Elimdeki kitaplardan biri olan "Çocuk Beden Dili" (Samy Molcho) isimli kitaptan bir bölümü yazmak istiyorum. Biraz uzun olacak ama bence çok önemli ve anne babaların dikkat etmesi gereken bilgiler içeriyor. Benim için bebeğimin duygusal olarak doyuma ulaşması, en azından karnının doyması kadar önemli. Ben kızımda da bunu gözlemliyorum ve davranışlarımı ona göre uyarlamaya çalışıyorum.
----
Her çocuk duygularını anlatmak ister. Çocuğun temel duygularının gereksinimlerine göre şekillendiğini artık biliyoruz. Olumsuz olarak, açlık, ıslaklık, üşüme; olumlu olarak tokluk, kuruluk, yani onu hoşnut eden ya da etmeyen her şey temel duyguların şekillenmesinde rol oynar. Çocuk anne yada ebeveynlerle oynarken sevinme, mutlu olma, keyifli olma ve haz alma duygularını da öğrenir. Merak dürtüsel olarak ortaya çıkar ve giderilmesi istenir.
Çok sonraları, katı gıdalar, giyecekler ve başka insanlarla karşılaşma ile ilintili olarak, daha başka duygular da ortaya çıkar.
Daha önce de söylediğim gibi, duyguların da merak ve gereksinimler gibi doyurulması ve cevap verilmesi gerekir. Bir duygunun cevaplandırılıp cevaplandırılmaması ve ne kadar yoğun olacağı, anne ve çocuk arasındaki ve çevre ile çocuk arasındaki ilişkilere bağlıdır.
Eğer bir çocuk meraklıysa,dünyayı keşfetmekten haz alır. Eğer oynamak istiyorsa, hissettiği zevki yoğunlaştırmak ister. İsteğinin yerine getirilip getirilemeyeceği tabi ki oyun arkadaşına, yani çoğunlukla anneye bağlıdır. Çocuk anneyle oynamaktan zevk alır. Duygular çok güçlü olabilir. Duygular çok yoğun olduğunda kendi kendimize "şu an bana bir mola lazım" deriz.
Merak eninde sonunda giderilir ve değişiklik istenir. Aynı şekilde her sevinç ve güzel oyun sonrası bile mola gerekir. Mola "son" olmamalıdır. Tekrar oyuna devam edilmeli ve o duygu yeniden yakalanmalıdır. Buna ben "duygu salıncağı" adını veriyorum. Hatta bir duygu orgazmından bahsedebiliriz. Anne ve çocuk arasındaki duygu salıncağı nasıl oluşur? Oyun başlar, çocuğun hoşuna gider, ta ki çocuk mola isteyene kadar. Eğer anne oyunun şimdilik yeterli olduğunu anlarsa, duracaktır ve moladan sonra tekrar oynamaya devam edecektir. Fakat anne oyunun bitirilmesi gerektiğine inanır ve tekrar oyun başlamazsa, çocuk duygularını yoğun bir şekilde yaşayamaz. O zaman da duygu salıncağı harekete geçmez ve çocuk ilk duygulanım basamağında kalır.Oyun hep bu aşamada kesintiye uğrarsa çocuk yoğun ve güçlü duyguları belki de hiç bir zaman yaşamayacaktır.
Eğer anne çocuğunu dikkatli gözlemlerse, çocuğun biraz ara verdikten sonra, elleri ve ayakları ile tekrar ona yöneldiğini farkedecektir ve onuna tekrar oynamaya başlayacaktır. Böylece oyun ve mola arasındaki yer değişimi yeniden başlayabilir. Tempoyu çocuğun belirlemesi burada çok önemlidir. Duygu salıncağındaki temponun dengelenmesi anne ve çocuk arasındaki uyuma yol açar. Bu, salıncaktaki iki yetişkin için de geçerlidir.
Çünkü birbirlerini sevinçten sevince sallayan iki yetişkin arasında da bu böyledir. Duygularımızı yoğunlaştırırız, molaya ihtiyaç duyarız , yine bir mola ve bir tane daha. Çift taraflı tempo dengelendiğinde, sevgide, sevgi dolu hareketlerde, ortak ilgilerde, karşılıklı dikkatte ve bir hayat arkadaşı ile yapılan her şeyde duygular zirveye ulaşır.Eğer bir taraf diğer tarafı kendi temposunda hareket etmek için zorlarsa, salıncağın dengesi bozulur, duraklar.
Oyun ve mola, oyun ve mola çocuğun duygularını fazlasıyla yoğunlaştırmıştır.Küçük yüzü kızarır, hareketleri heyecanlıdır, doruk noktasına varılır. Ben bu noktaya duygu orgazmı diyorum. Burada çocuğun bedenindeki enerji tamamen boşalır ve bu da ara verme isteği doğurur. Bu durum kadın ve erkek arasındaki aşk oyunuyla benzeşir.
Bir enerji boşalımından sonra çocuk tek başına olmak ister. Ara verme isteği ile oyunu bitirme isteğini nasıl ayırt edeceğiz diye sorabilirsiniz. Eğer çocuk kendisiyle ilgilenmeye karar vermişse, oyunu bitirme isteği söz konusudur. O zaman sadece başını çevirmekle kalmaz, bakışlarını da içe yöneltir, elleri kendi bedenine dokunur ya da hareketsizleşir. Artık ne elleri ne de ayakları çevresine ya da kendine bakana yönelir. Oysa o ana kadar kendisine bakan kişi çok önemliydi. Bu diyaloğun sonu anlamına gelir.
Yetişkinlerde durum farklıdır. İlginin yoğunluğu bir doruk yada bir durağanlık talep eder ve sonrasında herkes kendine döner. Hareketler kendi bedenine doğru olur ve hayat arkadaşının bedeninden uzaklaşır. Banyoya gidilir, bir sigara içilir vs. Bu duygu salıncağı olayı ya da duyu orgazmı, insanlara gündelik yaşamda yoğun maceralar yaşama cesareti verir. İnsan artık yoğun duygulardan korkmaz, yoğun duyguları yaşamıştır, "tecrübe etmiştir" ve doruk noktasındaki yoğunlaşmadan sonra hoşa giden bir rahatlama olacağını bilmektedir. Yani, eğer çocuk duyguların yoğunlaşmasını öğrenmezse, yetişkin olduğunda yoğun duygulardan korkacaktır. Sonuç olarak kendi duyguları harekete geçtiğinde, çok yoğun olacaklarını düşünüp kendi duygularından kaçacaktır. Bu korku çok doğaldır. Çünkü böyle bir yoğunluğu daha önce hiç yaşayamadığı için, kendini nelerin beklediğinden habersizdir. Yaşamına öngöremediği birşey girmektedir. Bilinmeyen, bize yabancı olan şey, bizim için tehlikeli olabilir. Dolayısıyla bu tehlikeli duygulardan ve bizde yoğun duygular uyandıran sevdiğimiz insanlardan kaçarız. Bildiğimize ve güvenli olana yöneliriz. Bize kalan ise o büyük maceraya duyduğumuz yıkıcı özlemdir. Fakat cesaretimiz yoktur. Çocukluk çağında duyguların yoğunluğunu irdelemek için oyunun devamını isteyip de reddedilenler, ergenlikte ya da yetişkin olduklarında kafalarında eski tecrübelerini yeniden canlandıracaklardır. Çocukluktaki olayı biliyoruz: Eğer her seferinde reddediliyorsa dikkat çekme çabası giderek azalır, hayal kırıklığı ve kendine dönüş yaşanır. Örneğin bir kız ya da bir delikanlı, onda yoğun duygular uyandıran biriyle ilişkiye geçmek ister. Özlemle karşı tarafa bakar ama bebekken yaşadığı tecrübe ona başından beri aktif olmanın bir anlamı olmadığını göstermiştir, çünkü ilk gülümsemeden sonra birşey olmamakta, onunla ilgilenilmemektedir. Bu şu demektir: Eğer kız yada delikanlı o yoğun bakışa karşılık hemen bir cevap alamazsa, çabucak hayal kırıklığına uğrar ve geri çekilir. Bu bir oyunda ya da işteki her olayda söz konusudur. Böyle bir çocukluğu olan kişiler eğer hemen başarılı olunduğuna dair geribildirim alamazsa ilgisini kaybeder. Hayal kırıklığı ve daha kötüsü başarısızlık duygusu oluşur. İçine kapanık insanlar hem kendne dönüktür, kendinden uzağa dünyaya doğru işaret etmezler. Ondan sonra da bu insanlar neden dünyanın onlara gelmediğine ve onlarla oynamadığına hayret ederler: oysa dünyaya bir şans vermeyen kendileridir. Köpeğin kendi kuyruğunu ısırmasına benzerdir bu. İçine kapanık olan kişi kendine şöyle der: bana cevap vermeyeceğini bildiğim halde neden dünyaya bir şans vereyim? Oysa dünya cevap vermek için bir katılımcılık işareti beklemektedir. Oysa hepimiz duygu salıncağının yarattığı o yoğun duyguyu yaşamak isteriz, o duyguyu ararız. Bu duyguyu yaşamak derinden gelen bir gereksinimdir. Ve o nedenle lunaparklarda yukarıdan aşağıya hızla inen vagonlara bineriz. Bu ve benzeri eğlence araçları duygu salıncaının birer modelidir. Ykarı ve aşağı, hep daha yukarı ve aşağı, hep daha hızlı ve yoğun bir macera... Bütün lunaparklarda, başka insanlarla bu yoğun duygu yoğunluğunu yaşama yeteneğinden yoksun mutsuzlar için, böyle vagonlar veya benzer alternatifler bulunur. Böylece mutsuz kişiler, "yoğun duygu yoksunluğunu" telafi etmeye çalışırlar. Tabi ki bu yasaldır ve hatta böyle topluca yaşanan maceralar insanın yoğun duyguları yakalamasına yardımcı olur. Futbol stadyumundaki bir seyirci de farklı birşey yapmaz, o da duygu salıncağını denemek ister; yine boks ringleri de bu amaca yöneliktir. ....
"Duygu salıncağı" teorisiyle neden çocukların işten dönen babalarını coşku ve sevinç çığlıklarıyla karşıladıkları açıklanabilir. Anne ise şunu düşünür, neden bu çocuklar beni bu coşkuyla karşılamıyor? Nerede hata yaptım? Bütün gün onlarla ilgileniyorum, onlarla oynuyorum ama baba gelir gelmez bütün çocuklar ona koşuyor.
Cevap anne ve babanın farklı oyun tutumlarında saklıdır. Anne çocukların eğitiminde asıl yükü çekmektedir. Anne çocuklarla sürekli, daha yavaş ve tekrarlarla oynamaktadır.Ve burada duygular yükseklere doğru sallanmazlar. Anne duygulara belli bir tempoda cevap verir. Bu da durağanlığa yol açar. Hatta anne çocuklarla duygu yoğunluğundan korkar: yeter artık dur, yüzün kıpkırmızı oldu baksana! Anneler babalarıyla oyunlarına çoğunlukla böyle tepki verirler. Babalar oynarken daha çok motor hareketler yaparlar. Çocukları havaya atarlar, yeniden tutup döndürürler. Ve çocuk güler, yüksek sesle güler ve annenin sesi duyulur: Yeter dur, bu kadar azmayın, Çocuk çok yoruldu. Ama çocuk güler, gözleri parlar ve hep daha fazlasını ister.
Çocuk babasıyla oynadığı bu harika oyunu annesinin neden böldüğünü anlayabilir mi?
Çocuk babasının sayesinde bu "büyük duygu salıncağına" binmektedir. Anne ile uzun zaman geçirdiğinden, genelde böylesi bir salıncağa binmek çok sık mümkün olmaz. O nedenle çocuğun gözünde babasının yeri ayrıdır, çünkü baba çocukla ilgilendiği bu kısa zamanda duygu salıncağını kullanmayı hatta duygusal doyumu mümkün kılmaktadır.
Baba daha seyrek olarak çocukla zaman geçirdiğinden ve ona bu zaman diliminde sıra dışı şeyler vaat ettiğinden, çocuk babasına hayrandır. Fakat hiç bir annenin, çocuğum beni babasından daha az seviyor diye kaygılanmasına gerek yoktur. Çoğu evlilikte çocukla en yakın bağı hep anneler kurarlar, çünkü çocuğun ilk ilişki kurduğu kişi annedir. Anne sabırla ve sürekli tekrarlanan oyunlarla çocuğuna çevreyi anlamayı öğretir. Ayrıca hiç birşey anneyi sansasyon yaratan oyunlar oynamaktan alıkoymamaktadır. Fakat belki de bu tür oyunları babaya bırakmak daha uygun olur, çünkü babalar da bu tür oyunları oynamaktan keyif alırlar.
Dip not: Bu yazının sonucunda aklıma hiperaktif olarak nitelendirilen çocukların aslında günlük hayatta bu duygu yoğunluğu arayışında oldukları için macera peşinden koşuyor olabilecekleri aklıma geliyor. Belki bu yönde de bir etkisi vardır.
Birkaç yazı önce Dila'ya uykudan önce şarkı söyleyip gıdıklamaca, kudurmaca oynadığımızı yazmıştım ve sevgili Tüten uykusu kaçmıyor mu demişti. Gerçekten kaçmıyor çünkü bir an geliyor ve aynı yazıdaki gibi içine dönüyor. Ondan sonra da sorunsuz uykuya geçiyor. Bizim evde duygu salıncağı genelde babadan ziyade anne tarafından yapılıyor. Eşim başlarda zarar vereceği endişesi ile aşırı hareketli oyunlardan kaçınırdı, şimdi o da alıştı fakat doğduğundan beri ben sık sık kudurtma görevini severek üstleniyorum :)
16 Ağustos 2013 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Canım iyi ki paylaştın; merak ettim alıp okuyacağım ve benim bildiğimin tam tersini söylüyor bu kitap yani genelde uzmanlar şöyle söylüyor: Çocukla oyun oynarken molayı siz verebilirsiniz çocukta zamanla sizin ne zaman mola verebileceğinizi öğrenir. Açıkcası Arenin molasını beklemek bana zor geliyor bitmek bilmiyor, doyumsuz mu acaba :)
YanıtlaSilBirlikte kudurma kısmı biz de anne ve baba olarak başarıyla sonuçlanıyor :) Kudurmayı seviyoruz ve fakat enerjimiz elbette Arenden önce bitiyor :)
acaba aren yeniden oyun başlamayacak diye korkuyor ve bu yüzden mola vermiyor olabilir mi bu açıdan da baktın mı hiç
SilGecem harika bir yazı ve ellerin dert görmesin yazmışsın üşenmeden kendi adıma teşekkür ederim.
YanıtlaSilBende aynı senin Tüten'e cevap verdiğin noktada katılıyorum dediklerine..Çocuk oyun bitecek diye bırakmıyor bazı zaman işte ona sıkıldığımız geçirmezsek çocuk oyuna doyuyor, ama sıkıldığımız anlarlarsa oyunu bırakmıyorlar.Bu konuyu yazdım word dosyası doldu uzak kaldığım kısa zamanda bile öyle şeyler keşfettim ki ileride hepsi dökülecek bloğa yazımı özetlersem tıpkı bu kitaptaki ile aynı,ki hemen alacağım çok merak ettim.
Örneğin bu aralar izole yaşadığımız ve birlikte fazlasıyla vakit geçirmeye -şükür ki -fırsat bulduğumuz için dikkatimi çekti bu mevzu ne zaman Lina ile oynarken gerçekten bende eğleniyorsam ve deli gibi yoruluyorsak biraz dingin işte o zaman Lina oyunu bir süre sonra kesiyor ve "anne ben uyuyacağım sütümü istiyorum" diyor.Çünkü duygu salıncağında yaşadığı alıp verme durumu bitiyor,yüksek duygu hazzı yaşıyor ve dinginliğe geçmek istiyor.
Mesela yakalamaca oynarken oyun hamuru oynamaya başlıyoruz.Sonra başka bir şey ve başka bir şey daha ama bunların hepsini onun konsantrasyonu azaldığını hisettiğim yada benim yorulacağımı hissettiği an değiştiriyorum..Yakalamaca oynarken çok yoruluyorum vee hoppp aaaa oyun hamuru oynayalım mı diyorum."Hadi anne!" diyor ve dinleneceğim tarz bir oyuna geçiyoruz..Sonra boğuşmasa,lego vs vs bir süre sonra bingo sarılmak dokunmak öpmek ve tensel temas istiyor o zaman diyorum yoruldu ve uyku zamanı.
Böylelikle çocuk duygu boşaltımını çok iyi yapıyor huzurlu ve kesintisiz uyuyor..Bazen uykutma sırasında da bir türlü dalamama uykuyu kaynatma isteme sebepleri bu boşaltımı yapamamış olmaları.
Mükemmel bir yazı kendi yazımda bu yazıya izninle link vereceğim..mutlaka okunmalı yüreğine sağlık canım
tabi canım link verebilirsin, oyun değiştirme işini ben de yapıyorum bazen ama belki daha küçük olduğundan olabilir şimdilik aşırı yormuyor beni, genelde onun kararını bekliyorum
Silçok güzel bir paylaşım canım, print edip eşime de okutacağım.
YanıtlaSilKitap çok iyiymiş. Bu ilk kez duyduğum birşey ve çok mantıklı geldi duygu salıncağı. Benim de hemen aklıma içine kapanan resme yönelen bir ark kızı geldi bbilniyorum belki karakteri öyledir ama bu yazıdakileri dikkate alacağım ve özellikle uyku öncesindeki kuduruklukları deneyeceğim. Sayende çok şey öğreniyorum, teşekkür ederim.
YanıtlaSil