30 Ekim 2013 Çarşamba

Bebek ve çocukların içgüdülerine güvenmek

Ekim 30, 2013 0 Comments
Daha önce kızımın iç güdülerine güvenmemin, benim için her aşamada kolaylık sağladığını bu yazımda yazmış, yazının sonunda ise çocukların iç güdülerine nereye kadar inanacağımızı, bizi kullanmaya çalışıp çalışmadığını nasıl anlayacağımızı merak ettiğimi dile getirmiştim. O gün hemen araştırmalara koyuldum ama düşüncelerimi ancak yazabiliyorum.

Araştırmalarda iki husus ön plana çıkıyordu. Birincisi yenidoğan döneminde bebeğine nasıl davranacağını bilmeyen anneler için tavsiye edilen annelik iç güdünüzü dinleyin yazıları; diğeri ise 4-5 yaşındaki çocuklara yönelik yazılmış, çocuğunuza iç güdülerine güvenmeyi öğretin yazıları. Özellikle cinsel istismar, yabancılarla konuşma gibi konularda çocukların bundaki tehlikeyi algılayacakları ama o zamana kadar iç güdülerine güvenmekten vazgeçtikleri için şartlandıkları davranışı yapmaya (kibar olmak vs gibi) kendilerini zorladıkları için yapamadıklarından bahsediliyor. Sonuçta tam aradığım soruya cevap bulamadım ama kafamdaoluşan şahsi fikirlerimi paylaşacağım.

Annelik iç güdülerinize güvenin yazılarında, bebeğin ağlamalarının neyi ifade ettiğini, bir rahatsızlığı olduğunda bunun ne olduğunu en iyi annenin bileceği, bunu iç güdüleriniz ile anlayabileceğiniz ve bu yüzden onlara güvenmeniz gerektiği tavsiye ediliyor. Bebekler doğduklarında hayatta kalma güdüsüyle dünyaya gelir ve tüm ağlamaları yaşamsal ihtiyaçlarını sağlamak içindir. Dolayısıyla bebeklerin iç güdülerine göre hareket ettikleri, güçlü bir iç güdüye sahip oldukları konusunda bir şüphe yok.

İkinci tipte yazıları okuyunca (çocuğunuza  iç güdülerine güvenmeyi öğretin) benim aklıma gelen, zaten iç güdüleri ile yaşayacak şekilde doğan bebeklerin nasıl olup da bundan uzaklaştığı, iç güdülerini dinlemeyi neden kestiği. Özellikle 1 yaşından itibaren gelişen sosyalleşme dönemiyle birlikte galiba çocuklarımızı belli davranışlara şartlandırıyoruz ve iç güdülerinden uzaklaşmasına sebep oluyoruz. 

Tabi bu durumda başlangıçta sorduğum soru hala geçerli. Çocuk aşırı kucak istiyor ama bu gerçekten ihtiyacı olduğu için mi yoksa alışkanlık mı? Emziği bırakmak istemiyor onun tercihine güvenmeli miyiz yoksa bağımlı mı oldu? Bu tip davranışlarda bebek iç güdüsel mi davranıyor yoksa kullanılıyor muyuz?

Ben bunun cevabının yine yazının içinde değindiğim annelik iç güdülerine güvenmek konusunda yattığına kanaat getirdim. Çocuğun bu davranışının ihtiyaç mı değil mi olduğuna karar verecek olan yine annelik içgüdülerimiz. Onun her anını takip eden, tüm ihtiyaçlarını en iyi anlayan kişi annedir. Aşırı kucak istediğinde ve ya çok meme emmek istediğinde bunun nedenini anlamaya çalışıp (ama burda objektif olunmalı, ah yavrum, yarasın paşam anlayışı sağlıklı değil) ona göre davrandığımızda, çocukların iç güdülerine saygı duymuş olacağız. Ve en önemlisi de çocuk; "ihtiyaçlarım dikkate alınıyor ve gereği yapılıyor" mesajını alacak, iç güdülerine güvenmeyi sürdürecek ve anne babasına güven duyacaktır.

27 Ekim 2013 Pazar

Kasabamızın Çiftliği

Ekim 27, 2013 5 Comments
Amsterdam'a taşındığımızda ev aramaları süresince, evin eşimin işine yakınlığı ve bahçeli olması dışında pek bir şeye odaklanmamıştık diyebilirim. Zaten çok da aramamıza gerek kalmadı çok şükür. İkinci baktığımız evi tutmuştuk.

Oturduğumuz yerin adı Badhoevedorp. Merkeze 15-20 dakka, eşimin işine ve havaalanına 10-15 dk mesafede bir kasaba. Normalde merkeze bu kadar yakın olup da böyle bir yerleşimin olması zor bir olasılık. Çünkü aşırı yeşil, neredeyse tüm evler bahçeli ve çok bakımlı bir muhit. Burada expat fazla yok ve evler genelde kendi mülkleri, dolayısıyla daha çok seçkin kesime ev sahipliği yapıyormuş. 

Böyle bir kasabada ev bulmamız kadar önemli başka bir şans da evin kasabadaki konumu. Sanki Helo için özellikle planlanmış. Mahallenin çocuk parkı bir kaç ev yanımızda, parkın hemen yanında bir kanal ve ördekler, kanal boyunca bir bisiklet yolu, kanalın diğer yakasında küçük bir orman, ormanın içinde küçük bir çiftlik var. Ayrıca yine çok yakında kasabanın havuzu, havuzun olduğu meydanda okul ve kreşler, hemen yanında tenis kortları ( ki buraya başka yerlerden geliyorlarmış insanlar oynamak için), aynı uzaklıkta ters yönde stat ve spor merkezi ( kasaba festivalleri burada yapılıyor) yer alıyor. Her şey o kadar yakın ki mesela eşim havuza şort ve terlikle yürüyerek gidiyor :)

Biz de bahsettiğim çiftliğe sık sık gidiyoruz kızımla. Burada biraz vakit geçirmek ikimize de iyi geliyor.

Burası ormanın içinde çiftliğe giden yol

Yine ormandan bir kare

Çiftlikteki her hayvanın resmini çekmemişim. Hindiler ve tavuşkuşları bunlar. Farklı cinslerde tavuk ve horozlar,  güvercinler ve kuşlar da var.

Bir inek bir at ve iki eşek


Eşek ve ineklerin yanına girilmiyor ama kendilerini sevdiriyorlar.

Keçiler güneşleniyor.

Keçileri sevmek için alana giriş serbest.

Çeşit çeşit tavşanlar var


Hamster ve fare çeşitleri

Bir tane de domuz var :)

Yukarıdaki resimde ise girişi gözüküyor. Çocuklar için oyun alanı ve elmalı turta kahve gibi şeylerin satıldığı minik bir cafe var.

Helo oyunlara dalıyor hemen. Zemin aynı zamanda horoz ve tavukların eşelendiği alan ;)

Artık büyük salıncakta sallanabiliyor kuzum.

Bu çiftliğin yakınında herhangi bir ev yok. Dolayısıyla kime ait bilmiyorum. Sanki çocuklar için düzenlenmiş bir alan gibi. Genelde gönüllüler çalışıyor. Hafta sonu gittiğimizde 10-14 yaşlarında çocukların da çalıştığını görmüştük. Hayvanları suluyorlar, yemliyorlar ve ahırları temizliyorlar. Tabi hepsinde tulumlar ve çizmeler var. Şahsen ben çocuk olsam haftada bir iki saat bu şekilde geçirmek isterdim. Doğayla ve hayvanlarla olmak bir harika.

Bu çiftliğin geliri nerden sağlanıyor bilmiyorum ama cafe ve ufak objeler satan bir dükkan var. Bir de çıkış kapısında bir kumbara. Genelde her gidişimizde başka kişiler de oluyor. Epey ziyaret alıyor olmalı. 

Bir kaç hafta önce şehir merkezinde böyle bir yere gittik. Amsterdam Mamas diye bir site var ve orada çocuklar için etkinlik mekanları listelenmiş. Bu listede yer alan merkezdeki bu yer bizi hayal kırıklığına uğrattı. Apartmanların arasında küçücük bir yer, bir kümeste birkaç tavuk ve tavşan o kadar. Bir de ufak bir park. Bizim burdaki çiftlik ondan çok daha güzelmiş ve hiç başka yerleri aramamıza gerek yokmuş.






25 Ekim 2013 Cuma

19 ay mektubu: rüzgar gibi geçti

Ekim 25, 2013 0 Comments
Ay yüzlü meleğim

Geçen mektubu yazmaya ay bir gün geç kaldım hayıflanırken bu ay üç gün geciktim :( Hayır günü unutmadım asla ama yazmaya fırsat bulamadım. Bu ay gerçekten rüzgar gibi geçti. O kadar çok şey yaşadık ki bu ay hangisini öne çıkan konu olarak seçeceğime karar veremiyorum.

Artık düzenli bir sosyal hayatın var. İlk başta yadırgadığın oyun gruplarına gayet iyi alıştın. Jimnastik grubunda 18 aya kadar olan gruptan, 19-36 ay grubuna atladık ve bu sana daha iyi geldi. Diğer grupta da yürüyenler vardı ama çoğu ufaktı ve senin sıkılmana neden oluyormuş o grubun aktiviteleri. Yeni grupta daha katılımcı ve hareketlisin. Hatta evde de jimnastik yapıp duruyoruz beraber ve koltuk kenarlarında yürümek/emeklemek en sevdiğin.
Dilin her geçen gün daha da açılıyor. Artık gün içinde iletişim sorunumuz kalmadı. Durmadan konuşuyorsun ve bazen başım bile şişiyor konuşmandan. Gerçekten.

Ve geriye baktığımda hatırladığım nedense en zorlandığım yerler. Tavan yapan inadın, ağlamaların beni çok çaresiz hissettirdi bu ay. Yavaş yavaş alışıyorum ama büyük bir pheeeew diyemeden geçemeyeceğim.

Bu yeni dönemde artık sürekli aktivite yapmak istediğin için ve oyuncaklar, oyunlar, kitaplar sana yetmediği için yeni oyunlarımız ev işlerini beraber yapmak. Evin bilimum yerlerine dağılmış çöpleri atmayı, yumurta kırmayı, yemeklerin hazırlanma işlerini, sofraya tabak ve bardakların taşınmasını, lavaboları yıkamayı, senin tuttuğun küreğe süpürüp, küreği çöpe dökmeyi, makineleri boşaltmayı... gibi bir çok şeyi beraber yapıyoruz. Bunları yaparken çok mutlusun ve eğleniyorsun. Bazen bu işler bitmek bilmiyor ama olsun ;)

Her gün gözlerimin önünde mucizevi şekilde büyürken bu anına ortak olabildiğim için ne kadar şükretsem az. Hele ara sıra gelip boynuma sarılman, üzerime yatman, ellerinle yanaklarımı tutman, muck sesi çıkararak öpmen yok mu? İşte bu anlarda beni anne olarak seçtiğin için, rabbim bu mutluluğu yaşattığı için şükrediyorum.

Amsterdam



24 Ekim 2013 Perşembe

22 Ekim 2013 Salı

Blogunuza Sağ Tuş Engeli Koymak mı? Şaka Yapıyor Olmalısınız.

Ekim 22, 2013 12 Comments
Arada sırada bloglarla ilgili yazılar yazıyorum. Bu konu ise geçen gün engelli bir blogla karşılaştığımda aklıma geldi. Sağ tuş engeli koyarak kopyalamaya engel olacağınıza inanıyorsanız ve kullanmak istiyorsanız hiç sorun değil, elbette kullanırsınız ama ben yine de kendi görüşlerimi yazayım.

- Öncelikle sağ tuş engeli olan siteler beni çok huzursuz ediyor. Sıkılıyorum kalmak istemiyorum. Hayır kopyalamaya çalıştığım için değil. Hem aptal yerine konduğum için hem de çokça kullandığım yeni sekmede aç işlevini kullanamadığım için.

Mesela eski yazıları, verilen linkleri yeni sekmede açmak isterim ben. Böylece geri dönüp kaldığım yerden okumaya devam ederim, açılan sekmeler de sırasını bekler. Ancak sağ tuş engelinde bu imkanım elimden alınıyor. Aslında bilgisayarda isem sağ tuşa ihtiyacım yok. Ctrl ve mouse tıkı ile yeni sekmede açmak mümkün ama tablette zor bu iş.

- İkincisi sağ tuş engelini koymanız, eğer istiyorsam yazılarınızı ve resimlerinizi kopyalayamayacağım anlamına gelmez. Blogunuzu daha önce burada yazdığım görüntüleme tekniklerinden biri ile açarım, bütün yazı ve resimler saf halleriyle elimde. Bu sayfada iken dilediğim yazıyı sorunsuz kopyalayabilirim. Bu rss ile blog görüntülemesi anlamına geliyor. Dolayısıyla blogunuz blogger veya wordpress olsun rss versiyonu ile her şekilde kopyalamaya müsait. Bir de şimdi mobil versiyonlar var onlar da kopyalamaya açık, eklenen engel kodu buralarda işlevsiz.

- Bunun çözümü rss sınırlamak. Bunun için ayarlar-->diğer bölümünde blog içerik takibine izin ver kısmı sınırlı olmalı. Ancak bunu değiştirdiğinizde takipçilerin ve blogdaki diğer ayarların ne kadar ve nasıl etkilendiğini bilmiyorum, araştırılmalı.

- Bence blog yazıyorsanız bazı şeyleri göze almanız gerekiyor. Karşımıza iyi niyetli insanların çıkması hepimizin arzusu elbette. Resimleri engellemek için mümkün olduğunca watermark kullanmak lazım. Gerisi biraz risk alma cesaretimize kalıyor. Zaten bu cesareti bulamayanlar blog yazamıyor.

- Görselleri flash vb şekillerde eklemek de işe yaramıyor. Bir site açılırken içinde yer alan bütün görsel ve dosyalar temprory internet files klasörüne gelir ve bir süre burada kalır. İşte o klasörden tüm fotoğrafları almak öyle kolay ki. Laf aramızda bir yastıkta için gelinlik görsellerini bu şekilde almak benim işime geliyor. tek tek o görsele gelip kaydet demektense hepsini tek seferde alıyorum.

Yani diyeceğim o ki, blogunuza engelleyici kod eklemeden önce bir kez daha düşünün. Üstelik eklediğiniz kod sitenizi yavaşlatmaya neden olabilir. Bu da bir diğer yazının konusu olsun.

18 Ekim 2013 Cuma

Bebeği 18 Aya Yaklaşan Annelere Uyarı!

Ekim 18, 2013 10 Comments
Başlık çok iddialı olmuş olabilir ama ben şahsen bu uyarıyı almayı çok ama çok isterdim. Çünkü 18 ay biter bitmez sudan çıkmış balığa döndüm. Bütün bunlar 2 yaş sendromunun başlangıcıymış aslında. Öyle bir afalladım ki, her günün sonunda çok kötü bir anneyim, artık kızıma bakamıyorum, yetmiyorum gibi cümleler kurarak eşime sızlanıyordum. Bunun benden kaynaklanmadığını, aslında bu sürece hazırlıklı olmadığım için zorlandığımı ne yazık ki bir kaç hafta sonra idrak edebildim. Aslında bu 18 ay sürprizlerinin başlangıcı 2 ay önceden başlıyormuş ama o zamanlar, sürekli değil de ara sıra farklı davrandıkları için bu sinyalleri algılamak zor oluyormuş. Yani bende öyle oldu, huysuzluklarının nedenini hep başka bahaneler olduğunu zannettim, uyumadı, yemedi gibi. Ama 18 dolunca sürekli her an huysuz, sanki 1,5 yıldır tanıdığım bebeğim değil de, bambaşka bir çocuk karşıma çıktı. Şu an 18 ay 3 hafta 4 günlük bir birey sahibi olaraktan, (evet artık bebek değil her karara direnen, kendi tercihleri olan bir birey-diyeceksiniz ki zaten ben çocuğumu birey olarak görüyordum, onun tercihlerine saygı duyuyordum falan ama gerçekten öyle değilmiş her şey bambaşka bir hal alıyor, valla billa) son bir haftadır işleri yoluna koymaya başladım çok şükür. Eminim bu yoluna koyduğum işler defalarca bozulacak ama artık kitabın hangi konularına çalışacağımı biliyorum.

Dün bir kitapta hislerimi tam anlamıyla ifade eden şu cümleye rasladım. "In this period (1,5-2,5 yaş), you need to able handle not only your child's behaviour, but also your own feelings" (bu dönemde sadece çocuğunuzun davranışlarını değil, aynı zamanda kişisel duygularınızı da ele almanız/kontrol altına almanız gerekiyor) demiş. Evet tam anlamıyla bu. Bu aya kadar, bebeğimi nasıl iyi büyütürüm mevzusuna odaklandık. Yemesi, içmesi, zekası, oyunu, fiziksel gelişimi, eğlenmesi, mutlu olması gibi. Şimdi ise birden bire tüm bu bilgi ve tecrübelerimizin çoğunlukla yetersiz kaldığı, nasıl yapacağımız değil de nasıl davranacağımız konusuna odaklanmanız gereken bir süreç karşımıza çıkıyor. Kendime geldikten sonra gece yarılarına kadar yeniden okumaya başladım ama bu sefer herşey psikolojik ağırlıklı. Gün içindeki tavırlarımı gözden geçirdim, eşimle nasıl davranmamız gerektiğini konuşup birlikte hareket etmeye başladık ve en önemlisi davranışlarımızın tutarlı olması için çabalıyoruz ki bence bu en zoru. Çünkü artık karşımızda istediğini elde etmek için elindeki tüm kozları sonuna kadar kullanan bir bıcırık var ve bu kozların en güçlüsü de ciyak ciyak ağlama.

Kızımı doğduğundan beri fazla ağlatmamaya özen gösterdim, ancak bu günlerde istekleri için öyle feci ağlıyor ki, yaşlarla, kendini parçalayarak resmen. Bu uğurda daha önce twitterda yazdığım gibi gündüz uykularını neredeyse heba etmek üzereydik. Uyumamak içi her yolu deniyordu ve ben de ne yazık ki henüz ne yapacağımı tam bilemiyordum.

Bu yazıda şu durumda böyle davrandım, bu durumda şunu uyguluyorum diye tam bir yönlendirme yapmam zor. Zira her bebek farklı, anne babaların tepkileri de farklı. Ancak basitçe aşağıdakileri söyleyebilirim-ki bunlar da benim tecrübelerime dayanıyor.

  • Oldukça azalsa da, bebeğin ilgisini başka şeylere çekip kandırma dönemi hala devam ediyormuş bu zamanlarda. Kriz anlarında ilgisini başka şeye çekmeye çalışıyorum çünkü mantıklı açıklamaları kabul edecek yaşta değil henüz. Ne kadar anlatsam da tınmıyor zaten.
  • Her gün aynı taleplerine aynı tepkiler vermeye gayret ediyorum. Tabi ki bazen olamıyor ama istikrar kurmaya çalışıyorum. Mesela kızım her gün bir dondurma yemeye kafayı taktı. Cahillik döneminde dayanamayıp bir kutu koydum dolaba ve neredeyse her gün yedi. Bu günlerde bu isteğini berteraf etme konusunda daha başarılıyım.
  • Artık her şeyi kendi yapmak istediği için tehlikeli olmadığı sürece izin veriyorum. Hatta oyunlarımız şekil değiştirdi. Mail kutuma gelen baby center bildirimlerinde, bu ayda çocuğun artık fiziksel enerji gerektiren oyunlardan çok mantıksal oyunlara yöneleceği ve biraz daha oturmaya başlayacağı yazıyordu. Gerçekten birden bire öyle bir değişim gözlemledim. Artık zeka oyunlarına, el becerilerini geliştiren oyunlara daha meyilli.
  • Eskiden gün boyunca onunla ilgilenir ve oynardım, yine öyle olmasına rağmen yetmiyor, sıkılıyor, sürekli bir şeyler istiyor (bizde telefon, tablet oluyor bu, tüm gün bıraksam oynar). Baktım ne yapsam memnun edemiyorum kendi haline bırakmaya başladım. Tabi sürekli gün boyunca değil, günde bir iki kez. Bu sürede sıkıntıdan dolanıyor, ne yapacağını bilemiyor ama en sonunda kendine yeni bir meşgale yaratmayı başardı. Aslında onu gözlüyorum elbette, bu sürede çok yaratıcı davrandığını farkettim ve sıkıntıyla başa çıkabilmeyi öğrenmesi için her gün en az bir kere bunu yapmaya başladım.
  • Bir sürü yeni korkuları ortaya çıktı, olmayacak şeylerden korkmaya başladı (neyse ki bu da biraz azaldı). Bu anlarda daima yanında oldum, kucağıma gelmek isterse aldım, genelde ani seslerden korktuğu için, sesin kaynağını araştırıp beraber baktık, görsel şeylerden korktuğunda twitter arkadaşlarımın tavsiyesi ile ona normal olduğunu, hoşlanmadıysa o yöne bakmamasını söyledim.
  • Bir de yeniden kucak dönemi geliyor ki evlere şenlik. Benim çocuğum çok kucakçı diyorsanız yandınız daha beter olacak. Felaket tellalı gibi oldu ama geçiyor merak etmeyin. Kucağıma hiç gelmeyen kızım yapıştı resmen. Koala gibi gezdik bol bol, babasına dahi gitmedi (bu günlerde biraz seyreldi). Ben bu dönemde bu kucak ihtiyacının da geçici olacağına inanarak hiç reddetmedim (hatta kaç gece kucağımda uyudu sayamayacağım kadar çok), şimdi daha normale dönmeye başladı.
Bu yeni dönemde henüz daha yolun başında biri olarak yazabileceklerim bu kadar. Böyle bir döneme hazırlıklı olmanızı tavsiye ediyorum, okuyabilirsiniz, tecrübeli annelerden fikir alabilirsiniz. Bu yazıyı okuyan tecrübeli annelerin, tecrübelerinizi ve bilgilerinizi esirgememenizi rica ediyorum :)

17 Ekim 2013 Perşembe

Dr. Panda oyunları

Ekim 17, 2013 1 Comments
Helo tablet ve telefondan oyun oynamayı seviyor. Genelde ücretsiz oyunları indiriyoruz, hoşumuza gittiyse satın almayı düşünüyoruz ancak henüz satın almadık. Zaten ilgisi çok uzun süre devam etmiyor ve ayrıca kilitli bölgelere girdiğinde nasıl çıkılacağını keşfediyor :) 

Dediğim gibi çok oyun denedik, kimini sildik, kimini oynamaya devam ediyor ve vazgeçemiyor. Hepsini yazmam zor ama bu oyun serisini yazmadan geçemeyeceğim. 

Dr. Panda ile tanışmamız ben pandalı bir oyun ararken oldu. İlk oyun Dr. Panda's Restaurant idi. Oyun o kadar güzel ki ben bile çokça oynadım. Restorana gelen misafirlere talep ettikleri yiyecekleri hazırlıyorsunuz. Çorba yaparken soğan doğrayıp kavuruyor, omlet yaparken yumurtaları çırpıyor, milkshake yaparken blenderı çalıştırıyor, hatta bulaşıkları yıkıyoruz. Bunlar bedava sürümündeki haklar. Satın alındığında yemek listesi çeşitleniyor. Aşağıya eklediğim görseller, oyunlardan bazı karelere ait.




İkincisi ve Helo'nun en sevdiği Dr. Panda's veggie garden. Bu oyunda (yine free versiyonda) elma, portakal, mısır,çilek, böğürtlen yetiştirip müşterilere teslim ediliyor. Toprak kazma, tohum atma, sulama, böcekleri ayıklama, kargaları ve örümcekleri kovma işleri var. Bitkilerin nasıl yetiştiğini öğrenmeleri için harika. Helo en çok karga ve örümcekler kısmını seviyor.




Bir diğeri bu sabah yüklediğim Dr. Panda's hospital. Bu oyunda da gelen hastalara tedavi yapılıyor. Free versiyonda  popoya iğne yapıp bant yapıştırma, kulağa fenerle bakıp mikropları arama, diş bakımı amacıyla dişlerdeki mikropları kürdanla patlatıp diş fırçalama oyunları var.



Bunlardan başka aynı serinin daha bir çok oyunu var. Kimisi burada yazdıklarım gibi dokun ve sürükle değil sadece dokunma işlevine sahip. Mesela hayvanlara dokununca hareket etmesi gibi. Benim yazdıklarım daha fazla katılımlı olanlar. Bütün oyunlar app storeda veya google play de Dr. Panda diye aratarak bulabilirsiniz. Tam emin değilim ama her iki yerde sunulan free oyunlar farklı. Hastane app store da free iken (farm ve restaurant ücretli) google play da bunlar free idi.


16 Ekim 2013 Çarşamba

Benim kızım büyümüş vol 3

Ekim 16, 2013 1 Comments
Galiba bu başlıkta bir seri oluşacak zira bazı zamanlarda oldukça belirgin değişimler oluyor bebeğimde, hayretler içinde zikrediyorum ne kadar büyüdüğünü.

Slovakyada iken Helo ile tek başıma otobüse binip gezmeye giderdik. Ancak Amsterdam'a taşındıktan sonra bir türlü cesaret edemiyordum. Hem yeni yerler olduğundan dikkatimi yola vermem gerekecek, hem de genelde yolculuklarda pek rahat durmayan kızımı zaptetmem gerekecek diye çekimserdim. Ta ki üç hafta önce, artık biraz etkinlik olsun diye oyun grubuna başlayana kadar. Tüm gün boyunca oyalamanın çok zorlamaya başladığı bu aylarda, aylardır göze alamadığım yalnız otobüsle yolculuk etme korkusunu, bir çırpıda berteraf etmeme sebep oldu bu çaresizlik hissi (bu başka bir yazı konusu, hoş geldin 18. ayla gelen sürprizler). Neyse ki üç haftadır gittiğimiz toplam 6 yolculuk da şahaneydi.

Gerçi mesafe çok uzun değil 20 dak kadar sürüyor ama olsun. Üstelik benim kızım büyümüş de annesinin kucağında (bazen ayrı koltukta) yolculuk edermiş. Hatta daha anne değilken otobüste görüp imrendiğim annesiyle bıcır bıcır konuşan çocuklar gibi davranmıyor mu bir de, mest oluyorum. Bütün yol boyunca konuşup sohbet ediyoruz. Camdan gördüklerini anlatıyor, her durakta geldiik diye bağırıyor, otobüsteki diğer insanları inceliyor, stop düğmesine basmak için uğraşıyor, beni kızdırıyor. Şu ana kadar öyle keyifli geçti ki yolculuklarımız, onun bıcır bıcır yüksek sesle konuştuğunu, gördüğü her farklı şeyi aaa nidalarıyla karşıladığını, minicik elleriyle camlardaki buharı sildiğini gördükçe, sanki başka bir aleme dalıyorum, saçlarının yanağıma değen tellerini öpüyorum, sadece o an duyumsadıklarım kalıyor. Onun heyecanı, minik elleri, burnuma gelen kokusu, tatlı sesi... Çok şükür, sonsuz şükür.

Şimdi oyun grubu hariç gezilerde sıra. Anne kız bu kış bol bol gezeriz inşallah.

14 Ekim 2013 Pazartesi

12 Ekim 2013 Cumartesi

İndüksiyonlu Ocaklar

Ekim 12, 2013 24 Comments
Hollanda'daki evimize taşındığımızdan beri (4 aydır) indüksiyonlu ocak kullanıyorum. Hakkında bir yazı yazmanın zamanı geldi de geçiyor bile.


Indüksiyon (induction) ısının transfer yoluyla iletilmesidir. Ancak bu ocaklara indüksiyonlu denmesinin nedeni ısı indüksiyonu değil, magnetik indüksiyon denen başka bir olaydır. Mıknatıslı tencereler elektrik akımının oluşmasına yardımcı olur. Daha fazla bilgi için internete bakabilirsiniz.

Diğer alevli ısıtma yöntemlerinde durum biraz daha farklı ( mesela gaz yanar alev oluşur, bu alevler cismi ısıtır-aslında işin fiziğine bakılırsa bunda da transfer var, ısı önce havaya sonra tencereye iletilir). Indüksiyonlu ocakta ise havaya temas olmadan doğrudan ocak-kap ısı transferi ile pişirme olduğundan, enerji kaybı çok az ve oldukça tasarrufludur ve ayrıca pişirme süresinin de oldukça kısalmasına vesile olur. Faturalarımızı aylık sabit fiyatlar şeklinde ödediğimiz için ne kadar tasarruf yaptığını öngöremiyorum ama bazı artı ve eksilerine değineyim.

Bence artıları
-seramik cam yüzey olduğu için temizlemesi çok kolay, hatta pişerken taştığında bile kaldırıp hemen silebiliyorum
-evet ocak yanarken de siliniyor çünkü el yakmıyor yüzeyi
-bu ocaklarda üzerine uyumlu tencereyi koyduğunuzda devre tamamlanıyor ve cihaz çalışıyor, tencereyi çektiğinizde otomatik olarak kapanıyor
-marka ve modele göre değişiyor olabilir ama çocuk kilidi ve fırınlardaki gibi zaman ayarı var

Bence eksileri
-sadece uyumlu tencerelerle çalışıyor. Tencere alırken üzerinde hangi ocak türlerine uygun olduğunu gösteren simgeler var. İndüksiyonlu ocak için olmalı.
-ne yazık ki bu tencereler çok ucuz değil. İkeanın ucuz bir seti var ama.
-diğer tipteki ocaklara alışınca, bunun ısı değeri yüksek olması ve daha kısa sürede pişirmesi yüzünden yemekleri çoğunlukla yakabilirsiniz benim gibi. Hala alışamadım. Kafamda her yemek için pişme süreleri bilinçaltımda kayıtlıdır, koyar bırakırım gelince olmuştur ama bu ocakta öyle olmuyor, genelde kokuya koşuyorum :(
-henüz indüksiyonlu tencere-tava yelpazem pek geniş değil ve ne yazık ki türk kahvesi ve çayı için, cezve ve çaydanlık kullanamıyorum. Bu özellikte cezve ve çaydanlık var mı bilmiyorum bile
-ocak ateşinde patlıcan biber közleme işini sık sık yaprardım, artık böyle bir imkanım olamıyor

Son olarak aşağıdaki görsele dikkat çekeyim. Bu fotoğrafta görülen ocak indüksiyonlu ocak değil, seramik yüzeyli (elektrik veya gaz olabilir bilmiyorum) başka bir ocak. Bu tip ocakları da bir süre kullandım ve biliyorum. Ocağı açtığınızda yüzey fotoğraftaki gibi kızarır ve ısınır. Oysa indüksiyonlu ocakta kızarmış yüzey olmaz, zaten tencere konmadığında çalışmadığı için çalışır halde fotosu böyle boş şekilde çekilemez. 



11 Ekim 2013 Cuma

Uykusuz Bir Günün Anatomisi

Ekim 11, 2013 6 Comments
Çok şükür gece uyuyoruz da son bir kaç haftadır gündüz uykularına direniyor Helodünya. O kadar uzun süre uyumadan duruyor ki benim pilim bitiyor. 8-9 saat hiç uyumadan rahatça durabiliyorken, geçen hafta sonu iki gün üstüste gündüz hiç uyumayarak 11 saat full enerjiyle ikimizi de üzerinden tır geçmişe döndürdü.

Bu hafta içi biraz da hastalık nedeniyle gündüz uykularına döndü ama normalde 1-2 saat uyuduğu tek uykuyu, dün 40 dakika ile geçiştirdi mesela. Bu gün de saat 5 te hala uyumadığında (uyandıktan 9 saat sonra) tamam dedim, hastalık bitti direnme yine başladı. Bu sürecin sonu gündüz uykularının tamamen bitmesine gider mi bilmem artık, görücez :/

Bugün öğle saatlerinde, zırt pırt yağan iki yağmur aralığında çıkan yarım saatlik güneşi kaçırmama arzusuyla pusete attım, mis gibi hava, uykusu geldi uyusun diye. Bir ara daldı dalacak oldu, yeniden canlandı. Baktım uyumayacak markete gidelim yorulsun, dönüşte uyur dedim. Markette araba sürdü, ürünleri aldı koydu boşalttı kaldırdı, dönüşte pusette uyudu mu hayır, çünkü giderken sütünü içmesine rağmen sabah pek birşey yemediği için, markette de epey oyalandığımız için karnı acıkmıştı.

Oysa daha sabahtan öğle uykusu boş zamanı programımı yapmıştım;  Banyo.

Bir kaç saat sonra yine bir uyku mayışması, yatırdım okşadım sevdim, dinleyenin uykusunu getirecek ninniler söyledim. Birkaç oyuncağıyla yattı, on dakka sonra  yok o sıkıştı, yok bu düştü, diğeri battı derken o uyku dalgası da geçti gitti. Banyo planı suya düşmüştü zaten, bu saatte uyusaydı aylardan beri ilk defa görüp aldığım milföy hamurunu böreğe dönüştürme hayalim de suya düştü.

Saat zaten üç olunca sinirlerim iyice gerildi. Bu saatten sonra uyursa artık yemek yaparım başka da birşey yapamam derken saat 5 oldu ve hala uyumadı. 5 te aldım beşiğine koydum, vicdanım paramparça ağlamasına göz yumdum. Sonra uyudu. Biliyorum böyle huzursuz uykuya dalınca rahat uyumaz sık uyanır beni bulamazsa korkup ağlar diye ( dün böyle bir kriz yaşadık çünkü) yanında oturdum. Gerçekten yarım saat sonra ağlayarak uyandı, kucağımı istedi, salona indik orada kucağımda uyumaya devam etti. Kucağımda uyurken akşam yemeği yapma planım da suya düştü. Neyse ki gündüz bir ara bir tencere pratik bir yemek koymuştum.

Kocacım gelince milföyleri yapabildim ama bekle allah bekle pişmez. Meğer fırının başlat düğmesine basmayı unutmuşum. En sonunda geç de olsa yedik ama bende ne kafa kaldı ne göz.

6 Ekim 2013 Pazar

Sosyalleşme Çabaları

Ekim 06, 2013 5 Comments
Biliyorsunuz Amsterdam'a taşındığımızdan beri yalnızız. Daha doğrusu önceden de yalnızdık da az da olsa arkadaşlarımız vardı. Burada ne arkadaş ne komşuluk ilişkileri olmayınca, sokağımızdaki park da genelde boş olunca, ne yazık ki Helodunya'nın oynayabileceği ve etkileşeceği kimse yok. Yaşının ilerlemesiyle birlikte ihtiyaç duyduğu sosyal ortamı sağlamak adına taşındığımızdan beri araştırma yapıyoruz. Araya yaz tatili girince ve biz de Türkiye seyahati yapınca bu sosyalleşme etkinlikleri biraz gecikmiş oldu ama bu günlerde yavaş yavaş başladık. Gerçi her hafta sonu mutlaka çocuklara uygun bir mekana bir gezi yaptık ama tabi asıl istediğimiz sürekli göreceği arkadaşlıklar edinmesiydi. 

Burada 2 yaşına gelen her çocuk, neredeyse her mahallede olan yarım günlük oyun okullarına (playschool) başlıyor. Bu yerler devlete ait ve aylık ücretleri oldukça az. Fakat sanırım her çocuk gitme mecburiyetinde değil ama çoğunlukla gidiyorlar. Bizim eve oldukça yakın böyle bir yer var ama henüz yaşı uygun olmadığı için gidemiyor. Geçenlerde bilgi almak ve vermek için sosyal hizmetten gelen bayan bu okullara yabancı çocukların öncelikli alındığını, onların flemenkçe öğrenmelerini istediklerini, haftada birkaç gün dil adaptasyonu için özel öğretmen geleceğini, teşvik amaçlı yabancılardan çok az bir aylık aldıklarını söyledi. Helo'nun da dört gün yarım gün gitmesini tavsiye etti ( gün sayısı değilebiliyormuş tercihe göre). 

Bundan başka çalışan annelerin çocuklarını bıraktığı ücretli tam gün kreşler var. 0 aylıktan itibaren kabul ediyorlar. Yine burada haftanın bir kaç günü, tam veya yarım gün gönderme seçeneği var ama fiyatı müthiş pahalı. Bizim amacımız bakım değil de oyun olduğu için bu seçeneği geçtik. 

Dolayısıyla geriye anne- bebek katılımlı oyun grupları kalıyordu. Amsterdam genelinde o kadar çok alternatif var ki bunların içinden bize konum olarak yakın ve içerik olarak uygun bulduklarımızın deneme derslerine başladık. Bu oyun grupları ikiye ayrılıyor. Biri annelerin toplanıp çay kahve içtikleri çocukların da oynadıkları gruplar, diğerleri de başlarında bir eğitmen eşliğinde (artık konusu ne ise) anne çocuk grupları. Hepsi ücretli. İlkinde anneler kiraladıkları mekanın parasını çıkarmak için para topluyorlar, ikincisi de zaten bir kurum olduğu için ücretli. Yine de bu ücretler makul düzeyde.

Biz eğitmenli grupları tercih ettik. Genelde ilk derse ücretsiz katılıyorsun, eğer memnun kalırsan 10-20 derslik paketler satın alıyorsun. Bunlardan biri geçen hafta deneme dersine katılmayı niyet ettiğimiz ama yerini bulamayınca saatini kaçırdığımız Baby Sensory. Bu hafta yeniden şansımızı deneyeceğiz ve eğer Helocuk hoşlanırsa katılacağız gruba.

İkincisi ise, bu hafta sonu ikinci kez katıldığımız theLittleGym grubu. Yani ilk denemeden sonra üye olduk ve 20 derslik bir pakete başladık. Şu ana kadar gittiğimiz iki derste de sürenin yarısında olmayacak şeyler yüzünden ağladı. Grupla ortak hareket etmeye, toplumdaki kurallara uymaya, oyunların sırasını beklemeye hiç alışkın olmadığından bu huysuzlukları. Ancak ikinci sefer ilkine göre bazı açılardan gelişme göstermesine vesile oldu, zamanla toplulukla yaşama alışacağını umuyoruz ki iki yaşında oyun okuluna başladığında geçiş biraz daha kolay olsun.

Bu derslerde bir salonda çocuklar ebevenleri ile toplanıyor, bizim grubun hocası Dennis önce ziller dağıtıyor, şarkı söylüyor, şarkıya zillerle eşlik ediyor çocuklar, ardından hepsini selamlayıp hi five yapıyor. Sonra çeşitli hareketler gösteriyor biz de yapmaya çalışıyoruz bebekle ancak bu konuda pek başarılı olamadık henüz, Helo sultan keyfinin kahyası ile takılmayı tercih ediyor.

Yine de son derste az biraz hareket yaptı, bknz aşağıdaki resim :)


Son derste oyuncakları paylaşma konusunda bir tecrübesi oldu, başlangıçta pek hoşlanmasa da alıştı. Ayrıca oyunlar için sıra beklemesi gerektiğini anladı sanırım. Toplarla oyun zamanı gelmediği halde onları isteyip ağlamıştı, Dennis vermedi, biz de vermedik. Top zamanı gelince ise çok az oynadı. Ders sonunda konuştuğumuzda ise olayın farkındaydı ki babası

-" bir kız vardı bugün hep top için ağladı ağladı hiç susmadı, sonra toplar gelince de oynamadı kimdi o" 
diye sorduğunda sırıtarak
-Diya 
Olarak cevapladı yaramaz.

Bir diğer etkinlik olarak da haftada en az bir kez havuza gitmeyi düşünüyoruz. Yine  şansımıza kasabanın havuzu eve çok yakın ve haftada iki gün bebek/çocuk yüzme dersleri oluyor. Bu derslere henüz katılmadık ama serbest zamanlarda gidip takılıyoruz ve ilerleyen zamanlarda derslere de düzenli girmeyi umuyoruz.

Herhalde bu kadar aktivite şimdilik yeterli olur, yani umarım :)

4 çocukla parkta tek başına bir baba!

Ekim 06, 2013 11 Comments
Slovakya'da ve Hollanda'da babaların bebekleriyle zaman geçirmesine gözüm oldukça alıştı. Hatta bazen yanlarında bir de büyük çocuk olmasına, adamın tek başına iki çocuğu idare ediyor olmasına çok şaşırsam da alıştım. Ancak 4 çocuklu bir babayı hayal edemezdim. 

Cuma günü hava, uzun zamanki seyrine göre oldukça sıcaktı ve eşim işten gelince, Helo'yu eve biraz daha uzak ama daha büyük olan parka götürdük. Pek tabi ki o saatte kimse yoktu. Bir süre sonra orta yaşlı bir adam, pusette bir bebe, pusete takılan bir aparatla, ayakta duran bir çocuk, iki tane de yürüyen çocukla parka geldiler. Dördü de erkek.  İlk başta kardeş olduklarını anlamadım, arkadaşlardır diye düşündüm ama kardeşmiş. En büyüğü 7-8 yaşlarında en küçüğü 1 yaş civarında ( belki de daha ufak yeni yürümeye başlamış, çoğunlukla emekliyor, arada yürüyordu) ve hepsinin arasında 2-3 yaş var gibi geldi bana. Burada çocuklar 2 yaşında okula başladığından mıdır nedir, kardeşlerin arası iki yaş genelde.

Parkın içindeki tenis kortuna girdiler. Baba raketleri ve topları çıkardı. Üç çocuk ve baba 4 kişi, ikişerli grup halinde tenis oynadılar. Bu arada bebeği öylece ortaya bıraktılar, üstelik daha doğru düzgün yürüyemeyen, durmadan düşen bebeğe en uzak noktada konuşlandı baba. Hani düşerse koşup yetişeyim diye yakın durma derdinde değildi. Kort da öyle fazla ufak değil. Bebek bir köşede baba diğer köşede. Valla bunu görünce onları seyre daldım.

Bebek hiç mık demedi. Kendi kendine yürüdü, emekledi, başka topla oynadı, seyirci bankına tırmandı, oturdu, indi, parmaklıkların arasından Helo ile etkileşti, sonra gitti bebek arabasına tırmandı (baston puset değildi gayet yüksekti- kızımın yaptığını düşünemiyorum bile), oturdu, öndeki kilidi kapadı, açtı, arabadan indi, yine dolaştı, parmaklığın dışına kaçan topu yere yatıp uzanarak aldı...

Bu sırada ne birşey istedi, ne de ağladı. Arada abileri başını okşadı, baba hiç yanına gelmedi. Bebek ne onları, ne raketleri ne de topu istedi.

15-20 dak sonra baba büyük çocukla biraz raket alıştırması yaptı, iki numarayla frizby oynadı, sonra 1 ve 2 numara parktaki diğer oyunlara gittiler, 3 numarayla futbol topuyla paslaşma yaptı, bu arada bebek hala kendi takılıyor, daha sonra  3 numara da abilerinin yanına gitti, baba bebeği aldı, havaya hop yaptı, arabaya oturttu, oyuncakları topladı, abilerin yanına gitti. 

İki çocuk dönen birşeye binmişti, babadan onu döndürmelerini istediler, o döndürdü, üçüncü salıncak istedi, onu salladı, bebek hala arabada oturup onlara bakıyordu.

Daha izlemek isterdim ama dönmek zorundaydık ve öyle bıraktık. Eşim de ben de şok olmuş haldeydik. O bebek nasıl bu kadar sakin olabilir, nasıl böyle gık çıkarmaz, nasıl bu kadar atletik olabilir. Gayet de toplu bir bebekti, seyirci bankında oturuşunu düşünüyorum da sanki biri kaldırıp oturtmuş gibi dümdüz ve kıpırdamadan oturuyordu, sonrasında gayet normal bir hareketle yere indi.

Sonradan düşününce evdeki kardeşlerin varlığının etkisi olduğunu düşündüm. Hiç canı sıkılmıyor, onlardan cesareti, tavırları, tepkileri öğreniyor muhtemelen. Fakat benim asıl şaştığım, bu çocuklar hiç kavga etmiyor. Düşünsenize üç türk çocuk babasıyla tenis oynayacak ve hiç kavga etmeyecek. Ya topa ben vuracaktım diye, ya da ne biçim vurdun düzgün atsana diye mutlaka kavga çıkardı. Onlar oynarken böyle birşey hiç olmadı.

Peki ya babaya ne demeli. Muhtemelen işten geldi, çocuklara vakit ayırdı, üstelik hepsine eşit derecede, onların ilgilerine göre zaman ayırdı, aynı zamanda tüm aile birarada aktivitesi de yaptı. Belki ayırdığı zaman günün bir saatiydi ama eminim tüm çocukları tatmin olmuştu (ki babayla oyun oynamayı bırakıp diğer oyunlara gitmeleri bunu gösteriyor).  Hayran olmamak elde değil.

3 Ekim 2013 Perşembe

Çocuğunuz Oyuncaklarını Kırıyor mu? Çocuklarda Oyun Kuralları

Ekim 03, 2013 1 Comments
Daha önce bir bölümünü alıntı yaptığım kitaptan yine, bu sefer oyunla ilgili bölümü yazacağım. Bakalım bazı ayrıntılar benim gibi sizin de dikkatinizi çekecek mi?
------
Günümüzde oyunun ne kadar eğitici olduğu konusunda herkes hemfikirdir. Burada dikkat edilecek şey, oyunu hiç bir zaman çocuktan fazla önemsememektir. Oyuncak ne kadar güzel olursa olsun, ister hareket ettirilebilen ister ses çıkarabilen bir oyuncak olsun, ilgi odağı oyuncak değil daima çocuk olmalıdır. Eğer oyuncağa fazla önem verilirse, yetişkin çocuğun isteklerine ve ritmine gereken ilgiyi gösteremeyebilir. Bu da tehlikelidir. Belki çocuk bizim uygun gördüğümüzden farklı oyun kuralları isteyecektir. Hırslı bir yetişkin, çocuğun oyuncak bloklarla kule yapmasını isteyebilir, oysa çocuk için eğlenceli olan tek şey kuleyi yıkmak olabilir. Örneğin çocuk bir şeyi sadece atmak, fırlatmak için eline alıyor olabilir.

Yetişkin objeden çok çocukla ilgilenmelidir. Eğer eline bir nesne verirsek, bırakalım çocuk onunla ne yapacağına kendisi karar versin. Çocuğun kendisi ve istekleri ön planda olmalıdır. Eğer çocuklar oyunlarını bir rakip ya da rekabet etmesi gereken şeyler olarak görmeye zorlanırlarsa, çok sinirli olabilirler. Oyuncağı atabilir, parçalayıp ezebilir, kaçıp gidebilir ya da artık oynamak istemeyebilir ve hatta inatla yere bırakabilirler. Benzeri durum duygu alışverişlerinde de ortaya çıkabilir.

Çoğu zaman anneler; duygularını, sevgilerini ve yeri doldurulamayacak biri olduğunu göstermeye çok isteklidirler; oysa geri çekilmeli ve gönderdikleri sinyallere karşılıkçocuğun nasıl tepki vereceğine ve hangi istekleri işaret ettiğine bakmalıdırlar. Çocuk istekleri doğrultusunda cevap bekler. Oyun ancak karşılıklı etki tepki olursa pedagojik açıdan başarılı olur.

Ayrıca çocuğun oyuna devam etmek isteyip istemediğine de dikkat edilmelidir. Bebek oyunu bitirmek istediğinde kolunu ileri doğru uzatır ve elini açar. Sanki bize " yeter buraya kadar ve daha fazla değil" demektedir. Kafayı sallamak ya da yüzünü asmak hiç şüphesiz "artık iletişim istemiyorum" demektir.

Eğer süt çocuğu iletişim kurmak isterse, konuşmaya çalışır, kollarını uzatır, elini tutacakmış gibi açar, kafasını doğrultur, kaşlarını kaldırır. Böyle işaretler geldiğinde  , yetişkinler yanlış anlaşılmadan hemen çocuğun isteği doğrultusunda tepki vermelidir. Bu erken dönemde hiç kimse bebekleri kuvvetli bir şekilde yönlendirmeye çalışmamalıdır. Eğer yine de böyle bir şey yapılırsa, bu çocuğun kişiliği ve benliği üzerinde hakimiyet kurmak demektir ve çocuğun gelişimini bozar, hatta durdurabilir. Çocuğun taleplerine karşılık tepkiye gereksinimi vardır. Çocuk sadece, bir şeylere sebep olarak, tepkiye yol açarak bir şeyler öğrenebilir. Çocuğun yaptığı şeye hemen tepki verirsek, çocuk kendini güvende hisseder: bir şeylere yol açıyorum,dünya bana tepki veriyor !

Pek çok ebeveyn çocukları için yaptıkları şeylerle ve onlara verdikleri ile övünürler. Ancak önemli olan çocukların gerçekte ne istediğini ve neyi dile getirmeye çalıştığını anlamaktır. Kendi yaptıklarına odaklanan ebeveyn kolayca bunları göz ardı edebilir. 

Oğullarımla oynarken çoğu zaman oyuncak bloklarla kuleler yaptık ve farklı figürlere belli roller verdik. Bu arada çocuklardan biri oyun kurallarını değiştirip, figürlere yeni görevler verip durdu. Onun için önemli olan sadece beraber oynamak değil, oyuna hakim olmak, oyunu yönetmekti. Bu onun oyunuydu ve oyunu başardığı için kendi yeteneklerinin bilincine varıyordu.

Eğer çocuklarımızın verdiği bu işaretleri görmezden gelirsek, çocuklarımızı görmezden gelmiş oluruz ve kendi deneyimlerini edinmesini engellemiş oluruz. Oysa bu tecrübeyi edinmelerine izin vermeli ve duygusal tepkileri farketmesine engel olmamalıyız. O büyük " yaşasın" lar ve büyük yenilgiler olmadan, heyecan duyulanaz ve oyun sıkıcı olur. Eğer ebeveynler duygusal tepki göstermezlerse, çocuk pek çok önemli tecrübeden mahrum kalır. 

Olumlu ya da olumsuz olsun, duygularımızı güçlü bir şekilde dile getirmekten çekinmememiz gerektiğini düşünüyorum. Ama burada kastettiğim, dengesiz öfke ve şiddet değil elbette. Eğer çocuk ebeveynlerini işlerini yaparken veya dinlenirken rahatsız ediyorsa ve açıklandığı halde eylemine devam ediyor, hem kendini hem başkalarını tehlikeye sokuyorsa, ebeveynler duygusal tepki vermelidirler yani kızmalılar. Çocuk bu duygusal tepkilerin, ebeveynlerin o anki durumlarına bağlı olduğunu öğrenmelidir.

Kaynak: Çocuk Beden Dili- Samy Molcho






#helonunilkkelimeleri

Ekim 03, 2013 5 Comments
16. aya kadar normal bir gidişat sergileyen konuşma becerisi bu aydan sonra ivmelenerek arttı. Artık twitterda #helonunilkkelimeleri etiketi ile kayıt almaya yetişemiyorum. Şuan gün içinde yaptığı her şeyi söyleyebilecek kadar çok konuşuyor. Söylediği her kelimeyi buraya yazmam zor çünkü sayısı epey fazla ve ne yazık ki bir zamandan sonra normal gelmeye başlıyor.

Şu anda parkeler üzerinde kayıp şam fıstığı yerken napıyorsu diye sorunca KAYDI deyip kalktı ve DAA DAA istedi fıstıktan. Dün aldığımız AĞAKKA ları çok sevdi ev içinde bile onlarla dolaşıyor. Ama AYAĞ dan çorapları ÇIKKAmadan olmaz. BEYBİ sini uyutmak için ÖĞTÜ istiyor, oyuncak ADAM ları AĞABA lara bindirirken merdivenleri TIK TIK diyerek çıkartıyor. Sabah tv de hollanda çocuk kanalında EALMA ağacı vardı ve onlara APIL dendiğini duyunca öyle demeye başladı. Kitabındaki SİTAR ları ve İTSY leri hemen buluyor. En sevdiği programlar AYI , SAŞA ve AĞMAYA. Taşıtlardan favorileri ise KOKTEER  , KOKOR ve KAĞKAY. Hep beraber merdivenlerde OKKURuyoruz ve BABİYE nin verdiği PANDA KİKAPını okuyoruz. Sonra sıkılıp KAKıyoruz ve biraz da ANNİnin ALİsini KAPTIIII yapıp kaçıyor. Çoraplarından KUKA yapıp oynatıyoruz ve NENNİ yaparken mutlaka kocaman SİMSAAHa sarılmak istiyor.

SADİsine oturup BOYİ yapmayı çok seviyor ama KALİMlerin KAPAnı açamıyor. Hemen ANNİ GEAL GEAL deyip çağırıyor ve AÇ AÇA  diyor açmam için. Boya bulaştırdığı yerleri Sİ Sİ deyip uyarıyor ve BALU yapıp siliyoruz. Bütün gün evde bir AŞAAA bir APa gezip duruyoruz ve çatı kantındaki ÇANTAyı alıp   OKU(l)a gitme oyunu oynuyoruz. İçeceklerden ŞU, ŞÜT ve AYYANı çok seviyor, AYSKRİM ise hastası. PAĞKA gittiğimiz zaman KAYDI ve TATTİ yapmayı PİT PİT ları koparmayı SOPAlarla oynamayı ÖÜĞDEK lere mama vermeyi seviyoruz. Sevdiği şarkılar EYSİ, İTSİ, BAA BAA, TİNKIL SİTAR. Şimdi NAA NAA seyretmeye gidiyoruz hepinize TAAAG diyor :)

Bakalım ne kadarını anlayacaksınız :)

Telefondan video çekerken ses kayıt sorunu

Ekim 03, 2013 20 Comments
İki ay kadar önce iphone telefonumdan video kayıtlarını yaparken sesleri kaydetmemeye başlamıştı. Telefon da çok eski değil, acaba ne oldu diye kafa yormuştuk eşimle. Aramalarda konuştuğumuzda ses gidiyor sadece videolarda sorun oluyordu. 

İnternette bir sürü yere baktık, bizim duruma uyan pek birşey bulamadık. Sonra bir yabancı forumda şeffaf koruyucunun sebep olabileceği yazıyordu. Telefonu aldığımız zaman arka koruyucuyu çıkarmadan kılıfa takmıştık. Meğer o şeffaf film kaymış, kamerayı kapamış. Görüntü etkilenmiyor şeffaf olduğu için ama hemen yanında bulunan minik mikrofon kapanınca ses geçirmez olmuş. Orada ayrı mikrofon olduğunu bile bilmiyordum. Düzelince ne kadar rahatladığımı tahmin edersiniz.

Ben birkaç hafta bu sıkıntıyla dolaştığım için benzer sorun yaşayanlara fikir verir umarım.

2 Ekim 2013 Çarşamba

Eylül Ayının Temaları

Ekim 02, 2013 2 Comments
Aslında bazıları eylül ayından önce oldu ama her seferinde son temalar diye başlık atmak epey kafa karıştırıcı oluyor. Şu anda duyurduğum için Eylül ayının temaları olsunlar :)

Bir ay önce ikinci oğlunu kucağına alan Elif hanım sade ve fonksiyonel bir tema istiyordu. İstediği özellikte slaytlı bir tema (slaydı düzenlemeye henüz vakti olamadı) hazırlayıp, doğumdan öncesine yetiştirmiştik. Buradan bakabilirsiniz.


Bir diğer tema yine bir pasta kurabiye teması. İnci hanım kararsız kalınca iki farklı tema üzerinde çalıştık ve sonunda içine sinen bir tasarım yakaladık. İşte Cookiezela


Üçüncü tasarım, daha önceki görünümünü de benim yaptığım ama yeni logosu ile yeni bir yüze ihtiyaç duyan Defne ve Derin. Çok güzel bir tema oldu.

Bazı temalar bir anda ortaya çıkıyor ve hem sahibinin hem de benim çok içine siniyor. Selim'li Zamanlar da bu temalardan. Headera her baktığımda hayallere dalıyorum.


Tasarımlarım hala devam ediyor. Yakında birkaç bitmiş tema ile yeniden karşınızda olacağız :)