23 Ekim 2016 Pazar

Çibörek Partisi

Ekim 23, 2016 14 Comments
İki hafta önce evimizde çibörek partisi yaptık arkadaşlarımızla. Uzun zamandır kafamdaydı, fakat bir türlü organize olamıyordum. Bir arkadaşımın kayınvalidesi buradayken onun bahanesiyle, gitmeden onun şerefine yapalım istedim. Malesef kendisi başka bir programı olduğu için katılamadı ama toplanmamıza vesile oldu.

Arkadaşımın kayınvalidesi Hollanda'lı ama Türkiye'de yaşıyor. Kocası Türk ve evlendikten sonra bir süre Hollanda'da yaşamışlar, sonra Türkiye'ye taşınmışlar, son 40 yıldır Türkiye'deymiş. Kocası ölmüş olmasına rağmen dönmeyi düşünmemiş. Şimdi Mersin'de yaşıyor ve sıcağına herşeyine fazlasıyla alışmış. Arada burada yaşayan oğlu, gelini, torununu ve kardeşlerini görmeye geliyor.

Bir kaç kere ortak buluşmalarda rastlaşmıştık. Çok güzel Türkçe konuşuyor çok sevimli bir kadındı. Ben de gitmeden bizim burda kurduğumuz arkadaş ortamımızı görsün, hep beraber keyifli vakit geçirelim istedim. Ne yazık ki kardeşine gidecekmiş o gün. Hollandalıların akraba ilişkileri çok mesafeli diyor arkadaşım. Türkiye'den gelmiş kardeşine bile programları ne zaman boşsa (gelir gelmez değil, bir ay sonraya falan) randevu veriyorlarmış. Oysa biz tüm programları iptal eder koşa koşa gideriz değil mi? Neyse işte onun da böyle bir randevusu olunca bize gelemedi, ama çiböreklerden ona da gönderdim tabi ki.

Böyle etkinliklerde hep beraber olduğumuz 10 kadar aileyiz. Ben de hepsini çağırdım tabi ki. Çoğunun iki çocuğu olduğunu düşününce epey bir nüfus ediyor tabi :) Kayınvalidesinden bahsettiğim arkadaşım daha önce bize gelmemişti ve çağırdığım kişileri duyunca biraz panik oldu. Nasıl yapacaksın iki çocukla, sığar mıyız, kendini yorma, zahmet etme falan filan. Yok dedim herşey kafamda planlandı, siz gelin çok güzel olacak. Sadece size biraz iş yaptırabilirim. Seve seve dediler.

Akşamdan böreğin hamurunu hazırladım. Normalde bize yaptığımda bekletmeden pişiriyorum. Herhalde olur dedim ve bol una bulayarak tepsiye dizdim ve buzdolabına koydum 100 adet hamuru.


Hamuru un, tuz, su, biraz sıvıyağ, kabartma tozu (veya tozmaya) ile hazırlıyorum. Annem büyük yufkalar açıp keserek içinden bir sürü börek çıkarır ama benim oklavam yok. Merdaneyle açacağım ve aslında başka işler peşinde olduğumdan böyle minik olması daha kolay olacak. Yumurta büyüklüğünde hazırladım bu yüzden. 100 den biraz fazla  hamur için 2,5 kg un kullandım.

Bir de iç malzemeyi hazırladım tabi, 6-7 soğan, 1,5 kg kıyma (ben kuzu dana karıştırdım), bol maydanoz, tuz, karabiber ile çiğ bir harç hazırlıyorum.

Ertesi gün misafirlerden ilk iki aile önce geldi (biri mevzubahis olan arkadaşım). Masada hamurlar, un ve malzemeler hazır bekliyordu. Nasıl yardım edelim dediler, ben dedim çocuklar yapacak. Nasıl yani, onlar batırır, dağıtmasın falan derken yok dedim merak etmeyin, Helo bile yapıyor, sizinkiler daha büyük çok güzel olacak. Evet onlara söylememiştim ama planım çocukları dahil etmekti :) Üç kız çocuğuna birer merdane ve minik mutfak önlüğü verdim, güle oynaya işe koyuldular. Annelerine dedim siz sadece malzemeyi koyup kapatın. Ben de iki büyük tava hazırladım pişirmek için. Aynı anda 8 çibörek kızartabiliyordum ve yarım saatte 50 çibörek bitmişti bile.

Çocuklar öyle keyif aldılar ki, güle oynaya,  sohbet ede ede gayet güzel hamurlar açtılar. Sonra bir yandan pişenleri yemeye başladık. Çocuklar hem yediler hem çalıştılar, kocaman sürahilerde ayran yapmıştım, bol bol yiyip içtiler.

Baktık biz hızlı gidiyoruz, kalan hamurları pişirmeden beklettik ki diğer gelenler sıcak sıcak yesin. Daha sonra gelen bir arkadaşımızın kızı da yaptı biraz ama çoğunu bitirmiştik zaten, diğer gelenlere pek iş düşmedi.

Davet ettiğim 10 ailenin 7 si katılabildi: 14 yetişkin 10 çocuk vardı ama eve sığdık yine de. Gerçi o haftasonu hava öyle güzeldi ki tüm yaz ilk defa bahçede oturduk (montsuz durabiliyorduk), orada bulunanlar içinde o hafta doğum gümü olan üç arkadaşımıza sürpriz pasta üflettik ve çok eğlendik.


Harika fotoğraflarımız var ama onlardan izin almam gerektiği için koyamıyorum malesef. O gün çocuklar (hamur açma dışında) tüm oyunlarda çok güzel oynadılar, hiç bağrışma, paylaşamama veya kavga yaşanmadı. Giderken özellikle hamur açanlar çok eğlendiklerini harika bir gün geçirdiklerini söylediler.

Herkes aralıksız yemişti ama yine de bir sürü börek arttı, evlerine gönderdim, çocukların bazıları yolda yemişler ve akşam yemeği zahmeti olmadan uykuya gitmişler :)

Tabi ki arkadaşımın kayınvalidesine de göndermiştim. Çok beğenmiş o ayrı ama arkadaşım günü fotoğraflar eşliğinde anlattığında çok şaşırmış. Neden bunca zahmete katlanıyor, sebebi neydi diye sormuş. O da hiç bir sebep yok, sadecd beraber olalım, sohbet edip keyifli vakit geçirelim diye dedikçe hayret etmiş. Gerçekten de toplanmamızın sebebi buydu, evimde misafir ağırlamayı, hep beraber yiyip içmeyi seviyorum.

Tabi evimde yeteri kadar tabak bardağım olmadığı için, kağıt tabak bardaklar kullandım, sofram instagramda gördüğüm o özenli sofraların yanına yaklaşamazdı ama gerçekten çok doğal, herkesin keyif aldığı bir gündü. Şimdi bile düşünürken o günün neşesini içinde hissedebiliyorum. 

Bunca yazıyı niye yazdım, unutmak istemiyorum o ayrı ama formalitelerden sıyrılınca, davetler toplantılar doğal olunca, ne kaç kişi olduğu farkediyor ne de ne kadar yorucu olabileceği. Kesinlikle hiç yorgunluk hissetmiyordum sonrasında ve o günün evime ve içime doldurduğu güzel enerji günlerce sürdü..

Sevgiyle...

21 Ekim 2016 Cuma

Ozledim

Ekim 21, 2016 6 Comments
bu postu yaz basinda aldigimiz ancak henuz neredeyse hic kullanamadigim masaustu bilgisayarimdan yaziyorum. tabi ki klavyem turkce degil, bu yuzden turkce karakterlerle simdi ugrasamayacagim ama yillardir hep telefondan yazdiktan sonra, klavye ile seri bir sekilde yazmayi cok ozlemisim. hatta acaba hala hizli yazabilir miyim diye merak ediyordum, yaziyormusum :)

en son postu yazali on gun olmus. o zamandan beri her aksam yeni yazi yaziyorum. ama tabi ki beynimden, bir turlu gercege donusemedi. diger yandan ulkemizden gelen her konudaki karamsar haberler yuzunden bir yanim benim siradan hayatimi yazsam ne olacak, yazmasam ne olacak deyip duruyor. diger yandan biliyorum ki ben nasil her aksam yana yakila okunacak gundem disi blog yazilari ariyorsam, bizi okumak isteyenler de olabilir diye dusunuyorum. hepsini gectim, nedendir bilinmez icimde bir yazma arzusu var (yok kendimi yazar kefesine koymuyorum, sadece blog yazmak hayatimin parcasi haline gelmis, yazmayinca eksikligini hissediyorum). neyse iste bu hissimi tatmin etmek icin buradayim suan. oysa ne yazacagima dair bir planim da yok.

aslinda yazacagim konular var, yok degil. fakat onlar icin yine kafami toparlayamiyorum. Biraz once kizimi uyuttum, oglum asagida babasiyla oynuyor. bugun de dahil bu hafta cok mizmizdi, kafa daginikligim biraz da bundan.

burada okullar her 1,5 ayda bir tatil yapmak zorundaymis, bu yuzden yilda 4 kere tatil oluyor. gectigimiz pazartesi gununden itibaren bir haftalik sonbahar tatiline girdi Helo'cum. bizim okul sonbahar tatilini 1 hafta tutmus, bazilari 2 hafta yapiyormus. fakat toplamda esit oluyorlar tabi. dogrusu bu tatil icin pek organize olmadim. haliyle evde sikildilar. yine hergun disariya ciktik falan ama hava ciddi derecede soguk ve cogu gunler de yagisli olunca alistiklari tempoda yogun gecemedi. bu da sabahtan aksama kadar bana yapistiklari ve birak ev islerini yapmayi neredeyse yemekleri bile zor hazirladigim anlamina geliyor. bir haftadir her aksam onlarla sizip kaliyorum, azimliyim bu aksam uyumayacagim, onlar uyuduktan sonra kendime ayirdigim zamani yasamayinca, bir seyler eksik kaliyormus hayatimda. bir haftadir soyle boyleyim.

gerci simdi dusununce cok da bos gecirdik sayilmaz tatili. gecen hafta sonunu bir turlu gidemedigimiz Brugge'de gecirdik. onu ayri bir post olarak yazmak istiyorum. yazabilirsem yani...

Hollanda'da uc yili geride birakirken bazi seyleri elbette kaniksamaya basladik. gecenlerde daha 1 yillik olan arkadasim birsey dedi, hollanda'da adet boyleymis seklinde. ben de o zaman farkettim evet dedim zaten ben de oyle yapiyorum :) Mevzu ise suydu:

Sabah cocuklari okula birakmaya giden anneleri, sabahin korunde markete gidenleri (kadin erkek farketmez) incelerseniz hepsinin ise veya bizim tabirimizle dugune gider gibi sIk sIkIdIm giyinmis, saclar makyajlar yapilmis, kokular surunulmus oldugunu gorursunuz. hatta her sabah 9 da iyi giyinmis sekilde cikan ve arabasiyla  bir yere giden komsumun, aslinda ise degil de sadece markete gidip geldigini anlamam uzun zaman alsa da, olayi anladiktan sonra benim de esofmanli paspal halimle buna anlam verememeyi birakip onlara donusmem zor olmadi. sabah ilk is uyaninca o gunu tum gun boyunca gecireceginiz iyi bir kiyafet giyiyor, sacinizi makyajinizi yapip asagiya iniyorsunuz. sonra da cocugu okula gotur-al, markete git-gel veya kapi caldi ne giysem dertleri olmadan hep gayet duzgun halde gunu geciriyorsunuz. tabi ben evde de surekli hareket halinde oldugum icin yine nispeten rahat ama esofman olmayan kiyafetler giyiyorum, ve boyle bakimli olunca insan kendini daha iyi hissediyor ve tabi ki gunde bin kere giyin soyun olmuyor. yemegimi de oyle yapiyorum evi de onlarla temizliyorum ama napiyim, zaten yillardir disar kiyafetlerim dolapta bekliyordu biraz da onlar eskisin. esofmanla pijamayla yillar gecmesin.

boyle minik bir hazirlik gune iyi baslamaya yardimci oluyor, ve ayrica gecenlerde twitterda not ettigim gibi ne kadar inkar etsem de kadinlik ruhumuzun da beslenmeye ihtiyaci var. yeniden giyim kusam konularina ilgi duyacagim, pinterestte stil fotograflarini da begenecegimi hiz ummuyordum. evet sanirim artik annelik-disi hayatim / heyecanlarim yeniden boy gosteriyor :)




11 Ekim 2016 Salı

53. ve 54. Ay Mektupları

Ekim 11, 2016 0 Comments
Canım kızım 

23 Ağustosta 53. ayını, Eylül'de 54. ayını bitirdin ama ben yazamadım. Üstelik, 23 Ekim'e de ne kaldı şunun şurasında. Fakat bu ayı ayrıca yazıp düzeni yeniden kuracağım o yüzden şimdi eski dönemleri yazmalıyım.

O aylar neler yaptığını hatırlamak in nerede olduğumuzu yazsam iyi olacak. 53. ayın tamamı Türkiye'de geçmişti. 31 Ağustos'ta döndükten sonra da hemen okula başladın. Bu yüzden sonraki ay da okul ve yeni başlangıçlar ile doluydu. Okulunu ve arkadaşlarını çok özlemişsin, o günden beri hergün gittin. Okul çıkışında bol bol arkadaşınla oynadın. O kadar çok hareketlisin ki, sana uygun olacağını düşündüğüm ritmik jimnastiğe başladın. Dün beşinci haftayı bitirdik ve inanılmaz hızlı gelişme kaydediyorsun. 

Bunun dışında geçen ilkbaharda başladığın yüzme dersleri devam ediyor, ayrıca bir de müzik okuluna başladın, bütün bunlara haftada birer gün gidiyorsun. Hepsinden keyif alıyorsun şimdilik ama bunlarla hayatımıza müthiş bir tempo geldiğini itiraf etmeliyim. Hafta nasıl çabuk geçiyor anlatamam.

Türkiyeden döndükten sonra bir ay kadar Amsterdam'da da hava çok sıcaktı. Aynı yazlık kıyafetlere devam ettin ve geceleri tamamen çıplak uyudun. Ve sonra hava soğudu ve işte bu sırada yeni bir sorun ortaya çıktı: yazın rahatlığına alışmış vücudun uzun ve kalın giysilere, ayakların sıkı ayakkabılara girmek istemedi. Her sabah kıyafet tartışması yaşamaya başladık, tüm kalın ve sert kıyafetler seni rahatsız ediyor. İnce be yumuşak olanlar artık ısıtamıyor. Yine de buna rağmen çok soğuk havalarda bile ince giyinmene izin verdim. Zaten inadından aksini yaptırmam mümkün olmuyordu. Hala aynı sıkıntımız devam ediyor. Bu konuda 29 eylül'de instagrama şöyle yazmıştım.

"Uzun bir aradan sonra yağmurlu bugün hava... Hava gibi içim de kapalı biraz bugün, sabah yine kıyafet tartışması yaşadık. Dün uzun uzun dolaşarak bir spor ayakkabısı almıştık Helo'ya. Bu sabah yine onu rahat bulmadı ve giymeyecekmiş. (Geçen hafta da pullu bir ayakkabı almıştık, henüz onu da hiç giymedi) Ağla ağla şişti. Bu ara arkadaşlarında gördüğü cicili bicili kıyafetler ile kendini rahat hissettiği kıyafetlerin çatışmasını yaşıyor içinde. Rahat hissettiğini görsel olarak beğenmiyor, gözüne hoş gelende rahat hissetmiyor. Özenerek aldığı ama hiç giyilmemiş ya da çok az giyilmiş eşyalar doldu ortalık. Sert çıkmak ters tepiyor, yumuşak davranmak tatminkar olmasını engelliyor, iki arada kaldık. Bugün olay şiddetli olduğu için yazdım ama bu durum haftalardır hatta aylardır böyle. Bakalım ne zaman ve nasıl çözülecek... 😔"

Bugün yine gayet soğuk bir hava vardı (artık herkes kışlık mont, şapka atkı giyiyor) ve yazlık penye bir tayt ve ince penye bir tişört ile gittin. Ayakların her fırsatta çıplak zaten ve ne zaman ellesem buz gibi ( ama sen hissetmiyorsun genelde) ve artık nedeni bu mu başka şey mi bilmiyorum ama bugün okuldan sonra karnın ağrımaya başladı. Çok acı çektin ve artık sözümü dinleyeceğini söyledin, bakalım birşey değişecek mi?

Bugün ayrıca Dünya Kız Çocukları Günü'ymüş (11 ekim) ve ben de sana birkaç öğüt vermek isterim.

Hayatta en önemli şey sağlıktır annecim, sağlığın yerinde olduktan sonra, ekmeğini kazanacak gücün, hakkını arayacak kuvvetin, dik durabilecek özgüvenin hepsi olur tatlım. Yeter ki sen iyi ol, kendine iyi bak. Geri kalan herşey isteyince yapabileceğin detaylardır.

Canımın içi güzel bakışlı kızım...

Annen
Amsterdam


3 Ekim 2016 Pazartesi

Anneliği Yapma, Yaşa!

Ekim 03, 2016 15 Comments



Tam olarak ne zaman başladığını söyleyemem ama bir süredir anneliğimde bir başka aşamaya geçtiğimi hissediyorum. Anneliği yaşama dönemine. Önceki süreçten çok daha farklı, oldukça rahat ve zevkli...

Bu hep yaptığım / söylediğim "anı yaşamak" olayından biraz daha farklı. Tabi içinde daha yoğun olarak onu da barındırıyor ama anneliğin üstümüze bindirdiği sorumlulukların ağırlıklarından kurtulma hali diyebilirim.

Kısaca anlatmaya çalışacak olursam, mesela kızımın ilk iki yılında çok zorlandığımı düşünürüm şimdi geriye bakınca. Elbette tecrübesizliğimden böyle olması normaldi belki. Gün içinde ona yapmam gerekenlerin (yemek, bakım, oyun, öğretme...) ağırlığı altında ezilmişim. Kafam sürekli onları planlar, daha iyisini nasıl yaparımı sorgularken ister istemez üzerimde bir baskı oluşturmuşum (şimdi yok diye farkını daha iyi anlıyorum), yine ikinci çocuk olunca da bu sefer de, bu yüklerin üzerine ikisini nasıl idare ederim, beraber nasıl oynatırım... düşünceleri eklenmişti. Bütün bunları düşünmek, sorgulamak gereksiz demiyorum (aslında şimdi biraz ona da yakınım ya neyse) asıl demek istediğim bunları düşünürken istemsizce kendimize yüklediğimiz " -meli -malı" ların getirdiği ağırlık çok fazlaymış. Bunlardan kurtulunca hayat daha güzelmiş.

Mesela iki çocuktan biri okula gidiyor olsun diyelim. Eğer bir gün okul iptal olduysa, "eyvah iki çocukla şimdi ben ne yapıcam" şeklinde ufak bir panik yaşıyor musunuz? Yoksa gitmediği için "bugün harika bir gün olacak" deyip hemen eğlenceli bir plan mı yapıyorsunuz. İşte başlıkta bahsettiğim iki farklı durumu çok iyi özetleyen olay bu. Annelik yapıyorsanız, okula gitmemesi biraz stres yaratır; lakin yaşıyorsanız keyif verir.

Anneliği yaşamak, çocuklarla her koşulda bir arada olmaktan rahatsız olmamak anlamına geliyor. Biliyorum bazen aşırı dozda çocuğa maruz kalıp insanın kendini odaya kapatası geliyor. Fakat aslında bu his çocukların varlığından ziyade, onlara yapmamız gereken işlerinden, sürekli susmalarını, oyuncakları dağıtmamalarını söylemekten, yani onları kontrol etmeye çalışmaktan ileri geliyor. Çok sevdiğim Yaban Elma, okulsuz eğitimi anlattığı yazılarından birinde şöyle demişti: önce çocuklarla 24 saat evde kalmaya alışmamız gerekiyordu... Çok basit bir cümle ama beni çok düşündürmüştü, iki çocukla tüm gün evde kalsam çıldırmadan günü bitirebilir miydim? (Tabi kastım tv yi aç çocuk bütün gün otursun değil).

Tatil notlarımda yazmıştım, babaları yokken çocukların sorumluluklarını üstlendim (neredeyse tek başıma), sonra eşim yurt dışı seyahatlerine başladı (şu anda da bir haftalık seyahatte), gece gündüz tek başımayım. Günün planlamasını kafamda yapıyorum ama bozulursa gerilmiyorum. Çoğunlukla akışa bırakıyorum. Bu arada kendimi de ihmal etmiyorum artık, kahvemi soğutmadan içebiliyorum mesela.

Kızım günde altı saat okula gidiyor, ara sıra oyun ablası geliyor ve bunları üzerimdeki yükü azalttığını inkar edemem ancak benim için elzem değil şimdi. Yani bunları ben ihtiyaç duyduğum için değil, çocuklar için yapıyorum. Oğlum oyun ablasından dil öğrensin, kızım okulda eğlensin diye. İkisinin de evde olduğu, kapımızın hiç çalınmadığı günler de oldu, oluyor ama artık idare ediyorum. Aslında idare ediyorum lafı doğru değil, bu zorlanma hissini de içeriyor. Bunu kanıksadım, normal geliyor artık öyle diyeyim.

İşte bu aşamaya gelince öyle güzel ki annelik, öyle çok şükür anı oluyor ki anlatamam. Onlar için yaptığım hiçbir iş yük vermiyor omuzlarıma, ayağımın altında dolaşmaları kızdırmıyor. Bazen çok uykusuz falan olunca günü sonlandırmak yorucu oluyor kabul ama bu negatif stres yüklü bir yorgunluk değil tatlı bir yorgunluk oluyor. Nitekim böyle olunca günlerimiz gerçekten keyif dolu geçiyor.

1 Ekim 2016 Cumartesi

Twitter'dan Notlarım

Ekim 01, 2016 0 Comments


Bazen anlık paylaşımlar yazıyorum twittera, ama onun enginliği içinde kaybolup gidiyor. Bugün yazdığım aşağıdaki iki notu unutmak istemiyorum.

****
Bugün 2 saatlik sürüş dersi nasıl geçti anlamadım. Dersin sonunda garip bir haz duyuyordum. Sebebi araba sürmekten ziyade, iki saat boyunca+

@gecedesign tam konsantrasyon hali yaşamış olduğumu farketmekti. Çalışırken böyle anlarım çok olurdu, sabah bir oturur akşam nasıl olmuş+

@gecedesign anlamazdım. Anne olduktan sonra o kadar çok kesintiye uğrar oldum ki zihnimin ve bedenimin bu beceriye hala sahip olduğunu+

@gecedesign ummuyordum. Meğer bıraktığım gibi duruyormuş. İşte bu yüzden çok mutluyum bugün. Şükürler olsun.


*******
#novadunya her akşam uyumadan önce biraz emer, sonra bırakır yatağına kayar (co-sleeping) biraz konuşur bıcır bıcır, sonra yine emer ve uyur

@gecedesign ne var bunda diyeceksiniz ama ilginç olan, konuştuğu şeyler. Dikkat ettim, o gün öğrendiği ses veya kelimeleri tekrar ediyor+

@gecedesign bu gün evet demeye çalışıyordu. Uyumadan önce 10-15 kez ardarda söyledi (ve başardı) sonra bıraktı. Bi nevi günün özetini yapıyr

@gecedesign ve ben birkez daha çocuklardaki bu güdüsel bilince hayran oluyorum 🙏🏻

dipnot: 1- araba sürüş derslerine başladım, bugün ikinci haftaydı, ayrıca yazıcam

2- twitterda konu devamı + işareti ile belirtilir ve gönderi yanıtlanarak (bu yüzden başlarda twitter adın var) ardarda olması sağlanır. Okurken bu kısmı görmezden geliniz.