18 Eylül 2020 Cuma

Bir Oyku

Eylül 18, 2020 5 Comments

Dün okuduğum bu öykü öyle içime işledi ki, hem unutmamak hem de sizinle paylaşmak için buraya aldım. Keyifli okumalar...



NİKİTA


'ANNESİ, sabah erkenden evden çıkıp tarlaya çalışmaya gidiyordu. Ailenin babasıysa uzun süre önce esas işe, savaşa gitmiş ve geri dönmemişti. Annesi her gün babasının dönmesini bekliyordu, ama yoktu işte, gelmiyordu.


Kulübenin ve bütün avlunun tek sahibi beş yaşındaki Nikita' ydı. Annesi işe giderken, avluyu yakmamasını, tavukların kuytulara ve çitlerin altına bıraktıkları yumurtaları toplamasını, yabancı bir horozun avluya girip kendi horozlarını dövmesine izin vermemesini tembihlerdi, öğleyin de masanın üzerindeki sütle ekmeği yemeliydi, akşama doğru annesi dönecek ve sıcak yemekle doyuracaktı kamını.


"Yaramazlık yapma Nikituşka, baban da yok," dedi anne. "Akıllandın sen artık, varımız yoğumuz burada bak: Bu kulübeyle avluda."


"Akıllıyım, varımız yoğumuz burada, babam yok," dedi Nikita. "Sen de çabuk gel anne, korkuyorum yoksa.'

'Neyden korkacaksın ki? Gökte güneş parlıyor, çevredeki tarlalar insan dolu, hiç korkma, uslu uslu otur tek başına..."


"Evet ama güneş uzakta işle," diye yanıtladı Nikita. "hem bulut örtecek onu."


Yalnız kalan Nikita bütün sessiz kulübeyi dolaştı -konuk odasını, sonra Rus ocağının bulunduğu diğer odayı- ve sofaya çıktı. Sofada büyiik şişman karasinekler vızıldıyor, köşede bir örümcek, ağının orta yerinde uyukluyordu; bir serçe yürüyerek eşikten içeri girdi, kulübenin toprak tabanında bir tohumcuk arıyordu. Hepsini de tanıyordu Nikita: Serçeleri, örümcekleri, karasinekleri, avludaki tavukları; tak etmişlerdi artık canına, sıkılmıştı onlardan. Artık bilmediği bir şeyler öğrenmek istiyordu. Bu yüzden avlunun içlerine doğru yürüdü ve karanlığında boş bir fıçının durduğu ambara girdi. Fıçının içinde birisi, küçük bir insan yaşıyor olmalıydı; gündüzleri uyuyor, geceleri dışarı çıkıyor, ekmek yiyor, su içiyor, bir şeyler düşünüyor, sabah olunca da tekrar fıçıya saklanıp uyuyordu.'


'Seni tanıyorum, orada yaşıyorsun sen," diye seslendi Nikita karanlık, akisli fıçının içine, parmak uçlarında yükselerek, tepeden; üstüne birde yumrukladı onu. "Kalksana, aylak, uyumasana! Kışın ne yiyeceksin? Git de darı ayıkla, işgününe sayarlar!'


'Nikita kulak kabarttı. Fıçının içi sessizdi. "Öldü mü ne yaptı bu!" diye düşündü. Fakat fıçının içindeki ahşap avadanlık gıcırdadı ve Nikita derhal beladan uzaklaştı. Fıçı sakininin yan döndüğünü veya kalkıp kendisini kovalamak istediğini anlamıştı.


Sahi nasıl biriydi acaba şu fıçının içinde yaşayan? Nikita hemen canlandırdı onu gözünde. Küçük ve kıpırdak bir insan olmalıydı bu. Sakalı uzundu, gece yürürken toprağa değiyor, çöp ve samanları süpürüyordu, bu yüzden de ambarın tabanında yol yol iz kalıyordu.


Annesinin makası kaybolmuştu geçenlerde. Makası alan da o olmalıydı, sakalını kesecekti. 


"Geri ver makası!" diye rica etti Nikita alçak sesle. "Babam savaştan gelince nasıl olsa alacak elinden, senden korkmaz o. Ver!"


Fıçı susuyordu. Ormanda, köyün çok gerisinde biri ıslığımsı bir ses çıkardı, fıçının küçük sakini kötü, korkunç sesiyle yanıtladı onu: Buradayım!


Nikita ambardan avluya çıktı koşarak. İyi kalpli güneş parlıyordu gökte, bulutlar daha örtmemişti yüzünü; korku içindeki Nikita kendisini koruması için güneşe baktı.


"Fıçının içinde biri yaşıyor!" dedi göğe bakarak.


İyi kalpli güneş eskisi gibi parlıyordu gökyüzünde,''yanıt olarak sıcak yüzünü ona çevirmişti. Nikita, güneşin, hayattayken kendisine her zaman şefkatli davranan ve gülümseyen dedesine benzediğini gördü ve bakakaldı ona. Dedesinin artık güneşte yaşadığını düşündü.


"Dedeciğim, neredesin, orada mı yaşıyorsun?" diye sordu. "Yaşa orada, ben burada olacağım, annemin yanında."


Bostanın ardında, dulavratotları ve ısırganların arasında bir kuyu vardı. Uzun zamandır su çekilmiyordu içinden, çünkü kol-hozda iyi suyu olan yeni bir kuyu açılmıştı. O ıssız kuyunun derinlerinde, yeraltı karanlığında aydınlık bir su görünüyordu, berrak gökyüzünde güneş altında yürüyen bulutlarıyla. Nikita kuyunun duvarından sarktı ve sordu:


"Ne yapıyorsunuz orada?"


Dipte küçük su insanlarının yaşadığını düşünüyordu. Neye benzediklerini biliyordu, onları rüyasında görmüş, uyandığında da yakalamak istemişti, ama çayırdan koşarak kuyuya, evlerine kaçmışlardı. Serçe boyunda ama şişman, tüysüz, ıslak ve muzırdı-lar; herhalde Nikita'nın gözlerini içmek istiyorlardı uykusunda.


"Gösteririm size!" dedi kuyuya Nikita. "Neden burada yaşıyorsunuz bakayım?'


'Birden kuyunun suyu bulanıklaştı, içerideki biri ağzını şapırdattı. Nikita haykırmak için ağzını açtı, ama sesi çıkmadı, korkudan dili tutulmuştu; kalbi titredi ve tekledi bir anlığına.


"Burada bir de dev yaşıyor çocuklarıyla!" diye düşündü Nikita durumu anlayarak.


"Dede!" diye bağırdı yüksek sesle, güneşe bakarak. "Dede, orada mısın?" Ve gerisin geri eve koştu.


Ambarın önünde kendine geldi. Ambarın çalı çırpıdan yapılma duvarının dibinde iki oyuk vardı toprakta. Orada da gizli sakinler yaşamaktaydı. Onlar kimdi peki? Belki de yılanlar! Geceleyin çıkıp kulübeye doğru sürünecek ve annesini sokacaklardı uykusunda, ölecekti annesi.


Nikita çabucak eve koştu, masadan iki parça ekmek alıp getirdi. Her bir oyuğun önüne ekmek koydu ve yılanlara şöyle dedi:


"Yılanlar, ekmek yiyin, geceleyin de yanımıza gelmeyin."


Derken çevresine bakındı. Bostanda yaşlı bir kütük duruyordu. Kütüğe gözü takılan Nikita, onun aslında bir insan kafası olduğunu gördü. Kütüğün gözleri, burnu, ağzı vardı ve Nikita'ya sessizce gülümsüyordu.


"Sen de mi burada yaşıyorsun?" diye sordu çocuk. "Çık köyümüze gel, toprağı sürersin.'


'Kütük karşılık olarak hırladı, yüzü de sertleşti.


"Çıkma çıkma, gerek yok, orada yaşa daha iyi!" dedi Nikita korkarak.


Bütün köy sessizlik içindeydi, çıt çıkmıyordu. Annesi uzakta, tarladaydı, yanına koşsa yetişemezdi. Nikita öfkeli kütüğün yanından kaçıp kulübenin sofasına girdi. Oradayken korkmuyordu, daha demin annesi oradaydı. Kulübenin içi çok ısınmıştı şimdi. Annesinin bıraktığı sütü içmek istedi, ama masaya baktığında onun da insan olduğunu görüverdi, dört ayaklıydı, kolları yoktu.


Nikita kapı önündeki basamaklara çıktı. Bostan ve kuyunun ilerisinde eski bir hamam vardı. Ocakla ısıtılıyordu ve annesi, sağlığında dedesinin orada yıkanmayı sevdiğini söylemişti. Hamam eski, hepten yosun tutmuş, gösterişsiz bir kulübecikti.


"Ninemiz bu, ölmemiş, kulübecik olmuş!" diye düşündü Nikita korku içinde. "Na işte, yaşıyor, kafası da var; boru değil o, kafa, hem ağzının da ön dişi eksik. Mahsuscuktan hamam o, aslında insan! Görüyorum!"


Sokaktan avluya yabancı bir horoz girdi. Yüzü, zayıf, sakallı, tanıdık bir çobanınkine benziyordu, baharda, sular kabardığında, başka bir köydeki düğüne gitmek için nehri yüzerek geçmeye kalkışmış ve boğulmuştu. Nikita, çobanın ölü olmak istemediğine ve horoz olduğuna karar verdi: Demek ki bu horoz da insandı, ama gizli. Her yerde insanlar vardı, sadece insan gibi görünmüyorlardı.


Nikita sarı bir çiçeğe eğildi. Bu kimdi acaba? Çiçeği dikkatlice süzen Nikita, yuvarlak yüzünde beliren insan ifadesini gördü; işte küçük gözlerini, burnunu ve canlı nefes kokan açık, nemli ağzım da seçebiliyordu.


"Ben de seni gerçek çiçek sandım!" dedi Nikita. "Dur bir bakayım içinde ne varmış, bağırsakların var mı acaba?"


Nikita, sapı -çiçeğin bedenini- kırdı ve içindeki sütü gördü.


"Küçük bir çocukmuşsun sen, anneni emiyormuşsun!" dedi Nikita şaşkınlıkla.


Eski hamama gitti.


"Nineciğim!" dedi alçak sesle. Fakat ninesinin benekli yüzü, torununu tanımamış gibi öfkeyle diş gösterdi.


"Sen ninem değilsin, sen başkasısın!" diye düşündü Nikita.


Çitin kazıkları Nikita'ya tanımadığı bir sürü yüz gibi bakıyordu. Her yüz ona yabancıydı, onu hiç sevmiyordu: Biri kızgın kızgın sırıtıyor, diğeri Nikita hakkında kötü bir şeyler düşünüyordu, üçüncü kazıksa kurumuş dallardan ibaret olan kollarıyla çite yaslanmış, Nikita'yı kovalamak için çitten büsbütün çıkmaya meylediyordu.


"Neden yaşıyorsunuz siz burada?" dedi Nikita. "Burası bizim avlumuz!"


Fakat dört bir yanda hiç kıpırdamadan, dikkatle Nikita'ya bakan yabancı, öfkeli insan yüzleri vardı. Dulavratotlarına baktı, onlar iyiydi herhalde. Ama şimdi onlar da somurtarak koca kafalarını sallıyor ve sevmiyorlardı onu.


Nikita yere uzanıp yüzünü toprağa dayadı. Toprağın içinde sesler uğulduyordu, orada, daracık karanlığın içinde birçok insanlar yaşıyor olmalıydı, gün ışığına çıkmak için elleriyle toprağı kazıdıkları duyuluyordu. Nikita her yerde birinin yaşadığı ve her yerden yabancı gözlerin kendisini izlediği korkusuyla ayağa fırladı; onu göremeyenler de topraktan, inlerinden, ambarın kara sundurmasından çıkıp yanma gelmek istiyorlardı. Kulübeye doğru döndü. Kulübe ona uzak bir köyden gelen yaşlı bir teyze gibi bakıyor ve şöyle fısıldıyordu: "Sizi gidi haytalar! Doğurup doğurup attılar sizi bu dünyaya, buğday ekmeğini beleşe yutun diye!"


"Anne, eve gel!" diye yalvardı Nikita uzaktaki annesine. "Yarım işgünü yazıversinler sana. Avlumuza yabancılar girip yerleşti. Kovala onları!'


'Anne, oğlunu duymadı. Nikita ambarın arkasına gitti, kütük-kafanın topraktan çıkıp çıkmadığına bakmak istiyordu; kütüğün ağzı kocamandı, bostandaki bütün lahanaları yerse, annesi neyle çorba yapardı kışın?


Nikita uzaktan bostandaki kütüğe baktı ürkek ürkek. Kabukla kaplı, kırışık, somurtkan, yabani yüzünün kırpışmayan gözleriyle Nikita'ya baktı kütük.


Ve ta uzaklardan, köyün ardındaki ormandan yüksek sesle bağırdı birisi: "Maksim, neredesin?"


"Toprakta!" diye yanıtladı onu boğuk bir sesle kütük-kafa.


Nikita, annesinin yanına tarlaya koşmak üzere döndü, ama yere düştü. Korkudan kaskatı kesilmişti; ayakları şimdi başkasınınmış gibiydi, laf geçiremiyordu onlara. O zaman karnının üzerinde sürünmeye başladı, küçükmüş de yürüyemezmiş gibi.


"Dedeciğim!" diye fısıldadı Nikita ve gökteki iyi kalpli güneşe baktı.


Bir bulut ışığı kapattı, güneş görünmüyordu artık.


"Dedeciğim, yine gel bizde yaşa!"


Dede-güneş, bulutun ardından göründü; yerde sürünen, bitkin torununu görmek için karanlık bir gölgeyi çekivermişti yüzünün önünden sanki. Dedesi onu izlemekteydi şimdi; Nikita, dedesinin kendisini gördüğünü düşünerek ayağa kalktı ve annesine koştu. Uzun süre koştu. Tozlu, boş köy sokağını boydan boya geçti, sonra dermanı kesildi ve köyün kenarındaki ambarın gölgesine oturdu.


Ama fazla oturamadı Nikita. Gayriihtiyari başını toprağa eğip uyuyakaldı ve ancak akşam uyanabildi. Yeni çoban, kolhoz sürüsünü getiriyordu. Nikita tarlaya, annesinin yanına gidecekti gitmesine ama, çoban vaktin geç olduğunu ve Nikita'nın annesinin çoktan tarladan eve döndüğünü söyledi.


Nikita evde annesini gördü. Masanın başında oturmuş, bakışlarını ayırmadan, ekmek yiyip süt içen yaşlı bir askere bakıyordu.


Asker Nikita'ya baktı, sonra sıradan kalkıp kucağına aldı onu. Askerden sıcak kokusu geliyordu, iyi ve sakin bir şeyin kokusu, ekmeğin ve toprağın. Nikita ürkmüştü, susuyordu.


"Merhaba Nikita," dedi asker. "Beni çoktan unutmuşsundur herhalde, memedeydin daha öpüp de savaşa gittiğimde. Ben seni anımsıyorum ama, ölüm döşeğindeyken bile anımsıyordum."


"Baban eve döndü, Nikituşka," dedi anne ve gözyaşlarını sildi önlüğüyle.


Nikita babasını süzdü -yüzünü, ellerini, göğsündeki madalyayı- ve gömleğindeki parlak düğmelere dokundu.


"Tekrar gitmezsin di mi yanımızdan?'


'Hayır," dedi baba. "Artık hep seninle yaşayacağım. Düşmanı yok ettik, şimdi annenle seni düşünmenin zamanı geldi..."


Sabahleyin Nikita avluya çıktı ve yüksek sesle avluda yaşayan herkese, dulavratotlarına, ambara, çitin kazıklarına, kütükkafaya ve dedenin hamamına şöyle dedi:


"Bize babam geldi. Hep bizimle yaşayacak."


Avluda herkes susuyordu, belli ki herkes asker-babadan korkmuştu; toprağın altı da sessizdi, kimse dışarı, ışığa çıkmaya çalışmıyordu.


"Yanıma gel Nikita. Kiminle konuşuyorsun sen orada?"


Babası ambardaydı. Ev işinde kullanılan baltaları, kürekleri, testereyi, rendeyi, mengeneyi, tezgâhı ve çeşitli demir parçalarını inceliyor, elleriyle yokluyordu.


İşini kurtarınca Nikita'nın elini tuttu, onunla birlikte avluda dolaştı; neyin nasıl durduğuna, neyin sağlam, neyin çürük, neyin gerekli, neyin gereksiz olduğuna baktı.


Nikita aynı dünkü gibi avludaki her varlığın yüzüne bakıyor, ama şimdi tek birinde bile gizli bir insan göremiyordu; kimsede göz, burun, ağız ve kötü hayat yoktu. Çit kazıkları, kurumuş kalın sopalardı, kör ve ölüydüler; dedenin hamamıysa rutubetten dağılan bir kulübeydi, eskilikten toprağın içine göçüyordu. Hatta Nikita bu kez acıdı bile dedenin hamamına, öldüğü ve bir daha var olamayacağı için. Baba, balta almaya ambara gitti ve bostandaki köhne kütüğü kesip odun kırmaya koyuldu. Kütük hemen yıkılıverdi, iyice çürümüştü; üstündeki kuru toz duman gibi kalktı babasının baltasının altında.


Kütük-kafa sizlere ömür olunca, Nikita babasına şöyle dedi:


"Sen yokken kelimeler söylerdi o, canlıydı. Toprağın altında göbeği ve ayakları var."


Babası oğlunu eve, kulübeye götürdü.


"Hayır, o çoktan ölmüş," dedi baba. "Sensin herkesi canlı yapmak isteyen, çünkü iyi bir kalbin var. Sana göre taş da canlı, rahmetli ninen de ayın üzerinde yeniden doğmuş yaşıyor."


"Dedem de güneşte!" dedi Nikita.


Öğleyin babası, kulübenin tabanını baştan döşemek için ambardaki tahtaları rendeledi, Nikita'ya da bir iş verdi: Çekiçle eğik çivileri düzeltmek.


Nikita hevesle, büyükler gibi çalışmaya koyuldu, elinde çekiç. İlk çiviyi düzelttiğinde, içinde küçük, iyi bir insan gördü, demir şapkasının altından gülümsüyordu kendisine. Babasına gösterdi onu ve şöyle dedi:


"Neden diğerleri hep kötüydü, dulavratotu da, kütük-kafa da, su insanları da kötülerdi de, bu iyi bir insan peki?'


'Baba oğlunun sarı saçlarını okşadı ve şöyle yanıtladı:


"Onları sen uydurdun Nikita. Onlar yok, gerçek değiller, o yüzden de kötüler. Bu çivi-adamcığıysa sen kendi emeğinle yaptın, o yüzden iyi."


Nikita düşüncelere daldı.


"Hadi o zaman, her şeyi emekle yapalım, her şey canlı olsun," dedi.


"Hadi oğlum," diye onayladı baba. Nikita'nın bütün ömrü boyunca iyi kalacağına inanıyordu.'



Dönüş

Andrey Platonov






12 Eylül 2020 Cumartesi

Yeniden Yoğun Günler

Eylül 12, 2020 6 Comments
Oy oy oy...

Nerden başlasam nasıl anlatsam bilmiyorum blogcum, günler hızla geçiyor geçmesine de, biz de günün içinde resmen zamanla yarışıyoruz. Pandemi öncesi tempomuza döndük, hatta daha yoğunuz çünkü kendime çıkarttığım(ız) ekstra işler de vardı.

Okulun açılmasının üzerinden 4 hafta geçti bitti. Bir önceki yazıda bahsettiğim korona vakası da bitti tabi, pozitif çocuk okula başladı. Tam bir oh be çekecektik ki İstanbul’da çok yakınlarımdan biri pozitif çıktı. Hafif seyrediyordu ama annem de dahil tüm yakınlarıma bulaşmış olabilirdi. Pozitif çıkan kişiyle beraber hastalığı geçiren 4 yakınım bugün evdeki karantinanın 11. gününde gayet iyiler çok şükür. Annemle görüşmelerinin ardından pazar günü iki hafta dolmuş olacak ve şu ana kadar iyiler. Belki de bulaşmamıştır diye dua ediyoruz çünkü fazla yakın temas olmamış. 

Diğer yandan bir önceki yazıda hani, bir doktorun sözlerini yazmıştım. Bulaşma, semptomlar başladıktan sonra olur diyordu. Galiba doğru çünkü bir araya geldiklerinde kimsede semptom yokmuş. Oysa önceden 15 günlük kuluçka süresinde herkese yayılıyor diyorlardı. Aslında bunu net olarak bilebilsek, en hafif bir semptomda herkes dışarıyı çıkmayı bırakırsa, kontrolü sağlamak çok zor olmazdı. Ama işte geçim derdi olan var, evine ekmek getirecek kimsesi olmayan var...

Karantinadaki yakınlarıma polis ve imam telefon edip evde olup olmadıklarını kontrol etmişler. Polis neyse de imam neden arıyor diye şaşırdık hepimiz. Laf dinlemeyenlere vaiz verecekti herhalde 😬

Okuldaki vakanın hemen ardından bu vakanın çıkması ve benim hayatımı 15 günlük paketlere ayırıp sürekli 15 günü endişeyle bekleyerek geçirmem, ilk başta moralimi çok bozmuştu. Bu kış hep böyle geçecek sanırım diyordum. Fakat buna da alıştım mı alıştım. İçimden dualar geçerken, çocukların ve evin günlük ihtiyaçları içn koşturup durmaya da alıştım.

Koşturmalarımın başlıca nedeni tabi ki çocuklarım. Kızımın bu sezon ritmik jimnastikteki antremanları 3 gün 3 er saat olarak kesinleşti ve hızla başladı. Ayrıca keman derslerine devam ediyor tabi. Gündüzleri her ikisi de 8.30-14.15 (sadece bir gün 12.30) okuldalar. Gelince neredeyse her gün bir aktiviteye getir götür işi. Oğlum pandemi nedeniyle ara verdiğimiz yüzme derslerine başladı, iki yıl gittiği toddler futbol okulundan daha daha ciddi bir futbol okuluna geçti. Ayrıca eve çok yakın olan tenis kulübünde ayarlayabilirsek derslere başlayacak, deneme dersine girdi (ekimde başlıyormuş şimdi kayıt işlemleri devam ediyor) ve bir de pandemi süresince kendi kendine merak salıp geliştirdiği piyano sevdasını desteklemeye karar verdik. Üç haftadır eve gelen genç bir abla ile ders yapıyorlar. 

Bunun dışında kişisel çalışmalarım da devam ediyor. İş arama (hala doğru düzgün bir gelişme yok), hollandaca öğrenme ve tabi ki bitmeyen diy projelerim. İş konusunda ilk başlarda biraz aşırı seçici davrandım, pandemide neredeyse boşladım, şimdi yeniden ciddiye aldım denebilir. Hollandaca derslerime zaten devam ediyordum (yaz tatili hariç) bundan başka online eğitim veren bir paket satın aldım, oradaki dersleri bitirmeye gayret ediyorum. Konuşma derslerimiz de iki haftadır başladı, haftada bir sabah da oraya gidiyorum. İki hafta önce hollandacayı biraz daha fazla hayatıma dahil etmek için, hollandaca yazdığım yeni bir ig hesabı açtım. Takip etmek isterseniz adı @gecenterdeco İsmi bulmak için gece ile başlayan hollandaca kelimeleri taradım ve gecenterd buldum, anlamı centered-merkezi gibi birşey. Dekorasyonun da deco’sunu ekleyip birleştirdim ve bu isim çıktı, çok içime sindi. Merkezi dekorasyon gibi birşey oldu ama aynı zamanda gece-enter-deco şeklinde de düşünülebilir.

Bu dekorasyon hesabını açmamdaki amac  (dekorasyonu seviyorum o ayrı) ama son zamanlarda evde yaptığımız yenilikleri de kayıt altına almak istememdi. Neredeyse konuştuğum herkes, evden çalışma süresince evlerini ev-ofisi için yeniden düzenlemeye çalıştı. Bizim de böyle bir şeye ihtiyacımız vardı orası ayrı ama aynı zamanda bu güne kadar ne bulursak yığdığımız çatı katı (ve hatta diğer yerler) sürekli evde kalınca beni rahatsız etmeye başlamıştı. Önce tabi bir plan çizdim, kullanmadığımız eşyaları birer birer ikinci el sitesinde ya bedavaya ya da çok az ücrete verdim, bunları boşalt demonte et, temizle, alacaklılarla yazış, ayarla baya iş. Sonra tabi badana (henüz bir duvarı yaptım), badanadan sonra ikeadan sipariş, bu gün onlar geldi biraz kurmaya başladık, sonra ortadaki eşyaları ayıkla yerleştir, diğer duvarı boşalt, boya, dolabını kur, yerleştir. Sanıyorum bir kaç hafta alacak bir iş olacak.

Bu yaz ayrıca güneş paneli taktırmış ve otuz yıldır hiç değişmemiş olan camları değiştirmiştik. Ahşap çerçeveler değişmeden kaldı ama camlar takılırken boyaları yıprandı, şimdi hava iyi olduğu her fırsatta pencereleri boyuyoruz. Eve dair yaptığımız bu enerji iyileştirmesi, devletin sağladığı özel bir fonla oldu. Devlet temiz enerjiye özendirmek için eve bu yönde yapacağınız masraflar için bir kredi veriyor ve bunu gayet düşük taksitlerle geri alıyormuş. Biz bu kapsamda ısıcamları değiştirdik ama başka yalıtım projeleri de bu desteğe dahilmiş. Gerçekten eski canlarımız da ısıcam olmasına rağmen arasındaki gaz etkisini yitirmiş olmalı ki, soğuğu kesemiyordu. Şimdi çok farketti. Ayrıca eve güneş paneli takınca, kullandığımızdan fazla ürettiğimiz enerji, (artık nasıl oluyorsa) toplu enerjiye katılıyor ve ürettiğimiz enerji kadar ödeme alıyoruz. Bir nevi üretim şirketi olduk anlayacağınız. Hatta bu yüzden evimize ait bir vergi numarası bile geldi. 

Bunlardan başka tabi ki evin değiştireceğim kısımlarına destek dekorasyon hazırlıkları düşünüyor ve yapıyorum. Salı günü ani bir kararla hayatımın ilk aşuresini yaptım, bir sürü kişiye dağıttım. Ufak kış hazırlıklarına başladım. İlk defa su kefiri denedim ve bugün ilk kez içtim. Yine kış için bitki çayları alıp hazırladım. Hala bitmediyse domates alıp soslar yapmak da istiyorum. .

Daha evdeki mevcut dönüşümler bitmeden yenilerini planladım bile. Bahçedeki depoyu kış bahçesi/ofis gibi birşeye dönüştürmek, yatak odasında yatak başına çıta+farklı renk uygulaması yapmak, kapıdan girişteki minik antremizi biraz renklendirmek istiyorum. Yorgun ama mutluyum.




1 Eylül 2020 Salı

Okulda Korona Vakasi

Eylül 01, 2020 4 Comments

Tam iki hafta önce bu gün Hollanda’da okullar açılmış, tüm çocuklar okula başlamıştı. Elbette dört gözle bekliyorduk çünkü tatildeki rutin bozukluğundan yılmıştık. Geç yatmalar, söz dinlememekler, sürekli tablet telefon, şeker-çikolata pazarlığı (sizin çocukların da tatilde huyu suyu değişiyor mu?) gibi...

Çocukların okula gitmesi konusundaki endişelerimiz, yaz tatilinden önce bir ay yarı zamanlı, bir ay da tam zamanlı olmak üzere iki ay boyunca yaşadığımız tecrübe süresinde geçmişti. Nasıl olacak, nasıl önlem alınacak kısmını yaşayıp görmüştük ve tatmin olmuştuk. Bu yüzden yeniden aynı önlemler devam edince, sağlık bakanlığının da “çocukların hastalık geçirme ve bulaştırma oranı çok düşük” açıklamalarına inanınca, bu sefer gönlümüz olabildiğince (artık ne kadar olabiliyorsa) rahattı.

Okulun açıldığı ilk hafta daha ikinci günün akşamında bir mail geldi. Kızımın sınıfından bir çocuğun annesinin testi pozitif. Hemen hepimiz tedirgin olduk tabi çünkü o çocuk pazartesi ve salı okuldaydı. Çarşamba çocuk okula gelmedi, test olmuş ve onunki de pozitif çıkmış. Çarşamba sabahı okula haber gelir gelmez, öğretmen sınıftan ayrılıp test olmaya gitmiş. Testi hemen değil, cuma günü yaptılar (her halde biraz zaman geçip doğru sonuç almak için) ve pazar günü testin negatif olduğu haberi geldi. Öğretmene bulaşmamış ama yine de takipte kalacakmış.

Sınıftaki bütün çocuklar perş günü evde kaldılar çünkü ani gelişen bu durum karşısında yedek öğretmen bulunamamıştı. Cuma isteyen gitti yedek öğretmenle ders yaptı (kızım da gitti-sınıfın yaklaşık yarısı gelmiş). Pazar negatif haberinin ardından öğretmen iş başı yaptı pazt günü ve geçen hafta boyunca çocukların çoğu okula gitti (tedirgin olanlar gitmedi), pozitif çıkan çocuğun en yakın arkadaşı -ki muhtemelen okul açılmadan da görüşmüşlerdi- negatif çıktı. Ve bugün olayın ardından neredeyse iki hafta geçtiği halde bir belirtimiz olmadığı için (umarım ilerleyen günlerde de olmaz tabi) bi rahat nefes aldık. Çok şükür.

Okulumuz bu olayla ilk yüzyüze kaldığından nasıl bir yol çizeceğinden emin olamadı ama GGD’ye (buranın çocuk ve genç sağlığına bakan birim) danışıldığında semptom göstermediğiniz sürece normal hayatınıza devam edin uyarısına istinaden, herkes normal yaşamına devam etti, çocuklar aktivitelerine gitti, biz gereksiz sosyalleşmeden kaçındık ama kaçınmayanlar da oldu tabi ki.

—-

Yazıyı buraya kadar yazıp, bitiremeden taslak olarak kaydetmiştim ama bu yeni aplikasyonun azizliği taslağa değil yayına almış. Bu yüzden yeniden yazmak icin sildim ama meger yorumlar da gelmis (sonradan gordum) onlar da gitmis oldu, ozur dilerim. Simdi bilgisayardan devam edecegim.

Bu donemi yasarken elbette gergin ve endiseli sekilde bekledik. Ancak diger yandan da yapacak bir sey yoktu. Corona oldugu halde cocugunu okula gonderen anneye karsi icim(iz)de yukselen ofke, her ne kadar hakliymis gibi gorunse de, kadin kendisinin de korona oldugundan suphelenmemis (kim kendisine kondurabilir ki), ustelik herkes semptom olmadigi surece okula cocuklar gidebilir dedigi icin belki de, o da cocugunun gitmesinde sakinca gormemis, bizi kurban olarak kullandi diye dusunsek de kendisi ve ailesi de aslinda bu hastaliga yakalanan diger herkes gibi kurban olmustu. Icimzden her hangi birinin basina gelebilirdi bu durum. Neyse ki cok yayilmadan onlem alindi. 

Biz bu sureci yasarken ayni zamanda "cocuklardan corona gercekten bulasiyor mu bulasmiyor mu?" sorusunun cevabini da deneysel olarak yasamis olacaktik. Evet bir bulasma olmadi ama bu bulasma olmamasinin sebebi gercekten cocuklar bulastirmadigi icin mi oldugu, yoksa tamamen sans mi oldugunu YINE bilemiyoruz. Bu durumda tip her ne kadar pozitif  bir bilim dali olsa da (yani deneye, somut gozlemlere dayali) insan faktoru isin icine girince binlerce parametreli degiskenlerin soz konusu olmasindan oturu, yuzde yuz sonuclara ulasilamayan, surecin tek bir sekilde degil farkli farkli gelistigi, olasiliklarin cok sayida oldugu bu yuzden de ongorulerin zayif ve tahminlerin cok olusu sebebiyle; sanki gercek bir bilim degil de dogaustu bir olaymis gibi algilanmasina sebep oluyor. Bu yuzden pandemide "bence sebebi su", "hayir boyle olduguna inanmiyorum" gibi cok sayida spekulasyon dolasiyor ortalikta. Herkes farkli teoriler sunmakta serbest elbette ama bir cogunun dogrulugunu da yanlisligini da ispatlamak kolay degil. Bu surecte pandemi basladigindan beri, dunyanin her yerinde gece gunduz, dur durak bilmeden calisan bilim adamlari ve doktorlara guvenmek zorundayiz. Sonucta dunya genelinde binlerce kisi, bazi insanlarin iddia ettigi gibi  "gercekte olmayan bir sey" uzerine calisiyor olamaz. 

Yine bir cok kisi de basta boyle diyorlardi, simdi boyle diyorlar gibi iddialar one surup, iste bunlarin tutarsizligindan oturu, virusun varligini yalanlama politikasina girisiyorlar. Bence bilimsel bir surecte edilinilen bilgilerin zamanla degismesi kadar olagan birsey yok. Veriler arttikca, gozlemler yapildikca bilgilerimizin degismesi oldukca normal. 

Benim de en son ogrendigim (bana oldukca mantikli gelen) son bilgiler soyle. Bunu dun twitterda paylasmistim, aynen kopyaliyorum:

Göçmenkadınlar fb grubunda paylaşılmıştı bu bilgi. İsveç’te yaşayan bir türk enfeksiyon hastalıkları uzman doktor arkadaşımız şöyle diyor.

1-Korona virüsünün bulaştırıcılığı ateş Ve/veya diğer semptomların görülmeye başladığı andan itibaren başlıyormuş.

2- semptomların görülmesinin üzerinden 1 hafta geçmiş ve en az 48 saattir ateş görülmüyorsa artık bulaştırıcı değilmiş.

3- boğaz ve buruna çubuk sokularak yapılan pcr testinin en doğru sonuç verdiği zaman 72 saatmiş, yani testin duyarlılığı 3 günden sonra azalıyor, yanlış çıkabilirmiş.

4- kan alınarak yapılan antikor testi ise 3 hafta geçtikten sonra doğru sonuç veriyormuş. Yani PCR testi ve antikor testini doğru zamanlarda yaptırmadığınızda negatif çıkabilir.

5-Testlerden ziyade aynı ev içinde semptom gösteren en az bir kişinin bulunması, belirti göstermese bile diğer kişilerin (mesela çocuklar) genelde bulaşmış olduğunu gösteriyor.


Simdi cocuklar yine okula devam ediyor, biz de onlemlerimize devam ediyoruz. Artik elimizden geldigi kadar kendimizi ve cocuklari korumaya calisip, bagisikligimizi guclu kilmaya ugrasacagiz. Gerisi Allah kerim...

Saglikli gunler olsun...