30 Haziran 2018 Cumartesi

Gönül Dili

Haziran 30, 2018 0 Comments


Bugün çocuklarımızın etkinliklerinden uzun zamandır tanışıklığımız olan bir ailenin evine gittik. Baba Türk, anne Hollandalı, çocuklar da iki dili birden öğreniyor. 

Biz karı koca henüz Hollanda’ca konuşamadığımızdan İngilizce konuşuyoruz. Fakat bazen diller karman çorman oluyor. Çocuklar Türkçe ve Hollandaca birşeyler istiyor, biz bazı yerlerde Türkçeye dönüyoruz, olmuyor hop İngilizce’ye geçiliyor, zaman zaman İngilizce yetersiz kalıyor (veya tam söylemek istediğimizi ifade edemiyoruz) oradan anadillerimize geçiyoruz derken karışık ama bir o kadar da zengin bir sohbet geçirdik. Dildeki bu kaosa rağmen, uzun zamandır kesintisiz bu kadar güzel sohbet etmemiştim. Bizim kız ve oğlanla yaşıt kız ve erkek çocukları olduğundan, kimi zaman ikili kimi zaman dörtlü oyunlar kurdular ve şahane oynadılar (vur tahtaya). Ortam keyifli ve gönüllerimiz de bir olunca dillerin karışıklığının bir önemi kalmıyor.

Tabi şimdi düşününce bu akıcı sohbetin oluşmasında Hollandalı eşin nispeten Türk kültürüne olan aşinalığının da etkisi var. Yoksa genelde hep birbirimizi anlamaya çalışmakla geçiyor böyle ilk buluşmalar.

Tipik Amsterdam mimarisine sahip evlerinde çok güzel bir yuva kurmuşlar. Hem terası hem balkonu vardı evin ama balkonda oturmayı çok özlemiştik. Hafif esintili sıcak bir yaz gününde, balkonda keyifli bir sohbet ne iyi geldi. Şimdi bu keyfin getirdiği tatlı huzuru heybeme atıp uykuya gideceğim. 

Dün Facebook grubunda da konusu geçmişti. İnsan başka bir yere taşındığında neden zorlanır biliyor musunuz? Çünkü oraya dair hiç bir anısı yoktur. Günler geçip tatlı anılar biriktikçe gurbet-vatan farkı günden güne azalıyor. Biz de son beş yılda buraya dair çok güzel anılar biriktirdik ve çoğaltmaya da devam ediyoruz. Elbette 30 yılın yanında 5 yıl nispeten az kalıyor ama insan zaten hep geçmişi düşünerek de yaşamıyor. Hayat bu, acı tatlı telaşlarla hızla akıp gitmekten başla yapacağı birşey yok.

Erik

Haziran 30, 2018 1 Comments


Hergün kısa kısa da olsa yazmaya karar verdim. Artık o günün kısmetine ne çıkarsa. Bugün beni son derece heyecanlandıran bir olaydan bahsedeceğim: erik ağacı. Burada ağacı çok nadir görülür ve meyvesi Türk marketlerinde de zor bulunur. 

Çarşamba günü kızımı piyano dersine götürmek için yola çıkmış ama otobüslerin grevi dolayısıyla gidememiştik. Dönüşte her zaman yanından geçtiğimiz ama bir türlü içine girmediğimiz parka uğradık. 

Girer girmez yerlerde ayaklarımın altında ezilen erikleri farkettim. İpuçlarını takip ede ede ağaca ulaştım. Ne görkemli bir ağaçtı. Ağaçların çadır gibi olup da altına girenleri sıcaktan, yağmurdan koruyan şekilde olanlarını çok seviyorum. Nedense aklıma altına bir kilim serip evcilik oynanabileceği geliyor. Demek ki hafızamda çocukluğumdaki oyunlarım hoş bir anı olarak kalmış.



Bu ağacın dipleri erik dolu olmasına rağmen dallarında hiç yoktu. Nasıl üzüldüm. Yine de yerden birkaç tanesini çantama attım. 

Çocuklar parkta biraz oynadılar. Tüm oyuncakları deneyip sıkılmaya başladıklarında çalıların arkasında kalmış biraz ilerdeki ağacın altına girip keşif yapmayı teklif ettim. Dalları yerlere kadar eğilip tüneller oluşmuş ağaçların altında gezinmek çok eğlencelidir hepimiz için. O bölgeye doğru yürüdüğümde yerlerdeki erik oranı daha da artmıştı. Bir de baktım ki ağaçlar meyve dolu, dallar yerlere eğilmiş. Çocukların boyları bile yetiyor. Tadı ise tam ekşi can eriği. Heyecanla toplamaya başladık.

Onlara oyun gibi gelen toplamanın sonunda ilk fotoğrafta görülen erikleri topladık. Daha da var çok var. 

Hollandalılar böyle yeşil erik meyvesini bilmiyor. Bu ağaç(lar) mahalle parkında kendiliğinden büyüyen, hiç bakım (ilaçlama vs) yapılmayan ağaçlar. Buna rağmen meyveleri oldukça büyük. Bütün meyveler yerlerde, muhtemelen yıllardır kimse toplamıyor.

Bu keşfi yaptığım için çok sevindim. Hala mutluluğunun etkisi altındayım. Bedava erik bulduğum için falan değil (zaten marketten alıp yemiştim, hevesimi almıştım, üstelik çok düşkün değilim), ülkeme ait bir şey bulduğum için. Canı erik isteyip de bulamayan arkadaşlarıma verebileceğim için, o ağacın yıllarca verdiği meyvelerin bu yıl sadece toprağa değil insanlara da gidebileceği için. Çocukluğuma ait birşey bulabildiğim için.

Şimdi artık yerini asla unutmayacağım ve bir sonraki baharda çiçeklerini de kaçırmayacağım. Mevcut eriklerini de toplayabildiğim kadar toplayıp herkese dağıtacağım.

Teşekkür ederim güzel ağaç.

18 Haziran 2018 Pazartesi

Evde okul öncesi eğitim - VVE Thuis

Haziran 18, 2018 2 Comments
Daha önceki yazılarımda bahsetmiştim. Bölgelere göre başlangıç yaşı değişse de, Hollanda’da çocuklar 2-4 yaş arasında oyun okulu diyebileceğimiz, okul öncesi eğitim veren okullara gidiyorlar. 4 yaşından itibaren de basisschool, yani ilkokula başlıyorlar. Bu oyun okullarında, yine bağlı olduğunuz belediyeye göre değişse de, bir çok yerde sadece expat çocuklara yönelik bir uygulama var: VVE programı. Bu programa dahil olan çocuklar ayrıca özel öğretmenler tarafından özel eğitime maruz kalıp Hollandacasını geliştiriyor.

Kızım ile oğlum aynı oyun okuluna gittikleri için, ikisi de bu hizmetten yararlandı/yararlanıyor. Aslında dil eğitimi olarak lanse edilse de eğitimin ağırlığı dil değil, pedagodların liderliğinde zengin konulu bir eğitim diyebiliriz. Zira her ayın ilk pazartesi günü bu çocukların velileri ve uzmanlar bir araya gelip 3 saat süren toplantılar yapıyoruz. Bu toplantıda, çocukların önceki temanın aktivitelerinden itibaren neler yaptıklarını, nasıl geliştiklerini ve ya geliştirilebileceğini, neler yapacağımızı vs tartışıyoruz.

Burada okullarda, her ay belli bir tema doğrultusunda eğitim veriliyor. Şu an ilkokula giden kızımın okulunda da öyle. VVE Programı da bizlere, oyun okulunun o ayki teması ne ise (bu tema expat olsun olmasın tüm çocuklara öğretiliyor), ekstra metaryel veriyor. Bize verdikleri dökümanları paylaşmak istiyorum bugün. Çünkü ne kadar çok seviyor olduğumuz bir yana, böyle üzerinde düşünülmüş, güzel fikirler içeren bir çalışmaya hayranlık da duyuyor, paylaşmak istiyorum.

Bu program 2,5 yaşından itibaren başlıyor. İlk başladığında bir çanta içiminde klasör ve ileride lazım olacak (makas, yapıştırıcı, boyalar gibi) şeylerden oluşan ve hediyeleri de olan bir paket. 

Bu klasörümüz. Her ay ilgili 15-20 sayfalık bir döküman veriliyor ve bu klasöre koyuyoruz. 


Bugün yine toplantımız vardı ve aşağıdaki fotoğrafta bu ayın yeni teması için metaryeller görülüyor. Her ay sert kapaklı bir kitap ve döküman veriliyor. Bu ayın teması “su” imiş.


İşin en güzel yanı, hem kitap hem dökümanlar evde hangi dilde konuşuyorsanız o dilde hazırlanmış. Türkçe, İngilizce, İspanyolca... ne isterseniz. Ben kızımda Türkçe aldım ama oğlumda Hollandaca olmasını talep ettik. Hem olayı bildiğimiz için zor gelmiyor hem de bizim Hollandacamıza katkıda bulunuyor. Ayrıca kitabı ve oyunları babysitter ile de okuyabiliyorlar böylece.

Bu ayki kitabın çizimlerine ayrıca bayıldım.

Bunlar da daha önceki aylarda verilmiş kitapların bir kısmı. Elimin altında bunlar vardı fotoğraf çekerken. Güzel bir kütüphane oluşuyor.

Şimdi sırayla dökümandaki içeriği anlatmak istiyorum. İlk sayfada her ay verdikleri dökümanların içinde olan açıklayıcı bir bilgi var. Çocuğumuzla nasıl iletişim kuracağımız konusunda.

Aşağıda soldaki sayfa yine iletişim konusunda açıklamalar ile devam ediyor. Sağda ilk etkinlik olan kitabın tanıtımı. Bu kitapta neler vurgulanmış, kazanımlar neler olacak bunları listelemişler.

Aşağıda solda kitap okurken nasıl davranmalıyız (yukarıdaki sağ sayfanın arkası bu sayfa, onun devamı) anlatılmış ve sağdakinde evde su ile yapılabilecek oyun önerileri var.

Yine bir önceki sayfanın devamı sağdaki, ve solda evde suyla ilgili aktiviteler sunuyor. En başında çocuklara nasıl yaklaşmamız gerektiğiyle ilgili bir hatırlatma. Ne oldu, nasıl oldu gibi sorularla onun kavramasını sağlamaya çalışın diyor. Bu sayfadaki öneriler çok hoş, dilim döndüğünce yazayım.
- wc sifonunu çekin. (Ne olduğunu ses, görüntü vs çocuk açıklayacak)
-benzer şekildeki üç bardağa sıcak, ılık ve soğuk su koyun. Birer küp şeker atsın çocuk ve karıştırsın. Ne gözleyecek anlatmasını isteyin.
- banyoya gidip diş fırçasıyla dişini fırçalasın
- çiçekleri sulasın
- bir bardağa konsantre meyve suyu ve su koyup karıştırsın (burda çok içiyor çocuklar karışırken güzel renkler oluyor)
- musluğun altına bir sünger koyup çeşmeyi azıcık açın (süngerin üzerine) su nereye gitti, süngeri sıksın be oldu vs.
-bardağa su koyun, bir pipet ile üflesin suya ne oluyor?
- bir karton bardağa su doldurun, sonra delikler açın ne oluyor?

Bu oyunlardan sonra bazı kes yapıştır oyunları da oluyor. Aşağıda üç farklı resim var, bunları kesip oluş sırasına göre başka bir kağıda yapıştırması bekleniyor. (Maymun boya yapmış kirlenmiş, banyo yapıyor, temiz giysiler giyiyor)

Bu sayfada yine su ile ilgili deneyler önerilmiş.

Bir diğer oyun da puzzle. Aynı resmin bir tam hali, bir bazı bölümleri eksik hali, bir de parçaları var. Parçaları anne baba düzgün kesecek ve çocuk boşluklarda uygun yeri bulup yapıştıracak. Bazı aylarda hafıza kartları oyunu da oluyor.


Bu oyunda kocaman akvaryumun içindeki balıkları boyayabilir, boş sayfadaki balıkları kesip akvaryuma yapıştırabilir.

Suluboya yapmayı önermiş, çocuk bu aktiviteden neler öğrenir açıklamış.

Bu fotoğrafta da yukarıdaki ilk sol, suluboya sayfasının devamı, sonraki üç sayfa da yeni bir oyun gösteriyor. Resim içinden ufak parçalar ayrı bir sayfada gösterilmiş bunları çocuğun resimde bulup göstermesi bekleniyor.





Her ay böyle farklı oyunlar ve aktiviteler ile okul öncesi eğitimin ev adımını gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Aslında çok basit şeyler olsa da, kimi zaman zamansızlıktan, kimi zaman da ne yapsak diye bilememekten fazla birşey yapılamıyor. Böyle hazır bir paket olunca, doğrusu benim için çok rahat oluyor. Ayrıca okula götürüp bunu yaptım diye sergilemeyi de teşvik ediyorlar. Hem kendi çocuklarımdan hem de arkadaşlarımınkinden gördüğüm kadarıyla gerçekten çocuklar zevk alarak oyunla öğreniyorlar. 



11 Haziran 2018 Pazartesi

Birikim

Haziran 11, 2018 11 Comments
Öyle uzun zamandır yorgunum ki, artık kendimi bir robot hissetmeme ramak kalmıştı. Her gün aynı işleri yapmaktan, durmadan birşeylere yetişmekten, günde milyon kez hadi demekten, geceleri az uyumaktan (çocuklar daha iyi uyuyor ama ben uyumuyorum), sadece fiziksel işler yapıp beynimi otomatiğe bağlamaktan artık düşünme yetimi kaybettiğimi zannediyor, bir fikir üretme, yeni bir şey geliştirme, mantıksal konulara kafa yorma gibi yönlerimin bu süreçte tamamen köreldiğini hissediyordum. Tüm bu yoğunluktan kaçmak için bulduğum her fırsatta kitap okuyordum ama bir önceki gün okuduğum bölümü bile hatırlamıyordum. Kendime ayırdığım birkaç zaman parçası da yine hep telaşla geçiyordu, çünkü bir sonraki program beni bekliyordu.

 Geçmiş zamanda yazdım ama bu durum hala değişmedi tabi, sadece bugün bazı şeylerin farkına vardım da sanki bu yüzden geçmişte kaldı.

 Son birkaç haftadır Ablam bana fizikte yaptığım çalışmalarla ilgili bazı şeyler soruyor, açıklama bekliyordu. Bunları kafasındaki bazı soru işaretleriyle (dinle ilgili) birleştirmek istiyordu. Ve ben her talebini geri çevirdim çünkü kendim hazırladığım bilgilerin dahi üstesinden geçecek,şöyle toparlayıp açıklayacak kafam yoktu. Sanki onları ben yapmamıştım, beynim samana mı dönmüştü, bana n’olmuştu?

 Bu sabah yine aynı cevabı verdim, çok uykusuzum, sabah yine okula geç kaldık, başım çatlıyor ve beynim dumanlı. Sonra biraz dinlenip birkaç şey okudum ve ona yazdım yazdım... Yazdıkça sanki kontrolümün dışında fikirler ardı ardına patlak veriyordu. Bir çoğu ufak tefek bilgiler ve deneyimler şeklinde yıllar içinde bünyeme doluşan ama sonra her nasılsa ahenkle birbirini kuşatan fikirler olarak su yüzüne çıkıyordu. Pek bir hoşuma gitti o ayrı ama en çok da şaşırdım. Çok ama çok şaşırdım. Yazılarım bittikten sonra ben yine günlük koşuşturmacamın içindeyken bile beynim işlemeye devam ediyordu.

 Şu an huzur dolu bir tatmin ile uzanıyorum (hala çok yorgunum). Bu tatminimin başlıca iki sebebi var.

 1- Artık samana döndüğünü sandığım beynim aslında hala iyi iş çıkarıyormuş. Ve üstelik kısa sürede, yani uzun uzun hazırlanmam gerekmeden yapıyormuş. Sadece bir kıvılcım yetiyormuş.

 2- Bunca zamandır pul değeri biçtiğim işler bile (yemek yap, getir götür, bekle, koştur, yetiş, oyna, topla, süpür, telaş et....) hepsi bana birşey katıyormuş. Hiç alakasız romanlardan edindiğim bilgi kırıntıları alakasız bir işi kolaylaştırıyormuş. Gün boyunca gözümden, kulağımdan, ruhumdan giren her bilgi beni dönüştürüyormuş ve bu dönüşümden daha boş birşey değil, daha dolu birşey meydana geliyormuş. Aslında bunu her yerden duyar okuruz ama, bu gün nasıl desem, şu anda sahip olduğum bütün donanımın büyüklüğünü iliklerime kadar hissettim. Apaçık gördüm, biraz da ürktüm. Çünkü bu, muhakkak ayrıca başka bir sorumluluğu da beraberinde getirecek. Fakat belki de zaten o sorumluluğu üstlenmek üzere ben donatılmaya başladım ve devam ediyorum. Rabbim utandırmasın.