27 Şubat 2017 Pazartesi

59. Ay Mektubu

Şubat 27, 2017 3 Comments




Canım kızım, 

Bir ay daha büyüdün ve 5 yaşına son bir ay kaldı. Bu da demek oluyor ki doğumgünü hazırlıklarına derhal başlamalıyım. Ayrıca geçen yıl doğumgünü ertesinde ilkokula başladığın için, okulda tam bir yılın dolmuş olacak. İnanamıyorum.

Bu ay sendeki en büyük değişiklik saçlarında oldu. Bilen biliyor, bu yaşına kadar tokalardan nefret ettin. Toplaşan 10-20 kez anca saçına toka takmışızdır. Üstelik okulda çoğu kız arkadaşın çeşit çeşit modellerle geliyorken senin hep açık ve tokasızdı. Tam nasıl başladı hatırlamıyorum. Önce tek kuyruk yaptık bir hafta on gün falan hep aynı. Sonra iki kuyruk istedin. Bazen de ördük. Şimdilik sadece kuyruk ve örgü olsa da modellerimiz (klipsli toka takmıyorsun henüz) büyük gelişme bu. Fotoğrafta yüzme havuzunun düzenlediği partide, yüzünde (sözde) prenses boyamasıyla görünüyorsun. Ve saçların da örgülü 😍

Bu ay ayrıca bir değişiklik daha var hayatında. Bir sezon gittiğin (eylül-ocak) müzik okulunu bıraktık ve baban sana piyano dersleri buldu. Haftada bir gün birebir dersle piyano öğreniyorsun. Gayet iyi gidiyor, özel bir kitap aldık bunun için. Bazen babanla çalışıyorsunuz evdeki oyuncak piyanolarda. Öğretmenin Çin asıllı bir İtalyan, ondan biraz çekiniyorsun ama gitmek için heveslisin.

Bir de hepimiz için çok değişik bir olay oldu bu ay içinde: Amsterdam'a kar yağdı ve birkaç gün kaldı. Burada bulunduğumuz sürece gördüğümüz ilk ciddi kardı bu. Genelde yağmur gibi sulu yağar ve hiç tutmazdı. Hepimiz çok eğlendik ve kara doyduk. Bu senin yaşadığımız yerde, bilinçli gördüğün ve bu kadar çok olan ilk kardı. Geçen yıl kayak tatilinde görmüştün (ama orası dağ) ve bebekken Slovakya hep karlıydı (tabi ki hatırlamıyorsun), bu sefer kalıcı hatıralar bıraktı sanırım.

 

Nice aylara gülyüzlüm
Annen
Amsterdam

22 Şubat 2017 Çarşamba

Self Challenge 1- cilt bakımı

Şubat 22, 2017 5 Comments
Anne olduktan sonra kendime ayırdığım zaman miktarı oldukça az. Fakat ikinci çocuktan sonra biraz daha dikkat etmeye başladım ve bence oldukça iyi gidiyorum. Kendi ihtiyaçlarını kişisel bakımını ertelememeye çalışıyorum ama bir mevzu var ki bunu bir rutine oturtamadım. Cilt bakımı.

 
Aslında bu ihmalkarlığımın nedeni çocuktan önce de böyle bir alışkanlığımın olmaması. Aldığım kozmetik ürünlerinin atılma sebebi genelde şişeler bitmeden tarihinin geçmesi nedeniyle olurdu. Bitirdiklerim de oldu elbet ama bir gün kullanıp beş gün unutma şeklinde ilerliyordu.

Bir süredir buna bir düzen getirmeyi düşünüyordum, dün başladım. Şimdi 40 gün süreyle hiç aksatmada  hergün yüz kremimi sürmekle başlayacağım self challenge serisine. 

Yüz kremi olarak özel bir arayışa girmedim. Ne yazık ki çok kuru olan cildime tam tatmin olduğum ürünü bulamadım. Elbette yeni çıkan ve hiç denemediğim ürünler vardır ama arayıp uğraşmak istemiyorum. Saf Hindistan cevizi yağı aldım, onunla başladım ve kuru cildime gerçekten çok iyi geldi. Fakat asıl yapmak istediğim şey şu:

- krem sürme süresi ortalama 30sn sürüyor diyelim. Bu süre boyunca niyet içinde olmak. Yani krem sürüyorum, iyi gelecek, cildim güzelleşecek... gibi düşüncelerle eylemimi beslemek.
- krem sürerken yüzüme masaj yapmak, aynı zamanda dokunduğum için bir nevi kendini sevmek
- işlem bitince aynaya bakıp iyi hissetmek. 

Böyle düşününce, bu pozitif eylemi krem değil su ile bile yapsanız ciltte olumlu bir değişim olacağına inanıyorum ben. Asıl derdim bunu rutine oturtmak tabi, bakalım ne kadar başarılı olabileceğim.

Hadi bana kolay gelsin :)

21 Şubat 2017 Salı

Kapasite Meselesi

Şubat 21, 2017 9 Comments


Ablamlarla olan WhatsApp grubumuzda çok güzel sohbetler ediyoruz. Doğrusu yüzyüze olan konuşmalarımızda bu derece açılmaya sıra gelmiyor. Akşam uyku öncesi hesaplaşma saatlerinde yaptığımız sohbetler, iç dökmeler hepimize iyi geliyor. Bu açıdan whatsapp sohbetlerini çok seviyorum.

Son konuşmalarımız genelde bizi kıran insanlara olan tepkilerimiz konusunda yoğunlaşmıştı. Çevremizde bizimle aynı hassasiyete sahip olmayan kişilerin bilerek veya bilmeyerek takındıkları tavırlar, duyarsızlıkları, ayrımcı davranışları gibi. Eğer hassas bir insansanız bu tip detaylar kalbinizi kırabilir, onun anlamasını sağlamak için  imalarda bulunmak üzere harekete geçirebilir, ne zaman özür dileyeceğini beklemekle zaman geçirebilirsiniz. Fakat genelde sonunda hiç bir değişiklik olmaz, incinen kişi yine incindiği ile kalır.

Evet ne yazık ki böyle. Ben bu tarz konularda neyi kafama takıp neyi takmayacağımı kolay ayırabiliyorum ancak ablalarımdan biri çok hassas. Dolayısıyla ne kadar çok boşvermesini söylesek de fayda etmiyor.

Fakat muhabbette katılan herkesin hemfikir olduğu bir konu var. Bu haksız davranan kişi gerçekten dengesiz biridir veya ince düşünen biri değildir veya umursamaz biridir...  gibi bir karakteristik özelliğe sahip olduğunu itiraf ediyoruz. İşte bu kanaate vardıktan sonra gerisi boş aslında. Bu kişiye değil imada bulunmak, açık açık anlatsan bile değişmeyecektir. Onda bunu idrak edecek kapasite yoktur. Zaten olsaydı bu olay vuku bulmayacaktı bile. Bu durumda haksızlığa uğrayan kişi, haklı olsa da gerçekten kendini boşu boşuna üzmüş oluyor.

Yazıya uygun görsel ararken bulduğum resim ne güzelmiş: "i'm broken" değil "i'm ok"


16 Şubat 2017 Perşembe

Bazı Şeyler Elimizde

Şubat 16, 2017 19 Comments
Dün Blogcu Anne Fide Okulları'dan canlı yayın yapmıştı. Okulun işleyişini, kurucusu Ali Bey'in fikirlerini çok beğeniyor ve haklı buluyorum. Dünkü canlı yayına bir yorum yaptım, ilk bakışta Ali Bey'in kılık kıyafeti ve görünümü bana lakayt geldi. Kot pantolon ve kazak (tı sanırım) giymiş ve uzun sakallı /kuyruk saçlı (ki bence bakımsızdı- benim için uzun olması hiç mühim değil) bir görünümde ekranların karşısına çıkmıştı. Pek tabi ki bu yorumum üzerine cevap geldi, birisi anlattıklarına bak, kılık kıyafetine değil gibi bir yorum yaptı.
 
Haklı olabilir tabi. O andan itibaren düşünüyorum. Gerçekten işini iyi yapıyorsan nasıl göründüğünü boşvermeli misin yoksa özenmeli mi? Neden özenli giyiniyoruz? Ne zaman özenli giyinme ihtiyacı hissediyoruz ve bunu kimin için yapıyoruz gibi sorular beynimde dönüyor.

Benim o an onun için düşündüğüm şuydu. Bir adam düşünün, harika bir okul kurmuş, çocuklar okulunu seviyor ve bu adamı hergün görüyor. Bilinçli veya bilinçsiz örnek alıyor. Nasıl göründüğüne dikkat etmeli mi? Bu çocuklar onun görüntüsünden nasıl etkilenir? Sıradan giyinmesi çocukların onun karşısında rahat olmalarını mı sağlar, yoksa azıcık otorite hissettirmek iyi mi? Ya da her ikisi birden olabilir mi? Dahası bu kadar eğitimli bir adamın buna dikkat etmemesi  normal mi, boşvermişlik mi, bilinçli tercih mi? Bir ilave daha, bir canlı yayın yapılacağı önceden belli ve okuluna birsürü sanal misafir gelecek. O misafirler için (aynı zamanda muhtemel müşteri) biraz özenli olmak onlara değer verdiğini gösterir mi? Yoksa bana değil siz işe bakın demenin bir yolu mu? Veya ben de sizden biriyim bakın aynen sizin gibiyim demek mi istedi? İşini iyi yapıyor bu eksik kalsın diye düşünenler olabilir. İşini de iyi yapsın onu da ikisi birden olmuyor mu? 

Doğrusu bilmiyorum, hangisi doğrudur, hangisi uygundur ve herkes farklı algılayacağı için kim ne düşünür bilmiyorum. 

Ben ne düşünürüm ne isterim onu yazacağım buraya. Ben özenli kişileri severim. Ama bu abartı bir zenginlik yada gösteriş şeklinde değil, temiz, senin için hazırlanıldığını gösteren, mümkünse evde yalnız geçirdiğin zamanda giyeceğin türden olmayan. Evime misafir gelince ev kıyafetlerimi çıkarırım ben. Senin için hazırlandım sana değer verdim demenin bir yolu gibi gelir, aynı zamanda kendimi daha iyi hissettirir. Çalışırken bir dönem iyi giyinmiyordum kabul (şimdi o dönemin kişisel olarak sıkıntılı günlerimde olduğunu farkediyorum) ama insanlarla çalışırken onların gözünü tırmalamayacak şeyler giymeye çalışırdım. Özellikle de ders anlatırken (hatta beyaz önlük giyerdik) odak noktası kaymasın diye. Yani ne kadar "kişinin kendi giydiğinin seçimi kişiye ait olsa" da aslında yüzde yüz bağımsız değil. Giyim/görünüş bir mesaj taşır ve bu mesajı nasıl vereceğimiz bize bağlı.

Atatürk'ü düşünüyorum mesela. Tabi o lider olduğu için daha farklı bir imajı var ama hiç lakayt görüntüsü yok fotoğraflarda. Yine bu özeni birçok ünlü kişide görmek mümkün.

Hayat kolay değil. Ekonomi, eğitim sistemindeki sorunlar, iş hayatının getirdiği sıkıntılar bir sürü derdimiz var, işim başımdan aşkın, bunca dert içinde bir de onla mı uğraşacağım deriz. Evet aslında uğraşabileceğimiz nadir birkaç şeyden biri bu. Birçok meselede kontrol yüzde yüz bizde değil. Fakat nasıl göründüğümüz, yüzümüze takınacağımız ifadenin şekli ise yüzde yüz elimizde. Kendimize özen gösterdiğimizde bu önce bize iyi gelecek. Yüzümüze bir gülüş kondurduğumuzda o önce bizi gülümsetecek. Çocukların karşısına böyle çıktığımızda inanın onlara da yansıyacak.

Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz çok merak ediyorum. 

8 Şubat 2017 Çarşamba

Bir Ehliyet Meselesi

Şubat 08, 2017 6 Comments
Geçen yıl ilkbahar aylarından beri ehliyet almayı kafama koydum, yaz tatili falan derken ancak sonbahara kaldı girişimlerimiz. Eh bir süre de hoca aradık, başlamam Ekim ayını buldu.

Aaa bu yaşa gelmişsin senin ehliyetin yok muydu diyeceksiniz. Evet yoktu. İstanbul'da sürekli toplu taşıma kullanıyorduk ve işlerimiz karşı yakadaydı. Yani trafiğe girmek delilik olurdu vapurlar varken. Ayrıca hep çevremde ehliyeti olan ama kullanamayan kişileri gördükçe, ne zaman araba almaya ve sürekli kullanmaya karar verirsem ehliyetimi o zaman alıcam derdim.

Hollanda'ya taşındığınızdan beri de çok ihtiyaç duymadım aslında. Ama ikinci çocuktan sonra kullanırsam hayatımın biraz daha kolaylaşacağını düşünüyorum. Zaten bu güne kadar toplu taşıma ile idare ettik (eşimin arabası var ama işe gidip geliyor ve tabi olsa bile ehliyetim olmadığı için kullanamam), yine de yapardım ama artık böyle bir heves de geldi. Arabam olsun süreyim istiyorum, hele de kullanmanın zevkine varınca.

Hollanda'da ehliyet almak biraz meşekatliymiş. Seviyenize göre 20-30-40 saatlik ders paketlerinden oluşan sürüş dersi alıyorsunuz. Deneme dersi sonucu hiç bilgim olmadığı için bana tavsiye edilen paket 30 saatlikti. İstediğiniz sıklıkta olabilir dersler ancak öğretilenleri sindirmek için haftada bir kere 2 saatlik paketler halinde aldım ben. Birkaç hafta, haftada 4 saat de yaptım fakat çoğunlukla haftada bir kezdi. Hocanın tatili bizim tatillerimiz falan derken 10 gün önce sürüş derslerini bitirdim.

Gerçekten öğrendiğimi hissediyorum tabi. Hoca iyiydi fakat dersler dışında pratik yapma imkanım yoktu. Çünkü otomatik vites ehliyeti alacağım ve eşimin arabası normal vitesli. Burada iki araba türü için iki cins ehliyet veriyorlar ve normal vitesliler her ikisini de sürebilirken, otomatik vitesliler sadece otomatik kullanabiliyor. Doğrusu ay normal olsun garanti olsun vs diye hiç düşünmedim çünkü arkada çeneleri hiç durmayan iki çocukla, etrafta vızır vızır bisikletler varken ve en ufak falsoda cezalar yağmur gibi yağarken, mümkün olan en kolay yolu seçmeliydim. Nitekim 30 dersin sonunda kuralları iyice öğrenmiş, trafiğe çıkma özgüveni gelmiş biri olarak karşınızdayım şu an. Ancak tek eksiğim var ehliyet :))

Ben zamanlamayı pek tutturamadım. Normalde dersler devam ederken teori sınavına hazırlanıp onu geçmek, ve ardından ortalama bir ay sonrasına verilecek olan sürüş sınavını, derslerin sonuna denk getirmek iyi olurmuş. Şuan teori sınavına çalışıyorum. Ne yazık ki zaman ayırmak çok zor oldu. Akşamları çocuklarla sızıp kaldığım sonra da gecenin ortasında uyandığımda azar azar çalıştım. Biraz önce teori kitabının son chapterını bitirdim, deneme sınavlarının olduğu bir kitap var sırada. Hedefim on gün içinde bitirip sınavı almak. Umarım.

Hollandaca bilmediğim için sınavları İngilizce alacağım. Çalışırken de bu yüzden biraz daha dikkat etmem gerekti çünkü teknik bszı terimleri bilmiyormuşum onu da öğrenmiş olduk. Çok önceden Türkçe sınav da olunabiliyormuş ama kaldırılmış, çeviriler çok hata içeriyormuş çünkü.

Evet şimdi önümüzde sınavlar var, gelişmeleri ve inşallah ehliyet alınca müjdeli haberi yazarım. Bahar gelene kadar alsam çok iyi olacak 💃🏼

7 Şubat 2017 Salı

Palmiye Yağının Ettiği

Şubat 07, 2017 7 Comments
Mutlaka haberiniz olmuştur, nutellanın içindeki palmiye yağının kanserojen etkisi varmış. Biz zaten Nutella almıyorduk (benzer ürünler de almıyoruz çok nadirdir) ama bu meret neredeyse herşeyin içinde var. Hiç ummadığımız ürünlerde bile.

Bizim çocuklar az yiyen türden oldukları için abur cuburlardan da az yiyorlar. Yani mesela önlerine bir paket bisküvi koysam, bir iki tane yer bırakırlar. Bir paket çikolata koysam bitiremezler ama illa ki arada sırada biraz şeker biraz çikolata isterler. 

Ben eh o kadar da olsun diyerek veriyordum. Bence tamamen yasaklandığında çocuk daha hırslı oluyor ve bulduğu ilk fırsatta saldırıyor. Ve ne yazık ki etrafta böyle fırsatlar oluyor, bir yerlerde şeker dağıtılıyor mesela, okuldaki partilerde ya da ne bilim illa ki çıkıyor bir yerden işte. Böyle durumlarda ben yanında olmasam bile kızım oldukça seçicidir (abur cuburun da  her çeşidini yemez, çikolatalı kremalı büskivi yemez mesela, pasta yemez, kek hayatta yemez, bazı gofret/çikolataları beğenmez falan), dolayısıyla içim rahat. Fakat eşim çok katıdır. Benim gösteremediğim direnci gösterir ve evde olduğunda hayatta vermez. 
 
Şimdi palmiye yağı çıkalı beri alabileceğimiz ürün sayısı neredeyse bitti denebilir (bir de glukoz şurubu içerenleri almıyorduk önceden) fakat sevdikleri istedikleri birkaç şeker var. Yerine meyve, kuru meyve, fındık ceviz falan demeyin nolur zaten onlar da günlük menülerinde illa ki var, ben de alternatif arayışlarına giriştim. Önceden deneyip yemediklerini bildiğim için fazla yapmadığım sütlü tatlıları, kurabiyeleri yeniden yapmaya başladım. Ne yazık ki onları da yemediler, geçen gün yaptığım bir kilo sütten sütlacın hepsini kendim yemek zorunda kaldım (kızım öğürerek çıkardı, oğlum dilinin ucunu değdirdi beğenmedi, kocam da yemedi 😒). Beraber yaptığımız, ağızda dağılan tuzlu kurabiyeyi kızım beğenmedi, bir tepsi kurabiyeyi yine benden başka yiyen yok Tiramusu'yu zaten sevmiyormuş diye tadına bakmadı. Ha geçenlerde yaptığım poğaçayı sevdiler bak yine yapayım, bir de tatlı bir kurabiye deneyeyim bakalım. 

Laf çok uzadı ama asıl anlatmak istediğim ne yiyip yemediklerinden çok bu haberden sonra girdiğim ruh halinin bana ettikleri. Gecenin üçünde birden bire kızımı çok özlediğimi farkettim. Çünkü son zamanlarda günümüz onu yiyebilirsin/ bunu yiyemezsin çatışmalaryla, sürekli taleplerini bertaraf etmeye çalışmakla, yesinler diye alternatifler üretmeye çalışmakla geçiyor. Bıktım. Eski neşeli anneliğimi özledim. Kızımla vakit geçirmeyi özledim. Hemen bu sabahtan itibaren bu çatışmalarla boğuşmaya son vereceğim ve yeniden eski halime döneceğim. 

Bizi yenemeyeceksin Palm yağı 😉


4 Şubat 2017 Cumartesi

56,57,58. Ay Mektupları

Şubat 04, 2017 2 Comments
Önceden ayın 23'ü geldiğinde aklıma direkt sen geliyordun kızım, ne oldu da bu değişti, ben neden yazmayı bıraktım inan bilmiyorum.  Fakat en azından 60 ay boyunca yazmak istiyordum. Yani çok kalmadı aslında fakat belki de yine devam ederim bilmiyorum. Şimdi hatırladığım kadarıyla geçmiş mektupları yazacağım. Telefonumu da değiştirdiğim için geçmiş fotoğraf albümleri işe yaramadı bu sefer, iyi ki instagram var.

Kasım -56. Ay

Kasım ayı Hollanda'da iki aydan fazla sürecek olan festival aylarının başlangıcıdır. Artık sen de bilincinde olduğun için, kasım ayındaki Sint Maartin günü için çok heyecanlıydın. Bu günde çocuklar genelde kendi yaptıkları fenerlerle hava karardıktan sonra kapı kapı dolaşıp, bir şarkı eşliğinde şeker dilenirler :) O gün havanın feci soğuk olmasına rağmen (-2 dereceydi hatırlıyorum), bir saatten fazla dolaşıp bir torba şeker topladın. Ben peşinde dolaşırken soğuktan donmuş eve geldikten bir saat sonra bile hala ısınamamıştım. Sen ise gayet keyifliydin. 

 
Bu ay boyunca okul sonrası aktivitelerin ve haftasonu gittiğimiz (artık sona erdiği için gitmiyoruz) Düşle Yaşa atölyesi tam gaz devam etmişti. Hava da soğuduğu için kapalı oyun alanları ve arkadaş ziyaretleri de yaptık. Bugünlerde kardeşinin inatlarını yaşadığım için düşünüyorum da, gezme konusunda hiç sorun çıkarmadın. Gezmeyi hep sevdin ve çoğunlukla sen talep ettin. Hatta bugünlerde daha fazla etkinliğe gitmeyi talep ediyorsun ancak biraz boş vaktinin kalmasını tercih ediyorum.

Aralık -57. Ay

Aralık ayına damgasını vuran ve daha dün yeniden gidelim dediğin Maldivler seyahatimizdi. Orada nasıl özgür ve mutlu olduğun hala gözümün önünde. Her geçen gün kendinden emin tavırların artıyor ama bence orada bir sıçrama oldu. Bazen gerçekten hayret ediyorum, hayranlıkla seni izliyorum ve sonra sen ka.ka, pi.pi, po.po gibi ayıp kelimelerden oluşan uydurma şarkını söylüyorsun ve ardından klasik kikirdeyişini yapıyorsun ya, tamam diyorum zıpır geri döndü :) Böyle bir hanım hanımcık bir kuduruk hallerin arasında gidip gelirken hayatımın ne kadar renkli olduğunu tahmin edersin.

 
Kardeşinle olan ilişkin hep iyiydi ama o konuşmaya başlayıp da kendini daha iyi ifade ettikçe biraz daha güçlendi sanki. Artık beni işe karıştırmadan birlikte oynuyor, bir çok hain plan yapıyor, evin içinde koşuşup, kikirdeyip, bağrışıp duruyorsunuz. Arkadaşlarınla olan oyunlarında dahi hep oyun kurup kural koyan kişi olduğun için, kardeşinle oynarken kendine iyi bir kurban bulduğunu söylememe gerek yok herhalde. Sen şimdi şurda dur, şunu yap, oldu mu Eren, tamam mı? sesleri yankılandı evde. Kardeşin ise senin oyuncağın olmaktan gayet memnun kafasını sallayıp "damam" derken, ben de sizi gizlice izliyordum... İzlerken çok da normal bulmadığım Sam ve Stella çizgi filmindeki Stella'ya benzetenler oluyor seni (filmde stella kardeşini çok iyi idare eden, oyunlar bulan, güzel yönlendiren bir abla) ki ben de zaman zaman benzediğini düşünüyorum. Aranızın böyle iyi olduğunu gördükçe şükredip duruyorum.

Aralık ayında ayrıca Hollanda'nın gündeminde Sinter Klaas olur. Bir aya takın süreyle sürekli bu temada süslemeler, etkinlikler yapılır, hediyeler dağıtılır. Sen de bunlardan bol bol nasiplendin, her gittiğin yerden hediyeler edindin. Gerçekten bu dönemde Hollanda'da çocuk olmak çok güzeldir ve bu ayrıcalığı sen de hissettin.

Ocak-58.Ay

Aralık'ın son haftasını ve Ocak'ın ilk haftasını kapsayan okul tatili nedeniyle bol bol evdeydik bu ayında. Tabi ki yine kişisel gezmelerimiz oldu ama hava gerçekten çok soğuktu, dışarda fazla kalamadık. Doğrusu sen de ben de eskiden olduğu gibi saatlerce parklarda takılmamızı çok özledik. Tatilden sonra okul başladığında heyecanla gittin, hatta hasta olduğunda bile gitmek isteyecek kadar çok seviyorsun.

Bu ay tamamen kutlamalarla geçti diyebilirim. Okulda Kerst etkinlikleri ve yemeği, ardından yılbaşı, ardından  kardeşinin ve babanın doğumgünleri. Üstelik arkadaş çevremizde de doğum günü olan çok kişi vardı. Üç haftasonu ardarda (bir tanesinde hem cts hem pazar) toplam 4 doğumgünü partisine katıldık. Biri Eren'inkiydi tabiki. Böyle organizasyonlardan çok zevk alıyorsun. Gelen herkese vermek üzere el yapımı kartlar hazırladın, ufak hediyelikleri paketledik, alışverişe çıktık, süslemeler yaptık, yiyecekleri beraber hazırladık... Çok dolu dolu geçti çok eğlendin. 

 

Blogda hiç bahsettim mi hatırlamıyorum belki bir yıldan fazla zamandır atlara hayransın. Eski yazılarda söylemişimdir, bu Spiderman, ninja turtles ve ben10 sevginden daha uzun süren bir dönem oldu. Muhtemelen de kolay geçmeyecek. Şimdiden at sürme hayalleriyle yanıp tutuşuyorsun. At figürlü bir sürü eşyan var. Atların genelde kahverengi olanını seviyorsun ama unicorn'lara da özel bir ilgin var. Bu fotoğrafı kasabamızın çiftliğinde çekmiştim. Bu at orada hep var ama her zaman yakında olmuyor ve kendini sevdirmiyor. Yüzündeki ifadeden ne kadar mutlu olduğun belli oluyor.

Nice aylara Gül yüzlüm ❤️

Annen
Amsterdam