyun/ense bölümünü oluşturacak ve haroşa örgü lastik işini yapacak.



Kafanın tepesine kadar dümdüz ördükten sonra yaklaşık üç parçaya ayırdım ve kenarlardan 26' şar ilmek kestim. Ortada kalan 23 ilmeği 4 sırada bir iki kenardan birer ilmek azaltarak örmeye devam ettim ve kestiğim parçanın uzunluğu ile ölçerek, onunla aynı olana kadar ördüm.



Yukarıdaki fotoğrafta görüldüğü üzere arka parçaları diktim, iki pompom yaptım ve bağcıklarını hazırladım.



Bu da önden görünüşü. Öndeki birkaç sıra haroşa bölüm geriye doğru katlanabiliyor. Böylece çocuk büyüdüğünde de kullanabilir.



4 Aralık 2015 Cuma

Şipşak Tarifler

Aralık 04, 2015 5 Comments
Instagram'da ara sıra evde pişen yemeklerden fotoğraflar paylaştığım oluyor. Orada yazdıklarımdan bazılarını buraya da ekleyeyim :)

Baget ekmek böreği

Uzun baget ekmeği yararak içine ne isterseniz dolduruyorsunuz. Kahvaltıda salam yumurta peynir karışımı olabilir, ya da ıspanak peynir size kalmış. Ben soğanlı kıyma kavurup üzerine de peynir rendesi koydum. Ekmeğin üzerine kurumasın diye sıvı yağ (veya tereyağ, hatta severseniz sarımsaklı ekmek gibi olsun diye sarımsakla karıştırılmış yağ) sürüp fırında 5-10 dakkada hazır.

Fırında brüksel lahanası
Lahanaları ikiye bölüp biraz tuz sarımsak karabiber ve yağ karışımına buladım ve fırına attım. Etlerin yanına iyi bir garnitür.

Elmalı turta

Tarifi yemek blogumda var ama burada belirtmek istediğim başka bir ayrıntı. Bir keresinde turta hamurunu fazla yapmıştım, bende yuvarlak açılmış halde, yağlı kağıda sarıp derin dondurucuya attım. Başka bir gün o hamuru çıkarıp elmaları üzerine koydum ve hemen fırına. İlkinden hiç farkı yoktu ve nefisti. Böyle turta yaptığımda madem yoğuruyorum, hamurunu fazla yapıp dondurucuya koyacağım bundan sonra. Sizin de aklınızda olsun.

Fırında kabak graten

Fırın kabında yaptığım sebzeler hep sulu sulu oluyor, içine beşamel sos falan koyarsam sulu olmuyor ama onu hazırlamak da her zaman için kolay değil, zaman yok. Ben de sebzelerin arasına biraz ince bulgur döküyorum, bolca peynir, al sana sulanmamış nefis bir graten. Bu tarifi öyle çok sevdim ki özellikle yapıyorum artık. Bir büyük kabak  (burdakiler sizinkilerin yaklaşık iki katı) biraz domates bulgur zeytinyağı ve peynir. Harika.

Buğdaylı salata

Evde yemek az ise salatayı doyurucu yapmak lazım :) Buzluğumda haşlanmış buğday bulunduruyorum genelde. Hemen onu salataya ekliyorum ve doyurucu ekstra bir çeşit daha olmuş oluyor. (salata illa ki buğday salatası diye mayonezli yoğurtlu olmak zorunda değil) yaptığınız herhangi bir salataya ekleyebilirsiniz.


2 Aralık 2015 Çarşamba

44. Ay Mektubu : Festival Ayı

Aralık 02, 2015 2 Comments
Güzel bebeğim

Aylardır bir hafta gecikmeyle yazma döngüsünü kıramadım, yine geciktim. Bu ay yine dolu dolu geçti senin için öyle çok şey yaptık ki...

Artık bu yaşlardaki gelişim sürecini kitaplardan takip etmediğim için bilmiyorum her çocuk böyle mi, yoksa sana mı özel ama bu ay kes-yapıştır-boya işlerinde bir çağ atladın diyebilirim. Oyunlarının çoğu masa başı aktivitelere dönüştü, oyuncakçıda en çok incelediğin bölüm craft meteryalleri olmaya başladı ve bu tip videolar izliyorsun. Bir şeye ihtiyacımız olduğunda "anne bunu yapabiliriz" diyorsun ve bazen de çok farklı şeyleri birleştirip resimler yapıyorsun. Bu ay ayrıca boyamaların da belirgin şekilde iyileşti. Önceden okulda boyama zamanında tümünü boyamayı bitiremediğin için ağlarken şimdi çabucak bitirip sınıftaki küçük arkadaşlarına bile yardım ediyorsun.

(Kendi yaptığı at şapkası)

Ve kasım ayı Hollanda'da festival ayıdır. Önce 11 Kasım'da Sint Maartin kutlaması vardı. Diğer çocuklarla beraber elinde fenerle kapı kapı dolaşıp şeker topladın. Aynı haftanın cumartesi günü (14 kasım) Sinter Klaas'ın gelişini kutladık. Gerçi hala Sinter Klaas'a karşı çok hevesli ve heyecanlı değilsin gerçek Hollandalı çocuklar kadar -bence hiç zararı yok :)-ama hediyesini heyecanla bekliyorsun. Bu süreçte oyuncak mağazasının dergisini inceledin, içinden seçtiklerine "ja yaptın" (senin deyiminle), sonra yetmedi sayfalar dolusu mektup yazdın ve ayakkabının içine koydun. Somra o da yetmedi torba şeklinde kesilmiş bir kağıda sevdiğin oyuncakların resimlerini kesip yapıştırdın ve bundan üç sayfa var şuan ;))

(Sint maartin günü şeker toplamaya çıkmadan hemen önce)

Evet bir süre hediye seçmekte zorlandık ama sonunda karar verdik. Bu cumartesi günü (Sinter Klaas'ın gitme zamanı) ayrılırken hediyeyi bırakacak.

Bu süreci takip etmeye yönelik takvimler var marketlerde. Hergün bir kutucuk açıyorsun ve içinden çıkan çikolatayı yiyiyorsun. Her sabah bunu yaparken sayıları, kaç gün bitti/kaldı mevzusunu konuştuğumuz için ayrıca yararlı oldu ve gerçekten hergün sadece bir tane açtın fazlasını istemedin.

(Çikolata takvimi)

Gerçi bazen hediyelerini günlerce açmadığını düşünürsek pek şaşırtıcı değil. Paketle yatıp kalktığın çok oldu. Hiç açmadan cebinde taşıdığın süpriz yumurtalar da. Sint Maartin'de topladığın bir sürü şekeri ne kadar sürede yiyeceğini soran arkadaşıma dediğim gibi, Dila yiyici değil sevici, sahip olma duygusunu seviyor. Şimdi şekerlerle yatıp kalkacak, onları doldurup boşaltacak, şekercilik oynayacak... Evet yediklerin de oldu ama hala bitmediler şuan.

Eşyalarının kıymetini bilen bir çocuksun şimdilik. Hep böyle kal yavrum...
(En sevdiği şey oyuncak mağazalarını gezmek)

Annen
Amsterdam