12 Ekim 2018 Cuma

Eski Düğün Fotoğraflarımızı Ne Zaman Çok Güzel Bulacağız?

Ekim 12, 2018 7 Comments


9 Eylül evlilik yıldönümümüzdü. O gün basit bir şekilde kutlamıştık ama zaten ikimiz için de her zaman birlikteliğimizin başlangıç tarihi çok daha önemlidir, asıl kutlamaları o güne saklarız hep. Fakat aklıma geldi eşime sordum, bizim hiç o güne dair videolarımız var mı burda, bari onu seyredelim (böyle bir geleneğimiz yok, zaten doğru düzgün medya da yok). Hem çocuklar da görmüş olur?

Varmış bir iki dvd, buldu çıkardı. Fakat izlemek bu güne kaldı. Oğlum görünce sanırım hoşlanmadı ve kaçtı. Biz kızımla biraz hızlı hızlı izledik. Ve ne kendimi, ne video kalitesini, hiç birşeyi beğenmedim. Kızım babasını çok komik buldu, saçları çok uzunmuş, beni beğendi ama neden saçlarımı kıvırcık yaptırmışım o düz severmiş 😅

Kısa bir zaman önce pinterestte yukarıdaki fotoyu görüp vurulmuştum. Kocama dedim hiç güzel fotoğraflarımız yok, böyle fotoğraflarımız olsun istiyorum. Evlendikten 12 yıl sonra, beraberliğimizin başlangıcından 20 yıl sonra, böyle şık giyinip fotoğraf çektireceğiz tamam mı? Üstelik karede çocuklarımız da olacak. Söz verdi, tamam dedi. Hadi bakalım evren duy sesimizi. 


10 Ekim 2018 Çarşamba

Bilimadami Yetistirmek

Ekim 10, 2018 2 Comments
Bilim eğitimi almış biri olarak, son zamanlarda nedense üstüste karşıma çıkan “bilim ne kadar gerekli, çocukların öğrenmesi şart mı?” gibi konularda biraz ahkam kesmek istiyorum izninizle. Tabi bunlar benim düşüncelerim olacak, bir iddiam olmadığını önceden belirteyim.

İlk olarak Hollanda’daki anne gruplarında karşıma çıkmıştı. Duymuşsunuzdur Hollandalı çocuklar dünyanın en mutlularıymış. Bununla birlikte, yüksek öğrenimin özellikle tıp, bilim, mühendislik gibi kısımlarına gitgide azalan bir eğilim varmış. Bu kimi anneleri endişelendirdi, kimisini de aman canım bilim adamı olmayıversin, sporcu olsun, sanatçı olsun gibi yorumlara meylettirdi. Doğrudur çocuk mutlu olduğu şeyi elbette yapsın ama bir dönem var ki, ergenlik öncesi geç çocukluk diyeceğimiz dönem, belki 4-11 yaş gibi bir aralık bu, o dönemde çocuklar müthiş açık oluyorlar ve herşeyi hızlıca ve kolayca öğrenmeye yatkınlar. Ve bu yaşlardaki çocuklar evlerinde/ etraflarında ne türde meteryaller varsa onlarla ilgilenip gelişiyorlar. Mesela en ünlü müzisyenlere, sanatçılara ve bilim adamlarının hayat hikayelerine bakın, doğduklarından itibaren ilgili ortama maruz kalmışlar. Bu durumda şu soru ortaya çıkıyor, bu yaş aralığındaki çocuğun iştahlı merakını yeterince doyurabilecek miyiz, doyurmak için ne yapmalıyız?

Günümüzde genel aile bireylerine bakacak olursak, çoğunlukla anne babaların bilim ve matematiğe karşı mesafelerinden ötürü, çocukların ilgisinin yeterince beslenmediğini düşünüyorum ben. İlk çocukluk dönemini hatırlayın. Nasıl da nesneleri öğretmek kadar sayıları da öğretmeye önem veriyoruz ama sonra birden bire belli konulardaki eğilimler doyumsuz kalıyor. Yani aslında muhtemelen anne babanın yaklaşımı, çocukların eğilimlerini şekillendirip yön veriyor. Bu durumda bilim adamı yetiştirme zorluğu dediğimiz şey, aslında, her çocukta olduğuna inandığım merak duygusunun bilimle ilgili olanlarının sürdürülebilir olmasının zorluğu. 

Tabi bu tek şekilde ele alınacak bir konu değil. Çocukların yaklaşımına göre, sordukları sorulara cevap verme tarzımızdan, onları düşünmeye yönlendirme becerilerimize, evde ilgili meteryaller bulundurmaktan, etraftaki bilimle ilgili aktivitelere özendirmeye, doğada zaman geçirip gözlemlemeye kadar içinde çocuktan çocuğa, aileden aileye, ortamdan ortama değişiklikler içeren çok değişkenli bir konu. Sadece bilim öğretmek açısından değil, hayat tecrübesi olarak, düşünmeyi, soru sormayı, araştırmayı öğretmek çocuklara kazandırabileceğimiz en önemli değerlerden birkaçı.

Bu becerileri edindikten sonra, çocuk, merakı doğrultusunda kendi kendine öğrenmeyi gerçekleştirecektir. Bu kazanımları edinmiş çocukların, bilim adamı olabilmesi için bence hiç bir engel yoktur. Biraz daha büyüdüklerinde, okuyarak, araştırarak, inceleyerek, deneyerek, gözlemleyerek,  meraklarını geliştireceklerdir. İşte bu süreçte başlıca iki farklı yöntem ortaya çıkıyor:

1- Asla karışma, çocuk kendi kendine öğrenebilme becerisine sahiptir, bırak herşeyi en baştan keşfetsin.

2- bir öğretmen/ eğitmen bulmalıyım ki çocuğumun sorularını cevaplayıp tatmin etsin.

Bunlar hakkında düşüncelerim de bir sonraki yazıya...

9 Ekim 2018 Salı

Dünyanın En Kısa Romanı

Ekim 09, 2018 5 Comments

Biraz önce instagramda bir arkadaşıma yorum yapacakken aklıma geldi, daha önce okuduğum ve unuttuğum bu alıntı. Buraya da yazayım unutmayayım.

Roman aslında ne okuduğumuzdan çok ne hissettiğimizdir. İşte yukarıdaki tek cümle bizi sayfalarca anlatabilecek kadar çok duyguya boğuyor. İyi bir yazarın farkı da burada ortaya çıkıyor. Şimdi farkediyorum ki, ben de okuduklarımı benim için iyi-kötü diye kıyaslarken, en çok bu duygu yoğunluğunu dikkate alıyorum.

Bazi Anlar Bogazda Dugum Olur

Ekim 09, 2018 5 Comments
Sanirim bir ay olacak, evimize yakin bir halk evinde, ucretsiz Hollandaca konusma dersleri veren bir bayanin derslerine katiliyoruz bir kac arkadasla. Hic konusamayan benim gibi biri icin bile oldukca gelisme sagliyor. Diger yandan hepimiz bayaniz ve birbirimizden cok sey ogrenip, cok seye guluyoruz. Iki Turk, bir Bulgar, bir Arnavut ve bir Taylandli, bir de Hollandali hocamiz ile, kulturler, aliskanliklar, yaklasimlar... Gercekten cok sevdim.


Bu sabahki konusmalarimizda konu yemeklerden hagelslag'a oradan da dogum hediyeliklerine geldi. Hagelslag hollandanin en meshur kahvaltiliklarindan biri. Ekmegin uzerine tereyag (veya margarin) suruyorlar,  uzerine de hagelslag denen cikolata parcaciklari serpiyorlar. Bunlarin farkli renklerde ve sekillerde olanlari mevcut ve ozellikle pembe ve mavi olanlari (asagidaki resim) bebek hediyesi olarak dagitiliyor. Bunlarin tadi biraz daha degisik ve neden bilmem icinde anason tadi var. Biz yiyemiyoruz. 
Kulturlerden bahsederken, cocuklar dogdugunda sen ne verdin? Sizin ulkenizde neler ikram edilir sorusuna geldi konu. Herkes soyledi bana sordugunda tutuldum kaldim. Bogazimda bir dugum olmustu. Simdi yazarken buna takilmiyorum cunku kabullendim ama yillaaar sonra hala bende bu etkiyi yaptigini gorunce sasirdim dogrusu.



Ben dedim hic bir sey vermedim. Cunku verebilecegim kimse yoktu. Kizimda slovakyada iken bir heves asagidaki kutulari hazirlamis ve hastaneye gotormustum. Hic olmazsa hemsirelere veririm diye. Olmadi. Galiba esim bir iki is arkadasina goturmustu o kadar. Kalanini biz turkiyeye gidince annemlere falan vermistim. Tabi daha sonra baska sekillerde benzer hediyeler dagittik ama hagelslag gibi ilk anda verilen (ki hazirlamasi cok basit, eve aniden gelen misafire kolayca ikram edilir) bir hediyemiz olamadi.


Oglumda ise hic bir dogum hediyesi hazirlamadim, zaten kimsenin olmayacagini biliyordum. Nitekim oyle de oldu. Fakat yine de yapmayi, dagitmayi arzu ederdim.

Aslinda canimi acitan sey, elbette, birsey verememek degil, verecek kimsenin olmayisiydi. Gurbette olsun veya olmasin (biliyorum kendi vataninda da yakinlarindan uzakta olanlar var) boyle gunlerde yalnizlik hic kolay degil. Eger cevrenizde varsa, yeni dogum yapanlar, yalniz yasayanlar, inanin kan baglarinin hicbir onemi yok, arkadaslik, komsuluk ederek buyuk sevaba gireceksiniz. Dusunuyorum da keske sokaga cikip tanimadigim insanlara, cocuklara dagitsaymisim cikolatalarimi. Duyduk duymadik demeyin, biz anne baba olduk, iste bu da size hediyemiz deyip kutlasaydik. Bu bile yeterdi belki...