26 Mayıs 2014 Pazartesi

Öylesine

Mayıs 26, 2014 18 Comments
Bu yazının bir amacı yok, içimden taştı. Kızımı çok seviyorum, sabah uyandığımda o iri parlak gözlerini, bıcır bıcır konuşan minik ağzını özlüyorum. Belki kulu kölesi gibi davranıyorum. Eminim dışardan görünen öyledir, çocuğunun parmağında oynattığı bir anne. Hiç bilmiyorum, bildiğim tek şey çoğunlukla iç sesime göre davrandığım.

35 yaşında bir bilim insanı olarak, hala ve en çok iç sesimi dinlediğim için pişman değilim. Onunla bağlarımı koparmadığım için mutluyum. Çocuk yetiştirirken kızımın deyimiyle "öyle de böyle" (öyle değil böylenin kısaltılmışı) olması gereken çok şey var. Öyle yapma, böyle davran! Çoğu zaman evet, o an iç sesim ne derse onu yapıyorum. 

Her anne ve bebeğin kendi hikayesi vardır ya, bizimki de bazı açılardan sadece bize özel. Doğum sırasında yapayalnız, dilini bilmediğim bir ülkede hastanede kaldığım beş gün boyunca zayıf olma lüksüm yoktu, keza lohusalığımda da öyle, hiç sendrom yaşamadım, yaşama lüksüm de yoktu. Bebeğime, kendime kocama evime bakmak zorundaydım. Sonra takip eden tüm süreçlerde, emzirme zorlukları, dişler, hastalıklar, uykusuzluklar gibi tüm zorluklarda ne yardım alacağım ne dert yanacağım kimse yoktu. 5 dakika markete gidebilmek için bile bırakabileceğim kimse yoktu. Kızımdan (şu an 2 yaş 2 aylık) hiç ayrılmadım, bırakma imkanımın olduğu nadir zamanlarda ise ayrılamadım. 

Bu süreci yad ettiğimde keşkelerim oluyor ama asla ne pişman ve üzgünüm. Acıtmıyor, ki acı bile değil, ne acılar var hayatta. Sadece neden bilmem anlatmak istiyorum, dün bir komşumuz, bir şey olursa mesela kızı bırakırsınız bize dediğinde, içimde duyduğum o büyük tedirginliği. Asla bırakmam diye geçti içimden ama gerçekçi olursak, allah göstermesin , bırakmam gerekebilir ve doğrusu güvenecek birinin olmasına şükretmeliyim.

O, istekle gitmediği sürece kızımı bir yere bırakabileceğimi hiç sanmıyorum. Hayallerimde içinde kızımın yer almadığı tek bir kare yok. Eskiden yaptığım, şimdi yapamadıklarıma dair bir özlem de duymuyorum. Biraz başımı dinlemek istediğim zamanlarda bile bir süre onu kendi haline bırakıp içime kaçıyorum, yetiyor. Hayallerimde onunla yapmak istediğim şeyler var. Mesela yıllar önce maldivlerde Nemo balıklarıyla birlikte yüzdüğümü hatırladığımda, bunu Helo ile yapmak istiyorum. Nasıl da heyecanlanırdı. Böyle şeyler, ona öğretmek, onu sevindirmek, güldürmek, mutlu bir çocukluk vermek istiyorum.

İşin garibi, çoğu zaman 5 saat uykuyla durup, gün boyunca oturduğum beş dakikaların toplamı bir saat bile etmediği, akşam yattığımda bacaklarımın ağrıdan sızladığı bu günlerde, ömrümde hiç olmadığım kadar enerjik hissediyorum. Allaha çok şükür ki gerçekten mutluyum ve huzurluyum. Her istediğim olduğundan değil az ile yetindiğimden ve en önemlisi minik bir aile olarak, sağlıklı ve birarada olduğumuz için. Hiç olmadığım kadar yaşam doluyum, kızım ve doğa bana hayat veriyor, ve hiç olmadığım kadar pozitif ve aşk doluyum, kızımı, kocamı ve kötü olmayan herşeyi seviyorum.

Canparem, şimdi uyanıp yanıma geldin ve sabah triplerine başladın bile :) Ama ben seni şimdi hemeeeen ham yapacağım.






23 Mayıs 2014 Cuma

26.Ay Mektubu: Anne Ben Çok Üzüldüm

Mayıs 23, 2014 15 Comments
Güzel yavrum, her ay en yoğun olan şeyleri yazıyorum ya mektubunda, bu ay yüzlerce kez söylediğin "anne ben üzüldüm" cümlesi ağırlıktaydı. Çoğu zaman neden üzüldün diye sorduğumda cevap vermedin, seni kucağıma aldım bir süre sarılıp okşadım. Acaba evrendeki olumsuzlukları hissediyorsun da hiç birşey yokken birden bire üzülmen bu yüzden mi diye düşünmüyor değilim. Ama hayır sana bu misyonu yüklemeyeceğim. En saf açıklama, seninle ilgilenmemi istediğin için üzüldüğünü söylemen olacak. Çoğu zaman durum buna uymasa da öyle kabul edelim.

Uzun zamandan beri kitabındaki yüz ifadelerini biliyorsun, üzgün, mutlu, düşünceli gibi. Ama bu aya kadar sanırım onları sadece kitaptaki nesneler olarak biliyordun. Bu ay kendinle özdeşleştirdin. Üzüldüğünü söylediğin gibi, mutlu olduğun zamanlarda "anne ben çok mutlu oldum" diyorsun. Bana ve babana "seni çok seviyorum" ları daha sık söylüyorsun. Şaşırma eylemini ağzını kocaman açıp ellerini ağzına tutarak gayet abartılı şekilde gösteriyorsun. Yani bu ay bizim için yoğun duygular ayıydı.

Hayatta üzüntüler de sevinçler de hep olacak bi tanem. Umarım en büyük üzüntülerin şimdiki gibi kısa bir süre üzülüp sonra devam edeceğin kadar küçük olur. 

Seni çok seviyorum meleğim.

Annen 
Amsterdam

22 Mayıs 2014 Perşembe

Bilenler Bilmeyenlere Nasıl Anlatacak?

Mayıs 22, 2014 14 Comments
Soma'da can verenlerin daha toprağı kurumadı. Uzaktayım biliyorsunuz ama ben de ruhumda acısını dindiremedim daha. Gündemi takip eden, okuyan, araştıran kişilerin hem fikir olduğu bir şey var: bu olay kader değil cinayet. Alınabilecek önlemler varken yapılmıyorsa, bunları denetleyen merciler de ihmalleri görmezden geliyorsa cinayetin sorumluları bu kişilerdir. Ve bu işin ucu bakanlığa ve başbakanlığa kadar uzanır. Üstelik olayın sonrasında bile hala gerekli önlemler alınmıyor, sorumlular yakalanmıyor, ailelerin ve toplumun acısı ciddiye alınmıyor, bunlar da yetmiyormuş gibi insanlık dışı muameleler uygulanıyor.

Geçenlerde intagramda bu türdeki görüşlerimi yazdığımda tayyip hayranı biri beni takibi bırakacağını söyledi. Hayhay dedim hiç dert değil. Bu aynı zamanda şu demek oluyor ki, gözü bu adamın kusurlarını görmeyen kişiler, hala ısrarla görmek istemiyor. Onlar bizi takip etmiyor biz de onları ve böylece birbirimizin düşünceleri diğer tarafa ulaşamıyor. Doğrusu bunu düşündükçe içim kararıyor çünkü nasıl olacak da bu insanlar gerçek yüzünü görmeyi başaracak hiç bilmiyorum. Ben şahsen onların fikirlerini orda burda okuyorum ancak henüz mantık süzgecimden geçip de haklı bulduğum bir fikre rastlamadım.

Milletin oyu, çoğunluğun sesi diyorlar da aslında o da öyle değil. Oy vermeyenler ve diğer partilerin oylarını topladığımızda daha fazla. Bir de oy verdiği halde bunu gönülden yapmayan, o oyu vermeye zorlanan veya son seçimlerde gördük yapılan dalavereler sonucunda çıkan oyları göz önüne alırsak, aslında çoğunluğun o parti olmadığı apaçık ortada. Fakat bunu da görmek istemiyorlar nedense. Bu fanatizm, dindarlığın da ötesinde artık, zaten rehber edindiklerinin müslümanlığa uyan bir davranışı yok.

Seçim zamanı uzaktan tanıdığım biri, sonuçlara olan memnuniyetini vur patlasın çal oynasın gibi bir sözle dile getirmişti facebookta. Ben de davulun sesi uzaktan hoş gelir diye cevap vermiştim çünkü bu kişi belki 20 yıldır almanyada yaşıyor. Yine biraz önce intagram için bahsettiğim kişi de almanyada yaşıyormuş ama ne kadar eski bilemeyeceğim.

Bir yıldır Hollanda'da yaşayan biri olarak buradaki (muhtemelen almanyada da benzer) türkleri gözleme şansım oluyor. Burada yaşayan türkleri iki kısma ayırıyorum, buraya çok önceden gelmiş olanlar ve burda doğup büyümüş olanlar ile türkiye'de doğup büyümüş, ama bir kaç yıldır burada olanlar. 

İlk kısımdakiler, avrupanın rahat yaşamına alışmış, memleketleri çoğunlukla türkiyenin kırsal kesiminde olan, dolayısıyla aradaki farkı büyük bulan, artık bir nevi avrupalı olduğu için ülkemizin sorunlarının onları etkileme olasılığı az olan kişiler oluyor. Çoluğunun çocuğunun geleceği, yaşam standartı, geliri, emekliliği az çok bellidir bu kişilerin.

Benim gibi kısa süredir yurt dışında olanlar ise hala bağlarını koparmamıştır, her olaydan ordaymışçasına etkilenir ve ülkenin geleceği için endişelenir. Türkiye'de yaşadığı ve okuduğu için de ülkenin geçmişini, Atatürk'ü ve önemini daha iyi bilir. Muhtemelen yurt dışında doğup büyüyenler özel bir çaba göstermezlerse Atatürk'ü kulaktan dolma bilgilerle tanıyorlar.

Tabi bu hususta yüzde yüz böyle şeklinde genellemeler yapmak doğru değil, benim farkettiğim kabaca böyle diyebiliriz.

Hal böyle olunca, birinci kısımda söylediğim kişiler için gerçekten davulun sesi uzaktan hoş geliyor. Tvde görse bile (ki medya zaten satılmış durumda), o ülkede yaşamakla aynı şey olmuyor. Ben de mesela artık çocuğuma yansıttığım olumsuz ruh halinden kurtulmak için, iki gündür daha az internete baktım ve hayatın koşuşturmasına kapılıp daha az anımsadım. Yani duymayan bilmeyen kalp sızlamıyor.

Şimdi düşünüyorum da, Türkiye'de olup da Soma'da ölenlerden, sonrasında olanlardan haberi olmayan var mıdır? Bence vardır. Bu tv, gazete, internet olmaması ile ilgili bir sorun değil. Olsa da okumayan, bakmayan, görmeyen, ne denirse doğru kabul eden, tayyibi doğru adam kabul etmiş sonra da gözlerini yummuş insanlar var. İşte bu insanlar gerçeği nasıl farkedecek hiç bilmiyorum :(

Benim derdim o gitsin, bu gelsin değil. Vicdanı olan, cebini değil milletinin refahını düşünen, ülkemi ortaçağa değil ileriye taşıyan, halka insanca yaşayabileceği bir refahı ulaştıran, ülkemin zenginliklerini hırpalamayıp zenginleştiren, insanların dindar-dindar değil, fakir-zengin, türk-kürt ayırımı olmadan kardeşçe yaşayabileceği bir ülke. Yaparsa tayyip yapsın ama 12 senedir yapmadı, günden güne be kadar sivrildiğini göz önüne alırsak bundan sonra da yapacağını hiç sanmıyorum.







14 Mayıs 2014 Çarşamba

Bu ülkede bir can birkaç torba kömüre bedel

Mayıs 14, 2014 3 Comments

Kızım bu günlerde sabrımı öyle zorluyor ki, içimden gelen sesimi yükseltme isteğini bastırmak için kendimle feci savaşıyorum. Özellikle dışarıdayken asla sert davranamam çünkü çocuklar olağanüstü haklara sahipler burada. Aile çocuğuna bağıramaz, hırpalayamaz ve böyle yaparsa elinden alınır. Bazı ülkelerde bu durum öyle uç noktadaymış ki, çocuk anne-babası istediğini yapmadığında polisi arayıp şikayet edebilirmiş.

Bunun anlamı, bireye daha ufaklığından itibaren saygı duyulmasıdır. Ne yazık ki bizim ülkemizde kelli felli olsan da saygı göremezsin. Başbakan, ananı da al git diyebilir, cebindeki paranın miktarı saygı duyulman için tek kriterdir. Dolayısıyla insana saygının hiç olduğu, insan hayatının değerinin sıfır olduğu bir ülkede bu tip kazaların son bulması imkansızdır. Çünkü alınacak önlemler için harcanacak para, her zaman insan hayatından daha kıymetlidir.

İşin ironik yanı, oy toplamak için dağıtılan kömürleri çıkaran işçiler bunlar, ve sonuç ; birkaç torba kömüre feda edilmiş hayatlar...

Yakınlarının başı sağolsun...

13 Mayıs 2014 Salı

Tatlı İnatçı Keçim

Mayıs 13, 2014 10 Comments
Biraz Helo'yu şikayet edip rahatlamaya geldim sevgili okurlar :) Bu yaramaz bıcırık beni zaman zaman çileden çıkarıyor. Öyle inatçı öyle ısrarcı ki, bu iki yaş sendromunun da ötesinde birşey biliyorum. Çünkü kızımı tanıyorum.

Asla poz vermediği için zar zor yakaladığım birkaçını ekledim. Hadi poz vermiyor ama kaçmasa da olmaz. İllaki başını çevirecek veya yere bakacak.

Artık çok konuşuyor, masallar anlatıyor, kurgular yapıyor. Bu akşam hep beraber markete gidiyorken yolda yine sürpriz yumurta istedi. Para yok baban çalışacak kazanacak sonra alacağız dedik, hdmen cevap verdi. Men de işe gidicem, para kazanıcam. Men de men de.

Ve cümlelerine soyut kavramları, zarf ve edatları katmakta sorun yaşamıyor. Oyun oynarken "aklıma bi pikir geldi" diyor bazen, ya da "anne koş sen hızlı hızlı yemek ye gel oyun oynalım oyun" diye beni yönlendiriyor. Bu gün dışardan içeri girince hoşbulduk diye diye girdi, sanki hoşgeldin diyen olmuş bomboş ev :/

Geçen gün sordum neden artık beşiğinde yatmıyorsun, küçük mü kaldı dedim.

-"anne hayıy kuçuk kaldadıdı, men kocaaa (kocaman) oldum" diye cevap verdi ;)
  
Son 5 gündür falan feci yağışlı burası. Her gün sokaktaki su birikintisinde oynadı. Çizmelerini çıkarınca içinden bir bardak kadar su döktüm o derece ıslatıyor kendini. Aşağıdaki fotoğrafta görünen köpekbalığı ise son bir aydır favori oyuncağı. Yatarken bile yanından ayırmıyor ve sivri yüzgeçleri batacak diye ödüm patlıyor.

Sahi ne yazacaktım nereye geldim. Uyku konusunda çok zorluyor bu aralar. Zaten imkan bulduğu an gündüz uykusunu yapmıyor uzun zamandır, ancak çok yorulursa. Uyuduğu zaman da 3-4 den önce değil. E o zamandan sonra kalkması , gece uykusuna yatması işkence.

Eskiden en geç 9 da uyurdu. Bu gece 11 de uyudu mesela. 1,5 saat uyutmaya çalıştım, en sonunda sinir olup yanından ayrıldım ve odasında yalnız bıraktım. Yarım saat sürdü yine uyuması.

Bunda havanın geç kararmasının da etkisi var. Saat 22 yi geçmiş hava hala aydınlık. Güneş batıyor ama hava hemen kararmıyor. Çocuğum aydedeyi yıldızları hiç göremiyor. Perdelerini kapatıp gece lambası yakıyoruz artık ne kadar olursa. Fakat işte ne yazık ki biyolojik saati kandıramıyoruz. Yazın ne yapıcaz hiç bilmiyorum :(

Tüm gün hiç uyumayıp, gün içinde her şeye sürekli direnince, fiziksel olarak değil ama ruhsal olarak gerçekten çok yoruluyorum. Bu aralar instagramda bolca çiçek böcek resmi paylaşmam ondan. Gün içinde birazcık rahatlamak için çiçeklerime sığınıyorum.

11 Mayıs 2014 Pazar

İnsanlarla İletişim Kurarken...

Mayıs 11, 2014 15 Comments
İnsan karmaşık bir canlı, ayrıca her birey bambaşka karakterde ve bambaşka ortamlarda yetişmiş olmasına rağmen ilginçtir ki bir çok davranışımız ortak. Özellikle toplum içinde iken, o toplumun yıllardır süregelmiş kuralları içinde yaşamaktan olsa gerek, belli bir davranış kalıbına uygun davranıyoruz. Bu da bazı durumlarda insanların verecekleri tepkilerin öngörülebilir olması anlamına geliyor. 

Ben üniversiteden mezun olup da araştırma görevlisi olana kadar, çoğunlukla çekingen ve insanlarla konuşmaktan mümkün olduğunca kaçınan biriydim. Başa gelen çekilir elbet, yüzlerce öğrencinin katıldığı derslere girince, sürekli hocalarla konuşmak gerekince çekingenliğim gitti. Bu konuda kendimi eğitmek için çaba da sarfettim. O zamandan itibaren insanlarla konuşurken, açıkça belirtilmeyen bazı kuralların işlediğini farkediyorum. Geçenlerde okuduğum bir yazı üzerine bunları yazmak aklıma geldi. 

- Yeni tanıştığınız bir insanın size nasıl davranacağı tamamen sizin ona yaklaşımınıza bağlıdır. Siz diye hitap ederseniz, fazla laubali olamaz. Küçümserseniz sizi ciddiye almaz, laubali davranır; gereğinden fazla çekingen davranırsanız, size hiç değer vermez. Ben öğrencilerime hep siz diye hitap ettim. Öğrencilere böyle hitap ettiğimde, kendilerini önemli hissederler ve özellikle soru sormaya cesaret edemeyecek kadar çekingen olanlar dikleşip sorularını rahatça sorarlardı.

- Patron, müdür, hoca gibi sizden daha yaşlı ve kafası meşgul olan kişilerle konuşurken, konunun özü ne ise, lafı gevelemeden asıl konuyu söylemeli. Cümleler asla uzun kurulmamalı. En fazla 3-4 kelimelik olsun. Cümleler arasında bir nefes alımı duraklayın ve soru sorarsa direk asıl cevabı lafı uzatmadan söyleyin. Net olmamak, kibarlık adına bir sürü gereksiz söz söylemek sizin talebinizin çoğunlukla reddedilmesi anlamına gelir.  Genelde asıl mevzunun önemini anlayamazlar çünkü. Bir de lafın uzatılması, dolaylı yoldan anlatılması, kendinizin de danışacağınız fikre inancınızın olmadığı anlamına gelir. Direkt merhaba gibi bir girişin ardından konuya gelin. Bunu çok sayıda farklı insanda denedim böyle. Sanırım yaş ilerledikçe odaklanma sorunu yaşıyorlar.

- Yolda karşılaştığınız muhtemelen bir daha görmeyeceğiniz kişilerle konuşurken kibar olun. Bu kibarlık alaycı bir kibarlık olmasın. Gerçekten insan olduğu için saygı duymak şeklinde bir kibarlık olsun. Sıranızı kapan birini uyarırken, size otobüste yer veren birine teşekkür ettiğiniz ses tonu ve kibarlığı kullanın. Diyelim birisi sıranızı kaptı, haksız ama eğer ona çıkışırsanız iş inada biner sıranızı alamazsınız, alsanız da havada küfürler uçabilir. Kibar bir şekilde uyardığınızda ( bu kibarlık ima ve alay içermemeli, ses tonunuz herkesin duyanileceği yükseklikte olmalı ama öfke içeren tonlamalarda olmamalı), sizin tavrınızın kibarlığına kibarca karşılık vermek zorunda hisseder. Aksi davranırsa öküz durumuna düşecektir çünkü. Ve etrafta başka insanlar da varsa bunu göze alamaz.

- Çarşıda pazarda satıcılarla konuşurken onların dilinden konuşun. Yüksek sesle ve kardeş bu kaç paraaa gibisinden. Orada aşırı kibar olursanız size pek sıra gelmez :)

- Çocuklarla konuşurken onları yetişkinmiş gibi ciddiye alın. Ama konuşmalarınıza gerçek (yapmacık değil) nidalar, el çırpmalar, oleyler ekleyin.

- Bu konuşma değil ama işaret dili diyelim. Birine cesaret vermek istediğinizde arkasından omzuna iki kere hafifçe vurun, hadi yürü bakalım , yolun açık olsun der gibi. Okulda çok sevdiğim bir hocam onun odasından her çıkışımda böyle yapardı. O zaman öyle büyük bir özgüven duyardım ki...

Benim şimdilik aklıma gelenler bu kadar, varsa sizin deneyimlerinizi öğrenmekten çok memnun olurum. 

Sevgiler

8 Mayıs 2014 Perşembe

Alçak Bulutların Ülkesi

Mayıs 08, 2014 11 Comments

Hollanda'nın bir kapalı bir açık havasına alıştım sayılır. Ancak bulutlarına alışamadım.


Bulutları öyle alçakta ki, sanki dokunsam tutuverecekmişim, sonsuz pamukların içine gömülecekmişim gibime geliyor.


Çoğunlukla bakmaya doyamıyorum, en kararmış zamanlarında bile beni cezbediyorlar.


İstanbul'da bu kadar alçak değildi diyorum, ya da şehrin kalabalığından engin gökleri farkedemiyordum. Ancak vapurdayken ve havada bulut varsa o zaman.


Sonradan farkettim ki, bu kadar alçak görünmesine sebep ülkenin düz olması, dümdüz uzanıyor ufuk çizgisine. Ne bir dağ ne bir tepe.


Tepeleri tırmanmak zor ama zorluğun sonundaki manzara şahane oluyor, bunu özlüyorum sanırım. Annemin nispeten tepede olan evindeyken, camdan baktığımda gördüğüm geniş manzarayı kendi evimde bulamıyorum mesela.

Yine de düz bir ülkede, en son liseye giderken sürdüğüm bisiklete kavuşmak, dümdüz yollarda, geniş görüş alanıyla etrafı seyrederek bisiklet sürmek çok güzelmiş...

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Hıdırellez Çiçeğim

Mayıs 05, 2014 6 Comments
Her Hıdırellez zamanı dileklerimi yazarım bir kağıda. Bu sefer biraz özenmek istedim. Pembe bir kağıda yazıp gül şeklinde bağladım. Henüz goncasını yeni vermiş gül ağacıma bağladım. 

Bu gece cüzdanlarınızı, kilerlerinizi açık bırakın. Hızır baba geçerken size de bereket saçsın.  Dileklerinizi gül ağacına bağlayın, goncaları açarken sizinkini de açsın...

4 Mayıs 2014 Pazar

Amsterdam'da Çocukla Gidilebilecek Yerler #1 Safari Park

Mayıs 04, 2014 7 Comments
Neredeyse bir yıldır Amsterdam'dayız ve artık böyle bir yazı dizisi hazırlayacak kadar çok yere gitmiş bulunuyoruz. Genel olarak Hollanda her açıdan çocuk dostu bir ülke çünkü toplumda çocuklara çok önem ve öncelik veriliyor. Zengin doğal alanları, neredeyse her semtte çocuklar için açılmış çiftlikler, bol bol parklar mevcut. Turistik gezinizde rotanız ne olursa olsun, çocukların oynayabileceği bir yere mutlaka denk gelirsiniz.

Bu yazılarda özellikle planlı gezilerden bahsedeceğim. Gezilecek yerler listesine gönül rahatlığı ile ekleyebilirsiniz.

İlk yazıda bahsedeceğim Safari Park Amsterdam il sınırları içinde değil. Tilburg yakınındaki Beekse Bergen Safari Park, Amsterdam'dan sadece 1 saat 20 dakka mesafede yer alıyor. İstanbul'da şehir içinde bu kadar zamanı trafikte geçirince, şehir dışına ve hatta neredeyse ülkenin öbür ucuna bu sürede gitmek çok komik geliyor :)

Safari Park'da safari hayvanlarını, ister aracınızla dolaşarak, ister yürüyerek gezebiliyorsunuz. Ayrıca bir tekne ve safari otobüsüyle de gezmek mümkün. Parka giriş ücreti verip girince bunlar ücretsiz kullanıyorsunuz.

Biz arabayla dolaştık ve bir miktar da yürüdük. Hem arabayla dolaşırken hem de yürürken hayvanların zarar vermesi mümkün değil. Evet hayvanlar serbest dolaşıyor ama doğal engellerle vahşi hayvanların insanlara yaklaşması önlenmiş. 

Parkta ayrıca bir çocuk oyun alanı, restoran ve hediyelik eşya-atıştırmalık yiyecekler dükkanları bulunuyor. 

Biz genel olarak çok sevdik, fikir güzel, hayvanların serbest olması güzel, doğası güzel. Hele arabanın içindeyken zürafaların yanımıza gelmesi çok heyecan verici.

Biz yanımıza almamıştık ama giderken dürbün almak iyi olabilir. Çok uzakta olup görmekte zorlandığımız hayvanlar oldu. Buraya eklediğim fotoğraflarda da tüm hayvanlar yok çünkü çoğunu Canon makinamızla çekmiştim ancak hala fotoğrafları kaydedemedim. Telefonumda yer alan resimler az çok bilgi verecektir. Daha fazla bilgiyi web sitelerinden edinebilirsiniz: http://www.safaripark.nl/

Şimdi fotolar

















1 Mayıs 2014 Perşembe

Boğazımda Koca Düğüm

Mayıs 01, 2014 8 Comments
Birkaç gündür alakasız yazılar yazıyorum ama sanmayın ki umursamıyorum. Kendimi başka şeylere konsantre etmeye çalışıyordum sadece. Oysa o kadar etkilendim ki iki gündür kendimi tanıyamaz oldum. Kızım yanımda onu bağrıma basmam gerekirken, ona bağırdım çağırdım, bolca üzdüm ve eşimi sürekli tersledim. İçimde dinmek bilmeyen büyük bir öfke var ve hiç bir şey bunu tolere edemiyor. 

Birkaç ay önce bir yazı yazmıştım, çocuk istismarını önlemek ile ilgili. #pedofiliyesavasactık başlıklı http://ge-ce.blogspot.nl/2013/11/pedofiliyesavasactk.html . Bu yazıyı yazdığım sırada Ayşe Arman'ın kızına cibsel istismarda bulunan babayla ilgili yazılarını ve Elif Şafak'ın Mahrem kitabını okumuştum. Bu kitapta bir kaç gerçeküstü hikaye geçiyor ve cüce ile çok şişman kadının aşkını anlatan hikayenin sonunda bir gerçek ortaya çıkıyor. Bu aşırı şişman kadın, çocukluğunda saklambaç oynarken saklandığı kömürlükte bir adamın tacizine uğruyor, oral sekse zorlanıyor ve ağzındaki bu iğrenç tattan kurtulmak için önrünün geri kalanında durmadan yemek yiyor. 

Geçenlerde bir yorumda da yazmıştım. Ben bu sapıkların geçmişlerinde kötü çocukluk geçirmiş olmaları veya benzer şeylere maruz kalmaları gibi bahaneleri yeterli bulmuyorum yaptıkları şeyin karşılığında. Hele sonunda kayıp bir can varsa, cezaların en büyüğünü almalılar. Çünkü Allah, her insana allah akıl, vicdan ve irade gücü veriyor, deli olmadıkları sürece -ki bunu bile bir can ile kıyaslayınca mazur görmekte zorlanıyorum ben- bu yetisini kullanma veya kullanmama konusunda bir seçim yapmıştır ve sonuçlarına katlanmalıdır. Hayat her insana zorluklar sunuyor, çok ağır sınavlardan geçip de iyi kalmayı başaran insanlar da var. Dolayısıyla insanın iyi mi kötü mü olacağının kontrolü bir noktadan sonra kendi elinde, özellikle bu insan yetişkin biriyse. 

Bu mübarek günde, bu tip vakaların son bulması, Gizem'in ailesi için sabır ve tüm çocukları koruması için yalvaracağım Allah'a. Sen emanetlerini esirge yarabbim. Onları kötü insanlardan uzak tut, korumamıza yardım et ve bu sapıklara cezalarını ver.

İyi kandiller.