30 Eylül 2013 Pazartesi

Çocuklara Kışlık Kıyafetleri Outdoor Mağazalarından Alın

Eylül 30, 2013 4 Comments
Yıllar önce eşimle kayak sevdasına tutulduktan sonra, outdoor mağazalarını gezmek hobimiz haline gelmişti. Aldığımız ürünleri kullandıkça çocuğum olursa ona mutlaka outdoor kıyafetler ve ayakkabılar alırım diye iç geçiriyordum. Çünkü yüksek teknoloji ile üretilen kıyafet ve ayakkabılar öyle çok özelliğe sahip ki, bu özellikler yerinde duramayan çocuklar için ideal.

Kış günlerinde çocukları giydirmek işkencedir. Özellikle kat kat giyinmekten, ağır botları taşımaktan hoşlanmazlar. Çünkü terletir, hareket etmesine engel olur ve sıkar. Oysa outdoor kıyafetleri minimum ağırlıkta maksimum koruyuculuğa sahip oluyorlar. Montlar, ayakkabılar öyle hafif ki. Slovakya'da neredeyse tüm çocukların kışlık kıyafetleri spor/outdoor mağazalarından alınmış olanlardı. Orada o kadar çok yaygındı ki, bir alışveriş merkezinde en çok mağaza, spor mağazaları kategorisinde oluyordu. Hollanda'da o kadar yaygın değilmiş. Zaten slovak yetişkinler de spora çok düşkünler.

geçen sezon sonunda bu kış giymesi için aldığımız kayak tulumu, karlı yağmurlu havalarda giydireceğim.
Mesela üst resimde bizim aldığımız montun şu özellikleri var; suya dayanıklı, nefes alan, aynı zamanda çok sıcak tutan, rüzgara dayanıklı, çok hafif ve ince, oldukça yumuşak. Bu ürünler yıkandığında ise hemn kuruyor ve kırışmıyor.

Çok değişik markalar var ve fiyatlar da oldukça değişken. Bir çok kişi outdoor ürünlerinin pahalı olduğunu düşünür ama aslında çoğu, diğer normal giysilerden çok da pahalı değil ve indirimler ile gayet makul fiyatlar bulunabilir. Ben bildiğim birkaç site taradım ve aşağıdaki ürünleri örnek olarak seçtim.




Eşim ve ben karlı ve yağmurlu havalarda bu tip montlar ve trekking botları kullanıyoruz. Ayrıca içimize gayet ince dokulu polar veya softshell kazaklar giyiyoruz. Slovakyada -10 derecelerde bile üşütmüyordu. Hele ayakkabılar (ve botlar) onlar da bence ayrı bir mucize. Benim bu özellikte bir ayakkabı bir de botum var.

Yine markadan bağımsız, ayakkabılar da genelde üstün teknoloji kullanılarak üretiliyor. Dışardan baktığınızda sıradan bir spor ayakkabı gibi dursa da (deri ve gayet ciddi olan modelleri de var) bunlar su geçirmiyor, aynı zamanda hava alıyor ayağı terletmiyor, kesinlikle ince bir çorap dahi giyseniz üşütmüyor, taban bilek anatomisini destekliyor vs özelliklere sahip oluyorlar. Farklı isimlerde teknolojinin kullanıldığı modeller var ( üreten firma o özelliği isim olarak veriyor), mesela Gora-Tex özellikteki ayakkabı ve botlara tamamen güvenebilirsiniz. (Gore-Tex, santimetrekaresinde 1,4 milyar adet gözenek içeren çok ince bir kumaştır. Bu delikler o kadar ufaktır ki sıvı haldeki su zerreciği geçemez ama buhar çıkabilir.. daha fazla bilgi burada). Benim yıllar önce aldığım bu özellikteki botum hala ilk günkü gibi sapasağlam ve çok defa doğrudan su dolu bir çukura sokarak test ettim :)

Dolayısıyla sulara girip zıplayan, karda doyasıya üşümeden oynayan çocuklar için ve ayrıca soğuk günlerde okula gidip gelirken ayakları üşümesin diye, çocuklara bu özellikteki botlar alınmalı. Birkaç tane botu-çizmesi olacağına tek bu tip bot olması bence daha önemli.

Ben bu görselleri daha önce alışveriş yaptığımız Atlas Kamp sitesinden aldım (onlarla bir reklam anlaşması yapmadım, zaten ihtiyaçları da yok.) ancak siz eminim başka yerlerde de bulacaksınız bu ürünleri. Ben ülkeden uzak kaldığım ve internet alışveriş sitelerine hiç girmediğim için takip edemiyorum. Ayrıca Inter Sport mağazalarında da olduğunu biliyorum. İşe yürüyerek gidip gelen ve özellikle yağmurlu havalar için işe yarar bir ayakkabı bulamayan ablama, Inter Sport'dan gora-tex özellikte bir bot almıştık. Yine yıllardır kupkuru giyiyor kendisi.

Yine bu özellikte, bereler, eldivenler, termal giysiler, montlar, kazaklar her çeşit ürün mevcut. Bu giysilerle, çocuklar kışın da dışarıda özgürlükleri kısıtlanmadan oynayabilirler. Unutmayın soğuk hava yoktur, doğru giydirilmemiş çocuk vardır :)

27 Eylül 2013 Cuma

Sütü Nasıl Azalttım ve Bebeklerde Alışkanlıkların Değiştirilmesi

Eylül 27, 2013 6 Comments
Helo kendi talebiyle bırakana kadar 13,5 ay anne sütü aldı. Sanırım 8 aylıktan bu süreye kadar sütüm az olduğu için günde bir defa da devam sütü veriyordum. Emmeyi bıraktıktan sonra devam sütüne devam etti. Günde 3-5 kez süt alıyordu. 16.aydan sonra (şuan 18 aylık) ise bu sütün bazen bir, bazen iki biberonu (200-400ml) inek sütü oluyordu. Dönem dönem değişse de toplamda 750-1000ml süt içmiş oluyordu bir günde . Daha önce bu yazımda içtiği süt miktarından bahsedince, yorumlarda annelerin uyarısına maruz kalmıştım. Doğrusu pek birşey yemediği için süt içmesi içimi rahatlatıyordu. O kadar süt, diğer şeyleri yemesine engel oluyor diye düşünebilirsiniz ama bir dönem vardı ki hem bu miktarda sütü hem de diğer öğünlerini sorunsuz alıyordu.

Yine de bu kadar fazla hayvansal gıda alması içimi huzursuz ediyordu. Bir hafta kadar önce de sosyal hizmetlerden görevli bir bayan Helo'yu kontrol etmeye geldi. Günlük öğünlerde neyi ne kadar alması gerekğini söyledi ve sordu. Sütün 300ml olması gerektiğini ve ne kadar aldığını sorunca daha fazla dedim. Ama inek sütünü sınırlıyorum, devam sütü veriyorum diye ilave ettim sanki çok biliyormuş gibi. O da hangi süt olursa olsun, süt peynir yoğurt da dahil günlük toplam 300ml yi geçmemeli, hayvansal ürün olduğu için zararlı dedi. Beni bir telaş aldı, hem üstelik yoğurt ve ayranı da bu içtiği sütten hariç alıyordu.

Kafamda düşünceler, nasıl yapsam, ne etsem diye düşünüp kuradursun, o sırada kızım hasta olduğu için süt de dahil herşeyi reddetti. Dr boğazı acıdığı için sıvı şeyler, süt ve çay falan vermemizi söyledi. Ancak lıkır lıkır içtiği sütü bile içmedi çok az abur cuburla duruyordu gün boyunca. Hastalandığında ayrıca genzine doğru yoğun bir burun akıntısı vardı ve balgama dolayısıyla öksürüğe neden oluyordu. Acaba süt içmemesi doğal bir savunma olabilir mi diye aklıma bir fikir geldi. Yabancı kaynaklarda milk&flu ilişkisini google a sordum. Bir çok sitede, nezle döneminde süt içilmemesi gerektiğini, burun mukozasını arttırıcı bir etkiye sahip olduğu yazıyordu. Ballı sıcak süt yerine ballı sıcak su tavsiye edilmişti. Birkaç kaynak da bunun tıbbi bir kaynağı olmadığına değinmişti ancak geleneksel yaklaşımların çoğu süt nezleye zararlı şeklinde idi. 

Bu bulgular üzerine, Helo'nun vücudunun bu sebeple sütü reddettiğine inandım. Bebeklerin güdüleri çevresel faktörlerden henüz etkilenmediği için çok doğru çalışıyor ve onlara güvenmeliyiz. Nasıl olduğuna kafam basmasa da Carlos Gonzalez de çocuğun vücudunda hangi besin türüne ihtiyacı varsa onu alacağını söylüyor. Bu çocuklar hangi yiyecekte protein, karbonhidrat, şeker ve hangi vitamin var nasıl biliyor bilmiyorum ama gerçekten biliyorlar. Mesela ben hasta olduğumda canım istemese bile ballı karabiberli süt içerdim iyi gelir diye. Bize öyle söylenmişti çünkü. Bilgilerimiz vücut sinyallerimizin önüne geçiyor ve onu dinlemiyoruz yetişkin olduğumuzda.

Konu biraz yön değiştirdi ama olsun. Hastalık bitince süt içmeye kaldığı yerden devam etti fakat günlük süt miktarını büyük ölçüde azalttı. Bunun sebebinin hastalıktan sonra unuttuğu için olduğunu düşündüm ve alışınca artar zannettim ama değilmiş. Aradan geçen onca zamanda istikrarını değiştirmedi. Süt sayımız ikiye düştü, biberon miktarı 200ml den 150-120 ye indi ve ben bunun için hiç bir şey yapmadım. Gün içinde isteyip istemediğini sorunca hayır diyor. Gece uykusundan önce bir kez, bir kez de gece uyanırsa ( yok eğer uyanmazsa sabah kalkınca) içiyor o kadar. Toplamda 300 ml civarı. Ayran ve yoğurt dahil değil ama olsun bu kadar kafi bana göre. Yemek yeme miktarı ve çeşidi de arttı bu süreçte. Şimdi düşününcd sütü yoğun aldığı dönemlerin diş sıkıntısı çektiği dönemler olduğunu anlıyorum. Herhalde o zamanlar hem daha çok kalsiyuma ihtiyacı vardı hem de damağını korumuş oluyordu kim bilir.

Bu gelişme beni oldukça sevindirdi fakat düşünmeden edemiyorum. Gerçekten kızım ben daha planlarımı yapamadan kendi kendine bu dönüşümü yaptı ve beni bir kere daha onun iç güdülerine güvenmem gerektiği konusunda uyardı. Daha önce de memeyi bırakma, uyku alışkanlıklarımızı değiştirme konularını hep o kendi başına yapmıştı ve ben sadece beklemiştim. Son sefer tamamen şans eseri oldu ama şimdi iyi ki de böyle oldu diyorum. Gerçekten kızım ( ve eminim tüm çocuklar) sadece fiziksel değil duygusal ihtiyaçlarını da çok iyi biliyor ve bize sadece onların hazır olmalarını beklemek kalıyor. Ancak anneler olarak, belki de çevresel baskılar yüzünden çok fazla müdahale edip, kontrol etmeye çalışırken çocuğun iç güdülerini hiçe sayıyoruz. Bu davranışın ne kadar yanlış olduğunu ve ne gibi bir sonuçları olduğunu şu yazıyı ( lütfen okuyun çok önemli) okuyunca çok iyi idrak ettim.

Bu güne kadar belki de tesadüfen, belki de iç sesime kulak verdiğim için dikkat ettiğim bu mevzu, şimdi benim için daha çok dikkat edilmesi gereken bir hal aldı. Özellikle de son bir aydır kucağıma daha fazla yapışmış olması, kimi zaman beni bunaltsa da yine bunun geçici bir dönem olduğu konusunda kızıma güvenmeyi seçiyorum. Biz annelerin hemen aklına gelen şey, ya bunu alışkanlığa dönüştürürse, ya kullanmak için yaparsa, ya kandırıyorsa gibi düşünceler. İç sesim öyle yapmayacaklarını söylüyor ama yapsalar bile ne olur yahu. Onlar dünyaya gelmesini dört gözle beklediğimiz, canımızı feda edebileceğimiz ve malesef ki zamanın hızına yetişemeyip ne zaman büyüdüklerine şaştığımız evlatlarımız. Yine de bu mevzuyu ben de merak ediyorum. Çocukların davranışlarının güdüsel ihtiyaç mı alışkanlık mı olduğunun ayrımı ve sınırının nerede olduğu konusunu bir araştıracağım. Edindiğim bilgileri yine paylaşırım.

Sevgiler

24 Eylül 2013 Salı

18. Ay Mektubu : Hoşgeldin Ben Kavramı ve Korkular

Eylül 24, 2013 3 Comments
Gözlerimin ışığı yavrum;

Bu ay mektubunu bir gün gecikmeyle yazdım ki sanırım bu ilk oluyor. Dün yine direndiğin günlerden biriydi ama bu gün biraz daha normalsin çok şükür. İki yaş sendromunun ilk belirtileri bunlar, çoktan başladı fakat bu şekilde dile getirmekten kaçınmak istiyorum. Sendrom mendrom dedikçe olayı beynimizde daha büyük bir mesele haline getiriyoruz ister istemez. Bu süreç de, öncekiler gibi büyümenin, gelişmenin bir parçası.

17. ayını doldurduktan bir iki gün sonra adını söylemeye ve ben kavramını ifade etmeye başladın. İlk günlerde Dika diye söylediğin ismin, önce Diga'ya dönüştü, bu günlerde de g biraz daha yumuşayarak Diya halini aldı. Bir şeyi kendin yapmak istediğinde, kendi yansımanı gördüğünde ismini söyleyip, parmağınla kendini işaret ediyorsun. İlk haftalarda günde elli kez kişileri sayma işini yapıyorduk. Ortamda kim varsa tek tek söyleyip (anne, baba, dede ..., Diga) saydık. Benim en hoşuma giden ise, beraber yaptığımız işleri ifade ediş biçmin. Mesela yemek yiyorsak, "anne,baba,diga mama" diyorsun. Benzer şekilde "anne,diga e-e" , "anne, baba, diga atta" vs. Son haftalarda bu söylemlerin azaldı çünkü artık iyice öğrendin ben kavramını ve hatta Diga yerine ben demeye başladın. Benzer şekilde eşyalar kime aitse onun ismini söylüyorsun ama nın ekini getiremediğin için son heceyi biraz uzatıyorsun. Örneğin babanın terliği demek için babaaa teğlik diyorsun. Söylediğin sözcüklerin sayısı müthiş arttı, pek doğru olmasa da zamanları kullanmayı başladın. Önceden geal diye beni çağırırken şimdi gealdi diyorsun ya ben de "e tabi çocuk benim geleceğimden emin, bir dakika sonrasını öngörüyor" diye düşünüyorum :)

İkincisi ise ben kavramının gelişmesine bağladığım korkuların. Ben (biz) ve onlar ayrımını idrak edince, diğer insanlardan çekinmek, bazılarından aşırı derecede korkmak gibi bir davranış ortaya çıktı. Bu da kucağıma daha fazla yapışmana sebep oluyor. Bu ay boyunca korkular ve geçirdiğin hastalık dolayısıyla kucağımda yaşadın neredeyse. İlk ayları saymazsak, diğer ayların toplamında bu kadar çok kucağımda kalmamıştın diyebilirim. Kucağımda olmandan çoğunlukla memnun olsam da, kucağıma geliş sebeplerini görmek her defasında beni endişelendiriyor. Acaba korkuların kalıcı olur mu, bu çekingenliğin geçer mi, bu duyguları hissettiğinde acaba doğru davranıyor muyum diye kafamda bin bir endişe. Bu aya kadar, özgüveninin çok yüksek olduğunu, gayet rahat bir karakterin olduğunu düşünüyordum (belki hala öyledir bu süreç geçicidir). Bir de aynı burç olduğumuzdan mıdır nedir, bazı olaylara takındığın tavırlar benimkiler ile aynı. Bunları görmek beni çok etkiliyor.

Dün mesela, uyumamak için ağlıyor ve telefonu istiyordun. Ben de vermedim ve ağlamana göz yumdum. Bir süre ağladıktan sonra sustun, gözlerini boşluğa dikip elindeki tülbeni sıkarak ve bana hiç bakmadan, kıpırdamadan durdun. Bu tavır benimkiyle tıpatıp aynı. Böyle anlarda ben de güçlü olmaya çalışır, gurur yapar ve gözlerimi boşluğa dikerim. Aslında dokunsalar ağlayacak durumdayımdır ama bir süre sonra geçer. Adım gibi emindim ki bıraksaydım durmaya devam ederdin ama o dokunuşa ihtiyaç duyduğunu kendimden biliyorum. Kucağıma aldım, öptüm, sevdim,  sen ağladın ben ağladım ve beraber uyuduk. O zaman bu inatlaşmayı yapıp seni gereksiz yere üzdüğüm için kahroldum, zaten 15 dakika sonra uyuyacaktın.

Bu gün ise, dünkü olaydan ders çıkarıp inatlaşmayı kestim. Gerçekten de uykun geldiğinde yanıma geldin, yüzünü yüzüme dayadın, kolunu boynuma attın ve uyudun. Bu hissi asla tarif edemem. Güya biz seni yetiştiriyoruz be çocuk, sen her şeyi zaten biliyormuşsun.

Sevginin esiri olmuş Annen,

Amsterdam

19 Eylül 2013 Perşembe

Bebekler İçin Mayo Seçimi

Eylül 19, 2013 4 Comments
Herkes tatil tecrübesini yaşadıktan sonra bu post biraz gecikmiş kalacak ama seneye denize gidecek şimdiki minik bebişler için olsun bu yazı.

Deniz&havuz tatilinde bebeğinizi korumak için dikkat etmeniz gereken iki temel husus var. Birincisi güneşten, ikincisi sudan korumak. Bu iki konuya dikkat edecek şekilde bir mayo çözümü gerekiyor.

Güneşten korumak için, öğle saatlerinde dışarı çıkarmamak, koruyucu kremler kullanmak ( bu ayrı bir tartışma konusu, burada değinmeyeceğim) ve güneş altında kısa veya uzun kollu tişörtler giydirmek. Ben kremi minimumda tutarak, güneşin yoğun olmadığı saatlerde ve genelde tişörtle tuttum kızımı.

İkinci konu ise suya girdikten sonra üzerindeki ıslak mayonun uzun süre üzerinde kalmaması, mümkünse hemen değişmesi. Dikkat ederseniz plajdaki yaşlılar bu konuda çok hassaslar. Dolayısıyla deniz tatilinde yanınızda birden fazla sayıda tane mayo ve tişört bulunmalı.

Kızlar için mayo seçenekleri tek parça ve iki parçadan oluşuyor. Ben bir sene daha giyebilmesi için iki parçalı bir mayo almıştım ( tek parçalılar boyu uzadığında bir daha giyilmiyor), sonradan bu şekilde almış olmamın avantajlı olduğunu farkettim.

-Denizden çıktıktan sonra kıyıda oynarken üzerine hemen tişört giydirdim. Dalgalardan alt mayo ıslanacağı için değiştirmiyordum ama üst kısmı ıslak kalmasın ve göğsünü üşütmesin diye üstü hemen çıkarıp bir tişört giydirmem yetti. Tek parça mayolarda komple çıkarıp yeni giydirmek gerekirdi ve  kuru da olsa tek parça mayo üzeri tişört sıcak olabilir. Ayrıca denizde oynamaya hevesli bir çocuğu soyunup giydirmek hiç de kolay değil, tek parça mayolar fazla pratik değil bence.

-Bazen mayonun üst parçası olmadan, bazen tişörtle de denize girdiği oldu. Bu durumda aslında en çok lazım olan sadece alt mayo oluyor. 2-3 tane alt mayo olması avantajlı. Erkekler için sadece alt satıldığından birkaç tane mayo veya şort yeterli.

-Eğer bebek hala bez kullanıyorsa muhtemelen su geçirmez yüzme bezlerinden takacaksınız. Ben havuzda mutlaka kullandım ama denizde ilk seferden sonra takmadım. Bu bezlerin üzerine bir de mayo giyilmesi çocuk için oldukça rahatsız edici, çok sıkı oluyor ikisi birden. Bu yüzden üzerine mayo giydirmeden sadece yüzme bezi ile denize&havuza sokulabilir.

-Bu bezler temiz kaldıysa, yıkanıp kurutulup yeniden kullanılabiliyor. Bir pakette çok sayıda olduğu için de sık sık değiştirmek için ideal.

-Dolayısıyla hem erkek hem kız çocuklar için aslında mayoya hiç gerek yok, bezler ve tişörtler yetiyor. Fakat her anne bebeğini mini mini mayosuyla görmek istiyor tabi. Yine de bu seyir süresi çok kısa sürüyor.

-Bir de uzun kollu ve bacaklı balık adam tipinde mayolar var çocuklar için. Onlardan kullanmadım ama gözlemlediğim kadarıyla onların kuruma süresi diğer mayolarla aynı ( hatta daha uzun olabilir), güneşin altında ıslak uzun mayo ile bırakmak çabuk kurumadığı için üşütebilir. Değiştirmek ise oldukça zahmetli. Bu tip mayolar biraz daha büyük çocuklar için uygun sanki.

Siz tatilde nasıl yaptınız, mayolarınızı kullanabildiniz mi?

17 Eylül 2013 Salı

Biz onların öğrencisiyiz

Eylül 17, 2013 3 Comments
Unutmadan yazmak istediğim bir olay var. Amsterdam'a gelmeden önce son gece Helodunya'nın bazı tavırları beni oldukça şaşırttı. Bunları gördüğüm zaman demek ki kızımın bu hayata dair misyonu buymuş diye iç geçirdim defalarca. Şimdi mantıklı düşününce ona böyle bir sorumluluk yüklemenin yanlış olduğunu düşünüyorum tabi. Çocuklar gerçekten tüm duyguları anlıyorlar ve beni şaşırtan kızımın o akşam bir şeyleri düzeltmek için kendini feda etmesiydi. Durun en başından anlatayım.

Bir aya yakın Türkiye'de bulunmamıza rağmen babannesi ile iki kez, eşimin babasıyla bir kez görüşebildi Helodunya. Bunda onların tam o sırada ev taşımaları, eşimin ilk iki hafta yanımızda olmaması sebebiyle benim tek başıma kızımla karşıya geçip ziyarete gidememem, eşim geldikten sonra da Antalya tatili, doktor kontrolleri vs sebep. Öyle böyle derken sadece dönmemizden önceki akşam babannede kalabildik.

En son dedesiyle 9 aylıkken gelişimizde temas kurabilmiş ve o zaman da pek hoş bir anısı olmamıştı. Üç katı kucağımda kızımla çıkıp yorulunca, dedesi kapıda onu aniden kucağımdan alınca basmıştı yaygarayı. Dedesi de bir an için düşünememiş olsa gerek, kucağımdaki bir paket değil canlı duygulu bir insan. Zaten o anda yol yorgunu olan kızım, bir de tanımadığı biri tarafından annesinin kucağından çekilince, o kişiye karşı bir mesafe koymuştu. Sonraki saatlerde araları biraz yumuşamıştı ama etkileşimleri hep mesafeliydi. ( Yazıda karışmasın diye dedeleri ayırayım, eşimin babası M. Dedesi, benim babam A. Dedesi olsun be bu yazıda genelde kayınpederimden bahsediyorum)

Geçmişteki bu tecrübeden sonra bu kez karşılaştıklarında kayınpederim temkinli ve mesafeliydi. Uzaktan seviyor, gülümsüyor ya da konuşuyor fakat yaklaşmıyordu. Dila da onu görünce başını bana gömüyor, uzaktan kaçamak bakışlar atıyor oldukça çekingen davranıyordu.

Yemek saatine kadar Dila babannesi ile gayet rahat etkileşmiş, ona kendini sevdirmiş ve beraber oyun oynamışlardı. Masada konumlarımızı ayarlarken dedesine fazla yakın koymamayı planlamıştım. Herkes ufak sohbetler eşliğinde yemeğini yiyiyor, ben daha çok Dila ile meşgul oluyordum. Yine pek yemedi ama bir kase yoğurdu kendi başına yemekte ısrar etti ve tabi ki bolca döktü. Ben de bir ara şakayla karışık kızgınlıkla Allahım Yarabbim Dila döküyorsun gibi birşey söyledim. Allah dediğimde taklit ediyor ama yarabbim kısmını pek duymuyordu, hoşuna gitmiş olacak ki "aebbim" demeye başladı. Biz onu duyup bir kahkaha patlattık. Hepimizin güldüğünü görmek çok hoşuna gitmiş olacak ki onlarca kez aebbim deyip ardından hehihehe diye gülerek bizi güldürdü. Gerçekten çok komik olduğu için hepimiz gerçekten gülüyorduk ve on dakika kadar böyle sürekli güldük.

Sonradan günü kafamdan geçirdiğimde bu gülme anının onun o akşamki planının ilk evresi olduğunu düşünüyorum. Oyunu bir kez yapıp bırakabilirdi ama bırakmadı. Bizi o kadar çok güldürdü ki ortamdaki soğuk ve mesafeli hava dağıldı, herkes kıvama geldi.

Yemekten sonra saat sekiz civarı olmuş ve uykusu gelmişti. Uyumak için diğer odaya götürmeye çalıştım bir kaç kez. Her seferinde kapıya tutunuyor, utangaç bir eda ile ama aslında bana bak diyen gözler ile dedesine bakıyordu. Dedesi de tv izliyordu. Odada serbest bıraktığımda ise onunla etkileşmeye çalışıyor ama bir tepki alamıyordu. Onu öyle görünce tamam dedim dedesiyle ilgili bir mesele var. Bu gece onu çözmeden yatmayacak anlaşıldı.

Kayınpederim onun sinyallerini anlayamayınca ben dillendirdim, Dila senden birşeyler bekliyor dedim. Fakat o da ne yapması gerektiğini kestiremiyordu. Ben de Dila'ya puzzle oyuncağını verdim, git dedene nasıl yaptığını göster dedim. Beraber yere oturdular (ama hala mesafeliler) , Dila puzzleı yaptıkça alkışladık hep beraber, bazı parçalarda dedesi de tuttu beraber yaptılar böylece ilk tensel temaslar gerçekleşti.

Uyku konusunu gündeme getirdim yine reddedildim galiba daha istediği olmamıştı. Sonra beraber top oynadılar, ben tatil videolarını gösterdim, bu sırada yanyana oturdular, dedesi başını okşadı, sonra biraz daha oyun. Aralarındaki mesafe kalkmış, temas başlamıştı fakat tam kucaklaşma olmamıştı hala. 

Bu arada uykusu da epey gelmişti, saat ona geliyordu. Normalde bu saatlerde de yattığı oluyor ama o gün erken uyanmıştı öğle uykusundan ve çok uzun süredir ayaktaydı. Bazen düzeni bozulduğunda çarşafta sallamayı teklif ediyoruz. O da dedesinin sallamasını istedi. Bu çok şaşırtıcı bir durumdu bence çünkü açıkça ifade etmişti artık dedesinin ilgilenmedini istediğini ve genelde bu sallama uyutma kısmı özel anlarımızdandır fazla müdahale istemez. Çarşafta ona dönük yatırdım ve sallamaya başladık. Uyumak ne kelime gittikçe azdı, çarşafın içinde tepinmeye, akrobatik hareketler yapmaya başladı ve her yaptığı kuduruklukta dedesinin tepkisini merak ediyordu. Dakikalar sonra uyumayacağını anlayınca vazgeçtik, diğer odaya götürdüm ağladı. Salonda babası ve dedesinin yanında oturacakmış, kucağımda onlarla maç seyretti, sonra kucağımda daldı, aldım odaya götürdüm, odaya girer girmez ağladı, bu böyle üç kez devam etti. En son seferde çok uzun süre kucağımda dalmasını beklememe rağmen diğer odada yine uyandı ve ağladı ama bir şekilde uyuttum sonra. Çok uykusu olmasına rağmen ısrarla yanında durmak istiyordu dedesinin.

Sabah olunca da biraz geç kalktığı için dedesi dükkana gitmişti ( kırtasiye dükkanlar var) evde onu aradı, sonra biz onu ziyarete gittik, on dakika kadar gördük ve havaalanına yola koyulduk.

Dışardan bakınca bu olanlar çok normal gözükebilir ama işin iç yüzünü bilenler için  farklı. Kayınpederim babasız büyümüş ve belki bu yüzden çok sıcak bir baba olamamış. Eşimin babasıyla ilişkileri benim babamla olana göre çok daha mesafeli. Eşimin erkek kardeşi de çok yakın bir zamanda evden ayrılıp iş için Ankara'ya yerleşti ve kayınpederim belli etmemeye çalışsa da bundan çok etkilenmiş. Üstelik kaynımı sürekli eleştirir ve o kadar başarılı olmasına rağmen pek takdir etmezdi. İşte Dila dedesinde eksik bir şeyler hissetmiş olmalı ki o gece sanki onu iyileştirmek için uğraştı durdu. Ona sevgisini verdi, beraber eğlendiler, ten teması kurdu ( ki eminim uzun zamandır çocuklarına dokunmamıştır), bir nevi ruhuna dokundu. Belki daha zamanı olsaydı işi dedesinin sırtına binip atçılık oynamaya kadar ilerletecekti ve dedesine çocukluğunu yaşatacaktı  :) Kimbilir belki bir dahaki sefere olur.

Bu yaşadıklarının ardından kayınpederimin ne hissettiğini, etkilenip etkilenmediğini bilmiyorum ama ertesi sabah her zamankinden daha mutlu göründü bana. Üstelik Dila yine sabah mahmurluğu yüzünden çekingen davranıyorken, dedesi daha girişkendi bu sefer.

Normalde benim babama dedi diyordu ve biz acaba bu dedesine ne desek başka bir şey mi desek diye düşünürken ona da dedi demeye başladı. Onlar oynarken çektiğim videoları seyrederken ona da dedi diyor ve bir ay boyunca her gün gördüğü diğer dedesinden pek de ayırt etmiyor, onu da çok sevdi.

Dila'nın isim anlamı gönülden seven demek. Hamileyken de ona bir çok isim soruyordum, hangisini istersin diye. Defalarca verdiği cevap Dila idi. Demek ki  kızım bu dünyaya sevgi verecek, sevgisinin ışığı ile insanları mutlu edecek diye düşünüyorum. Yine de her ne şekilde davranırsa davransın, her zaman başımın tacı, gözümün bebeği o.


15 Eylül 2013 Pazar

Hasta :(

Eylül 15, 2013 15 Comments

Tatilde ve İstanbul'da hasta olmadı ne güzel diye sevinirken döner dönmez yakaladı hastalık. Aslında çarşamba günü çok seyrek bir öksürük başlamıştı. Her diş çıkarma döneminde olduğu üzere yine dişlerin sebep olduğu burun akıntısının sebep olduğunu düşündüm öksürüğe.

Dünden beri de öksürük arttı, tıkanıklık ve geniz akıntısı var, akşam bir kere kustu (gün boyunca yuttuğu balgamları çıkardı) gece ateşi çıktı, sabaha kadar indi çıktı, şu anda çok yüksek olmasa da ateşi, akıntısı ve halsizliği devam ediyor.

Birkaç gün önce zorla bakmıştım son dört azının ilki patlamıştı ama daha sonra bir daha kontrol edemedim. Yine bu hastalığın sebebi diş olsa gerek ancak birden bire olan hava değişimi de etki etmiş olmalı zira 30 dereceden 15 dereceye geldik bir anda.

Dönüş için kalın kıyafetler almış ve giydirmiştim ama yetmemiş demek ki :( Burada insanlar çizme ve kaban dönemind geçmiş bile :/

13 Eylül 2013 Cuma

Benim Kızım Büyümüş vol 2

Eylül 13, 2013 6 Comments
Döndük biz.

Bugün öğle saatlerinde bindiğimiz uçak yolculuğu iyi geçti. Bir hafta önce tatil için gidip geldiğimiz Antalya uçuşları da öyle. Artık kızımla uçağa binmekten hiç korkmuyorum. Hem alıştı (dile kolay 18 aylık 12 uçuş yaptı) hem de olayın farkında.

Uçuşlarımızın kolaylaşması ile ters orantılı giden başka birşey var yalnız.

Artık her şeyin farkında ya oradan ayrıldığımızın, yakınlarımızı göremeyeceğimizin de farkında. Durmadan anaaa (anane), dedi (dede), egi (ege) diye sayıklıyor. Ayrılırken ağlamaktan mahvoldu, ege ile onu ( kuzeni) ayıramadık, ikisi de ağlaya ağlaya zorla ayırdık, arabaya tıktık.

Kalbim paramparça, her aklıma geldiğinde gözlerimden yaşlar süzülüyor. Yolda evde hep onları andı, ne diyeceğimi bilemiyorum.

Şimdi toplamam gereken bir ev, bir minik yürek ve karmakarışık olmuş bir kafa var.

Benim kızım büyümüş gerçekten :/

7 Eylül 2013 Cumartesi

Annelik Merhaleleri

Eylül 07, 2013 7 Comments
Çok uzun zaman önce, daha anne olma planlarım bile ortada yokken, yeğenimin resmine facebooktan yorum yapmış ve yakışıklı çıktığını söylemiştim. Aynı karede yer alan, yeğenimden birkaç yaş büyük kuzeni ( ablamın görüncesinin oğlu), benim yorumuma karşılık üzülmüş, kendisi çirkin miymiş diye annesine sormuş. O zaman annesi bana, anne olunca anlarsın demişti. Böyle bir gaf yaptığım için üzülmüştüm ama şimdi düşünüyorum da anne olmadan önce insanın bakış açısı da algıları da daha farklı oluyor. Doğrusu o resimde yeğenim dışında kimseyle ilgilenmiyordum, yorumumun böyle bir sonuca mahal vereceğini de tahmin edemezdim.

Anne olunca, insan gerçekten anlıyor ama bence anladığı ince olmak, nazik olmamak, incitmemek değil bunun da ötesinde birşey. Yani anne olunca benim aklımdan geçen "pek güzel çıkmamış ama kırılmasın ona da övgü yazayım" şeklinde bir duyarlılık DEĞİL , gerçekten tüm çocukları güzel bulmaya başlamış olmam.  Tüm çocuklar annesinin kuzgunu, biriciği, dünya güzeli ve işin garibi eğer annelik bahsedeceğim merhaleye gelmiş ise tüm çocuklar senin için de öyle.

Muhtemelen daha ileri merhaleler de vardır ama şimdi hissettiğim annelik duygularımın maksimumda olduğunu hissediyorum. Bebek doğduğundan yaklaşık bir yıla kadar hissedilen anne duyguları aslında hiç bir şeymiş. Çocuk büyüdükçe, ihtiyaçları fiziksel ihtiyaçtan duygusala döndükçe o minik eller annenin yüreğini yavaş yavaş yoğuruyor, yüreğindeki tüm yargılar eriyip bitiyor, her olasılığa açık, her durumu onaylayan bir mantığa ( yada mantıksızlığa mı demeliyim), her çocuğa şefkatle bakan pembe gözlüklü gözlere, gördüğün her çocuğa dualar dökülen bir dile sahip oluyorsun.

Çevremde görüyor ve hissediyorum, her anne bu aşamada değil. Eninde sonunda bu kıvama gelirler mi bilmiyorum ama çoğu anne böyle olacak gibi görünüyor ve oluyorlar da. Genelde tüm bebeklerin gelişimi benziyor ve emdi-emmedi, yedi-yemedi, uyudu-uyumadı, kilosu, dişi, emeklemesi, yürümesi derken neredeyse her anne aynı basamakları tırmanıyor. Özel ilgiye muhtaç çocukların anneleri, eminim daha da ötesindeler bu yolun.

- Eğer diğer çocukları gördüğünde, kulağı kepçe, gözü pörtlek, kara kuru bu bebek, benim çocuğum daha güzel şeklinde düşünceler geçiyorsa kafandan

- Ben sallamam/emzik-biberon vermem/altı aydan önce hiç tattırmam/  x'e y'ye alıştırmam, onlar veriyor, yapıyor ediyor diye söylüyorsan

- O bebek hiç konuşmuyor/oyun oynamayı bilmiyor/ tv izletiyorlar/ hiç ilgilenmiyorlar/ oynatmıyorlar/ öğretmiyorlar/ bakamıyorlar gibi şeyler düşünüyorsan

- Asla çikolata-şeker vermem/ çubuk krakere talim ettirmem/ her daim ev yapımı yediririm diyorsan

- şifaya, mutluluğa, ekmeğe, oyuncağa, ilgiye kısacası herhangi bir şeye muhtaç bir çocuk gördüğünde her şeyini feda etmeye hazır hissetmiyorsan

- ve bence en önemlisi yukarıda yazdığım şekilde düşünen/söyleyen annelere "dur bakalım sen daha dur, henüz olmamışsın" diyorsan 


Henüz daha yeteri kadar yoğrulmamış yüreğin. Çünkü bu merhaleye gelince, ne tercihlerini eleştirmeye ne de anneliklerini sorgulamaya hakkın olmadığını düşünüyor, sadece içinden zamanla o da anlayacak deyip geçiyorsun.

Not: bu yazıda amacım kendimi azize gibi göstermek değil, yanlış anlaşılmasın. Ben böyle hissediyorum ve siz anneliğinizi her ne şekilde hissediyor ve yaşıyorsanız bence yine en mukaddes varlıksınız. Her aile farklı, her bebek farklı ve anneler her zaman kendi dinamikleri içinde mümkün en iyi şeyleri evlatlarına sunmaya çalışıyorlar. Her anne yavrusu için endişelerden dumanlı bir kafaya, zaman zaman gözlerini kör edecek bir aşka sahip oluyor. İşte bu ortak hisler, diğer anneleri anlamama vesile oluyor ve beni onları eleştirmekten alıkoyuyor. Bilgilerimizi tecrübelerimizi paylaşabiliriz ama tavsiyelerimizi dinlemiyor diye kimseyi kınayamayız. 

5 Eylül 2013 Perşembe

Baba Biz Nereye Geldik Böyle ?

Eylül 05, 2013 7 Comments
Salı günü öğle saatlerinde tatil için Side'de bir otele geldik. Yukarıdaki fotoğraf odaya ilk girip balkondan baktığı an. Odamız havuzun hemen önünde, insanlar yüzüyor, kaydıraklardan kayıyor, müzik, koşturan çocuklar... oldukça şaşırdı.

Daha önceleri hep eşimle Dalaman havaalanına yakın bölgeleri tercih ediyorduk. Bu sefer Antalya havaalanından fazla uzak olmasın ve ayrıca kumlu bir plaj olsun diye Side'yi tercih ettik ve bence çocuklar için gayet uygunmuş. Denizi sıcak ve temiz, kumu çok güzel bayıldık. 


Çok şükür yeme içme konusunda pek sıkıntı yaşamadık şu ana kadar, hala çok yemiyor ama artık biraz daha az süt veriyorum ve öğünlerde midesine mutlaka birşeyler giriyor.

Instagrama da yazmıştım, sanki daha önce bir çok kez tatil tecrübesi yaşamış gibi davranıyor. Aslında yeni nesil çocuklar çoğu konuda böyle. Doğmadan önce sanki beyinleri bütün bilgilere sahip olmuş da, yeri geldiğinde o bilgileri kullanıyor gibi.

Bakalım tatilden ayrılış nasıl olacak