25 Aralık 2019 Çarşamba

2019 Meydan Muhasebesi

Aralık 25, 2019 7 Comments
Bir yıl daha bitmek üzereyken, şöyle bir geriye bakıp bu yılın muhasebesini yapmak istiyorum aklımda kaldığı kadarıyla. 2019’u düşününce aklıma gelen tek gelime zor. Zor bir yıl oldu benim için ve umuyorum bu zorlukları layıkıyla (yani gerekli dersleri alarak ve kendime katması gerekenleri katarak) atlatmışımdır. Önümüzdeki yıldan biraz torpil umuyorum desem yalan olmaz doğrusu.

Aslında ocak ayında oğlumun ilk okula başlamasının ardından, 4 yıl sonra eriştiğim bir miktar daha artan özgürlüğün getireceklerinden ötürü oldukça heyecanlı başlamıştı 2019. İlk bir kaç ay kendime izin verdim, biraz rahatlama, canımın istediğini yapma dönemi olarak. Sonra iş hayatına geri dönmek üzere çalışmalara başlayacaktım. Fakat Nisan 1’ de 40 yaşını doldurunca, hemen beni kollarına alan ve çok zor bırakan 40 yaş depresyonu bana ilk darbeyi vurdu. Bir kaç hafta sonra başlayan ve üç ay boyunca süren kol ağrım ise remen beni damdan düşmüşe çevirdi. O bitti derken temmuz ayında babamın kaybı beni paramparça etti. Bütün bunlar öyle yorucu süreçlerdi ki, sonrasında neşemi yeniden kazanabilmek için ciddi çaba gösterdim fakat ne yazık ki hala zorlanıyorum bu konuda.

Yaz tatilinden döner dönmez iş arama konusuna yoğunlaştım. Bu konuda ayrı bir yazıyazacaktım ama hep taslaklarımda yarım kaldı yazılarım. İş hayatına verdiğim aranın süresi 7,5 yıl oldu bu günlerde. Başlarda bu arayı bilerek isteyerek (çünkü doktora sürecinde iş yerindeki bazı dış faktörlerden çok yıpranmıştım ve biraz dinlenmek istiyordum), sonra çocuklarımı kendim büyütme sevdası yüzünden verdim. Elbette çocukların ihtiyaçları hiç bitmiyor ama günden güne azalıyor. Bir gün gelecek ihtiyaçları hiç kalmadığında kendimi pişmanlıklar içinde bulmak istemiyorum. Diğer yandan şimdi bile sahip olduğum boş vakitlerde bir şey yapmıyor olmak beni çok rahatsız ediyor. Bu konuda çocukları büyümüş ama hala çalışmayan annnelere söz söylemiş olmak istemiyorum. Bu tamamen kişisel tatmin meselesi. Kimi insan mevcut şartlarından ruhsal olarak tatmin oluyordur o zaman sorun yok. Ben ise iflah olmaz bir arayışçıyım. 

Her neyse, iş diyordum. Yıllar öncesinden beri ve hala da içimde bir his var adım gibi bildiğim. Yeniden çalışacağım. Hatta bunu söylediğim kişiler beni megaloman veya hayalperest sanıyorlar biliyorum. Fakat söyleyişim bundan değil. Şimdi bile yeniden işe döneceğimi biliyorum ama zamanını bilmiyorum. Bir gün olacak. İşte eylül ayından beri giriştiğim bu süreçte de zamanın yaklaştığını hissediyorum, artık hakkımda hayırlısı. 

Fakat hiç kolay olmadı. Senenin son büyük zorluğu da buydu benim için. İşverenler beni işe alır mı almaz mı kısmına daha gelmeden, kendi kendime ördüğüm duvarları aşmak büyük mücadeleydi. Yıllardır ilmek ilmek ördüğüm bir konfor alanım var. Evim çocuklarım çevrem. Şimdi hiç bilmediğim sularda nasıl yüzeceğim. Resmen içimde bir şeyler beni iple geri çekiyor her attığım kulaçta. Bir apply tuşuna başmak için saatler harcıyorum, gidip gidip geliyorum. Korkudan tir tir titriyorum. Çok istediğim iş fırsatlarına başvurmaktan, çok istemediğim diğerlerinden daha çok korkuyorum. Farkettim ki gençlikte bu alanlar arası geçişler oldukça kayganmış, daha kolay geçiliyormuş. Şimdi resmen içimdeki iç ve dış mihraklar meydan muharebesinde. 

Eşimin yardımıyla bu muharebeyi kolayladım. Hala oluyor tabi ama benim adıma emrivaki yaparak yaptığı başvurular, aniden yaptığım mecbur kaldığım görüşmeler bunu aşmama vesile oldu. Şimdi ona da başvururum, şunu da yaparız, hallederiz kafasındayım. Bir iki saat içinde, cover letter yazmak, özgeçmiş hazırlamak gibi becerilere kavuştum. Biraz linkedin stratejileri edindim, ingilizce iş görüşmesi nasıl yapılır, ne denir nasıl etki bırakılır az buçuk öğrendim. Sanırım asıl etkin arama şimdi başlıyor. Son bir ay içinde cevabını henüz almadığım başvurularım oldu, umarım hayırlı haberler alırım yeni yılda.

Velhasıl 2019, çok ama çok zordun. Fakat ben çok yol aldım. Geçtiğimiz yıl bu zamanlardaki ben ile şimdiki ben arasında dağlar kadar fark var. E tabi yüzümde daha çok kırışıklıklar da var ama olsun varsın. Sağlık olsun, huzur olsun, aşk olsun.

13 Aralık 2019 Cuma

Kocaman Bir Taş

Aralık 13, 2019 7 Comments
Günlerdir yine deli gibi koşturuyorum ve yazamadığım halde aklımdan geçenleri, daha sonra yazmak için not defterime kayıt ediyorum. Fakat anladım ki sıcağı sıcağına yazmazsam, o konu daha sonra bana hiç kayda değer gelmiyor. Belki usta yazar olsaydım, her konudan anında şaheserler yaratabilirdim. Ama o da ben de yok napalım.

Sabah korkunç bir rüyanın etkisiyle uyandım. Yine babamı gördüm, bu sefer bir kalabalığın içinde ölü halde sedyede yatıyor, birazdan mezara götürülecek ama bakıyorum karnı inip şişiyor, nefes alıyormuş. Herkes öldü diyor inanmıyor ve onu çekip alacaklarken bağıra çağıra ağlıyorum, çığlıklar atıyorum. Nasıl görmüyorsunuz ölü değil nefes alıyor, bırakmam, hayır hayııııır.

Uyanıyorum. Çocukların okul telaşından bir saat kendimi ihmal ediyorum ama onları bırakıp eve döner dönmez boşalıyorum. Hollandaca hocama mesaj atıyorum ders yapamayacağım diye. Yatağıma girip doya doya ağlıyorum (hatta şu anda yazarken bile), onun sevdiği zeki müren şarkılarını dinleyip hayalini kurarak. 

Sonra tarihe bakıyorum 13 aralık, tam da ölüm aydönümüymüş. Buraya yazmadığım ama çok güzel olan başka bir rüyayı da ayın 13’ünde görmüştüm. Oysa her iki seferde de aydönümü olduğunu sonradan farkediyorum. 

Öldükten sonra babamın fotoğraflarına pek bakmadım. İhtiyaç duymadım diyebilirim çünkü her mimiğini her duruşunu yüzünün her bir detayını çok iyi hatırlıyorum. Gözlerimi kapattığımda tam karşımda. Çocukluğumun görüntüsüyle, gençliğimin ve son yıllardaki görüntüsüyle. Oturuşu, gülüşü, kafasını yana eğişi, müziğe parmaklarıyla eşlik edişi, gazeteyi tutuşu her şeyi.

Eşim geldi ona sarıldım ve anlattım. Neden böyle hissettiğimi bilmiyorum, kendime soruyorum özlem mi (hayır baksana hala yanımda özlemedim), suçluluk, pişmanlık mı (içimden hiç bir cevap gelmiyor çok rahat vicdanım), nedir nedir beni bu kadar ağlatan, boğazımı boğarcasına düğümleyen, kalbimi kocaman bir taşa dönüştüren? Cevabını gerçekten bilmiyorum.

Hayalini düşününce yüzüm gülümsüyor, çok sevdiğimi ve sevildiğimi hissediyorum. Belki ben anlam veremiyorum ama gece yanıma gelmiştir en küçük kızının başını okşamıştır. Belki geride bıraktığı havanın ağırlığıdır bana böyle hissettiren. Hem iki ablama da rüyalarında açık açık demiş, ben ölmedim diye. Belki bir üst boyutta, yine buralarda dolanıyordur.

Kendimi toplayıp bu gün son günü olan bir iş başvurusunu yapmam lazım. Kafam kazan gibi. Ama biliyorum ihmal edersem sonra pişman olacağım. Şimdi derin nefesler alıp, babamın dizlerinden kalkacağım ve yeniden yetişkin bir kadın olacağım. Okuldan gelince benim de dizlerime oturmak isteyenlerim olacak çünkü🙏🏼



7 Aralık 2019 Cumartesi

Dag Sinterklaasje

Aralık 07, 2019 6 Comments
Dün itibariyle Hollanda’nın en önemli en büyük dönemini geride bıraktık ve Sinterklaas’a hoşçakal dedik. Şimdi sırada Kerst (Christmas-Noel) var. Fakat bu ülkede Noel, diğer ülkelerdeki gibi coşkulu kutlanmaz. Sinterklaas hepsinden daha önemlidir. Öyle ki benim çocuklarım iki ay kala bir takvim hazırladı ve her gün işaretleyerek kaç gün kaldığını saydılar.

Sinterklaas, aslında çok eskiden Türkiye Antalya’da yaşamış Aziz Nikolas’ı temsil eder ve Noel Baba (Santa Claus)’dan çok daha önce var olduğu hatta ona ilham olduğu söylenir. Fakat her nasıl olduysa, hikaye Türkiye’den İspanya’ya kaymış ve her yıl Kasım aynın ortalarında İspanya Madrid’den buharlı gemisi (stoomboot), beyaz atı (Amerigo) ve siyah renkli yardımcıları siyah piet’ler (zwarte piet) ile yola çıkar ve bir kaç gün sonra törenlerle ülkeye giriş yapar. Bizim kasabamızda da coşkuyla karşıladık kendisini.

Amsterdam’a giriş töreni. Caddeler boyu insan kalabalığı oluyor

Bizim kasaba 2019
Bizim kasaba- mor şapkalı olan Helodunya, zwarte pietten kurabiye alıyor
Sinterklaas ülkeye girdikten sonra doğumgünü olan 5 Aralık’a kadar ülkede kalır.  Bu süreçte çocukların mektuplarını, resimlerini, yazılı veya kes yapıştır şeklinde hazırladıkları hediye listelerini toplar ve büyük gün (5 aralık akşamı) paket akşamı (pakjesavond), çocuklar tarafından sabırsızlıkla beklenir. Çünkü o akşam listelerindeki hediyelere kavuşurlar.

Fakat bu süreç Hollanda’da öyle titizlikle işlenir ki hayran olmamak elde değil. Neredeyse tüm ülke bu oyuna seferber olur. Yaşlı genç herkes çocukların ne kadar önemsediğini bilir ve onlara coşkuyla ortak olurlar. Sinterklaas’ın yola çıkışından itibaren her gün neler olduğunu anlatan özel haberler çıkar tv’de (sinterklaas journal) ve tüm çocuklar heyecanla haberleri takip eder. Bu haberlerde sinterklaas ve pietlerin neler yaptığından, hediyelerin toplanışı, bazen hediyelerin ve atın başına gelen talihsiz olaylar gibi gayet heyecanla beklenen haberlerdir bunlar. Mesela bu yıl, trenden kopan bir kompartıman içinde at ve hediyeler tek başına bilinmeze doğru yol almış, pakjesavond’a son bir gün kala çocuklar hediye alamayacaklarının tedirginliğini yaşamıştı. Neyse ki son anda kurtarıldı 😉 Bu haberler nasıl birşeymiş diye merak ederseniz bir örneği burada https://sinterklaasjournaal.ntr.nl/ Bu haberler okullarda da izlenir ve çocuklar birbiriyle hep bu konularda muhabbet eder. Mesela akşam haberinde heyecanlı bir bilgi öğrenen çocuk, okula gider gitmez arkadaşlarına anlatır, hepsi birden heyecanlanır vs. 

Şehre giriş töreninde, Sinterklaas, önce bir gemiyle bir limana yanaşır, bazen atıyla bazen başka araçlarla şehre giriş yapar, halkı selamlar, tüm çocukların ellerini sıkar, onları dinler, bu arada etrafta dans edip dolaşan zwarte piet’ler çuvallarından özel kurabiyeler (papernoten)  ve şekerler dağıtır, çocuklar yanlarında getirdikleri torbaları doldurur. Bu dönemde her yerde bu kurabiyelerden bulabilirsiniz, hatta dükkanlar bir kase içinde kapı yanında servis ederler. Bu törende çeşitli gösteriler olur, bando takımı, şarkılar, danslar, tam bir şölen. Çocuklar da siyaha boyanmış yüzleri ve  kostümleri ile dolaşır. Hatta bütün ay boyunca okula bile kostümle gidenler olur.



İlerleyen günlerde neredeyse her okula piet’ler gelir, pepernoten dağıtır, çocukların spor derslerine girer şaklabanlıklar yaparlar, hatta çocuklara piet diplomaları verilir, futbolcu piet, yüzücü piet gibi. Resim derslerinde bu konuyla ilgili resimler, craftlar yapılır, kelime oyunlarında bu tema ile ilgili kelimeler öğrenilir gibi. Her yerde ve her an mevzubahis Sinterklaas’tır.

Ebeveynler için en kritik yanı ise, ülkeye girdiği 15-16 kasımdan 5 aralığa kadar her akşam ayakkabılarına havuç bırakıp küçük hediye bekleyen çocuklardır. Pakjesavond’a kadar çocuklar son akşam alacakları nispeten büyük hediyelerden başka, ayakkabı içine sığabilen büyüklükte hediyeleri her akşam beklerler. Bu hediyeler, kalem, sticker, minik bir şeker veya meşhur harf çikolatalar gibi hediyeler olduğu gibi, bazen içi boş şaka hediyeleri, bazen Sinterklaas’tan gelen bir mektup veya çocuğa sorduğu bir bilmece notu gibi ebeveynin yaratıcılığına kalmış herşey olabilir. Bu dönemde yine evler sinterklaas temalı süslerle süslenir. Bizim evde olduğu gibi hatta cama kocaman “ welkom sint en piet” yazılır, sonra da anneler temizlerken yorgunluktan bayılır (bknz:ben).

Benim çocuklarım da her akşam yatmadan önce sinterklaas’a teşekkür eden şarkılarını söyleyip, havuçlarını koydular, bazen ona yaptığı resimleri de ayakkabının yanına bıraktılar. Bir sürü hediye aldılar. Sadece bir gün ikisine ortak gelen ama nispeten pahalı bir oyuncağı bıraktığında, sinterklaas bir de mektup bırakmış. Pahalı bir hediye olduğu için beş gün boyunca küçük hediye gelmeyeceğini belirtmiş :) 

Bu ayakkabı bırakma olayı o kadar yaygın ki, okula da bir gün tek ayakkabı götürüyorlar ve sabah sınıfa girdiklerinde ayakkabıların içinde hediyeler buluyorlar. Fakat şaşkın pietler hediyeleri bırakırken bazen sınıfta bazı şeylerin yerlerini değiştirmiş, sandalyeleri devirmiş olabiliyor veya ayakkabıları saklayıp sınıfa ipuçları bırakıp bilmeceleri çözerek bulmalarını isteyebiliyor. Çok oyuncu bu pietler çoook. 

Yine büyük marketler, kağıttan ayakkabı yapmak üzere kartonlar veriyorkar. Çocuklar bunu boyuyor kesip yapıştırıyor ve markete bırakıyor. Marketten de birer hediye alıyorlar böylece. 

Okula gelen piet’lerden başka yine sinterklaas’da her okulu ziyaret ediyor, yine okul civarına sabahleyin törenle geliyor, sonra sınıfları gezip yine hediyeler dağıtıyor. Sinterklaas’ın bir de kalın bir defteri var, çocuklar hakkında bilgilerin yazılı olduğu, ama bunu ne kadar vurguluyorlar emin değilim.

Yine okullardan başka, alışveriş merkezlerine, oyun alanlarına, çocukların gittikleri spor ve sanat okullarına, işyerlerine ( çalışanların çocukları için), gibi bir çok yere ziyarete geliyor Sinterklaas ve pietler. 

Ve nihayet 5 aralık akşamı, çocuklar uyumadan önce piet’ler ev ev dolaşıp, kah kapıyı tıklatıp hediyeleri bırakıp kaçarak, kah bacadan atarak, kah çatı penceresinden tırmanarak genelde çuval içindeki hediyeyi bırakıyor. Bazen çocuklar uyuduktan sonra da gelebiliyorlar, o zaman çocuk hediyesini sabah buluyor. Yine burada bu iş için komşular, arkadaşlar, opalar, omalar seferber oluyor. Hatta gerçekten piet kostümü giymeler, ceplerinden döküldüğü için kapının önüne kurabiyeler fırlatmalar veya ellerindeki siyah is izlerini kapıya bırakmalar gibi çok yaratıcı teslimat fikirleri mümkün. (Zwarte pietler hep çatılarda dolaşıp bacalardan girdikleri için kara ve pisler). 

Bu ulusal oyun çocuklar büyüyüp de olayın gerçekliğini kavradığında yine kardeşlerden saklanarak devam ettirilirmiş. Genelde 8,5-9 yaşlarında çocukların sorgulayıp gerçek olmadığını anladıkları dönemmiş. Kızım (7,5) hala tüm kalbiyle inanıyor ama bazı şüpheleri de olmaya başladı. Belki seneye artık büyü bozulacağı için, onun bu son sinterklaas’ı olabilir diye, eskisinden biraz daha fazla özen gösterdim. Unutulmaz kılmaya çalıştım, umarım başarılı olmuşumdur. 

İnsan düşünüyor, neden böyle kocaman bir toplumsal yalan bu kadar titizlikle sürdürülüyor diye ama hollandalılar çocuk yetiştirme işini çözmüş. Hem soğuk ve karanlık kış aylarına renk geliyor, hem çocukların hayal dünyasını çok iyi besliyor. Gerçekten bu büyülü süreci yaşasanız siz de hak verirdiniz. Ben bile öyle seviyorum ki. Eğer hollanda’yı kış aylarında ziyaret etmek istiyorsanız, bu kesinlikle sinterklaas zamanı olmalı. Sanılanın aksine noel dönemi bir Almanya kadar yoğun değildir burada. Bu yüzden christmas market’lerden fazla bir şey beklememenizi tavsiye ederim.

Sinterklaas dönemi çok güzel olmasına güzel de benim için inanılmaz yorucuydu. Her gün için planlar yapmak, hediyeleri ayarlamak, okuldaki bin tane olayı takip etmek (gitmek gelmek katılmak vs), çocukların bitmek bilmeyen beklentileri derken son gün neşemdem göbek atıyorum diye kızım bana küstü. Anne ya neden öyle yapıyorsun, hiç gitmesin Sinterklaas. Heee ooooooldu canım. Dag sinterklaasje dag daaaaag daaaaaaaag. (Güle güle sinterklaas güle güüüle, güle güüüleeeeeee)


3 Aralık 2019 Salı

Demir Bacak

Aralık 03, 2019 6 Comments
Hollanda’da her yerde eleman açığı olduğundan bahsetmiştim. Çocuklarımın devam ettiği yüzme okulu da ben bildim bileli eleman arıyor, daima açıktalar. Hatta bu sebeple oğlumun dersleri pazartesiden başka güne kaydırılmıştı geçen aylarda. Öğretmen yetersizliği nedeniyle pazartesi dersler olmayacakmış. Biz de haftalık programımıza tek uyan gün perşembeyi seçmiştik.

Bir kaç hafta önce derste yeni bir öğretmen vardı. Tek bacağı olmayan demir bacaklı bir adam. Ama direkt oğlumun olduğu grupla değil yan grubun derslerine girmişti. Yine de oğlum görünce bir kaç saniye bakakalmış sonra derse devam etmişti. Çok fazla karşılaşmış olmasa da insanların bazı uzuvlarının eksik olabileceğini daha önce konuşmuştuk.

İki hafta önce ders saatinde gittiğimizde, duş bölümü fazla kalabalık değildi ve biraz işkillendim ama çocuğu gönderip izlemeye koyuldum. Baktım havuzda Nova’dan başka kimse yok ve o adam onunla ilgileniyor. Önceki derslerde gözüne gelen uzamış saçlarını bir tokayla tutturmaya karar vermiş ama bu sefer yine unutmuştum. Hemen geri dönüp tokayı taktım, azıcık o hocayla konuştum ( bu arada orada dolaşan başka bir kadın hoca beni azarlarcasına birşeyler söyledi, anlamadım ama erkek hoca boşver onu sen git diye beni teskin etti. Ben de oğlumun biraz korktuğunu falan söyledim (suya kafadını sokuyor ama bir türlü ayağını yerden koparamıyor, kontrolü kaybedeceğini sanıyor), dedi merak etme, benim kızımda öyleydi ben halledeceğim. Teşekkür ettim çıktım.

Hemen koşup resepsiyona vardım tabi, dedim havuzda kimse yok, biri de birşey söyledi anlamadım ne iş? Meğer asıl öğretmen hasta diye gelmemiş, herkesi aramışlar onlar gelmemiş ya da başka zaman gelecekmiş. Dedim beni kimse aramadı, gerçekten de listesini kontrol etti beni işaretlememiş, benim suçum vs özür diledi. Sonra dersi izledim ve adam oğlumla bire bir ders yaptı, baktım bol bol gaz veriyor, benimki mutlu mesut hoplayıp duruyor. Dersin sonunda yanına gidip teşekkür ettim. Beni aramadıklarını, onların suçu olduğunu söyledim. Adamla hollandaca konuşuyoruz (bu arada ben çat pat konuşmaya başladım a dostlar), giderken bana bir nevi şifre vermek için merhaba diye seslendi. Ya türktü ya arap kökenli bilmiyorum ama hollandalı değil tipinden belli. Böyle aramızda hoş bir elektrik oldu ve en önemlisi oğlum bu hocaya bayıldı.

Geçen hafta bayan öğretmen yine yoktu tüm çocuklara bu ders verdi, benimki sevine sevine girdi ve çıktı anne bu öğretmeni çok seviyorum hep bu gelsin dedi.

Dün ise havuzdan tüm velilere gönderilmiş bir email aldık. Anlaşılan bazı veliler bu tek bacağı olmayan adamdan memnun değilmiş, istememişler galiba, emailde diyor ki işte bu adam yeterli düzeyde bilgi sahibidir, bacağı yok diye ayrımcılık yapmıyoruz, kabul edin yada etmeyin gibi sert bir çıkış. Bravo dedim ve eşime hemen mesaj at oğlumuz çok memnun biz istemiyoruz diye.


Tabi bu birebir ders olayı olmasaydı bu kadar çabuk sever miydi bilmiyorum ama yine severdi muhtemelen, çünkü gerçekten oldukça neşeli ve pozitif davranıyor. Belki de herhangi bir insana göre hayattan daha zevk alarak yaşıyordur.

Şimdi muhtemelen Nova bu hocayla devam edecek ve zaman neyi gösterir bilmiyorum ama oğlumun bu farkındalıkla büyüyor olmasından çok memnunum.

28 Kasım 2019 Perşembe

Yazamadan Biten Hikaye

Kasım 28, 2019 17 Comments
Kuşumuz Lily’i yanlışlıkla kaçırdıktan sonra araya yaz tatili girmiş, döndükten sonra yeni bir kuşun hevesiyle yanıp tutuşmaya başlamıştık. Biraz yeniden okul telaşına alışma, biraz da araştırma derken yeni kuşumuz Loly’i evimize getirdiğimiz tarih 2 Kasım, bize alışıp kafamıza konmaya başladığı tarih 5 Kasım ve onu kaybedip toprağa verdiğimiz tarih 25 Kasım. Sadece 23 gün geçirdiğimize inanamıyorum. Çünkü o kadar kısa sürede o kadar alışmış ve samimi olmuştuk ki, eski kuşun haftalar süren alışmasına karşın bunun üç günde alışması, çocuklarım okuldan gelince daha kapıda seslerini duyup cıvıldaması, vın diye uçup üstlerine atlaması, onlar oynarken illa yanıbaşlarında pıtır pıtır dolaşması... Başlangıçta şaşırıp Lily diye seslendiğimiz halde hiç hata yapmadan Loly diye bahsetmeye bile alışmıştık.

Geçtiğimiz pazartesi günü yine çocukların etrafından ayrılmıyordu. Lily’nin aksine yerde çok daha fazla zaman geçiriyordu ve ben de hep korkuyordum. Olmadık yerleresıkışacak veya yanlışlıkla basacağız diye. Nitekim yine masaya oturup bacağını sallandıran oğlumun bacağının arkasına yapışmış onunla sallandıktan bir süre sonra gözden kaybolmuştu. Dedim Loly nerde göremedim, dikkat edin çocuklar. Aradan beş dakika geçti bir cikleme, oğlum üzerine basayazmış ama basmamış ayağını kaldırmış, hemen kaçtı iki üç metre uzaklaştı ama biraz korktu sanırım, boynunu büktü içine sindi bir garip hale büründü. Alıp kafesine koydum, güvende hisseder ne bileyim su içer falan diye ama öyle ilginç ki resmen baygınlık geçiriyor gibiydi, zemine yattı, ayakta duramıyordu. Kanadı falan kırık mı bir yeri zedelenmiş mi diye baktım hiçbir şey yoktu, sadece titriyordu. Öylece bıraktım. Ah bırakmaz olaydım, gerçi ne yapacağımı da bilmiyorum ya bir kaç dakika sonra üstüste cılız ciklemeleri duyuldu. Elime aldım, sevdim okşadım, gözleri yarı açık (sonradan anlıyorum meğer son can çığırtılarıymış) ama hala sıcak sanki kalp atışını da hissediyorum ama emin de değilim o pıtpıtlar onun kalbinden mi yoksa benim paniklemiş vücudumun parmaklarıma yaptığı zonklamalar mı anlayamıyorum. Hemen çoluk çocuk veterine koşturuyoruz, veteriner kalbini dinliyor evet malesef ölmüş :( Diyorum neden, kontrol ediyor bir yara yok, belki korkudan diyor.

Sonra kedisi kuşları yakalayıp getirdiği için bir çok şoka girmiş kuş gören arkadaşım diyor ki şoka girmiş. Kalpleri çok zayıf şoka girince kriz geçirip ölüyorlar. Kurtarmak çok zor.

Bu gün kendime yeni yeni geliyorum, günlerdir son ciklemeleri kulağımdan gitmiyor, avucumun içinde kayıp giderken hissettiğim çaresizlik beni allak bullak ediyor, son nefesini belki avucumda vermiş oluşu beni ürpertiyor. Tabi bir yandan da çocukları sakinleştirmeye çalışmak. Oğluma onun suçu olmadığına ikna etmek... Fakat onlar yine de benden daha kolay kabullendi.

Bir önceki gün instagrama çocuklarla oynayan Loly fotoğrafını koymuştum. Belki de nazara geldi güzel kuşum. Hiç unutmayacağım <3 p="">





21 Kasım 2019 Perşembe

Gönlünden Geçeni Yap Annecim

Kasım 21, 2019 10 Comments
Dün bir arkadaşım Benim Annem Benim Babam serisinden Altan Erkekli’nin röportajını attı izlemem için. Yaran hala taze biliyorum ama izle dedi. İzledim. Çok güzeldi ve hatta ağladım ama farkettim ki eski insanların bir çok özelliği ortakmış. Benim babam da orda anlatılan baba gibiydi ve belki daha nicelerimizin babası da öyle; şimdi mumla aradığımız erdemlerle dolu insanlardı.

Diyor ki Altan Erkekli, “babam sadece bana babalık etmezdi. Okul arkadaşlarımı, mahalledeki çocukları hepsini kendi çocukları gibi gözetir, sakınırdı. O zamanlar bir komşunun herhangi bir şeye ihtiyacı olsa koşar gider, üşenmeden yapardı. Bahçesinden taşan çiçeklerden koparır gelene geçene, eliniz acımasın diye sapını da sararak verirdi. Gazeteyi okurken hiç kırıştırmaz, ilk alınmış gibi muntazam haliyle bırakır, ondan sonra okuyacak olana tertemiz bırakmak gibi ince düşüncelere sahipti.” Bu özelliklerin bir çoğu babamda da vardı, canım babam.

Akşam annemle konuştuk. Ona da anlattım, evet öyleydi dedi baban da. Sonra onunla ilgili başka hatıralar da anlattı. Kalbim aşkla doldu ama ağlamadım. Çok çok şükür ettim.

Tabi annemin de ondan aşağı kalır yanı yok. O da durmadan ‘iş oluş hareket’ halindedir. Kuzenimin kızından aldığı 4 kitabı bitirmiş, oyalanmak için ördüğü patikleri çoğaltmış, ona buna hediye etmiş, bir bir saydı. Bazen annemin eli açıklığını eleştirenler oluyor, sana yaptılar mı, yapıyorlar mı neden kendini yoruyorsun diye. Elbet kötü niyetli değil ama yorulmasın, dinlensin istiyorlar. Fakat annesinin kızı olarak onu çok iyi anlıyorum, yaptıkları yorucu değil keyif verici onun için. Dedim annecim kimseye kulak asma, canının istediğini yap. Mesela örgünü örme aşamasında, o sana terapi oluyor, bittiğinde bir şey üretmiş olduğun için kendini değerli hissettiriyor ve birine hediye ettiğinde -orasını Allah daha iyi bilir ama- belki sadaka oluyor. Ve toplamda sana geri dönen manevi kazanç parayla ölçülmeyecek kadar fazla oluyor. Varsın maddi karşılığı olmayıversin.

Üstelik 40 yıl terzilik yapmış, gece gündüz binlerce şey üretmiş bir kadını alıp da şimdi sen burada hiç bir şey yapmadan otur diyemezsiniz. Onun ölümü olur bu. Yapacak ki çoğalsın, yapacak ki canlansın. Kendi de diyor zaten çok hızlı yapmıyorum ki, bir haftada bir patik örüyorum çok mu?

Canım annem.
Özledim😢



18 Kasım 2019 Pazartesi

Üşüyen Omuzlarım

Kasım 18, 2019 10 Comments
İstanbul’da hava hala yaz gibi seyrediyor ama biz uzun zaman önce kışa giriş yaptık. Haliyle paltolar, yorganlar çoktan beridir kullanılıyor evde. Fakat bu kış artık yaşlanmaya başladığımdan emin oldum. Çünkü omuzlarım üşüyor.

Aslında geçen sene başlamıştı hatırlıyorum fakat bu yıl kaçınılmaz oldu. Tabi omuz üşümesi illa ki yaşlılıkla ilişkilenmesi gerekmeyebilir. Benim etrafımda gördüğümden itibaren çıkardığı sonuç bu. Yaşlıların önce omuzları üşüyor, o üşüme öyle bir şey ki tüm vücudun sıcak olsa dahi, seni üşümüş hissettiriyor. Annem her sabah uyandığında yeleğini alır, bazen omuzlarım üşüyor diye şalına sarılır. Keza babam da öyleydi, yorganı omuzlarını iyice saracak şekilde örterdi. Bana yaptıkları tüm uyarılara rağmen, neredeyse hayatım boyunca örtümü sadece göğsüme kadar çekip kollarım dışarda uyudum. Bir de diğer uçtan ayaklarımı çıkarırdım tabi. Yine hayatım boyunca neredeyse hiç atlet giymedim ve neredeyse hayatım boyunca banyodan çıkınca saçlarımı kurutmadım (sayılıdır kurutmalarım). Hollandada ve slovakyada olduğumuz kışlar boyunca şapka/atkı/eldiven çok nadir kullandım ve işte şaşılacak şey o ki, şimdi diğer yerlerim değil sadece omuzlarım üşüyor.

Geceleri illa ki omuzlarıma kadar çekip sarılıyorum yorganıma babam gibi, annem gibi bir şal edinmeliyim ilk fırsatta. Onlar gibi çocuklarımı üşümesinler diye gece defalarca örtmeye başladım. Zaten patiklerimi de yıllar önce çıkarmıştım. Gitgide onlara benziyorum.

Gidip kendime bir şal öreyim en iyisi.
Çok seviyorum kendisini❤️


13 Kasım 2019 Çarşamba

Geçen Hafta

Kasım 13, 2019 6 Comments
Geçen haftanın başında eşimin olmayışı nedeniyle endişelerimi yazmıştım. Hepsi bitti geçti çok şükür. Kurduğum kadar zor olmadı ama yorucuydu, bu gün hala kendime gelebilmiş değilim. Hem yapacaklarımı kafamda kurup durmaktan, hem de ya alarmı duyamazsam diye bölük pörçük uyumaktan, dört gece neredeyse hiç uyumadım. Eşim geldikten sonra ise, her gün çocukların saatinde onlarla uyuyakalıp arayı kapatmaya uğraşıyor vücudum. Gerçi hava da öyle soğuk ki, insanın canı battaniye - yatak -çay’dan başkasını istemiyor.

Salı günü ilk defa (hatta hayatımda ilk defa) telefonda ingilizce iş görüşmesi yaptım. İngilizceyi normal hayatta kullanıyorum ama ‘ business english’ durumu yok gibi birşey. Haliyle hem iş görüşmesi olması hem de ingilizce olması beni aşırı gerdi. Telefon görüşmesi yarım saat kadar sürdü, sanırım çok kötü değildi. Cuma günü tekrar aradılar ve bir eğitim meteryali gönderdiler. Onu çalıştıktan sonra tekrar durum değerlendirmesi yapacağız. Verdiğim uzun aradan sonra bir iş bulabilme kapasitemin hala mevcut olduğunu görmek beni heyecanlandırsa da, bu işi gerçekten isteyip istemediğimden emin değilim. Bu yüzden böyle bir zaman tanınması beni çok rahatlattı. Allah tam da gönlüme göre verdi.

Yine salı günü kızımın 5-8 arası olan jimnastiği vardı. Çok programlı hazırlandım. Arabayla dört kere gel git yapmamak için, orada oğlanı oyalayacak oyuncaklar ve orada yiyebileceğimiz akşam yemeği (lahmacun ayran) hazırladım ve 5’te vardık. Bir çok kişi bizden önce varmış, geç kaldığımızı sanıyordum ki meğer kış saati nedeniyle dersler 4,5-7 şeklinde değişmiş ve haberimiz yokmuş. Saat 7’de ders bitince, artık tüm oyunlara doymuş ve bıkmış olan oğlumla sevinçten havaya uçtuk. Hemen eve geldik.

Geçen hafta çocukların okulu cuma günü öğretmenler çalışması nedeniyle kapalıydı. Onlar evdeyken online hollandaca dersimi yapamadığım için cuma sabahki dersimi, çarşamba sabahına almıştım. Meğer o hün de grev varmış okullar yine kapalıymış. Bir bakıma kocasız haftanın iki günü okulun olmaması işime geldi ama diğer yandan evdeki çocukları meşgul tutmak kolay değil. Neyse ki çarşamba sabahı ben dersimi yaparken, oyun ablası çocuklarla oynadı. Ama tabi bu sürede normal zamanda hiç akıllarına gelmeyen oyuncakları istemek ve müzik setinin cd sürücüsünün içine cd’yi sıkıştırmak gibi gayet ‘sıradan’ konularla dersi 3-5 kez böldüler. Öğleden sonra arkadaşımı ziyarete gittik orda biraz oynadılar. Sonra eve gelince gece 1’ e kadar süren perşembe sabahı kahvaltı davetimin hazırlıklarında bana bir miktar yardım ettiler (uyuyana kadar).

Perşembe günü onlar okuldayken kahvaltıyı yaptık, çok güzel geçti. Her planım yetişti ve tatmadığım halde hepsinin lezzeti yerindeydi. Yemeklerim genelde beğenilir ama kendi kendime şunu farkettim. Eğer telaşla ve sıkıntıyla yaparsam o yemek sonunda çöpe gidiyor. Bu sefer kendime bunu hatırlattım, saat kaç olursa olsun acele etmeden, olduğu kadar, yetişmezse yapmam diyerek, yavaş yavaş keyif alarak yaptım. Hem yetişti hem de nefis oldu. Bunu kendime hep hatırlatmalıyım. O gün öğleden sonra oğlanın yüzme dersini yaptırıp günü kapattık.

Cuma günü yine çocuklar evdeydi, haftanın çoğu işinin bitmiş olması huzuruyla keyifli kalktık. Elmalı turta istemişlerdi, onu pişirdik. Kahvaltıdan sonra ikinci el mağazasına uğrayıp bırakacaklarımızı bıraktık, ve tabi yine başka şeyler aldık. Oradan cumartesi günkü doğumgününe hediye almaya gittik. Normalde oyuncak mağazalarında bakınmayı çok seviyorlar fakat hep acelemiz oluyordu. Bu gün dedim istediğiniz kadar bakın, başka işimiz yok😂 Onlar doya doya baktılar, sonra hediyemizi aldık, birşeyler yiyip alışveriş merkezinden ayrıldık. Haftanın diğer jimnastik dersi cuma akşamıydı ve onun saati değişmemişti ne yazık ki (5-8). Sadece komşumuzun kızı da haftada bir gün cuma günü iki saatliğine gidiyor (başka grupta) ve ben kızımın öğretmenine sormuştum Emma’nın babası getirip götürecek bu seferlik bir saat erken alabilir miyiz diye. O da tamam dedi sağolsun ve cuma akşamı komşumuz iki kızı götürüp getirdi🙏🏼 Teşekkür etmek için turtanın yarısını da onlara verdik, çok iyi denk geldi☺️

Tüm haftaya bakınca gerçekten işimi kolaylaştıran fırsatların verildiğini farkediyorum ve buna minnettarım ama düşününce belki bunlar her zaman hep oluyor fakat biz farketmiyor olabiliriz. Sanırım niyet olunca yollar kendiliğinde açılıyor.

Yine bir diğer endişem jimnastikçi annesi olmakla ilgiliydi. O konuda da çok güzel gelişmeler oldu. Bulduğum fb grubuna özel bir post yazdım hollandadaki birkaç anneyi buldum, sonra sağolsun Ceren bir arkadaşını tanıştırdı fb aracılığıyla. Ve bu sabah ise hiç ummadığım birşey oldu.

Kızım geçen haftasonu minik not defterlerinden almak istemişti fakat çok beğenince arkadaşlarıma da alacağım dedi. Dün okulda sevdiği arkadaşlarına dağıtmış, bir defterin üzerinde kedi resmi vardı, onu da yanında oturan erkek arkadaşına vermiş. Çünkü onun tam o desende bir kedisi varmış ve kedileri çok seviyormuş. Bu arada çocukların tek kişilik masalarda oturduğunu ama bunların 4-lü ve 6-lu gruplar halinde olduğunu belirteyim. Bu masalar düzenli olarak değişiyor ve şu an kızımın oturduğu grup da yanındaki arkadaşı da yeni değişmişti. Bir birbirilerini tanıyorlar elbette ama ne kadar yakın olduklarını bilmiyorum. Neyse bu sabah annesi not defterini göstererek teşekkür etti, çok tatlı bir hareket olduğunu, sevindiğini vs söyledi. Sonra Dila’ya jimnastikten bir kızı tanıyıp tanımadığını sordu. Kızım tanıyormuş ama yaşı büyük tabi, meğer 12 yaşındaki kızı da aynı derslere gidiyormuş. Bunu duyunca ne kadar şaşırıp sevindiğimi tahmin edersiniz aradığım şey yanıbaşımdaymış meğer. Kadına bahsettim size danışabilir miyim diye, her zaman dedi. Telefon numarasını alacağım (sabah acelemiz vardı) ve iletişimde kalacağız. Nasıl mutluyum anlatamam. Annesini jimnastikte eşim de ben de hiç görmediğimiz için bilmiyorduk.

Cuma akşamı eşim çocuklar uyuduktan sonra geldi, beraber sarılıp dizi izlerken omzunda uyuyakaldım. “Yorgunum evet ama sen olmasan yine uyumazdım, yalnızlığın getirdiği sorumluluk, diken üstünde olma hali uyutmuyor çünkü. Şimdi göz kapaklarımın kapanması, sorumlulukları devredebileceğimin getirdiği rahatlama hissinden ötürü” dedim ona da. İşte o yaslanacağın omzun değeri paha biçilemez. Biliyorum çocuklarına tek başına ebeveynlik yapanlar da var. Onları çok iyi anlıyor ve Allah’tan güç kuvvet diliyorum.


8 Kasım 2019 Cuma

Eleman Açığı

Kasım 08, 2019 6 Comments
Belki hep vardı ama son yıllarda hollandada neredeyse her yerde bir eleman açığı var. Hatta işsizlik oranı sıfır değil, sıfırın altında eksilerde imiş. Eleman bulamadıkları için dükkanlar kapanıyor, her dükkanın kapısında bizimle çalışmak ister misiniz yazıyor, hatta bir keresinde Mc Donalds’ta hollandaca konuşamayan sadece ingilizce konuşan birine rastlamıştık ki eşim, düşün ne kadar zorda kaldıklarını demişti.

Bu süreçte büyük dükkanların çoğu (sadece marketler değil) kasa sayılarını düşürüp, kendin alıp kendin ödediğin otomatik kasalara geçiş yaptı. Üstelik bazılarında denetimci bile yok. Tabi 5 kasaya 5 eleman bulmaktansa bir eleman denetleyici bulmak daha kolay olabilir. Yine insanlar bazı şeyleri ödemeden çıkıp geçse bile, bu 5 kasiyerin maaş ve diğer servislerinin tutarından daha hesaplı olabilir.

Tabi sadece mağazalar değil, neredeyse her sektörde bir açık var. En çok farkında olduğumuz ise okullar. Öğretmen açığından düşük nüfuslu okulların kapatılması ve hatta bazı bölgelerde eğitimin dört güne düşürülmesi konuları gündemde.

Bana göre bunun asıl nedeni çoğu kişinin part time çalışıyor oluşu. Tabi bunu tercih etmelerinin sebebi de vergiler. Hollanda’da haftalık çalışma saatine göre (dolayısıyla toplam kazancınıza bağlı olarak) ödeyeceğiniz verginin miktarı değişiyor. Çok kazanan daha çok vergi veriyor ama bu vergiler öyle az buz değil. Şöyle ki mesela 3 gün çalışıp elinizde kalacak para ile, 5 gün çalışınca elinizde kalacak para arasında fazla fark olmuyor. Ve insanlar da haliyle o kadar fark için neden kendimi yorayım diyor. Bu durumda iş veren de aynı iş için bir değil iki eleman almak zorunda kalıyor. Toplamda bakıldığında devlet bu işten karlı çıkıyor gibi, iki kişiden vergi almak belki tek kişiden yüklü vergi almaktan daha çoktur. En çok zarar işverende gibi görünüyor ana tabi ki finans uzmanı değilim, sadece genel durumdan bahsediyorum.

Okullarda ise neredeyse her sınıfın iki öğretmeni var, Üç gün biri iki gün diğeri. Sonuçta bir okulda ihtiyaç duyulan sayının iki katı öğretmen çalışıyor. Haliyle de yetmiyor.

Diğer yandan çalışanlar bu durumdan memnun görünüyorlar, çünkü hem özel hayatlarına hem de kendilerine hem de işlerine dengeli vakit ayırmış oluyorlar. Çoğunlukla mutlu olmalarının sebebi belki de bundan...

Evin Yasak Odası

Kasım 08, 2019 17 Comments
Bu gün konuşma dersindeki arkadaşlarla bizde toplandık. Neyse ki her şey yolunda ve planladığım şekilde gitti. Yemek öncesinde hep beraber evi gezdik. Her odaya sırayla girip çıktıkları halde yatak odası kapısına gelince ip gibi sıraya dizildiler, sadece kafalarını uzattılar. Tanıdık geldi mi? Ben odanın içinden içeri girebilirsiniz dediğim halde bir iki kişi dışında giren olmadı. Dışardan bakınca komik görünse de çok şaşırdım. Tamam biz türk milleti olarak yatak odasına “ayıp girilmez” yaftası yapıştırmışız ama bunu yapanların bazıları türk bile değil. Hayret ki ne hayret.

Çocukken gittiğimiz bazı evlerin yatak odalarının kapısı kapalı olurdu. Müthiş merak ederdim. Bizimki genelde açıktı, ancak dağınıklık toplanamadıysa, gelen kişi görmesin diye kapanırdı o kadar. Teyzemlerde ise toplu olduğunu hep bilirdim ama yine de kapalıydı. İçerde kimse yok niye ki? Kirlenmesin diye derdi annem. Fakat ne kiri, misafirliğe gittiysek sokak kıyafetimi giymemişimdir herhalde. Yatağa çıkıp zıplayacağım da yoktu, peki nedendi.

Nedenini hala anlayamıyorum. İçerde kimse yoksa, içindeki sıradan yatak dolap gibi mobilyalara başka anlamlar yüklemenin amacı ne? Yoksa yaşanan çılgın gecelerin seslerini çocuklara fısıldayacaklarından mı korkuyorlar? Bomboş bir odanın ne ayıbı olabilir, neyi ihlal edecek? . Asıl bu engelin kendisi, o masum beyne, masum olmayan şeyleri çağrıştırmıyor mu? Çocuk biraz daha büyüdüğünde hımm burası ayıp oda diye meraklı gözlerle bir işaret aramaya teşvik etmiyor mu?

Elbette ki özel hayatın gizli kalması gerektiğini düşünüyorum. Ancak bu durumda olduğu gibi, anlam kaymasına uğrayan o kadar çok şey var ki? Birileri bir şey söylemiş veya yapmış, sonra kimse neden diye sormamış. Ya da sormuş da benim gibi cevabını bulamamış.

Var mı bir bilen?

4 Kasım 2019 Pazartesi

Günün Tebessümü

Kasım 04, 2019 4 Comments
Bu hafta akşamları dışarı çıkamayacağım için, yazıldıktan beri haftada iki kere gitmeye gayret ettiğim spor salonuna gittim bu sabah. Daha önce hep diğer günler gittiğim için denk gelmiyordum muhtemelen ama bugün, komşular gününde tanıştığım sokağımızın omalarından W. de aynı dersteydi. Ders öncesi beni selamlayınca tanıdım (ne yazık ki görsel hafızam çok zayıf sanki bütün omalar birbirine benziyor burada😬) ve ders başladı.

Sokağımız U şeklinde bir sokak ve birbirine paralel olan çizgideki evler bahçeli ve merdivenli, U’nun alt çizgisi de 4 katlı uzun bir apartmandan oluşuyor. Bu apartmandaki daire sayısı, bahçeli evlerden daha fazla ve hepsinde yaşlılar oturuyor. Genelde hollanda’da insanlar yaşlanınca bahçeli evi satıp düz ayak evlere geçiyorlar. Hatta yeni doğmuş bebeğiyle merdivenli evde zorlanan arkadaşım böyle bir daireye geçmişti de, alt katındaki yaşlı kadın gürültüden şikayet edip, burası yaşlılar için bahçeli eve gidin diye sitem etmişti.

Neyse bizim sokağın oma ve opaları da göl manzaralı geniş balkonlu dairelerinde mutlu mesut yaşıyorlar sanırım ve gelip geçerken de bizi gözetliyorlar :)) Komşular gününde tanışıp konuşunca W, bizi tanıdığını, çocuklarımın karakteristik özelliklerini sayıp, hangi saatlerde gelip geçtiğimizi falan söyleyince ispat etmişti:)) Yine de bundan çok memnunum çünkü arada sırada çocuklara çok iyi davranıyorlar, hediyeler falan veriyorlar, gözetiyorlar vs.

Yoga dersinden çıkınca, kafesinde biraz oturken, W. beni görüp yanıma geldi ve biraz sohbet ettik. Daha iyi bir sohbet için, bir başka yoga dersinden sonra bana buluşma teklif etti. Seve seve kabul ettim. Üstelik komşular gününden sonra kafamda keşke onunla rastlaşsam da bazı şeyler sorsam diye iç geçiriyordum. Çünkü kendisi bizim çocukların okulunun eski müdürüymüş. Şimdi o gelip de talep edince öyle memnun oldum ki anlatamam. Bir yerde yabancı olunca, bu tarz girişimleri hep kendiniz yapmanız gerekiyor. Tabiri caizse yıllardır biz kovalayan onlar kaçan kişiler olmuştu. Şimdi ilk defa teklif onlardan gelince, bu durum şaşkınlık dolu bir mutluluk verdi bana. Yavaş yavaş bazı şeyler değişiyor mu ne?

O yanımdan ayrıldıktan sonra, kolum için geldiğim fizyoterapist benimle konuşmaya başladı. Spor salonunun alt katında fizyoterapist odaları var, üstte spor alanı. Daha önceki gelişlerimde hep karşılaşmıştık ama öncelikle benden giden bir selamlaşma ile sınırlı kalmıştı. Bu gün ilk defa adam, halimi hatrımı, kolumu, neler yaptığımı falan sordu. Ben şok. Dediğim gibi yine önceden hep ben ilk tepkiyi başlatan oluyordum. Tabi sokakta verilen selamları saymıyorum, orda ben selam vermeden de verenler oluyor, ciddi sohbetleri kastediyorum.

Nitekim bugün farklı bir gündü çok da iyi geldi.




3 Kasım 2019 Pazar

Endişe Yumağı

Kasım 03, 2019 8 Comments
Son birkaç gündür kontrol edemediğim bir şekilde endişelerle doluyum. Sürekli kafamdan senaryolar ve onlara çözüm planlar dönüp dolaşıyor. Bu haftanın popüler endişeleri başlıca şöyle:
- eşim pazartesi akşamından cuma akşamına kadar iş için ülke dışında olacak. Normalde seyahat etmek işinin bir parçası değil, oldukça nadir. Daha önce çocuklarla kaldığım olmuştu ama onlar ufakken daha kolaydı. Şimdi özellikle okul sonrası aktivitelerine getir, götür (malesef bazıları çok geç), ikisini de yanında taşı, özellikle evden çıkmaya ikna edemediğim oğlanı buna seferber et. Çok gözümde büyüyor, nasıl yapıcam bilmiyorum.

- perşembe sabahları yaptığımız konuşma dersini ayda bir birimizin evinde yapmaya  karar vermiştik. Kasım bendeydi. Ne yazık ki diğer haftalar uymadığından bu perşembe çağırdım. Eşim evde yokken alışveriş, hazırlık nasıl yapayım diye kafamda bir hafta önceden kurmaya başladım. Oysa misafiri çok severim ve o kadar büyütmem bu işi gözümde. Bu sefer neden bilmem engel olamıyorum beynime.

- bu hafta yine yapmam gereken bir iki yeni şey var ve böyle durumlarda hep eşimin desteğine ihtiyaç duyarım, onunla konuşur dertleşirim falan. Şimdi o olmadan nasıl üstesinden gelirim diye tedirginim.

- Helo’cum bu yıl jimnastiğe daha ciddi devam ediyor. İki gün üçer saat antremanda. Genelde ben bırakıp eşim alıyordu arabayla. Eskiden eve çok yakındı kolaydı. Şimdi 8,5 ta uyuyan oğlumu yanımda sürükleyip, 8,5 gibi eve gelip, kızın yemeğini yedirip, ikisini yatırma işini nasıl halledeceğim bilemiyorum. Aslında beni asıl geren şey işlerin kendisi değil, düzeni bozulan, inatçı çocukların şu meşhur gazabı. 

- Daha yoğun spor yaptığı için ve üstüne son 10 günü hasta geçirip iştahı iyice kapandığı için süzüm süzümsüzülen kızçeme duyduğum endişe bunların içinde en yoğunu. Nasıl beslesem, takviye vermek lazım mı, bi deri bir kemik kaldı, arada oluşan ağrılarına ne yapmalı, ne almalı... şeklinde kafamda bin tilki. Bir jimnastikçi annesi olmak gibi hiç bilmediğim sulara yelken açtım. Sağlıklı beslenme ile ilgili bildiğim temel şeyler var ama yoğun spor durumunda ne oluyor bilmiyorum. İşte sonra jimnastik yaparken hayatını kolaylaştıracak aparatlar varsa (mesela koruyucu şeyler, kas gevşeticiler, ağrısı olursa kremler vs) nedir nerden alınır gibi ayrıntılar. Bu sebeple iki ingilizce gymnast mothers grubuna iyi oldum, tr deki çocuk doktorumuza sorular sordum ve igden takipleştiğimiz benden biraz daha eski bir jimnastikçi annesi ile yazıştım. Sorularım yavaş yavaş cevap buluyor ama her geçiş döneminde olduğu gibi jimnastikçi anneliğine geçiş de beni biraz zorluyor. 

- bunlardan başka işe başlama/ bulma ile ilgili kaygılarım da var tabi ama onlar başka bir yazının konusu. Şimdilik derin derin nefesler alarak, birkaç soru daha araştırıp günümü bitireyim. Gün ola harman ola.

2 Kasım 2019 Cumartesi

Fleabag

Kasım 02, 2019 1 Comments
Netflix’in de hayatımıza girmesiyle artık takip edemeyecek kadar çoğaldığından, kendime bir dizi  bulmak, seçmek ve izlemek pek bir zor gelmeye başladı. Genelde eşimin seçtiği dizileri, ikimizin de hoşuna giderse ortak izliyoruz ancak o benim hoşuma gitmeyenler olursa kendi izliyor, ben ise onsuz oldukça nadiren izliyorum. Bu diziyi de onsuz izledim fakat şimdi beraber yeniden başladık.

Bu dizinin Emmy ödüllerinde en komik dizi ödülünü aldığını duyunca not etmiştim ve babamın vefatından sonra hala ara sıra girdiğim depresyonlardan çıkmak amacıyla seyretmeyi planlamıştım. Hiç komik bulmayan bir ben mi varım bilmiyorum ama bence kesinlikle komedi değildi. İlk bölümü biraz saçma bulduğum halde bir şans daha vermeseydim kesinlikle kaçırdığıma pişman olurdum. Öyle damardan vurdu ki beni, hiç unutmayacağım, en favori dizilerim arasına girdi. 

Dizinin başrol oyuncusu aynı zamanda bu dizinin yaratıcısıymış. Oyunculuğu o kadar iyiydi ki, dili başka şeyler söylerken aslında yüreğinin ne kadar yaralı olduğunu çok iyi anlayabiliyorsunuz. Bir çok sahnede umutla beklediği ama erişemediği şefkat ihtiyacını, yanına gidip veresim geldi. Çok güzel replikler vardı ilk aklıma gelenlerden biri şu: pedere günah çıkarma klübesinde iken bir itirafta bulunuyor ve artık yaşamanın çok zor olduğunu, her sabah uyandığında birisinin ona ne yiyeceğinden ne giyeceğine kadar yapacağı herşeyi söylemesini istediğini, artık bunu bile yapacak gücü olmadığını söylüyor. Peder de buna karşılık olarak, aslında o iki odada buna ihtiyacı olmayan bir kişi varsa onun da kız olduğunu, asıl kendisinin bu gücü olmadığı için rahip olduğunu söylüyor. Çünkü rahipler kitapta yazılana istisnasız uymak zorundadır. Bu da aslında rahiplerin güçlü karakterli değil zayıf karakterli insanlar olduğunu gösterir. Karar alma becerisinden yoksun veya düpedüz itaatkar.

Bir diğer replik beni günlerce ağlatmıştı. Annesinin vefatından sonra, yaşadığı boşluğu şöyle tanımlıyordu başrol oyuncusu. “O öldükten sonra ona ait olan sevgimi ne yapacağımı bilemiyorum”. En yakın kız arkadaşı da “bana ver “ dedi. “Onu memnuniyetle kabul ederim”.

Elbette bu repliklerde biraz şiirsellik de var. Sonuçta rasyonel baktığında o sevginin yerine birşey koymak zorunda değilsin. Giden gitse bile ona ait olan sevgi içimizde hep kalabilir, kalır da. Fakat ne demek istediğini gerçekten anladım. Sevgi evet kalbimizde ama o sevgiyi göstereceğimiz, sarılacağımız, öpeceğimiz kişi artık yok. Başı boş kalmış bir sevgi. Hedefine varamıyor, kalbin etrafında bir bulut gibi dolanıp duruyor. Repliği duyduğumda evet tam da hissettiğim şey bu, demiştim ve günlerce o boşluğu hissetmiştim.

Sonuçta bu diziyi çok ama çok sevdim. Artık biliyorum ki kalbime dokunan yapıtlar benim onu sevme kriterimi oluşturuyor. Bu dizi de onlardan biriydi.

Dizi 18 yaş üstü için daha uygun ve bence asıl bombası ikinci sezonda. Zaten iki sezonluk altışar bölümlük ve yirmişer dakkalık bir mini seri, kolayca izleniyor.

Tavsiye ederim.


28 Ekim 2019 Pazartesi

Vakantiepark

Ekim 28, 2019 4 Comments
Instagramda çocuklarıyla birlikte ülke ülke gezen aileler kadar olmasa da, bazı kişilere göre çok gezen bir aileyiz. Gezmeyi çocuklar da dahil hepimizin sevdiği doğrudur. Fakat tüm boş zamanlarını aman tatile gidelim, değişik yer görelim şeklinde bir saplantımız yok. Şahsen bizim evin gezi planlayıcısı benden çok eşimdir. Tatil dışı zamanlarda görüp beğendiği yerleri not eder, kalacak yerler konusunda ise kaliteli ve uygun fiyatlı yerleri nasıl bulacağını bilir.

tipik bir vakantiepark bungalowu

İlk hangi geziyle başladı hatırlamıyorum, sanırım hafta sonu için yaptığımız hollanda içi gezilerde otel yerine bungalow tarzı evleri tercih ettik. Çocuklarla mutfağı olan minik bir ev daha kolaydı ve bir çoğunun çiftliği, parkı vs vardı. Sonra benzer şeyleri aradıkça ne kadar çok olduğunu gördük. Aslında sonrada   öğrendiğime göre, Hollandalılar için tatil demek otelden çok böyle yerler demekmiş. Hatta karavan ve çadır tatilleri. Derler ki Hollanda en çok karavan kullanan ülkeymiş.

tekerlekli prefabrik mobil evler

safari tent 
duvarlari cadirdan oldukca buyuk cadir evleri. icinde her sey normal ev gibi sadece duvarlari bez.

bir safari tent ic gorunum. Bunlarin fiyatlari diger tip evlerden daha ucuz. Sicak aylarda tercih edilebilir ama sogukta da sanirim icinde isiticilari mevcut.
ornek bir agac ev

agac ev ic gorunum

Dolayısıyla neredeyse Avrupanın her yerinde onlarca camping var. Ve bu alanlarda sadece çadır ve karavan değil, bunları tercih etmeyenler için farklı farklı türde evler var. Tekerlekli prefabrik evler, ahşap evler, taştan evler, çadır evler hatta son zamanlarda moda olmaya başlayan ağaç evler. Başka ilginç mekanlar da var. Mesela kızılderili çadırları veya iglo taklidi gibi. Tabi bunlar biraz daha tuzlu oluyor. Diğer yandan oteller de genelde Türkiye’deki gibi herşey dahil hizmetini vermiyor. En iyi ihtimalle kahvaltı dahil oluyor ama kahvaltı olarak da çok fazla bir şey beklememek  lazım. Sadece kruvasan reçel tereyağı ve kahve için kişi başı 15-20 euro verdiğimi bilirim. Oysa çıkıp en yakın kahveciden mis gibi taze kahve ve pastaneden kruvasan alsanız anca 5 eu tutar. Bu yüzden otel tatilleri hem kişi başı ücretleri hem de parayla almak zorunda kaldığın diğer ücretler göz önüne alındığında hiç de ekonomik değil. Ben bu yazıda ucuz tatil nasıl olur onu yazacağım.

İşin sırrı “vakantiepark”da. Aramanızı vakantiepark olarak yapın. Tabi şuna da dikkat ederek. Okulların tatil olduğu yaz aylarında fiyatlar herhangi bir otel fiyatından hallicedir, fakat diğer zamanlarda inanılmaz ekonomik. Zaten rezervasyon yaparken tarihlere bakınca görülecektir.

Biz haftasonu tatillerimizde ve bazen de okulların ara tatilinde, konaklama için vakantiepark tercih ediyoruz. Bunlar genelde orman içinde veya göl kenarlarında bulunuyor, bu yüzden manzaraları oldukça güzel. Avrupa’nın her ülkesinde onlarca var. Genelde bunlar şehrin azıcık dışında olduğu için şehir merkezlerine gidişte araba gerekir. Fakat arabanız olmasa bile kiralamak ve bu parkın konaklaması, şehir merkezinde bir otelden daha ucuza gelebilir. Mesela paris’e gideceksek, oraya bir saat uzaklıktaki vakantiepark’ta kalmak, sabah gidip akşam dönmek kesinlikle çok hesaplı. Yine disneyland için de aynı şey geçerli. Dün yine bir tatilden döndük ve kaldığımız vakantiepark Almanya’da, Köln, Bonn, Lüksemburg, Maastricht, Aachen, Belçika’nın doğu şehirlerine 1-1,5 saat mesafedeydi. Biz de bir gün Lüksemburg, bir gün Maastrich, bir gün yakındaki bir kale gibi farklı yerlere geziler yaptık. Yol mesafesini çocukların dayanabileceği uzunlukta tutmaya gayret ettik. 

Airbnb evleri de otellerden sonra oldukça tercih edilmeye başlandı ancak vakantieparklarla kıyaslandığında onlar da oldukça pahalı. Hatta bazıları otellerden bile pahalı olabiliyor.

Kabaca fiyat dökümü verecek olursam, mesela geçen mayıs ayı başında paris’te fotoğraf çekimi yaptığımızda, oraya bir saat uzaklıktaki vakantieparkta kalmıştık. Sanıyorum 4-5 gün için tüm ödeme 150euro civarıydı. Burada kişi başı değil, kalacağınız ev için gece başına fiyat ödeniyor. Dolayısıyla 3 kişi (oğlum 5 yaşına geldi ama hadi ona bebek karyolası istedik diyelim) 4 gece desek, bir otelde kişi başı gecelik 50 eu vereceğimiz yerde (toplamda 600eu) dördümüz için 150 vermek çok ama çok hesaplı. Yine evin mutfağı olduğu için kahvaltıyı evde yapıp, öğle yemeğini şehri gezerken dışarda yemek, akşam yemeğini de yine evde yemek bizim tercihimiz. Bazı kişiler öğle yemeğini sandviç ile geçiştirip akşam yemeğini restoranda yiyebiliyor tabi. Vakantiparkın kendi restoranında veya dışarda da yenebilir.

Bu güne kadar belki ondan fazla vakantieparkta kaldığım için, artık benim için hazırlığı pratikleşti. Parkın türüne göre değişse de, rezervasyon yaparken öncesinde nelerin dahil olup olmadığını iyi incelemekte fayda var. Bazı parklarda çarşaflar için ek ücret istiyor, bazıları temizliği sen yap, ben yaparsam para alırım diyor (o zaman çıkarken bulduğun gibi temiz bırakman gerekiyor), bazılarında havlu var bazısında yok. Ama genelde hizmetler minimumda tutulur ve bunlar ekstraya girer. 

Biz arabayla gittiğimiz tatillerde çarşaf, nevresim havlu götürüyoruz (dün döndüğümüz tatil için gerekmedi, kullanmadım). Bir çantam bu şekilde neredeyse hep hazır halde. Çarşaf ser topla biraz zahmetli gibi ama çevre duyarlılığı açısından seve seve yapıyorum. Sonra yemeği orda yapacağım için temel malzemeleri bir çanta hazırlıyorum. Ufak bir şişe sıvıyağ, tuz, şeker, çay, kahve, bazı baharatlar, biraz salça, favori bıçağım gibi temel malzemeler. Parkın içindeki veya civardaki marketlerden alışveriş yapılabilir ama bazı ürünleri ufak paketlerde bulmak zor bu yüzden götürmek daha kolay, sonra getirirken daha çok ağırlık olmasın. Bunlardan başka evde biz yokken bozulacağını düşündüğüm evdeki malzemeleri de alıyorum, peynir gibi soğuklar için ısı geçirmez çantam var, ona koyuyorum ve evdeki sebzeleri veya diğer malzemeleri de götürüyorum. Bir çanta da mutfak malzemesi oluyor. Genelde orada pişireceğim yenekleri pratik basit yemekler olarak seçiyorum. Makarna, hazır köfte, bazen hazır pizza gibi. Civardaki marketlerden alışveriş yapıyoruz. Böylece yeme içme konusunda kahvaltı ve akşam yemeğinden kişi başı neredeyse 10-20 euro tasarruf olabiliyor (tabi nerede yediğine göre de değişir).

Şimdi bunları yazınca cimri olduğum sanılmasın. Daha çok, iki farklı seçenek varken pahalısını seçmek istemeyişimden kaynaklanıyor. O arttırdığımız para ile başka tatillere gitmeyi tercih ediyoruz. Diğer yandan özellikle hollandada restoranda yiyeceğiniz yemekler gerçekten verilen paralara değmiyor. Türk mutfağı gibi zengin ve lezzetli değil. Hep aynı şeyler ve genellikle servisi müthiş ağırdır. Benim çocuklar hala restoranda 1 saat yemek bekleyecek yaşa ulaşmadı. Burada restorana gitmek insanlar için yemek yemekten çok,oturup  sohbet etmek, sosyalleşmek anlamına geliyor. Bu durumda çocuklarla evde yemek bizim için daha zahmetsiz. Yani düşünün yemeği pişiriyor olmam bile, restoranda onları zaptetmekten daha kolay :)

Diğer yandan her seferinde farklı evlerde kalmak çok eğlenceli. Kiminde ranza, kiminde dolap içinde yatak gibi çocuklara ilginç gelen şeyler oluyor. Genelde bahçesi, varendası oluyor. Son kaldığımız yerde evde şömine, bahçede gezen bir sincap vardı. Hepimiz bayıldık. Bir keresinde ise evimiz bir at çifliğinin içindeydi, at, camdan bize bakıyordu. Yine vakantiparkların içinde mutlaka kapalı ve açık havuzlar, tenis kortları, çocuk parkları, göl kenarındaysa kano, deniz bisikleti gibi aktiviteleri, kapalı oyun salonları, yani oradan çıkmanıza gerek kalmadan vakit geçirmek için her imkanı oluyor. Bazılarının yaz dönemi için oldukça iyi aquaparkları oluyor.

                           
Kısaca özetleyecek olursam gitmek istediğiniz yerin civarında, önce vakantiepark ve camping diye aramanızı tavsiye ederim. Sonra içlerinden fiyat, olanak karşılaştırmasını yapabilirsiniz. Amsterdam’a çok yakın vakantieparklar bile var. Tabi bu tarz bir tatil herkese uygun olmayabilir fakat deneyince seveceğinize eminim.

Tek bir isletmeye ait olan vakantieparklar oldugu gibi, zincir seklinde parklar da var. http://www.eurocamp.com/ bunlardan biri. Bu siteden neredeyse tum avrupada imkanlar bulabilirsiniz. 



26 Ekim 2019 Cumartesi

Burendag 2019 (Ulusal Komşular Günü)

Ekim 26, 2019 1 Comments
2006 yılından beri Hollanda’da her Eylül ayının 4. Cumartesi günü, ulusal komşular günü olarak kutlanıyormuş. Böyle bir olayın varlığını daha önceden duymuştum ama hiç dahil olmamıştım. Bu yıl ise iki farklı şekilde kutlayınca, buraya da yazmak istedim.

Dünkü yazım ile bir önceki yazı arasında tam bir ay geçti. Bunun bir sebebi de burendag aslında. Süslü kadınlar bisiklet turundan sonraki haftasonu burendag idi ve biz aylar öncesinden bu gün için bir program yapıyorduk. Ara sıra bahsediyorum, evime tam olarak 300 adım mesefede bir dorpshuis var. Hollandacada dorp köy demek, aynı bizdeki gibi sonu dorp ile biten bir çok yerleşim var: Xdorp, Ydorp (kadıköy, bakırköy) gibi. Bizim yerleşimin adında da bu geçiyor : suluçiftlikköyü :)) Çok eskiden tamamen su imiş bu bölge, doldurulup köy olmuş. Zaten dört bir yanımızda da su var.

Neyse efendim, bizim bu dorpshuis’e, bir nevi halk evi (köy evi ) diyebiliriz. Ama gözünüzde öyle eski püskü bir yer canlanmasın. 3 yıl önce yeniden inşa edildi ve çok modern bir yer oldu. Gölün hemen kıyısında, içinde çok şık bir cefesi, sanat galerisi, gösteri salonu, bizim çocukların doktorlarının ofisi, çocuklarımın gittiği okul öncesi okulu  ve şimdi de kasaba kütüphanesinin taşınmakta olduğu, belediyeye ait bir bina. Burada ayrıca çeşitli etkinlikler, workshoplar falan da düzenleniyor. Ve benim bir yıldır devam ettiğim konuşma dersleri bu binada, burada çalışan biri tarafıdan veriliyor.
İşte bizim köyevi :)
Burendag kapsamında, belediyemiz bir etkinlik planladı. Ücretsiz olarak, civarda yaşayan insanlar bu etkinliğe kayıt oldular. Sabah 10 gibi bir çay kahve buluşması, ardından otobüsle yürüyüş için ormana gidiş, sonra öğle yemeği, sonra da topluca bir film seyri, programı oluşturuyordu. Hocamız bizden öğle yemeğini hazırlamamızı rica etti ancak bu sıradan bir yemek olmayacaktı.Herkes kendi kültürüne dair bir yemek yapacak böylelikle mutfak kültürü zayıf Hollandalılara tanıtmış olacaktık. 7 kadın (2 türk 1 bulgar 1 yunan 2 taylandlı 1 perulu) düşündük taşındık, bir menü oluşturduk. Menü tabi ki çorba ile başladı, ana yemek, salata/ meze ve tatlı olarak planlandı ve her birimiz bu zincirden birer ikişer parçayı kendi kültüründen pişirdi,ama bütün olarak da uyumlu olmasına uğraştık ve tabi hollandalıların damak zevkine uyacak, nispete fazla keskin olmayan tatları seçtik. Tariflerimizi ve ihtiyaç listemizi yazdık, onlar temin ettiler, biz sadece hazırladık.

O gün gerçekten çok keyifli geçti. Restoran mutfakları gibi kocaman fırın ve ocakların olduğu mutfakta kendimizi şef gibi hissettik. Biraz da yetiştirme telaşı oldu tabi. 7 - 10 kişi mutfakta arı gibi çalışıyor, araç gereçleri paylaşıyor, birbirimize el veriyor, arada şakalaşıyor, koştururken çarpışıyorduk. Sanırsın michelin star şefleriyiz :)

Katılımcılar (50-60 kişi civarı) geziden döndüklerinde, cafede uzun bir masa üzerine yemekleri dizdik. İkram ettik, ederken konuşma pratiği yaptık tabi. Yemeklerin hepsi çok beğenildi, üstelik şehir gazetesinde bile bahsimiz geçti. Geçen haftaki derste hocanın dediğine göre, insanlar hala soruyor ve yine istiyormuş, bize yine yapar mıyız diye sordu. Biz de evet dedik, henüz tarihi belli olmayan bir günde, başka bir etkinlikte yeniden şef olacağız :))




Menüde mercimek ve kremalı tavuk çorbası(ben ve türk arkadaşım), fırında patatesli tavuk (yunan usulü-içine muskat koydu nasıl nefis oldu), fırında sebze (yunan), kızarmış tavuk kanadı (tayland), yumurtalı soslu falan tayland pilavı, kısır (türk), bir üst görseldeki patates salatası (peru), kadayıf tatlısı (bendeniz) vardı :))

Bu etkinlikten bir hafta sonra da, bizim sokakta komşular günü buluşması oldu. Son bir yıl içinde sokağımıza taşınan bir çok aile olunca, eski sakinlerden iki bayan bir toplantı organize etmişler ve hepimizin posta kutusuna bir bilgilendirme mektubu bırakmışlar. Yine sokağımızda bulunan çocuk parkında buurtborrel olacak, isteyen yiyecek içecek getirip katılacaktı. Şansımıza günlerce yağıştan sonra o gün hava açtı, parkta toplaştık, tanıştık kaynaştık. 

Borrel öğünü Hollanda kültüründe önemli bir yere sahip. İngilizlerin 5 çayı gibi Hollandalıların bu saatlere tekabül eden borrel’ları var. Mesela 4-5 gibi işten çıkan insanlar bir barda/cafede borrel için buluşrlar. Borrel içinde genelde elle yenen sıcak atıştırmalıklar (bazen peynir tabakları da oluyor) ve bira/şarap tüketilir. Aşağıda klasik bir borrel menüsü görülüyor.
Ben de aşağıdaki peynir tabağını hazırladım ve mini çibörekler pişirdim. Onlar da beğenildi çok şükür.
Instagram’da bu güne dair görseller paylaştığımda, artık türkiyede eski komşuluğun kalmadığını, böyle çabaların ne güzel olduğunu belirten mesajlar aldım. Yeniden o eski komşuluk ruhunu bulabilmek ümidiyle❤️




24 Ekim 2019 Perşembe

Rengi Değil Erimi

Ekim 24, 2019 10 Comments
İstanbul’da yaşarken, özellikle her gün denizi görerek işe gidip gelirken, asla denizi görmediğim bir yerde yaşayamayacağımı düşünürdüm. Denize bakmak, onun kokusunu duymak benim için günün en önemli rehabilitesiydi. Hollanda’ya taşınınca mavinin yerini yeşil aldı. O kadar alıştım ki, maviyi görmeyişimin eksikliğini farketmiyorum bile. Yürüyüş yaparken arkadaşım P.’ye de dediğim gibi; şimdi (de) her gün yeşili görmeden yaşayamam. Denizin kokusundan nasıl vazgeçtin peki derseniz, yerine başka kokular koydum; orman, ağaç, toprak, çiçek kokusu....

Konuyla en alakalı olarak arşivimden bulabildiğim görsel. Kasselbrug/Almanya


Fakat bir süredir düşünüyorum, deniz kenarında yaşayanlar her ne kadar denize bakmayı seviyorsa, dağ eteklerinde yaşayanlar dağlara tepelere bakmayı seviyor. Sevenlerinin, uçsuz bucaksız kurak bozkırları anlattıkları enfes yazılar okudum; tabi çöl aşıklarını da defalarca duydum. İnsan içinde yaşadığı coğrafyada, illa ki sevecek bir yer buluyor  bulmasına da, aslında bunların hepsinin tek bir ortak özelliği olduğunu farketmek zor değil. Eriminin yani bir şeyin ulaşabileceği uzaklığının çok çok geniş olması. Gözlerimizin görebileceği en uzak noktaya kadar, önünde hiç bir engel olmaması. Birkaç dakika uzaklara bakmanın, insanın ne kadar çok farklı yönlerden etkilediğini, sanıyorum ki kimse tam olarak ifade edemez.

Benim için ise aynı anda binlerce düşünce ve hissin kucaklaşmasına vesiledir uzaklar. En büyük problemlerin ne kadar küçük olduğunu gösterir, en karmaşık duygularımın düğümlerini birer birer çözer. Hayat, doğa, şükür, acizlik, hayranlık, ölüm, renkler, kokular, merak, huzur, aidiyet, kulluk... Bu yüzden kalbimin sıkıştığı, kafamın karıştığı dönemlerde mutlaka erimi uzun mesafelere gidip sadece bakma isteği duyarım.

Biliyorum bazı şehirlerde bu mesafelere kavuşmak kolay değil. Karşıdaki apartmanla arasında sadece 2-3mt boşluğun olduğu evler var. Fakat hala çok uzun mesafeleri görmek için bir şans var, gökyüzü. Henüz gökyüzünü dolduracak uçan arabalar icat edilmemişken bol bol bakmalı. Mavisi, pembesi, turuncusu her rengi var. Köpük köpük, şekil şekil bulutları var. Bazen içinde dans ederek süzülen kuşları var. Kimi zaman pırıl pırıl parlayan yıldızları, ayna gibi parlak aydedesi var.


Evet gerçekten rengi değil erimi önemli olan. Deneyin göreceksiniz.





24 Eylül 2019 Salı

Bisiklet Turu

Eylül 24, 2019 11 Comments
Geçtiğimiz pazar günü bir önceki postta paylaştığım bisiklet turuna katıldım kızımla. Hava bize bir torpil yapmış olmalı ki uzun süredir devam eden kapalı ve yağışlı günlerin ardından pazar günü açık ve 25 dereceydi. Rüya gibi. Hemen ertesi gün yine aralıksız yağmur dolu bir haftaya başladık.

Tur için buluşma evimden 11 km uzaklıktaki bir parkta olacaktı, google maps’in bana bu mesafe için verdiği bisiklet sürüş süresi 35 dakika oldu. Ancak hem yolu tam bilmediğimden hem de ilk defa bu kadar uzak mesafe pedallayacağım için 1 saat önce evden çıkıp rahat rahat gittim. Bazı arkadaşlar otobüsle gidip bisiklet kiraladılar. Benim de aklımda bu vardı ama kendi kendime bir challenge yapayım dedim :))

Sabahında bisikleti nasıl süslesem diye düşünürken aklıma biraz vintage dekorlar yapmak geldi. Hemen bir kartona aşağıdaki yazıyı yazdım ve bahçemizde çokça bulunan renkleri dönmüş ortancalarla süslemeye karar verdim.

 Bence çok orjinal oldu. Bisikletim abartılı süslü olmamasına rağmen dikkat çekici ve farklı olmuştu. Saçıma da bu çiçekten takıp kombinimi tamamladım 🙈

Buluşma noktasına giderken ormanlık bir güzergahtan gittim, hava ve manzara şahaneydi, bisiklet üzerinde olmayı zaten çok severim. Yalnız başıma doğada olmak tam bir terapi oldu.

Kızım onca yolu gitmeyi göze alamadığından ve arkamda gitmesine de eşim izin vermediğinden, eşim onu arabayla buluşma noktasına getirdi. Tur boyunca arkamda oturacaktı ama çok sevdiği arkadaşı bakfiets (kutulu bisiklet) ile geldiği için onunla oturmak istedi, onlar da makamlarında  halkı selamladılar :))

Evet yol boyunca herkese el sallayıp selam verdik. İnsanların tepkileri de çok hoştu, kendimizi kraliçe gibi hissetmek de... 1,5 saat kadar dolanıp varıl noktasına geldik. Bol bol fotoğraf çekildik. Turun beredeyse tamamı kayıt altına alındı ve youtube’da yayınlandı. Biraz uzun ama merak ederseniz burada https://youtu.be/ca27RPjiz8U

Turun sonunda o süreçte oğlumla parkta bizi bekleyen babasına kızımı teslim ettikten sonra, aynı yolu yine pedallayarak döndüm. Toplam sürüş mesafemi hesaplamadım ama 25-30 km arasında olmalı. Eve döndükten sonra yemek hazırla, ye iç topla derken aslında fena değildim ancaaak gecenin bir yarısı feci ağrılar başladı bacaklarımda, baya da uyutmadı. Bir süre sonra ağrı kesici aldım, sonra uyumuşum. Ertesi sabah ağrılar devam etti ama öğleden sonra geçti. Bugün çok daha iyiyim. Fakat bu ağrılar çok yoğun spor yapınca oluşan laktik asit birikmesindeki ağrılardan farklıydı, eşim kasların genişleyip, zarlarının genişlemek için yırtıldığını, vücudumun bir iki gün içinde yeni kas zarları üreteceğini söyledi. Artık daha kaslı bacaklarım varmış :))

Yorgunluğuna rağmen seneye yeniden katılmak isteyecek kadar çok sevdik, çok eğlendik. İyi ki katılmışım diyorum şimdi 🙏🏼

20 Eylül 2019 Cuma

Suslu Kadinlar Bisiklet Turu (Fancy Women Bike Fest)

Eylül 20, 2019 2 Comments
Duyduk duymadik demeyin. Bu pazar dunyanin birçok ülkesinde kadinlar suslenip puslenip bisikletleriyle sokaklara dokulecekler. Bir aksilik olmazsa ben de arkadaslarimla Amsterdam'dan katilacagim. Daha once hic katilmadim ama aylardir takip ediyorum, bu etkinligin enerjisi cok baska, amaci cok guzel ve insana nese veren bir yonu var.

Ilk defa 2013 yilinda Izmir'de duzenlenmis olan bu etkinlik oyle sevilmis ki bu yil 22 eylul pazar gunu, dunyanin her yerinden 120 sehirde kadinlar bisikletleriyle yollarda olacaklar. Sadece 6 yilda bu kadar genis bir cografyaya yayilmis olmasi muhtesem bir basari. Siz de katilmak isterseniz web sitelerinden size en yakin lokasyonu bulup, bulusma yeri ve saatini ogrenebilirsiniz. https://www.suslukadinlarbisikletturu.com/

Bu web sitesinden baska genel bir facebook sayfalari ve ayrica sehirler kendi arasinda organize olabilsin diye sehir adlarina gore alt facebook sayfalari da var (hepsinin olmayabilir tabi), bu sayfalara uye olup gerekli bilgileri edinebilirsiniz.


Bakin Manifesto'su neymis:

Bisiklete herkesin binebildiğini, hatta çok güzel bindiğini, o da yetmezmiş gibi süslü püslü bindiğini göstermek için her yıl Dünya Otomobilsiz Kentler Gününde kadınlar bisikletleri ile meydanlarda olacak. Kadının görünürlüğü, kamusal alanda hakkını talep edebilmesinin anahtarıdır. Bisiklete binmek, kadınların toplumda görünür hale gelmesi ve özellikle şehirle etkileşime girmesinin tamamen yeni bir yoludur. Süslü Kadınlar Bisiklet Turu, bisiklet sürmenin özgürleştirdiğini hatırlamak ve şehirlerde daha fazla kadının bisikletli ulaşımı seçmesini özendirmek için kadınlar tarafından kadınlar için gönüllülük esasında düzenlenen bir etkinliktir.

Kadın Ol. Görünür Ol. 

Süslü Kadınlar Bisiklet Turu’nun katılımcıları kadınlardır.Süslü Kadınlar Bisiklet Turu durağan değil, hareketlidir. Katılımcılar fark edilmek için kendilerini ve bisikletlerini süslerler. Süslü Kadınlar Bisiklet Turu bir yarış değildir, bisikletle hız yapılmaz. Süslü Kadınlar Bisiklet Turu sırasında izleyicilere el sallanır ve gülümsenir.

18 Eylül 2019 Çarşamba

Yurt Disinda Hayat Nasil?

Eylül 18, 2019 5 Comments
6 yildan fazla zamandir Hollanda'da, 3 yila yakin Slovakya'da yasamizin ardindan (2010 yilindan beri) neredeyse artik eski gocmenler kategorisine yukseldim. Bu surecte, yurtdisina tasinmak, orada hayat nasil, gidelim mi gitmeyelim mi, orasi mi iyi burasi mi konulu yazilar hic yazmadim, yazmaktan da kacindim. Dun yine benzer bir yazi okuyunca biraz bu konuda kelam etmeye karar verdim.

Oncelikle o ulkede su boyle, ulkemizde bu boyle yazmanin tamamen kisisel deneyimlere gore degistigine siddetle inaniyorum. Bir ornek uzerinden konusacak olursam, ozellikle avrupada saglik sisteminin turkiyeden geride oldugu ve cok cileler cekildiginden fazlaca sikayet edilir. Bu kiyaslama da oldukca dar bir kiyastir. Turkiyenin her yerindeki saglik kosullari ayni degildir, avrupadaki her hastane benzer degildir, ustelik her bir hastanin tecrubesi farklidir, diger yandan ne yazik ki olumsuz soylemler olumlulardan kat kat daha fazla sosyal medyayi isgal eder ve insanlarin algisi uzerinde yarattigi etki daha fazladir. Mesela bir buzdolabi alacaksiniz diyelim,  o markayi kullanan ve memnun kalan milyonlarca kisi vardir ama internette olumsuz yorum yazan on kisinin yorumunu okuyunca onu almaktan vazgecersiniz. Cunku olumlu yorumlari gormezsiniz. Bunun gibi avrupanin saglik sektoru de olumsuz hikayelerden nasibini aliyor. Yine de tamamen haksizlik yapiliyor demiyorum, sadece her yerde olabilecegi ve  her insanin basina gelebilecegi gibi avrupada da iyi tecrubesi olan da var kotu tecrubesi olan da. Sahsen ben yurt disinda yasadigim yillar boyunca, hem slovakyada hem hollandada, iki dogum da dahil kendimde ve cocuklarimda tecrube ettigim hic bir saglik probleminde sorun yasamadim.  Doktorlardan da hizmetten de memnun kaldim cok sukur, insallah da yasamam.  Surekli soylendigi gibi paracetamol verip antibiyotik verilmeyen hastaliklar konusunda da sorunum olmadi, gerekli buldugunda doktorlarimiz antibiyotik de verdi. Ancak abartili ilac takviyesinden kacinildi ki bu benim de tercih ettigim seydi. Hastaneyle baska bir tecrubem de isitme kaybim konusunda oldu Hollanda'da.  Turkiye'de arastirmalara ragmen sebebi ve tedavisi konusunda bir katki saglayamadigim isitme kaybinin nedeni, ben talep etmeden onlarin beni yonlendirmesiyle bir arastirma hastanesine sevk edilerek, tamamen ucretsiz her turlu testten gecirilerek en sonunda dna testlerinin de yapilmasi ile, genetik oldugu bulundu. Annem babam tasiyici imis ama onlarda bu kusur gorulmezken, bende bu bozuk genler baskin cikmis ve yuzde elli isitme kayipli dogmusum. Gecen yila kadar nedenini bilmiyor ve yillardir merak ediyordum.

Ulke degistirildiginde her insanda bir sure adaptasyon doneminin yarattigi bir 'blues' (uzuntu ve depresyon) donemi olduguna katiliyorum. Bunun suresi kisiden kisiye degistigi gibi, tahammul derecesi de farklidir muhakkak. Hepimizin gecmisi, tecrubeleri, beklentileri, icine girdigi ortamlari, ruh halleri farkli ve yeni surec hepsini iceren karmakarisik bir metabolizma gibi. Kimisi icinde yasadigi toplumu kaba/ soguk/ irkci/ kati/ kuralci bulur; kimi sevecen/ sicak/ yardimsever/ ... Bazen de sansina tek turde insanlar cikar ve insan o sekilde kaniksar. Bu yonde benim tecruben yine olumluydu, cunku ben asiri sosyal bir insan degilim. Insanlarla aramda saygili bir mesafe olmasindan memnunum ama tamamen ters davranislarla da hic karsilasmadim. Hic unutmam eve ilk tasindigimizda iki farkli komsumuz cocuklara oyuncaklar getirmislerdi. Evlerine gidis gelis yaptigim yabanci komsularim yok ama (sonradan edindigim arkadaslarim var tabi) hollandalilar da kendi aralarinda boyleler. Diger yandan tanidik tanimadik gun icinde kimle yolda raslasirsan herkes selam verir, en azindan gulumser veya 'small talk' yapar ki bu benim icin istanbulda hic olmayan birseydi. Bu acidan burada daha sicakkanli insanlarla karsilastigimi soylemeliyim.

Bir diger sikayet edilen konu ise, hizmetlerin pahaliligi sebebiyle insanin her isini kendin yapmak zorunda kalmasi. Bu konudan ben sahsen rahatsiz degilim. Belki oncesinde farkli bir yasam tarzim olsaydi, buna alismakta zorlanabilirdim. 75 yasindaki annem de, istanbulda yasadigim surece ben de eve hic yardimci almis insanlar degiliz. Diger yandan annem de babam da kendi isini kendi yapmaya megilli insanlar olduklari icin (olmayanlari elestirmiyorum elbette herkesin sartlari, tercihleri) bize de boyle ogrettiler. Evdeki ufak tefek tamir islerinden (badana, onarim, lavabo acmak, ufak alci siva isleri, azicik marangozluk), tum ev islerine kadar her seyi onceden tecrube ettigim icin burada insanlarin kendi basinin caresine bakmalari bana tuhaf gelmiyor. Bu konuda bir adapte zorlugu hic yasamadim, hatta isgucunun pahaliligi insana verilen deger acisindan hosuma gidiyor. Fakat bu pahaliligin bir diger artisi da isin iyi yapilmasi, olabilecek kusurlari kapsamasi, yeniden duzeltilmesi vs vs. Henuz cok yakin bir tecrubemi anlatayim, gectigimiz haftasonu komple mutfak degistirdik ve bunun kurulumu icin en ucuz yolu secmedik (en ucuzun biraz ustu ama en pahali degil). Fakat adam o kadar profesyonel calisti ki, oncesinde bize kesin olarak belirttigi surede isi tamamladi, ongorulmeyen hic bir problem cikmadi (olasiliklari dusunup hazirlanmisti), isin sarkmasi, yapariz ederiz muhabbetleri gibi seyler olmadi ve bizce aldigini gercekten haketti.

Bu ornekler uzar gider. Yurt disina gocmek isteyenlere soyleyebilecegim tek sey, kendi gecmis gelecek hesabini, beklentilerini, artilarini eksilerini, tamamen kisisel olarak degerlendirip tartiya koymaniz. Yargilara degil durumlara odaklanmaniz, yargilara o durumdan itibaren kendiniz varmaniz. Saniyorum en dogru degerlendirme bu sekilde olacaktir.

sevgiler