18 Eylül 2020 Cuma

Bir Oyku

Dün okuduğum bu öykü öyle içime işledi ki, hem unutmamak hem de sizinle paylaşmak için buraya aldım. Keyifli okumalar...



NİKİTA


'ANNESİ, sabah erkenden evden çıkıp tarlaya çalışmaya gidiyordu. Ailenin babasıysa uzun süre önce esas işe, savaşa gitmiş ve geri dönmemişti. Annesi her gün babasının dönmesini bekliyordu, ama yoktu işte, gelmiyordu.


Kulübenin ve bütün avlunun tek sahibi beş yaşındaki Nikita' ydı. Annesi işe giderken, avluyu yakmamasını, tavukların kuytulara ve çitlerin altına bıraktıkları yumurtaları toplamasını, yabancı bir horozun avluya girip kendi horozlarını dövmesine izin vermemesini tembihlerdi, öğleyin de masanın üzerindeki sütle ekmeği yemeliydi, akşama doğru annesi dönecek ve sıcak yemekle doyuracaktı kamını.


"Yaramazlık yapma Nikituşka, baban da yok," dedi anne. "Akıllandın sen artık, varımız yoğumuz burada bak: Bu kulübeyle avluda."


"Akıllıyım, varımız yoğumuz burada, babam yok," dedi Nikita. "Sen de çabuk gel anne, korkuyorum yoksa.'

'Neyden korkacaksın ki? Gökte güneş parlıyor, çevredeki tarlalar insan dolu, hiç korkma, uslu uslu otur tek başına..."


"Evet ama güneş uzakta işle," diye yanıtladı Nikita. "hem bulut örtecek onu."


Yalnız kalan Nikita bütün sessiz kulübeyi dolaştı -konuk odasını, sonra Rus ocağının bulunduğu diğer odayı- ve sofaya çıktı. Sofada büyiik şişman karasinekler vızıldıyor, köşede bir örümcek, ağının orta yerinde uyukluyordu; bir serçe yürüyerek eşikten içeri girdi, kulübenin toprak tabanında bir tohumcuk arıyordu. Hepsini de tanıyordu Nikita: Serçeleri, örümcekleri, karasinekleri, avludaki tavukları; tak etmişlerdi artık canına, sıkılmıştı onlardan. Artık bilmediği bir şeyler öğrenmek istiyordu. Bu yüzden avlunun içlerine doğru yürüdü ve karanlığında boş bir fıçının durduğu ambara girdi. Fıçının içinde birisi, küçük bir insan yaşıyor olmalıydı; gündüzleri uyuyor, geceleri dışarı çıkıyor, ekmek yiyor, su içiyor, bir şeyler düşünüyor, sabah olunca da tekrar fıçıya saklanıp uyuyordu.'


'Seni tanıyorum, orada yaşıyorsun sen," diye seslendi Nikita karanlık, akisli fıçının içine, parmak uçlarında yükselerek, tepeden; üstüne birde yumrukladı onu. "Kalksana, aylak, uyumasana! Kışın ne yiyeceksin? Git de darı ayıkla, işgününe sayarlar!'


'Nikita kulak kabarttı. Fıçının içi sessizdi. "Öldü mü ne yaptı bu!" diye düşündü. Fakat fıçının içindeki ahşap avadanlık gıcırdadı ve Nikita derhal beladan uzaklaştı. Fıçı sakininin yan döndüğünü veya kalkıp kendisini kovalamak istediğini anlamıştı.


Sahi nasıl biriydi acaba şu fıçının içinde yaşayan? Nikita hemen canlandırdı onu gözünde. Küçük ve kıpırdak bir insan olmalıydı bu. Sakalı uzundu, gece yürürken toprağa değiyor, çöp ve samanları süpürüyordu, bu yüzden de ambarın tabanında yol yol iz kalıyordu.


Annesinin makası kaybolmuştu geçenlerde. Makası alan da o olmalıydı, sakalını kesecekti. 


"Geri ver makası!" diye rica etti Nikita alçak sesle. "Babam savaştan gelince nasıl olsa alacak elinden, senden korkmaz o. Ver!"


Fıçı susuyordu. Ormanda, köyün çok gerisinde biri ıslığımsı bir ses çıkardı, fıçının küçük sakini kötü, korkunç sesiyle yanıtladı onu: Buradayım!


Nikita ambardan avluya çıktı koşarak. İyi kalpli güneş parlıyordu gökte, bulutlar daha örtmemişti yüzünü; korku içindeki Nikita kendisini koruması için güneşe baktı.


"Fıçının içinde biri yaşıyor!" dedi göğe bakarak.


İyi kalpli güneş eskisi gibi parlıyordu gökyüzünde,''yanıt olarak sıcak yüzünü ona çevirmişti. Nikita, güneşin, hayattayken kendisine her zaman şefkatli davranan ve gülümseyen dedesine benzediğini gördü ve bakakaldı ona. Dedesinin artık güneşte yaşadığını düşündü.


"Dedeciğim, neredesin, orada mı yaşıyorsun?" diye sordu. "Yaşa orada, ben burada olacağım, annemin yanında."


Bostanın ardında, dulavratotları ve ısırganların arasında bir kuyu vardı. Uzun zamandır su çekilmiyordu içinden, çünkü kol-hozda iyi suyu olan yeni bir kuyu açılmıştı. O ıssız kuyunun derinlerinde, yeraltı karanlığında aydınlık bir su görünüyordu, berrak gökyüzünde güneş altında yürüyen bulutlarıyla. Nikita kuyunun duvarından sarktı ve sordu:


"Ne yapıyorsunuz orada?"


Dipte küçük su insanlarının yaşadığını düşünüyordu. Neye benzediklerini biliyordu, onları rüyasında görmüş, uyandığında da yakalamak istemişti, ama çayırdan koşarak kuyuya, evlerine kaçmışlardı. Serçe boyunda ama şişman, tüysüz, ıslak ve muzırdı-lar; herhalde Nikita'nın gözlerini içmek istiyorlardı uykusunda.


"Gösteririm size!" dedi kuyuya Nikita. "Neden burada yaşıyorsunuz bakayım?'


'Birden kuyunun suyu bulanıklaştı, içerideki biri ağzını şapırdattı. Nikita haykırmak için ağzını açtı, ama sesi çıkmadı, korkudan dili tutulmuştu; kalbi titredi ve tekledi bir anlığına.


"Burada bir de dev yaşıyor çocuklarıyla!" diye düşündü Nikita durumu anlayarak.


"Dede!" diye bağırdı yüksek sesle, güneşe bakarak. "Dede, orada mısın?" Ve gerisin geri eve koştu.


Ambarın önünde kendine geldi. Ambarın çalı çırpıdan yapılma duvarının dibinde iki oyuk vardı toprakta. Orada da gizli sakinler yaşamaktaydı. Onlar kimdi peki? Belki de yılanlar! Geceleyin çıkıp kulübeye doğru sürünecek ve annesini sokacaklardı uykusunda, ölecekti annesi.


Nikita çabucak eve koştu, masadan iki parça ekmek alıp getirdi. Her bir oyuğun önüne ekmek koydu ve yılanlara şöyle dedi:


"Yılanlar, ekmek yiyin, geceleyin de yanımıza gelmeyin."


Derken çevresine bakındı. Bostanda yaşlı bir kütük duruyordu. Kütüğe gözü takılan Nikita, onun aslında bir insan kafası olduğunu gördü. Kütüğün gözleri, burnu, ağzı vardı ve Nikita'ya sessizce gülümsüyordu.


"Sen de mi burada yaşıyorsun?" diye sordu çocuk. "Çık köyümüze gel, toprağı sürersin.'


'Kütük karşılık olarak hırladı, yüzü de sertleşti.


"Çıkma çıkma, gerek yok, orada yaşa daha iyi!" dedi Nikita korkarak.


Bütün köy sessizlik içindeydi, çıt çıkmıyordu. Annesi uzakta, tarladaydı, yanına koşsa yetişemezdi. Nikita öfkeli kütüğün yanından kaçıp kulübenin sofasına girdi. Oradayken korkmuyordu, daha demin annesi oradaydı. Kulübenin içi çok ısınmıştı şimdi. Annesinin bıraktığı sütü içmek istedi, ama masaya baktığında onun da insan olduğunu görüverdi, dört ayaklıydı, kolları yoktu.


Nikita kapı önündeki basamaklara çıktı. Bostan ve kuyunun ilerisinde eski bir hamam vardı. Ocakla ısıtılıyordu ve annesi, sağlığında dedesinin orada yıkanmayı sevdiğini söylemişti. Hamam eski, hepten yosun tutmuş, gösterişsiz bir kulübecikti.


"Ninemiz bu, ölmemiş, kulübecik olmuş!" diye düşündü Nikita korku içinde. "Na işte, yaşıyor, kafası da var; boru değil o, kafa, hem ağzının da ön dişi eksik. Mahsuscuktan hamam o, aslında insan! Görüyorum!"


Sokaktan avluya yabancı bir horoz girdi. Yüzü, zayıf, sakallı, tanıdık bir çobanınkine benziyordu, baharda, sular kabardığında, başka bir köydeki düğüne gitmek için nehri yüzerek geçmeye kalkışmış ve boğulmuştu. Nikita, çobanın ölü olmak istemediğine ve horoz olduğuna karar verdi: Demek ki bu horoz da insandı, ama gizli. Her yerde insanlar vardı, sadece insan gibi görünmüyorlardı.


Nikita sarı bir çiçeğe eğildi. Bu kimdi acaba? Çiçeği dikkatlice süzen Nikita, yuvarlak yüzünde beliren insan ifadesini gördü; işte küçük gözlerini, burnunu ve canlı nefes kokan açık, nemli ağzım da seçebiliyordu.


"Ben de seni gerçek çiçek sandım!" dedi Nikita. "Dur bir bakayım içinde ne varmış, bağırsakların var mı acaba?"


Nikita, sapı -çiçeğin bedenini- kırdı ve içindeki sütü gördü.


"Küçük bir çocukmuşsun sen, anneni emiyormuşsun!" dedi Nikita şaşkınlıkla.


Eski hamama gitti.


"Nineciğim!" dedi alçak sesle. Fakat ninesinin benekli yüzü, torununu tanımamış gibi öfkeyle diş gösterdi.


"Sen ninem değilsin, sen başkasısın!" diye düşündü Nikita.


Çitin kazıkları Nikita'ya tanımadığı bir sürü yüz gibi bakıyordu. Her yüz ona yabancıydı, onu hiç sevmiyordu: Biri kızgın kızgın sırıtıyor, diğeri Nikita hakkında kötü bir şeyler düşünüyordu, üçüncü kazıksa kurumuş dallardan ibaret olan kollarıyla çite yaslanmış, Nikita'yı kovalamak için çitten büsbütün çıkmaya meylediyordu.


"Neden yaşıyorsunuz siz burada?" dedi Nikita. "Burası bizim avlumuz!"


Fakat dört bir yanda hiç kıpırdamadan, dikkatle Nikita'ya bakan yabancı, öfkeli insan yüzleri vardı. Dulavratotlarına baktı, onlar iyiydi herhalde. Ama şimdi onlar da somurtarak koca kafalarını sallıyor ve sevmiyorlardı onu.


Nikita yere uzanıp yüzünü toprağa dayadı. Toprağın içinde sesler uğulduyordu, orada, daracık karanlığın içinde birçok insanlar yaşıyor olmalıydı, gün ışığına çıkmak için elleriyle toprağı kazıdıkları duyuluyordu. Nikita her yerde birinin yaşadığı ve her yerden yabancı gözlerin kendisini izlediği korkusuyla ayağa fırladı; onu göremeyenler de topraktan, inlerinden, ambarın kara sundurmasından çıkıp yanma gelmek istiyorlardı. Kulübeye doğru döndü. Kulübe ona uzak bir köyden gelen yaşlı bir teyze gibi bakıyor ve şöyle fısıldıyordu: "Sizi gidi haytalar! Doğurup doğurup attılar sizi bu dünyaya, buğday ekmeğini beleşe yutun diye!"


"Anne, eve gel!" diye yalvardı Nikita uzaktaki annesine. "Yarım işgünü yazıversinler sana. Avlumuza yabancılar girip yerleşti. Kovala onları!'


'Anne, oğlunu duymadı. Nikita ambarın arkasına gitti, kütük-kafanın topraktan çıkıp çıkmadığına bakmak istiyordu; kütüğün ağzı kocamandı, bostandaki bütün lahanaları yerse, annesi neyle çorba yapardı kışın?


Nikita uzaktan bostandaki kütüğe baktı ürkek ürkek. Kabukla kaplı, kırışık, somurtkan, yabani yüzünün kırpışmayan gözleriyle Nikita'ya baktı kütük.


Ve ta uzaklardan, köyün ardındaki ormandan yüksek sesle bağırdı birisi: "Maksim, neredesin?"


"Toprakta!" diye yanıtladı onu boğuk bir sesle kütük-kafa.


Nikita, annesinin yanına tarlaya koşmak üzere döndü, ama yere düştü. Korkudan kaskatı kesilmişti; ayakları şimdi başkasınınmış gibiydi, laf geçiremiyordu onlara. O zaman karnının üzerinde sürünmeye başladı, küçükmüş de yürüyemezmiş gibi.


"Dedeciğim!" diye fısıldadı Nikita ve gökteki iyi kalpli güneşe baktı.


Bir bulut ışığı kapattı, güneş görünmüyordu artık.


"Dedeciğim, yine gel bizde yaşa!"


Dede-güneş, bulutun ardından göründü; yerde sürünen, bitkin torununu görmek için karanlık bir gölgeyi çekivermişti yüzünün önünden sanki. Dedesi onu izlemekteydi şimdi; Nikita, dedesinin kendisini gördüğünü düşünerek ayağa kalktı ve annesine koştu. Uzun süre koştu. Tozlu, boş köy sokağını boydan boya geçti, sonra dermanı kesildi ve köyün kenarındaki ambarın gölgesine oturdu.


Ama fazla oturamadı Nikita. Gayriihtiyari başını toprağa eğip uyuyakaldı ve ancak akşam uyanabildi. Yeni çoban, kolhoz sürüsünü getiriyordu. Nikita tarlaya, annesinin yanına gidecekti gitmesine ama, çoban vaktin geç olduğunu ve Nikita'nın annesinin çoktan tarladan eve döndüğünü söyledi.


Nikita evde annesini gördü. Masanın başında oturmuş, bakışlarını ayırmadan, ekmek yiyip süt içen yaşlı bir askere bakıyordu.


Asker Nikita'ya baktı, sonra sıradan kalkıp kucağına aldı onu. Askerden sıcak kokusu geliyordu, iyi ve sakin bir şeyin kokusu, ekmeğin ve toprağın. Nikita ürkmüştü, susuyordu.


"Merhaba Nikita," dedi asker. "Beni çoktan unutmuşsundur herhalde, memedeydin daha öpüp de savaşa gittiğimde. Ben seni anımsıyorum ama, ölüm döşeğindeyken bile anımsıyordum."


"Baban eve döndü, Nikituşka," dedi anne ve gözyaşlarını sildi önlüğüyle.


Nikita babasını süzdü -yüzünü, ellerini, göğsündeki madalyayı- ve gömleğindeki parlak düğmelere dokundu.


"Tekrar gitmezsin di mi yanımızdan?'


'Hayır," dedi baba. "Artık hep seninle yaşayacağım. Düşmanı yok ettik, şimdi annenle seni düşünmenin zamanı geldi..."


Sabahleyin Nikita avluya çıktı ve yüksek sesle avluda yaşayan herkese, dulavratotlarına, ambara, çitin kazıklarına, kütükkafaya ve dedenin hamamına şöyle dedi:


"Bize babam geldi. Hep bizimle yaşayacak."


Avluda herkes susuyordu, belli ki herkes asker-babadan korkmuştu; toprağın altı da sessizdi, kimse dışarı, ışığa çıkmaya çalışmıyordu.


"Yanıma gel Nikita. Kiminle konuşuyorsun sen orada?"


Babası ambardaydı. Ev işinde kullanılan baltaları, kürekleri, testereyi, rendeyi, mengeneyi, tezgâhı ve çeşitli demir parçalarını inceliyor, elleriyle yokluyordu.


İşini kurtarınca Nikita'nın elini tuttu, onunla birlikte avluda dolaştı; neyin nasıl durduğuna, neyin sağlam, neyin çürük, neyin gerekli, neyin gereksiz olduğuna baktı.


Nikita aynı dünkü gibi avludaki her varlığın yüzüne bakıyor, ama şimdi tek birinde bile gizli bir insan göremiyordu; kimsede göz, burun, ağız ve kötü hayat yoktu. Çit kazıkları, kurumuş kalın sopalardı, kör ve ölüydüler; dedenin hamamıysa rutubetten dağılan bir kulübeydi, eskilikten toprağın içine göçüyordu. Hatta Nikita bu kez acıdı bile dedenin hamamına, öldüğü ve bir daha var olamayacağı için. Baba, balta almaya ambara gitti ve bostandaki köhne kütüğü kesip odun kırmaya koyuldu. Kütük hemen yıkılıverdi, iyice çürümüştü; üstündeki kuru toz duman gibi kalktı babasının baltasının altında.


Kütük-kafa sizlere ömür olunca, Nikita babasına şöyle dedi:


"Sen yokken kelimeler söylerdi o, canlıydı. Toprağın altında göbeği ve ayakları var."


Babası oğlunu eve, kulübeye götürdü.


"Hayır, o çoktan ölmüş," dedi baba. "Sensin herkesi canlı yapmak isteyen, çünkü iyi bir kalbin var. Sana göre taş da canlı, rahmetli ninen de ayın üzerinde yeniden doğmuş yaşıyor."


"Dedem de güneşte!" dedi Nikita.


Öğleyin babası, kulübenin tabanını baştan döşemek için ambardaki tahtaları rendeledi, Nikita'ya da bir iş verdi: Çekiçle eğik çivileri düzeltmek.


Nikita hevesle, büyükler gibi çalışmaya koyuldu, elinde çekiç. İlk çiviyi düzelttiğinde, içinde küçük, iyi bir insan gördü, demir şapkasının altından gülümsüyordu kendisine. Babasına gösterdi onu ve şöyle dedi:


"Neden diğerleri hep kötüydü, dulavratotu da, kütük-kafa da, su insanları da kötülerdi de, bu iyi bir insan peki?'


'Baba oğlunun sarı saçlarını okşadı ve şöyle yanıtladı:


"Onları sen uydurdun Nikita. Onlar yok, gerçek değiller, o yüzden de kötüler. Bu çivi-adamcığıysa sen kendi emeğinle yaptın, o yüzden iyi."


Nikita düşüncelere daldı.


"Hadi o zaman, her şeyi emekle yapalım, her şey canlı olsun," dedi.


"Hadi oğlum," diye onayladı baba. Nikita'nın bütün ömrü boyunca iyi kalacağına inanıyordu.'



Dönüş

Andrey Platonov






5 yorum:

  1. Nikita’nın başına ne iş gelecek, kuyuya mı düşecek, fıçıya mı sıkışacak, istismara mı uğrayacak diye tırsarak okudum :/

    “Ebeveyni işe gidince evde yalnız bırakılan çocuk” temalı öykü okuduğumda kalbim sıkışır hep.. Bu travmamın sebebi de Bekir Yıldız’ın “Demir Bebek” kitabıdır. Ortaokulda falandım okuduğumda. Bir kez daha okumaya cesaret edemem..

    Neyse ki Nikita’nın hikayesi güzel bitti <3

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Vallahi aynı hislerle geldim sona. Oh be.

      Sil
  2. Mutlu bitmesine sevindim, kuyuya mı düşecek diye korktum.

    YanıtlaSil
  3. aynen ben de yuregim agzimda okudum ama son mesaj cok guzeldi ,<3

    YanıtlaSil
  4. Ben nedense kötü bir son beklemedim hiç..hayalimde resimler canlandı ne güzel bir hikaye :)

    YanıtlaSil