19 Kasım 2020 Perşembe

Koltuk Dönüşümü

Kasım 19, 2020 7 Comments


Daha önceki postlarda evin çatı katında bir iyileşmeye girişeceğimizden bahsetmiştim. Eğimli çatıya uyan dolaplar aldık, öncesinde duvarları boyadım, dolapları monte ettik neredeyse tam yerleştik bitiyor derken, çatımız akıttığı için bir türlü tamamlanamayan bir döngüye girmiş olduk. Bu yüzden çatı katı için büyük bir hevesle kendime yaptığım okuma koltuğu ve köşesini henüz kullanamıyor olsam da, ara sıra bakıp sevip tatmin oluyorum. 

Hollanda’da ikinci el eşyaları alıp sattığımız bir site var (Marktplaats.nl) ve onu aktif olarak kullanıyorum. Ara sıra ikinci el koltuklara bakıyordum ancak kafamda nispeten hafif ve minyon olan bir model vardı. Genelde satıştakiler stillerini beğenmediğim türden ve büyük modellerdi. Bir akşam yine göz atarken bu koltuğu gördüm ve hemen talip oldum. Yapay kürklü kumaşı oldukça deforme olmuş, tüyleri dökülmüştü ve sahibi bedavaya elden çıkarıyordu. Bir nevi atmaya çalışıyordu çünkü burda eşya atmak da mesele. Bazen ek ücretler ödemek bile gerekiyor. 


Kadınla eşime bile sormadan anlaştım, hatta sabah eşime gösterdiğimde hiç beğenmediği için beni desteklemedi. Ama maalesef kafamdaki değişikliği benden başka anlayan olmuyordu.

Sabah, hayatımda ilk kez tecrübe ettiğim derecede sisli bir havada, yarım saatlik bir araba sürüşüyle verilen adrese gittim. Böyle eski bir koltuğu böyle bir havada alıp getirecek kadar azimli davrandığım için en azından eşime karşı “ben sana demiştim” konumuna düşmemek için çok çalışmam gerekiyordu 🙈

Önce koltuğun demir iskeletini boyadım, sonra online kumaş siparişi verdim. Kılıfını çıkarıp yeni kılıfı diktim. Düşündüğüm koltuğa oldukça benzedi ve her gören çok beğendi. Hatta koltuğu veren kadına da demiştim, ben bunu dönüştüreceğim bitmiş halini size de atarım diye. Ve o da koltuğunun yeni haline epey bi şaşırdı.




Instagramda da yazmıştım, bu tarz dönüşümler yapmak beni mutlu ediyor. Bunu daha az masraf veya kar amacı ile değil, doğaya daha az çöp çıkarmak ve süreçten aldığım keyif yüzünden yapıyorum. Evet hazır almak daha kolay ve hiç uğraştırmıyor ama ben bir hayal kurup o hayale yakın bir dönüşüm gerçekleştirdiğimde, bu süreçten büyük haz alıyorum Yani olay, tek başına al gitsin demek kadar basit değil benim için. 

Şimdi koltuğumda huzurla oturup kahvemi içebilir kitabımı okuyabilirim.





 

12 Kasım 2020 Perşembe

Punch Nakisi Calismalarim

Kasım 12, 2020 9 Comments


Pandemi ilk basladigi zaman, evde vakit gecirmek icin punch nakisi seti aldigimi ve calismalara basladigimi daha once yazmistim. O yazida punch nakisi hakkinda aciklayici tum puf noktalarini bulabilirsiniz. Ancak o zamandan itibaren urettiklerimi bir yazi altinda toplamaya firsat bulamadim. Bu yazida yaptigim tum calismalari listelemek istedim. Instagram hikayelerinde zaman zaman bunlari paylasmistim. Bu yuzden fotograflarin cogu oradan alinti. 


Bu nakisi evdeki duz renkli yastiklara uygulamaya karar vermistim ve yaptiklarimin cogu zaten evde olanlardan donusturduklerim. Yukaridaki ilk denememdi, malesef birkac detayi kaldi bitirmedim. Deneme tahtasi oldigi icin, biraz uyumsuzluklar oldugunu simdi farkediyorum. Desenini gelisiguzel cizmistim ve kullanacagim renkleri onceden planlamamistim. Bu yuzden cok icime sinmedi. 



Sonra kizim kendi yapmak istedi ve yukaridaki dekorun cogunu o yapti. Cicek detaylarini ben tamamladim.

Bundan sonra oglumun odasi icin basladigim ama bitiremedigim bir yastik geldi. Gayet hos olmustu aslinda ama kullandigim kumas cok ince dokuluymus deforme oldu. Sonradan toparlamak da zor geldi biraktim. 


Ogluma yastik yapinca kizim da bu sefer odasi icin bir yastik istedi ve bu tavsanli modele karar verdik. Yuvarlak bir yastik olacak ve hala dikilecek ama neyse :)


Sonraki projem de kirimizi yastikti. Bu yine evde olan rengi agarmis bir kilifti. Ilk basta cini deseni gibi bir desen uygulamak istemistim ancak cok detayli figurler punch nakisinda zorlayici olabiliyor. Ben de nispeten onlara benzeyen latin kulturunde dekorasyonda bolca kullanilan bir deseni sectim. Hala salonda kulaniyorum.


Sonra aklima "One line drawing" akiminin figurlerini calismak geldi. Bu tip cizimler duvar panolarinda bolca oldugu gibi, yastik desenlerinde, kupa baskilarinda da kullaniliyor. Hatta tisortler bile var. Evde yine eski bir kilifa yukaridaki dort yuzlu cizimi denedim. Bu fotografta henuz tamamlanmis degil ama simdi bitmis halde.


O bitmeden digerine basladim. Bunun adina Monsterakadin diyorum. Bu ve bundan sonrakileri hazir aldigim kiliflara uyguladim. Biraz daha yaptiktan sonra hepsini satisa koyup gelirini bagislamaya karar verdim. 


Bu da bir sonraki kilif. Bu da cicekacankadin. Monsterakadin ile bunun arasinda desenin cizim teknigi acisindan biraz fark var.


Bu da picasso tarzi bir cizim, sanirim bunu kendime saklayacagim. Bu yastiga renklendirme yapip yapmamak konusunda cok kararsiz kaldim. Galiba boyle birakacagim. 


Son calismam ise klasik bir desendi. Bu tip desendeki yastiklar bazi dekorasyon magazalarinda satisa sunuldu bu yil. Fiyati da bana gore epey hallice. Hem nasil olacagini gormek hem de fotograftaki koltuga kombinlemek icin bu tip bir tasarim calistim. Yukaridaki koltuk da bir geri donusum hikayesi onu da bir sonraki postta anlatayim.


Bu da minik bir not olarak burada dursun.

21 Ekim 2020 Çarşamba

Kisa Not 2

Ekim 21, 2020 8 Comments

 Siz de farketmissinizdir son zamanlarda ozellikle sma’li cocuklar icin bagis toplama kampanyalari cogaldi gibi geliyor bana. Umarim hepsi sifa bulur tabi, gordukce uzerime duseni yapmaya gayret ediyorum fakat bu yazinin konusu bu degil.


Konusu, yine sosyal medyada cokca gordugum bir uygulama. Online egitim verenler veya satis yapanlar, hediye verenler falan diyor ki su su kampanyalara bagis yapin, dekontunu bana gonderin, o urunu gonderecegim / online derse katacagim seklindeki yaklasim. Bu tip seyleri gordukce tam adini koyamadigim bir huzursuzluk sariyor icimi. 


Dusunuyorum. Bu teklifi yapan kisi (satici diyelim), bunu ilan etmeden yapsa, yani aldigi parayi hic duyurmadan direkt bagislasa olmaz miydi? Boyle duyurdugunda ayni zamanda bir imaj da cizmis oluyor,  samimi olabilir ama olmayan da vardir, diyor ki bakin ne kadar iyi bir insanim, duyarliyim, haydi benden satin alin (beni populer yapin) vs vs 


Bagis yapip o hizmeti alan kisi (alici diyelim) ise soyle dusunuyor olabilir. Ben zaten o urunu/hizmeti istiyordum, bagis da yapmak istiyordum boylece bi tasla iki kus! Harika! Tabi bu durumda yapilan bu iyilik gercek bir iyilik oluyor mu, hani karsiliksiz olmasi falan filan...


Diger yanda ise gercekten bu paraya muhtac biri var. Icinde ne kadar yalan dolan olsa da bu para ona lazim. Dolayisiyla eger daha fazla katki saglayacaksa, bir hayata umut olacaksa neden olmasin? Her yol mubah degil mi? Ortada bu kadar buyuk bir sonuc varken, kimin ne yaptiginin, ne kadar samimi oldugunun irdelenmesine gerek var mi? 


Hala hangi fikre yakin durdugumu bilmiyorum, bu yuzden sizlere soruyorum. Sebebi ise bir suredir delicesine urettigim yastiklari, verdigim emegi anlayan kisilere hediye etmek istemem. Cunku bazen uzun emekler vererek yapilan hediyeleri atil durumda gormek aci verici oluyor. Iste bu yuzden ben de acaba yukarida elestirdigim yaklasimi uygulasam mi diye dusunuyor ama karar veremiyorum. 

20 Ekim 2020 Salı

KG 107+115 = 222

Ekim 20, 2020 2 Comments

Korona gunluklerini yazmayi birakali cok oldu ama merak edip bir bakayim dedim kac gun olmus, ve karsima 222 cikti, gulumsedim. 222 gundur hayatimizda olan korona icin, bu sabah hollandaca hocama soyle dedim. Baslardaki endiseli halimle simdiki umursamaz halim arasindaki farki gorunce sok oluyorum. Hepimiz icin bu durum normale donusmeye basladi, hatta artik gelen haberlere gecmis olsun deyip geciyoruz. Boyle yazinca kulaga cok aci geliyor ama onlemleri alip yasamaya devam etmekten baska yapacak sey yok.


Gectigimiz hafta turkiyede okullarin acilmasinin ardindan, instagramda bizim okula gecis surecimizle ilgili sorular alip bilgiler paylasmistim. Onlari asagiya da gorsel olarak ekleyecegim ancak sunu soylemek istiyorum ki, turkiye nispeten okullari gec baslatan bir ulke olarak biraz avantajli. Daha onceden dunyanin bir cok yerinde okullarin acilmasiyla birlikte gelisen durumlara bakip onlemlerini alabilir, yani onunde bir cok ornek var. Bizim durumumuzda hollanda neredeyse ilk once okullarin acildigi ulkeydi ve nasil endiselendigimizi size anlatamam. Fakat aylar boyunca (yaz tatili oncesi iki ay, yaz tatili sonrasi iki ay) coronali donemde okulu tecrube ettik ve onlemlerin yeterliligini veya yetersizligini gozlemledik. Nitekim turkiyede aciklanan okul onlemleri de bizimkilere oldukca benzer duzenlenmis, hatta tedbirler biraz daha fazla, bu durumda okullarin acilmasinin cocuklarin daha uzun sure evde kalmasindan faydali olacagini dusunuyorum ben. Cunku bu viruse karsi en temel ve birinci kalkanimiz bagisikligimizdir ve surekli evde kalmak bagisikligimiz icin hic de iyi bir yol degil. Hepimiz bir sekilde hayata yeniden dahil olup, mental ve fiziksel olarak saglikli kalmaya ugrasmaliyiz. 


Hollanda'da su anda ikinci dalganin vurgunu altinda ve gunluk vaka sayilari, ilk dalganin kat kat ustune cikti. Ve bu yuzden gecen hafta kismi karantina uygulamasi baslatildi. Fakat bu ikinci dalga okullarin acilmasiyla baslamadi. Ozellikle okullar acildiktan sonra daha ucuz oldugu icin tatile giden genc ve cocuksuz nesil, eylul ayini tatillerde gecirdi ve dondukten sonra yine onlarin rahatliklari yayilmayi arttirdi. Bir diger etken de havalarin sogumaya baslamasi oldu ki ozellikle hafif gecirilen vakalarda, insanlarin soguk alginligi zannedip onlem almamasina sebep oldu. Gercekten basit bir soguk alginligi gibi gecirilen vakalar duydum. Turkiyede ise kis tam anlamiyla gelmedigi icin bence orada henuz o doneme girilmedi. Dogrusu bu konuda da onlemler alinsa iyi olabilir, en ufak bir sikayette ise/okula gidilmemesi hemen test yapilmasi gibi...


Kismi karantinamizda, acik olan restoran ve eglence yerleri 4 hafta sureyle kapatildi (eve servis ve al git serbest); bu gune kadar hic zorunlu olmayan maske uygulamasi kapali mekanlarda siddetle tavsiye edildi (hala zorunlu degil ama cogu kisi takiyor), spor musabakalari iptal edildi ve bir araya farkli evlerden maksimum 3 kisi gelecek sekilde sinirlandi, mecburi durumlar disinda herkes evden calisacak kurali geldi. 


Okullar ise tam zamanli olarak acik. Universiteler cogunlukla online devam ediyor, liselerde ise sinif disinda (icinde degil) maske zorunlu. Ilk ogretimde okuyan bizim cocuklarin aktiviteleri normal sekilde (maskesiz) devam ediyor. Yine birbirlerine oynamaya gidip geliyorlar ve okulda- sinifta da herhangi bir mesafe kurali yok. 


Biz sahsen onlemlerimize yine aynen devam ediyoruz ama ilk baslardaki panik halimiz yok. Haftalik alisverisimizi haftada bir gun marketin en bos oldugu saatlerde yapiyoruz, keyfi magaza gezintilerine gitmiyoruz, ayda bir daha buyuk bir carsiya yine bos bir saatte gidip market harici ihtiyaclarimizi aliyoruz, onun disinda online siparisler veriyoruz, cok kalabalik ortamlara girmiyoruz ama belli basli tanidiklarla gorusuyoruz. Daha cok ev ve acik hava odakli geciyor hayatimiz.


Gecen hafta okul bir haftalik sonbahar tatilini yapti ve bitti. Bir hafta evde olan cocuklarim yeniden okullarini cok ozlediler. O zaman karantinanin ilk zamanlarinda evde kaldigimiz sureleri hatirlayip bir kez daha nasil yapmisiz diye hayret ettim. Elbet insanoglu yeni sureclere kolay alisiyor ama gun gelecek turkiyedeki cocuklar da veliler de yeniden okula gitme fikrine alisacaklar yeniden eskisi gibi hissedecekler. Simdiden nasil gelisecegini ongormek zor ama her degisim cozumunu de beraberinde getiriyor. 


Hollanda'da yasayan ve burada bir universite hastanesinde doktor olan Tomris Cesuroglu (instagramda @sutdoktorum) instagram hesabinda okula gecis sureciyle ilgili cok guzel yazilar, videolar, canli yayinlar paylasti, paylasiyor. Sahsen ben onun videolarindan sonra uzerimdeki panigi attim bu yuzden onun paylasimlarini izlemenizi tavsiye ediyorum. Hem bir anne hem de doktor olarak soyledikleri cok guven verici.

Saglicakla kalin. Sevgiler...















19 Ekim 2020 Pazartesi

Kisa Notlar 1

Ekim 19, 2020 7 Comments

 {uzun zamandir yazmadigim icin anlatacak cok seyim var ama ara sira bazi notlar almak istiyorum buraya, bu yazi o yuzden kisa olacak}


yillar boyu hep hazir cevap bir olamadigim icin kendime kizdim durdum. olaydan sonra basa gelen aklima, simdi siralarsin tabi, neden o zaman aklima gelmedi, yuzune cat cat soyleseydin de boyle kirilip kalmayaydin diye azarlardim kendimi. yine bir kac gun once boyle bir hal sonrasi -esimin sayesinde-farkettim. normal olan, olmasi gereken buydu zaten...


bir saldiri konusmasini ele alalim. saldirgan soyleyeceklerini onceden planlamistir, zaten saldirma amacindadir. kurban ise olaydan habersiz. ilk saldirgan sozler agizdan dokuldugunde, kurban neye ugradigini sasirir, once saskinlik sonra kizginlik, kirginlik, uzuntu, belki suclu hissetme gibi konusmaya gore degisse de birbiri ardina bir suru duygu gecisi yasar. ve bu duygular bizi kapana kistirir, yani duygu bedeni esir aldiginda mantik is out of order -devre disidir-. o anda icinde bulundugumuz duygu ne ise agzimizdan o cikar, ozur veya kufur veya gozyaslari fiskirir. her neyse...


olay bitmis duygular sahneden cekilmistir ve mantik bize cok zekice cevaplari sunmaya baslamistir. gercekten oyle deseydim kalakalirdi, bu laflarin hicbirini edemezdi deriz, kafamizda milyon tane saldiri cumlesi dusunur, pisman oluruz.


iste orda dur..

sen zaten olmasi gerekeni yaptin, duygularinin dogurdugu tepkiyi verdin, saldirgan istedigini aldi gitti belki ama zaferi aldatici bir zafer. cunku zaten oyunun en basinda bir haksizlik vardi. biri savasa hazirlandi, digerinin savastan haberi bile yoktu.


peki nasil oluyor da bazi kisiler hazirliksiz savaslara bile hazir, cat cat yapistiriyor cevabi? bu kisiler neden bu beceriyi edinmis bir dusun? cok mu savasa maruz kalmis, yoksa duygularini cok mu saklamis? belki de bunlar sebep degildir ama gercekten duygu-mantik gecisini hizli yapiyordur, dnasinda vardir falan. bilemiyorum tabi.


fakat duygusal olmak kotu birsey degil, hatta herseyin dijitallestigi dunyada dijitallesemeyen tek sey olarak duygu, elimizde kalan son zenginlik.


bundan sonra duygularimi hedef alan saldirilardan sonra kendimi suclamayacagim. duygularim benim zenginligim. varsin saldirgan, yalanci zaferiyle kendini kandirip gitsin. 


kisa dedim ama yine uzun oldu.

kib.bye.

18 Eylül 2020 Cuma

Bir Oyku

Eylül 18, 2020 5 Comments

Dün okuduğum bu öykü öyle içime işledi ki, hem unutmamak hem de sizinle paylaşmak için buraya aldım. Keyifli okumalar...



NİKİTA


'ANNESİ, sabah erkenden evden çıkıp tarlaya çalışmaya gidiyordu. Ailenin babasıysa uzun süre önce esas işe, savaşa gitmiş ve geri dönmemişti. Annesi her gün babasının dönmesini bekliyordu, ama yoktu işte, gelmiyordu.


Kulübenin ve bütün avlunun tek sahibi beş yaşındaki Nikita' ydı. Annesi işe giderken, avluyu yakmamasını, tavukların kuytulara ve çitlerin altına bıraktıkları yumurtaları toplamasını, yabancı bir horozun avluya girip kendi horozlarını dövmesine izin vermemesini tembihlerdi, öğleyin de masanın üzerindeki sütle ekmeği yemeliydi, akşama doğru annesi dönecek ve sıcak yemekle doyuracaktı kamını.


"Yaramazlık yapma Nikituşka, baban da yok," dedi anne. "Akıllandın sen artık, varımız yoğumuz burada bak: Bu kulübeyle avluda."


"Akıllıyım, varımız yoğumuz burada, babam yok," dedi Nikita. "Sen de çabuk gel anne, korkuyorum yoksa.'

'Neyden korkacaksın ki? Gökte güneş parlıyor, çevredeki tarlalar insan dolu, hiç korkma, uslu uslu otur tek başına..."


"Evet ama güneş uzakta işle," diye yanıtladı Nikita. "hem bulut örtecek onu."


Yalnız kalan Nikita bütün sessiz kulübeyi dolaştı -konuk odasını, sonra Rus ocağının bulunduğu diğer odayı- ve sofaya çıktı. Sofada büyiik şişman karasinekler vızıldıyor, köşede bir örümcek, ağının orta yerinde uyukluyordu; bir serçe yürüyerek eşikten içeri girdi, kulübenin toprak tabanında bir tohumcuk arıyordu. Hepsini de tanıyordu Nikita: Serçeleri, örümcekleri, karasinekleri, avludaki tavukları; tak etmişlerdi artık canına, sıkılmıştı onlardan. Artık bilmediği bir şeyler öğrenmek istiyordu. Bu yüzden avlunun içlerine doğru yürüdü ve karanlığında boş bir fıçının durduğu ambara girdi. Fıçının içinde birisi, küçük bir insan yaşıyor olmalıydı; gündüzleri uyuyor, geceleri dışarı çıkıyor, ekmek yiyor, su içiyor, bir şeyler düşünüyor, sabah olunca da tekrar fıçıya saklanıp uyuyordu.'


'Seni tanıyorum, orada yaşıyorsun sen," diye seslendi Nikita karanlık, akisli fıçının içine, parmak uçlarında yükselerek, tepeden; üstüne birde yumrukladı onu. "Kalksana, aylak, uyumasana! Kışın ne yiyeceksin? Git de darı ayıkla, işgününe sayarlar!'


'Nikita kulak kabarttı. Fıçının içi sessizdi. "Öldü mü ne yaptı bu!" diye düşündü. Fakat fıçının içindeki ahşap avadanlık gıcırdadı ve Nikita derhal beladan uzaklaştı. Fıçı sakininin yan döndüğünü veya kalkıp kendisini kovalamak istediğini anlamıştı.


Sahi nasıl biriydi acaba şu fıçının içinde yaşayan? Nikita hemen canlandırdı onu gözünde. Küçük ve kıpırdak bir insan olmalıydı bu. Sakalı uzundu, gece yürürken toprağa değiyor, çöp ve samanları süpürüyordu, bu yüzden de ambarın tabanında yol yol iz kalıyordu.


Annesinin makası kaybolmuştu geçenlerde. Makası alan da o olmalıydı, sakalını kesecekti. 


"Geri ver makası!" diye rica etti Nikita alçak sesle. "Babam savaştan gelince nasıl olsa alacak elinden, senden korkmaz o. Ver!"


Fıçı susuyordu. Ormanda, köyün çok gerisinde biri ıslığımsı bir ses çıkardı, fıçının küçük sakini kötü, korkunç sesiyle yanıtladı onu: Buradayım!


Nikita ambardan avluya çıktı koşarak. İyi kalpli güneş parlıyordu gökte, bulutlar daha örtmemişti yüzünü; korku içindeki Nikita kendisini koruması için güneşe baktı.


"Fıçının içinde biri yaşıyor!" dedi göğe bakarak.


İyi kalpli güneş eskisi gibi parlıyordu gökyüzünde,''yanıt olarak sıcak yüzünü ona çevirmişti. Nikita, güneşin, hayattayken kendisine her zaman şefkatli davranan ve gülümseyen dedesine benzediğini gördü ve bakakaldı ona. Dedesinin artık güneşte yaşadığını düşündü.


"Dedeciğim, neredesin, orada mı yaşıyorsun?" diye sordu. "Yaşa orada, ben burada olacağım, annemin yanında."


Bostanın ardında, dulavratotları ve ısırganların arasında bir kuyu vardı. Uzun zamandır su çekilmiyordu içinden, çünkü kol-hozda iyi suyu olan yeni bir kuyu açılmıştı. O ıssız kuyunun derinlerinde, yeraltı karanlığında aydınlık bir su görünüyordu, berrak gökyüzünde güneş altında yürüyen bulutlarıyla. Nikita kuyunun duvarından sarktı ve sordu:


"Ne yapıyorsunuz orada?"


Dipte küçük su insanlarının yaşadığını düşünüyordu. Neye benzediklerini biliyordu, onları rüyasında görmüş, uyandığında da yakalamak istemişti, ama çayırdan koşarak kuyuya, evlerine kaçmışlardı. Serçe boyunda ama şişman, tüysüz, ıslak ve muzırdı-lar; herhalde Nikita'nın gözlerini içmek istiyorlardı uykusunda.


"Gösteririm size!" dedi kuyuya Nikita. "Neden burada yaşıyorsunuz bakayım?'


'Birden kuyunun suyu bulanıklaştı, içerideki biri ağzını şapırdattı. Nikita haykırmak için ağzını açtı, ama sesi çıkmadı, korkudan dili tutulmuştu; kalbi titredi ve tekledi bir anlığına.


"Burada bir de dev yaşıyor çocuklarıyla!" diye düşündü Nikita durumu anlayarak.


"Dede!" diye bağırdı yüksek sesle, güneşe bakarak. "Dede, orada mısın?" Ve gerisin geri eve koştu.


Ambarın önünde kendine geldi. Ambarın çalı çırpıdan yapılma duvarının dibinde iki oyuk vardı toprakta. Orada da gizli sakinler yaşamaktaydı. Onlar kimdi peki? Belki de yılanlar! Geceleyin çıkıp kulübeye doğru sürünecek ve annesini sokacaklardı uykusunda, ölecekti annesi.


Nikita çabucak eve koştu, masadan iki parça ekmek alıp getirdi. Her bir oyuğun önüne ekmek koydu ve yılanlara şöyle dedi:


"Yılanlar, ekmek yiyin, geceleyin de yanımıza gelmeyin."


Derken çevresine bakındı. Bostanda yaşlı bir kütük duruyordu. Kütüğe gözü takılan Nikita, onun aslında bir insan kafası olduğunu gördü. Kütüğün gözleri, burnu, ağzı vardı ve Nikita'ya sessizce gülümsüyordu.


"Sen de mi burada yaşıyorsun?" diye sordu çocuk. "Çık köyümüze gel, toprağı sürersin.'


'Kütük karşılık olarak hırladı, yüzü de sertleşti.


"Çıkma çıkma, gerek yok, orada yaşa daha iyi!" dedi Nikita korkarak.


Bütün köy sessizlik içindeydi, çıt çıkmıyordu. Annesi uzakta, tarladaydı, yanına koşsa yetişemezdi. Nikita öfkeli kütüğün yanından kaçıp kulübenin sofasına girdi. Oradayken korkmuyordu, daha demin annesi oradaydı. Kulübenin içi çok ısınmıştı şimdi. Annesinin bıraktığı sütü içmek istedi, ama masaya baktığında onun da insan olduğunu görüverdi, dört ayaklıydı, kolları yoktu.


Nikita kapı önündeki basamaklara çıktı. Bostan ve kuyunun ilerisinde eski bir hamam vardı. Ocakla ısıtılıyordu ve annesi, sağlığında dedesinin orada yıkanmayı sevdiğini söylemişti. Hamam eski, hepten yosun tutmuş, gösterişsiz bir kulübecikti.


"Ninemiz bu, ölmemiş, kulübecik olmuş!" diye düşündü Nikita korku içinde. "Na işte, yaşıyor, kafası da var; boru değil o, kafa, hem ağzının da ön dişi eksik. Mahsuscuktan hamam o, aslında insan! Görüyorum!"


Sokaktan avluya yabancı bir horoz girdi. Yüzü, zayıf, sakallı, tanıdık bir çobanınkine benziyordu, baharda, sular kabardığında, başka bir köydeki düğüne gitmek için nehri yüzerek geçmeye kalkışmış ve boğulmuştu. Nikita, çobanın ölü olmak istemediğine ve horoz olduğuna karar verdi: Demek ki bu horoz da insandı, ama gizli. Her yerde insanlar vardı, sadece insan gibi görünmüyorlardı.


Nikita sarı bir çiçeğe eğildi. Bu kimdi acaba? Çiçeği dikkatlice süzen Nikita, yuvarlak yüzünde beliren insan ifadesini gördü; işte küçük gözlerini, burnunu ve canlı nefes kokan açık, nemli ağzım da seçebiliyordu.


"Ben de seni gerçek çiçek sandım!" dedi Nikita. "Dur bir bakayım içinde ne varmış, bağırsakların var mı acaba?"


Nikita, sapı -çiçeğin bedenini- kırdı ve içindeki sütü gördü.


"Küçük bir çocukmuşsun sen, anneni emiyormuşsun!" dedi Nikita şaşkınlıkla.


Eski hamama gitti.


"Nineciğim!" dedi alçak sesle. Fakat ninesinin benekli yüzü, torununu tanımamış gibi öfkeyle diş gösterdi.


"Sen ninem değilsin, sen başkasısın!" diye düşündü Nikita.


Çitin kazıkları Nikita'ya tanımadığı bir sürü yüz gibi bakıyordu. Her yüz ona yabancıydı, onu hiç sevmiyordu: Biri kızgın kızgın sırıtıyor, diğeri Nikita hakkında kötü bir şeyler düşünüyordu, üçüncü kazıksa kurumuş dallardan ibaret olan kollarıyla çite yaslanmış, Nikita'yı kovalamak için çitten büsbütün çıkmaya meylediyordu.


"Neden yaşıyorsunuz siz burada?" dedi Nikita. "Burası bizim avlumuz!"


Fakat dört bir yanda hiç kıpırdamadan, dikkatle Nikita'ya bakan yabancı, öfkeli insan yüzleri vardı. Dulavratotlarına baktı, onlar iyiydi herhalde. Ama şimdi onlar da somurtarak koca kafalarını sallıyor ve sevmiyorlardı onu.


Nikita yere uzanıp yüzünü toprağa dayadı. Toprağın içinde sesler uğulduyordu, orada, daracık karanlığın içinde birçok insanlar yaşıyor olmalıydı, gün ışığına çıkmak için elleriyle toprağı kazıdıkları duyuluyordu. Nikita her yerde birinin yaşadığı ve her yerden yabancı gözlerin kendisini izlediği korkusuyla ayağa fırladı; onu göremeyenler de topraktan, inlerinden, ambarın kara sundurmasından çıkıp yanma gelmek istiyorlardı. Kulübeye doğru döndü. Kulübe ona uzak bir köyden gelen yaşlı bir teyze gibi bakıyor ve şöyle fısıldıyordu: "Sizi gidi haytalar! Doğurup doğurup attılar sizi bu dünyaya, buğday ekmeğini beleşe yutun diye!"


"Anne, eve gel!" diye yalvardı Nikita uzaktaki annesine. "Yarım işgünü yazıversinler sana. Avlumuza yabancılar girip yerleşti. Kovala onları!'


'Anne, oğlunu duymadı. Nikita ambarın arkasına gitti, kütük-kafanın topraktan çıkıp çıkmadığına bakmak istiyordu; kütüğün ağzı kocamandı, bostandaki bütün lahanaları yerse, annesi neyle çorba yapardı kışın?


Nikita uzaktan bostandaki kütüğe baktı ürkek ürkek. Kabukla kaplı, kırışık, somurtkan, yabani yüzünün kırpışmayan gözleriyle Nikita'ya baktı kütük.


Ve ta uzaklardan, köyün ardındaki ormandan yüksek sesle bağırdı birisi: "Maksim, neredesin?"


"Toprakta!" diye yanıtladı onu boğuk bir sesle kütük-kafa.


Nikita, annesinin yanına tarlaya koşmak üzere döndü, ama yere düştü. Korkudan kaskatı kesilmişti; ayakları şimdi başkasınınmış gibiydi, laf geçiremiyordu onlara. O zaman karnının üzerinde sürünmeye başladı, küçükmüş de yürüyemezmiş gibi.


"Dedeciğim!" diye fısıldadı Nikita ve gökteki iyi kalpli güneşe baktı.


Bir bulut ışığı kapattı, güneş görünmüyordu artık.


"Dedeciğim, yine gel bizde yaşa!"


Dede-güneş, bulutun ardından göründü; yerde sürünen, bitkin torununu görmek için karanlık bir gölgeyi çekivermişti yüzünün önünden sanki. Dedesi onu izlemekteydi şimdi; Nikita, dedesinin kendisini gördüğünü düşünerek ayağa kalktı ve annesine koştu. Uzun süre koştu. Tozlu, boş köy sokağını boydan boya geçti, sonra dermanı kesildi ve köyün kenarındaki ambarın gölgesine oturdu.


Ama fazla oturamadı Nikita. Gayriihtiyari başını toprağa eğip uyuyakaldı ve ancak akşam uyanabildi. Yeni çoban, kolhoz sürüsünü getiriyordu. Nikita tarlaya, annesinin yanına gidecekti gitmesine ama, çoban vaktin geç olduğunu ve Nikita'nın annesinin çoktan tarladan eve döndüğünü söyledi.


Nikita evde annesini gördü. Masanın başında oturmuş, bakışlarını ayırmadan, ekmek yiyip süt içen yaşlı bir askere bakıyordu.


Asker Nikita'ya baktı, sonra sıradan kalkıp kucağına aldı onu. Askerden sıcak kokusu geliyordu, iyi ve sakin bir şeyin kokusu, ekmeğin ve toprağın. Nikita ürkmüştü, susuyordu.


"Merhaba Nikita," dedi asker. "Beni çoktan unutmuşsundur herhalde, memedeydin daha öpüp de savaşa gittiğimde. Ben seni anımsıyorum ama, ölüm döşeğindeyken bile anımsıyordum."


"Baban eve döndü, Nikituşka," dedi anne ve gözyaşlarını sildi önlüğüyle.


Nikita babasını süzdü -yüzünü, ellerini, göğsündeki madalyayı- ve gömleğindeki parlak düğmelere dokundu.


"Tekrar gitmezsin di mi yanımızdan?'


'Hayır," dedi baba. "Artık hep seninle yaşayacağım. Düşmanı yok ettik, şimdi annenle seni düşünmenin zamanı geldi..."


Sabahleyin Nikita avluya çıktı ve yüksek sesle avluda yaşayan herkese, dulavratotlarına, ambara, çitin kazıklarına, kütükkafaya ve dedenin hamamına şöyle dedi:


"Bize babam geldi. Hep bizimle yaşayacak."


Avluda herkes susuyordu, belli ki herkes asker-babadan korkmuştu; toprağın altı da sessizdi, kimse dışarı, ışığa çıkmaya çalışmıyordu.


"Yanıma gel Nikita. Kiminle konuşuyorsun sen orada?"


Babası ambardaydı. Ev işinde kullanılan baltaları, kürekleri, testereyi, rendeyi, mengeneyi, tezgâhı ve çeşitli demir parçalarını inceliyor, elleriyle yokluyordu.


İşini kurtarınca Nikita'nın elini tuttu, onunla birlikte avluda dolaştı; neyin nasıl durduğuna, neyin sağlam, neyin çürük, neyin gerekli, neyin gereksiz olduğuna baktı.


Nikita aynı dünkü gibi avludaki her varlığın yüzüne bakıyor, ama şimdi tek birinde bile gizli bir insan göremiyordu; kimsede göz, burun, ağız ve kötü hayat yoktu. Çit kazıkları, kurumuş kalın sopalardı, kör ve ölüydüler; dedenin hamamıysa rutubetten dağılan bir kulübeydi, eskilikten toprağın içine göçüyordu. Hatta Nikita bu kez acıdı bile dedenin hamamına, öldüğü ve bir daha var olamayacağı için. Baba, balta almaya ambara gitti ve bostandaki köhne kütüğü kesip odun kırmaya koyuldu. Kütük hemen yıkılıverdi, iyice çürümüştü; üstündeki kuru toz duman gibi kalktı babasının baltasının altında.


Kütük-kafa sizlere ömür olunca, Nikita babasına şöyle dedi:


"Sen yokken kelimeler söylerdi o, canlıydı. Toprağın altında göbeği ve ayakları var."


Babası oğlunu eve, kulübeye götürdü.


"Hayır, o çoktan ölmüş," dedi baba. "Sensin herkesi canlı yapmak isteyen, çünkü iyi bir kalbin var. Sana göre taş da canlı, rahmetli ninen de ayın üzerinde yeniden doğmuş yaşıyor."


"Dedem de güneşte!" dedi Nikita.


Öğleyin babası, kulübenin tabanını baştan döşemek için ambardaki tahtaları rendeledi, Nikita'ya da bir iş verdi: Çekiçle eğik çivileri düzeltmek.


Nikita hevesle, büyükler gibi çalışmaya koyuldu, elinde çekiç. İlk çiviyi düzelttiğinde, içinde küçük, iyi bir insan gördü, demir şapkasının altından gülümsüyordu kendisine. Babasına gösterdi onu ve şöyle dedi:


"Neden diğerleri hep kötüydü, dulavratotu da, kütük-kafa da, su insanları da kötülerdi de, bu iyi bir insan peki?'


'Baba oğlunun sarı saçlarını okşadı ve şöyle yanıtladı:


"Onları sen uydurdun Nikita. Onlar yok, gerçek değiller, o yüzden de kötüler. Bu çivi-adamcığıysa sen kendi emeğinle yaptın, o yüzden iyi."


Nikita düşüncelere daldı.


"Hadi o zaman, her şeyi emekle yapalım, her şey canlı olsun," dedi.


"Hadi oğlum," diye onayladı baba. Nikita'nın bütün ömrü boyunca iyi kalacağına inanıyordu.'



Dönüş

Andrey Platonov