Neredeyse her anne-çocuk blogunda bu konuyla ilgili yazılar var. Herkesin tecrübesi kendine özel ama belli başlı özellikler hepsinde aynı: giriş gelişme ve sonuç. Ben de bizim tecrübemizi yazıp, toplu bir bakış açısı sunmaya çalışacağım.
Bebek sahibi olduktan sonra algıda seçicilik başlıyor ya insan daha zamanı gelmese de, çocuklarla ilgili tüm süreçleri takip ediyor. Ben de çok uzun zaman önce (şu an 2yaş3aylık, 1,5 yaşından itibaren) tuvalet eğitimi ile ilgili bilgileri topluyordum. İşte nedir bunlar, lazımlık oturak almalı, bunları hayatına dahil etmeli, ilgisini çeken kilotlar, arada bezsiz dolaştırmak vs. Ben bunları çok önceden tedarik ettim, evde zaman zaman kullandırttım, ilgisini çektiği zamanlar da oldu, çekmediği zamanlar da. Ancak kızımın genel olarak çok önem verdiğini söyleyemeyeceğim. Bu arada öyle zilli milli, cıvıl cıvıl değil dümdüz bir lazımlık (ikeadan almıştım) ve sıradan bir klozet adaptörü aldım. Böyle şeylerin mümkün olduğunca sade olması gerektiğine inanıyorum. Zira alıştırma süreci dediğin 3-5 gün birşey bir daha yüzüne bakmayacak ve tabi ki her yerde kişisel tuvaletlerini bulamayacak.
Sonra bezsiz dolaştırma işine girdim. Belki 6 ay önce başladım ama şimdi o kadar uzun olması gerektiğini düşünmüyorum. Çok düzenli değildi, günde 2-3 saat bezsiz duruyordu. Bazen düzenli olarak her gün çıkarıyor, bazen günlerce hiç çıkarmıyordum. Tamamen keyfime göre. Bunu neden yaptın derseniz, diğer yazıda anlatmıştım, çocuğun böyle bir seçeneğin varlığından haberdar etmek. Bu güne kadar tüm basamaklarda geçiş zamanlarını kızımın tercihine bıraktım. Ama düşününce emmeyi bırakması, yatağını değiştirmesi gibi aşamalarda her iki seçenek de gözünün önündeydi. Yani hem emmeyi, hem de emmemeyi biliyor, hem odasında yatağı var hem de yanımızda. Fakat bez olayını düşünürsek, neredeyse doğduğundan beri hep poposunda diğer seçeneği hiç yaşamıyor. Bu serbest zamanlar ona bak bezsiz bir hayat var istersen bunu seçebilirsin demek içindi.
Bu süreçte doğrusu acaba kafası karışır mı diye düşündüğüm oldu, annem hem çıkarıyor hem bağlıyor, hangisine yapsam acaba diye düşündü mü bilmiyorum. Ancak böyle bir izlenim almadım. Eğer bağlatmak istemeseydi zaten hemen sonraki aşamaya geçecektim.
Bu sürecin faydaları ise şöyle, mutlaka kaçırdığı zamanlar olacak, bu anlarda olayı gözlemliyor. Hatırlıyorum da ilk yere işediğinde müthiş bir şaşkınlık yaşamıştı. Bacaklarından sular akıyor ve ona bakakalmış haldeydi :) Gerçi kakayı beze yaparken de biliyorlar genelde, zorla çıktığı için, ama çişi çoğunlukla farketmiyorlar. Aynı dönemde bezsiz hayata geçtiğimiz blog arkadaşım Tuba da oğlunun bu süreçte çişin pipiden geldiğini anladığını söylemişti. Onlar için ne müthiş bir bilgi.
Yani giriş aşamasını, malzeme tedariki ve bezsiz saatler olarak toparlayabilirim. Biz çok erken başladık ama son 1-2 hafra daha yoğundu. Dolayısıyla 1 hafta 10 gün günde birkaç saat bezsiz dolaştırılmasını tavsiye ederim. Tüm gün değil de böyle azar azar olması kazalar daha az olacağı için anneyi yıpratmadan hazırlıyor.
Gelişme bölümü:
Evet şimdi büyük adımı atma vakti. Bunun için annenin kendini hazır hissetmesi gerekiyor. Önce bu konuda yazılmış yazıları okudum ciddi şekilde, sonra eksik malzeme tedariki (yatak altına koruyucu aldım, alıştırma kilodu alsan mı diye düşündüm sonra tercih etmedim). Çoğu yazıda ilk üç gün önemli, komple bırakın gibi tavsiyeler vardı. Suyu kovayı hazır edin tavsiyeleri de. Doğrusu gözümü çok korkutuyordu ama bir yazıda şöyle diyordu; çocuklara neyi nasıl yapacağını öğretin ve ona bir şans verin. Onlar çok zekiler hemen kapacaklar. Bu düşünce beni motive etti, ben bu şansı vereyim, yolunu açayım, sonuca o karar versin. İstemezse başka zaman deneriz, ona bu fırsatı sunmam gerek. Böylece gelişme aşamasına geçtim.
Bu aşamaya geldiğimizi bize çocuk söyleyecek. Mesela bez takmak istemeyecek veya her çişten sonra bezi çıkar diyecek. Helo, normalde kakadan sonra değiştirmemi isterdi ama geçen hafta her çişten sonra çıkar demeye başladı (bu arada bizim kız ikisine de kaka demekte ısrar ediyor). Bir hafta böyle sürdü, çok beklemezdim aslında ama babannesi bizdeydi ve hep dışardaydık. Yapamadım. Tabi olan bütçeye oldu dünya kadar bez attık her çişten sonra :)
Bu sinyali bir iki gün test etmekte fayda var. Tek seferlik mi sürekli mi, sürekli ise başlayabiliriz. Bezi tamamen atıyoruz. İlk 2-3 gün olayı öğretme dönemi. Her çişi geldiğinde bunu farketmesi ve oyunu bırakıp tuvalete gitmesi gerektiğini öğrenecek. Bu süreçte kazalar olabilir çok normal yepyeni bir olay onun için.
Pazartesi günü sabahtan başlayarak genelde ben oturttum belli zaman aralıklarıyla. Hepsini yakaladık. Bazen yapmadığı da oldu ama kızım oturup önüne oyuncak koyup oynamaktan hoşlanmıyor. Varsa yapar yoksa kalkar o kadar. O gün özellikle lazımlıkta çişini görmek onu çok heyecanlandırdı. Bu arada bizim ev katlı olduğu için alt katta lazımlık, üst katta klozet adaptörü kullanıyoruz. Klozete çiş yaptığında her defasında nereye gitti diye soruyor, göremediği için üzülüyor ama lazımlık onu çok motive etti. Amacım gece de bezi tamamen atmaktı ama yine kendiliğinden gelişen bir durum sebebiyle gece atamadım. Öncelikle yatağına örtü sermemi istemedi, serdirmedi. O gün gündüz uykusu uyumadığı için saat 6 da aç sızdı. Uyandırmamak için bezi bağladım (günlerdir geç yatıyordu kocamla bi film seyredelim istedik :)) Gece süt ve çorba takviyesi yapıldı. O gece bir kez işemiş, sabah tuvatele yaptırdım.
Salı günü sabah okul vardı. Okulda daha çok iyi iletişim kuramadığı için tuvaletini anlatamazdı bu yüzden bezli gitti. Gelince çıkardım. O gün kazalar da oldu, isabet de etti, yine ben sormaya ve hadi otur demeye devam ettim. Bir önceki geceden cesaret alarak (tek kez yapması bence çok iyiydi, ayrıca önceden de çoğu gece hiç yapmıyordu) bağladım, yine hiç yapmadı, sabah kendisi tuvalete gitmek istedi ve tümünü yaptı.
Çarşamba günü tüm gün evdeydik, ben artık sormayı bıraktım. Zaten çişi yoksa hayır dediğinde ısrarla hadi oturalım belki gelir vs hiç demedim tamam gelince söyle diyordum, o gün hep kendisi söylemeye başladı. Ancak geldi şeklinde değil de yaptım şeklinde, bakıyorum kupkuru hemen oturtuyorum yapıyor. Ve artık gaz çıkarsa dahi söyler olmuştu. O gün öğle uykusu yaptı ve bezsiz kuru şekilde kalktı kalkınca yaptı vs. Her şey yolundaydı. Yanlış hatırlamıyorsam sadece akşamüstü kucağımda babasının dolabını karıştırırken çok heyecanlanmıştı ve işedi, ikimiz de baştan aşağı yıkandık :))
Toparlarsam, kendi kendine çiş ve kakanın geldiğini anladığı ve kıkır kıkır gülerek tuvalete koştuğu güne kadar gelişme bölümü diyebiliriz. Böyle koşa koşa gitmek çok eğlenceli oluyor doğrusu :))
Sonuç bölümü: Artık gün içinde zaman zaman soruyorum ama ona güveniyorum. Çişi ve kakasının sinyalini biliyor, geldiğinde koşuyor ama tabi ki hala kazalar olabilir. Oyun tatlı gelebilir veya ben işimi bırakıp onu oturtana kadar kaçabilir. Dolayısıyla bundan sonra yüzde yüz kazasız olmayacağını kabullenmek lazım. Anne bu fikre alışıyor, artık kaza anında panik olmuyorsa bu süreci başarıyla tamamlamışız demektir :)
Bizim durumumuzda gece hala bağlı olduğu için tam kurtulma olmamış gibi gözükebilir, ancak kızım diğer geceler de yapmadı. Bezi takmam gece kalkıp uykumu (mazeretim var daha sonra yazacağım) ve onun uykusunu bölmemek içindi. Bir süre daha devam edip geceyi de tamamen atacağım. Aslında ilk başladığımda çarşaf değiştirmek yatak silme gibi şeyler gözümde çok büyüyordu. Şimdi hem korkmuyorum hem de Helo tuvaletinin geldiğini anladığı için bu işi bitmiş sayıyorum.
Hem okulda hem de geceleri bez takmış olmam olumsuz bir etki yapmadı. Bezsiz dolaşmanın rahatlığını sevdiği için ve tabi okulda neden bağladığımı açıkladığım için kafası karışmış değil. Uzun süre dışarda kalmadık ama üç saate kadar dışarda bezsiz bulunduğu oldu. Yanıma yedek kıyafetler aldım ama hiç yapmadı. Bu hafta sonu daha uzun saatler test edeceğiz.
Bu süreç korktuğum kadar zorlu geçmedi, hatta Allah yardım etti çoğunlukla kızım halıya değil de parkeye yaptı, halı ve yatak kazaları da oldu ama çok şükür fazla değildi. Son bir haftada 5-6 kezden fazla değildir kazaların sayısı. Bence gayet iyiydi bu yüzden kızıma çok teşekkür ediyorum.
Bu işi çözdük diye öyle bir rahatladım ki anlatamam. Sebepli sebepsiz gülümsüyorum, bezsiz poposunu ısırıp duruyorum oh ne güzelmiş ya :) darısı tüm isteyenlerin başına.
Sonradan ilave: yazmayı unuttum tesvik amaçlı sticker vs işe yaramadı bizde. Bir elma ağacı çizmiştim her yaptıktan sonra elmaları boyayacaktık ama hiç umrumda olmadı:)
Kitap okumayı severim ve mümkün tüm boş vakitlerimi kitapla değerlendiririm. Son birkaç yıldır ağırlıklı olarak ekitap okuyorum. Kitabı elinde tutmanın, kokusunu almanın hazzı başka diyenler var. Benim için farketmiyor. İşin aslı benim için kitabın içindekiler daha önemli, böyle ayrıntıları farketmiyorum, bu yüzden her türlüsünü okuyorum.
Mobil cihazlar hayatımıza bu kadar girmeden önce de bilgisayarda okurdum, ekran parlaklığını ayarlayarak veya fonları değiştirerek başladım önce, sonra ise pek bir işlem yapmadan bilgisayardan saatlerce okumaya başladım. Dolayısıyla ekrandan okumak bana zor gelmiyor.
Ekitap okurken kullanmak üzere çeşitli cihaz seçenekleri var. Bunları, çok çeşitli markalarda ebook readerlar, tablet ve cep telefonları olarak üç kısımda toplayabiliriz. Bizim evde ebook reader olarak kindle, samsung tablet ve telefon (iphone) var. En çok da telefonu kullanıyorum, eşim yazılar çok ufak demesine rağmen benim için sorun olmuyor, kendime göre büyütüyorum ekranı. Şimdi kısaca bunları nasıl kullandığımdan bahsedeyim.
KINDLE: bu cihaz Amazon'un ürünü ve internet bağlantısıyla amazondan kitap indirmenize imkan veriyor. Amazonda e kitaplar çoğunlukla ücretli ama ücretsiz sunulan pek çok kitap da var. Bunlara amazon.com dan bakabilirsiniz. Ne yazık ki ülkemizde ekitap olayı fazla yaygın olmadığından, her yeni çıkan kitabın ekitap versiyonu bulunmuyor. Oysa yazarlar bilgisayarlarda yazıyor artık ne olur bir de ekitap olarak satışa sunsalar anlamıyorum. Kindle cihazın çeşitli türleri varmış, bizimki hangi tür bilmiyorum ama ekranında ışık yok. Bu haliyle gün ışığında kitaptan okur gibi oluyor hiç göz yormuyor, ancak gece okumak imkansız olduğu için, üstüne takılan bir çeşit minik fener aldık. Bu fener kindle ile uyumlu ve enerjisini cihazdan alıyor.
Kindle okuyucusunda, mobi formatında olan kitaplar okunabiliyor. Epub ve pdf olanlar da bilgisayarda bir programla bu formata dönüştürülüp okunabiliyor. Ancak özellikle pdf dosyaların pek okunabilir olduğunu söyleyemeyeceğim. Bu dönüştürme işlemi için bilgisayara ihtiyaç duymak, ordan oraya aktarma işleri bana biraz zahmetli geliyor. Genelde topluca kitap indirip, topluca aktararak içinden canımın istediğini okumak şeklinde kullanıyorum kindle'ı. Bu günlerde içindeki onlarca kitabı bitirmiş olduğum ve yenilerini yüklemediğim için pek kullanmıyorum.
TABLET VE TELEFON: bunların ikisi de aynı özellikle cihaz olduğu için tek seferde ele alayım. Telefonun ekranı daha ufak ama ben büyüterek okumakta zorlanmıyorum ve genelde okurken parlaklığını minumum seviyeye indiriyorum.
Bunlar üzerinden bir ekitap okumak için çeşitli yöntemler mümkün.
1-dosyayı doğrudan cihaza indirip kaydetmek ve uygun bir aplikasyon ile açmak. Ben cihazlarıma adobe reader kurdum. Cihaza kayıtlı pdf dosyalarım bu aplikasyonda listeleniyor. Okumaya ara verdiğimde nerede kaldıysam o sayfada açılıyor ve buradan okurken internete bağlı olmak şart değil. Samsung tablette ise içinde yüklü olarak bulunan polaris office programı pdf dosyalarımı açıyor.
2- dosyayı bir tarayıcı ile açmak (safari, chrome...) . Bu şekilde ayrı bir sekmede kitabı açtığımda, o sekmeyi günlerce kapamıyorum. Bir kere sayfayı yüklediğimizde hafızasında kalıyor ve daha sonra internete bağlı olmasam bile okuyabiliyorum.
3- scribd ile okumak. Bu bir çeşit platform ve okumak için aplikasyonu kurmak gerekiyor. Bir kullanıcı oluşturup giriş yapıyorsunuz, kitaplık, arşiv favoriler oluşturuluyor, kendinize ait bir paneliniz olmuş oluyor. Arama bölümünden scribd arşivinde yer alan kitapları araştırıp beğendiklerinizi okumak üzere kişisel arşive ekleyebiliyorsunuz. Bu uygulamada yer alan kitapların kimisi tamamı bedava okunabiliyor, kimisi de ücretli. Scribd ayda 7,99€ üyelik isteyip (muhtemelen hollandadan girdiğim için euro fiyatı veriyor, tr de kaç lira bilmiyorum) sınırsız kitap okuma hakkı veriyor. Bu hakkı satın almadan önce bünyesinde yer alan kitapları incelemekte fayda var. Türkçe kitaplar hala çok sayıda değil (eminim zamanla artacaktır) ancak yakın tarihte yayınlanmış popüler iki kitabı ücretsiz buldum okuyorum.
****
Okuduğum bloglardan ve böyle arşivleri gezerken gördüğüm ilgimi çeken kitapları not alıyorum. Sonra onların ekitap versiyonları var mı diye araştırıyorum. Çoğu kitabı bu şekilde genelde ücretsiz olarak bulabiliyorum. İnternette ekitap okumak için bazı forumlar üyelik isteyen kapalı gruplar var. Doğrusu bunlara hiç üye olmadım ama olmama da gerek kalmıyor. Eğer böyle kapalı bir grupta dahi o kitap ebook formunda varsa, internette bir yerlerde mutlaka bulunabilir demektir. Bu yüzden önce kitabın adı+pdf ve kitabın adı + ekitap şeklinde arama yapıyorum. Her zaman pdf olmak zorunda değil çünkü. Pdf görüntüleme şeklinden başka yandex ile görüntüleme alternatifi de çıkabiliyor.
Bir ekitabı açmaya çalışırken yandex ile aç ve indir seçeneği çıkıyorsa, indirmeyi tercih ediyorum. Yandex ile açtığımda kitap, sayfa sayfa görüntüleniyor ve her sayfa değişiminde internete bağlı olmak gerek. İndir dediğimde ise tamamı açılıyor ve yukarıda bahsettiğim gibi bir kere açılması yeterli.
Ekitap okumanın doğaya saygı gibi artılarına değinmeyeceğim. Zira doğayı korumak için tek başına bu yeterli değil. Ben çoğunlukla gece yatakta okuduğumdan ve eşimi rahatsız etmemek için hiç ışık açmadığımdan basılı kitapları okuyamıyorum. Gün içinde ise fırsatım olmuyor. Bu yüzden mobil cihazlardan okumak şu an için benim favorim. Yoksa kitap okumadan durmam gerek ki buna dayanamıyorum.
Neden böyle bir giriş yaptığıma şaşırma sakın. Artık seni her canım istediğinde sevip öpemiyorum sadece senin istediğin zamanlarda mümkün oluyor ki o zamanlarda da beybi fare geldi minik fare ufacık fare, diyerek kucağıma geliyorsun. Yani tamamen kendi seçimin. Bunu kendin türettin ve ben de vik vik sesleri eşliğinde seni seviyorum.
Bu ay beni bıktıracak kadar çok neden demeye başladın. Önceki dönem sorularımız bu nerden geldi, nerden aldık, nerden çıktı ... ları başarıyla geçip diplomamızı almıştık babanla ama korkarım ki bu ayın sınavını geçemedik. Bitmek bilmiyor, çoğu zaman cevap vermekte zorlanıyorum ve sen ısrarla cevap bekliyorsun. Bazen de cevabınj bildiğin şeyleri soruyorsun, ben de nedenini biliyorsun diyorum ve sen cevap veriyorsun bu sefer.
Neden'li bazı zorlandığım sorular şöyle:
-babannen ziyaretimize geldiğinde senin babannen nerde diye sordun. Ben de uzağa gitti deyince, neden. Nereye gitti, neden gelemez gibi soruların oldu
- neden burda amin yok (ezanı kastediyor) neden
- neden çocuk bize gelmiyor (okulda veya parktaki arkadaşlarını kastediyor)
- buzz uçak kullanabilir mi anne (roket kullanıyor normalde). Kullanır kızım, uzaya gider mi anne, uçak gidemez roket gider kızım, nedennn
- .....
Böyle bir sürü acayip soru soruyorsun. Cevapları senin anlayacağın şekilde vermek büyük çaba gerektiriyor ve bazen hiç bir şey söyleyemeyince canı öyle istemiş ne biliyim ben diyorum, napıyım.
Bir kaç yıl sonra yeniden cevaplarım olur mu yavrum?
Yoğunluktan doğan bir hevessizlik çöktü üzerime, bi de tabi galiba canım tatil istiyor :( Ama daha çok var.
Genel olarak iyiyiz, her gün en çok yaptığım şey oyun oynamak. Geçen hafta eşim dört gün istanbul'daydı. Gündüzleri oyun oynamaktan geceleri de pek uyuyamamaktan çok yorgundum.
Eşim annesiyle birlikte gelince, babannesine kavuşmuş kızım, benim yakamı bıraktı ama pek tabi ki yoğunluğum da arttı, sürekli geziyoruz :)) Bir hafta sonra normale döneceğiz inşallah.
Amsterdam ormanı (Amsterdamse Bos), böyle büyük bir alanın şehrin ortasında yer alması açısından nadir bulunacak mekanlardan biri. Bilirsiniz artık çoğunlukla ormanlar şehirden uzakta kalıyor. Oysa burada hem zengin doğası hem de içinde yer alan farklı aktivite seçenekleri ile insanların rağbet noktası olmuş. Gerçekten çok büyük olduğu için şu ana kadar her gidişimde farklı bir yerini gördüm ve tamamını gezmiş durumda değiliz.
Web sitesinde çok detaylı bilgiler yer alıyor ama kabaca bahsedersem, yürüyüş, koşu, bisiklet gezisi ve at gezisi yapmak için; zengin bitki örtüsünü incelemek için ; yıl boyunca olan (ortalama 250 etkinlik oluyormuş) konser, festival gibi etkinlikler için; konaklamak için kullanılıyormuş. Çocuklar için parklar, çiftlikler, yüzme havuzları, doğal göl aktiviteleri, tekne gezileri gibi seçenekler var. Yine yemek yemek için restoranlar da bulunabiliyor. Geniş çim alanlarda piknik yapılabiliyor, hatta doğum günü kutlamaları yapanlar bile var (kır düğünü bile yapılırdı ne güzel) Futbol oynamak için açılmış çoook geniş alanlar ve kaleler gördüm. Böyle açık ferah bölümlerin olmasının yanı sıra, balta girmemiş orman havasında yerleri de var. Ben ne kadar anlatsam da yeterli gelmeyecektir en iyisi sitesini incelemek : http://www.amsterdamsebos.nl/algemene_onderdelen/english/
Biz ilk olarak keçi çiftliğine gitmiştik. Sonra başka bir çiftliğe (bunların hepsinin yanında restoran, çocuk parkı, organik market gibi şeyler de oluyor), bir kez konsere, bir kez gölkenarında pikniğe gittik şu ana kadar. Ancak gideceğimiz daha çok kısım var.
Bu yazıda keçi çiftliğinden (geiten boerderij) bahsedeyim biraz. Doğrusu bu kadar çok keçi görmeyi beklemiyordum, yüzden fazla olabilir. Keçiler herkesin görebileceği, istenirse içine girip sevebileceği bölmelerde bulunuyor. Yavru keçiler ayrı bir bölmede tutuluyordu ve çocuklar tarafından biberonla süt verilebiliyor. Biberonları marketten dilediğiniz kadar bozukluk bırakarak alabiliyorsunuz. Biz gittiğimizde yavrular o kadar doymuşlardı ki hepsi uyukluyordu. Zorla bir iki tanesini besleyebildik :)
Çocukların park alanına geçmeleri için, yavru keçilerin bölmesinden parka bir köprü var. Parkta çocukların arasında yavrular dolaşıyor, çocuklar onlarla oynuyor, seviyorlar. Bu düşünce çok hoşuma gitmişti, zıplayıp hoplayan keçilerin peşinde kızım bol bol koştu. Hatta yukarıda ilk fotoda görülüyor, kızım kaydırağa çıkmış keçiyi kenara çekmeye çalışıyor kayabilmek için :) Parkta salıncak, kum havuzu gibi diğer şeyler de var elbette.
Bir tane de kocaman çalışmayan bir traktör vardı. Çocukların traktör ve iş makinalarına olan hayranlıklarını bilirsiniz. Traktöre tırmanıp sürmek çok heyecan verici bir tecrübe onlar için, Helo da nasibini aldı.
Restoranda taptaze sandviçler ve tatlılar bulunuyor. Keçi sütü, yoğurdu, peyniri, diğer organik çiftlik ürünleri satın alınabiliyor.
Bizi en çok şaşırtan ise o kadar çok keçi olmasına rağmen hiç koku duymamamız. Etrafta keçi kakası hiç görmedim. Turizm açısından böyle bir fikri değerlendirmelerini çok doğru bulduk eşimle. Düşünsenize, bir keçi sürünüz var ve insanlar onları sevmek için gelip besliyor (bedava insan gücü + biberon geliri), sizin ürünlerinizi satın alıyor (pazarlama derdi yok, gerçekten çok alıcı var) ve ekstra restoran geliri daha ne olsun :)
Çocuğunuzla Amsterdam'a gelirseniz (hatta yalnız olsanız bile) Amsterdam Ormanı mutlaka görülecek yerler arasında. Vaktiniz az ise bisikletle bir tur yapabilirsiniz.
Instagram bir yıldan fazla zamandır kullandığım bir uygulama. Gün içinde yaptıklarımı paylaşmak, kızıma ait fotoğraflardan bir albüm oluşturmak ve geçmişteki hallerini görmek çok güzel oluyor gerçekten. Bunun yanı sıra güzel çekilmiş fotoğraflara ilgim olduğu için baktığımda içimi açacak fotoğrafçıları takibe alıyorum, başka dünyaları keşfediyorum.
Her yeni uygulamada olduğu gibi bu işin suyunu çıkaranlar, hakkını verenler-vermeyenler, takipçi hırsı yaşanlar var da var. Herkesin kendi derdi kendine kimseyi yargılamıyorum fakat acaba aşağıda yazacağım birkaç hususu biliyor musunuz?
Instagram hesabımı şifreli kullanıyorum. Sadece izin verdiğim kişiler fotoğraflarımı görebilir. Genelde satış yapan ve kendini farkettirmek için takip talebinde bulunanları reddediyorum. İlgilendiğim satış firmalarını takip ederim ben zaten, onların beni takip etmesine gerek yok.
Twitter'da kızımla ilgili konuları sonradan kolay bulmak için #helodunya hashtag altında paylaşıyordum. Sonra instagramda da yapmaya başladım ama farkettim ki aynı şey değil. Instagram arama penceresinde bir hashtag aradığınızda hesabınız şifreli olsun veya olmasın herkes tarafından görülebiliyor. Dolayısıyla hashtagler, şifrenizi kırıyor. Bunu özellikle çok sayıda kişiye ulaşmak isteyenler yapıyor. Yazılarının altında onlarca hashtag ekliyorlar.
Benim takip ettiğim ve şifreli olduğunu bildiğim hesaplar da bunu yapıyorlar. O zaman ne anladım ben bu şifreden. Ya hashtag kullanma, ya da şifreni kaldır.
İkinci mesele, instagramda paylaşırken aynı zamanda diğer sosyal medyada da paylaş seçenekleri. Ben facebook hesabımı instagram ile bağlamadım ama twittera atıyordum. Sonra yine farkettim ki instagramda takipçim olmayan ama twitterda takipçim olanlar fotoğraflarımı görüyor. Twitter hesabımı biraz daha gevşek kullandığım ve ona şifre koymadığım için zaten önüne gelen beni takibe alabilir. Sonuçta ig de resim paylaşırken, twittera da gönder seçeneği tehlike oluşturuyor. Tanımadığım bilmediğim twitter takipçileri benim ig ye özel olarak koyduğumu zannettiğim fotoğrafları görmüş oluyor.
Ben de artık her fotoğrafımı göndermiyorum twittera sadece çiçek böcek vs.
Elbette ki hiç paylaşmamak kadar güvenli değil hiç biri. Bazı şeyleri göze almak zorunda kalıyoruz. Sonuçta takipçilerimizin her birinin niyetini de bilmiyoruz. Ama bir yere kadar kontrol altında tuttuğumu bilmek benim için daha önemli.
Bu dönem verimsiz çalıştığımı düşünüyordum ki, Nisan'ın ortalarına kadar İstanbul'da olduğumuzu anımsadım şimdi. Devam eden temaları da sayarsak yine de çok düşük değilmiş performansım. Acaba buraya eklemeyi unuttuğum var mı diye düşünüyorum şuan. Aşağıdaki bitmiş temaları ise yapılış sırasına göre değil, aklıma geldiği şekilde yazıyorum.
Doğum Meleği Özge Dündar Taşkın ile ne kadar uzun zaman önce iletişime geçtik hatırlayamıyorum. Önce ben bekletmek zorunda kaldım, sonra o özel bir çizim yaptırmak istedi, süreç epey uzadı. Sonuçta hoş bir teması oldu. Logo ve diğer çizimler bana ait değil, ben wordpress blogu haline getirdim, seo konusunda destek vermeye çalıştım.
Çok severek çalıştığım bir diğer blog ise Deniz'in Şarkısı. Bazı bloglar gerçekten içimi açıyor tasarlarken. Header görseli hazırdı ancak diğer ayrıntıları ona uyumlu şekilde ayarlamak ve profosyonel bir görünüm vermek bana aitti.
Happy Sweet Gifts bana ve yeğenime ait olan başka bir blog. Ayrıntılarını blogdan öğrenebilirsiniz.
Bundan önceki temasını da ben hazırladığım Mis Kokulu Lezzetler'e bahar geldi. Klasik şablona ferah bir görünüm verdim. Bloggerın altyapısındaki şablonları kullandığım için, sidebar yerleşimi ve genişliği, kaç sidebarlı olacağı panelden değiştirilebiliyor. Yazı tipleri ve renklerini zaten panelden değiştirilebilir yapıyordum da şimdi bu özelliğin de olması iyi oldu.
Bir diğer tema da Cookie Kikiii'ye ait. Cıvıl cıvıl sevimli ve renkli bir tema istemişti hazırladım. Bu tema da yine bloggerın kendi temaları üzerine kuruldu ve her konuda esnekliğe sahip bir tema oldu.
Sonuncusu da Mutfağımda Lezzet Var. Sade ve ferah bir görünüm istemişti sahibi. Şimdi nefis yemeklerinin dikkat çeken görselleri daha da bir vurgulanmış oldu.
Okuduğum blog yazılarında, konuştuğum kişilerde zaman zaman kafa karışıklığı ve genelde bundan doğan üzüntü/gel-gitli ruh halleri/acıklı haller farkediyorum. Hele hele kalemi güçlü biriyse okuduğunuzda ahh ne de güzel yazmış, nasıl da duygusal, nasıl duyarlı bir insan diye düşünürken bulabilirsiniz kendinizi. Böyle kişileri kınamıyorum, aksine arayışta olmaları gerçekten güzel. Ancak bir değil iki değil on seferden sonra hala aynı haller devam ediyorsa, bunları gördüğümde üzülüyorum ne yalan söyleyeyim. Çünkü özellikle kendiyle ilgili yapmadığından veya olmadığından şikayet ettiği şeyleri yapmak için hala bir girişimde bulunmamıştır. Sanki bu ruh halini seviyordur ve ne kadar şikayetçi olsa da bunu değiştirmeye çalışmıyorsa, o değerli zamanı kendini kandırarak geçip gidiyordur. Bu insanları silkeleyip kendine gel demek istiyorum, farkederek yaşayacak öyle çok şey var ki kaçırıyorsun. Yıllardır okuduğum ve aynı kısır döngüyü hala devam ettiren insanlar var. Asla acıyı küçümsediğimden değil, içe dönmek, acı çekmek de gerekli zaman zaman. Fakat bir yerde dur deyip acının getirdiği öğretiyi almak, bu sınava bir tick atıp, biraz daha güçlenip yola devam etmek gerekir, en azından benim yaptığım bu.
Övünmek için söylemiyorum ben kafa karışıklığını nadiren yaşarım. Aklımda bir şey varsa ertelemem. Ha büyük işler başarmıyorum belki ama en büyük kârım iç huzurum ve neşem oluyor ki bence en büyük ödül. Bahsettiğim haller içinden çıkamayanların derdi nerden başlayacağını bilememek / o girişimi yaparsa kayda değer bir sonuç elde edemeyeceğini düşünmek / ben hiç bir şeyi başaramam ki gibi sebepler oluyor genelde.
Akademik hayata yeni başladığımda hiç kimse tarafından bulunmamış fikirleri bulup makale yazmanın çok olağanüstü birşey olduğunu düşünürdüm. Hocalarım gözüme Einstein gibi gelirdi :) çok sevdiğim yaşlı bir hocam, bunları sen de yapacaksın, okudukça, aklına ya böyle olsa ne olur şeklinde fikirler gelecek, sonra deneyip bulacaksın demişti. Yani yavaş yavaş zamanla olacaktı. Ondan başka benim bu hayattaki en büyük yol göstericim olan eşim (80 yaşın bilgeliğini 20 yaşında edinmişti) bana hep ufak adımlarla başlamamı söyler. Yıllardır onun tavsiyesiyle bunu bir yaşam biçimi haline getirdiğimi farkettim: Ufak adımlar-baby steps.
İki gün önce what about bob? filmini seyredince zaten alışkanlık edindiğim şeyi filmde görmek hoşuma gitti. Psikolog hastasına baby steps tavsiye ediyor. Uzun vadeyi değil sadece bir sonraki anı düşün, bir sonraki an için ufak adımlar at, sürecin karmaşıklığının seni yalayıp yutmasına izin verme.
Hafta sonu misafirimle konuşurken, hayatta yapmak isteyip de yapamadıklarına dair duyduğu pişmanlığı, elinde olmadığını düşünüp çaresizce kabullenişini görünce üzüldüm. Avuntu olarak hep başkalarını suçluyordu, kızken bamam izin vermezdi şimdi de kocam diyordu. Hayatının elinden kayıp gitmesi ve bir şey yapamamak çok üzücü.
Oysa bence ufak adımlar sayesinde hiç anlamadan değiştirilebilir hoşnutsuzluklar. Sadece hoşnutsuzluklar değil elbet, gayet mutlusundur ama daha da fazlasını istiyorsundur mesela, yaşam kaliteni arttırabilirsin.
Şimdi hep beraber düşünelim, kilo vermek istiyor ama diyetlere uyamıyor musun, sadece günde bir öğün ekmek yeme mesela. Kitap mı okuyamıyorsun, günde iki sayfa okumaya çalış, sinirlerine hakim mi olamıyorsun, haftada bir kez sinirlendiğinde onu tutmaya çalış, hiç bir işe yetişemediğimi mi düşünüyorsun, gün içinde yaptıklarına bir tick at: kahvaltı hazırladım, çamaşır astım... gibi ne çok iş yaptığını o gün için yettiğini göreceksin. Kendine zaman ayıramıyor musun, günlük işlerinden birini ihmal et haftada bir onu yap. Daha hafif mi beslenmek istiyorsun önce yağını değiştirmekten başla. Bir süre uyguladığın bu bebek adımı alışkanlık halini alacak, sonra yeni bir bebek adımı sen daha üzerinde kafa yormadan gelip seni bulacak.
Bu yöntem çocuk yetiştirirken de uygulanmalı, onlara yeni alışkanlıklar kazandırmak, onlara karşı tavırlarımızı daha iyi hale getirmek gibi konularda hep ufak adımlarla başlayıp ilerlemek gerekir.
Benim de mesela yaşam kalitemi arttırmak için hayatıma dahil etmek istediğim şeyler var, buraya yazayım ki bir ay sonunda yaptım diyebileyim.
1- en az beş kere kahkalarımı çıkarmaya korkmadan göbeğimi hoplata hoplata güleceğim
2- en az iki yeni yemek tarifi deneyeceğim
3- her gün en az 2dk cross trainerda çalışacağım (salonda duruyor ama hep ihmal ediyorum)
4- bu ay en az 30 hollandaca kelime öğrenmiş olacağım
Bu kadar uzun ara vermezdim normalde ama geçen hafta biraz yoğun geçti. Hafta boyunca hafta sonu yatıya gelecek misafirlerim için hazırlık yaptım. Onlar geldiği zaman da Helocum ateşlendi. Şimdi daha iyi ama burun akıntısı devam ediyor. Üşüttü herhalde.
Geçtiğimiz hafta değil önceki Cuma günü okulda biraz zorlanmıştı. Sabah çok hevesli gitmesine rağmen orda oyuncaklarını paylaşmak istememiş, grupla yapılan işlerde (daire şeklinde oturmak, dışarı çıkmak, meyve saati gibi) onları yapmak istememiş ve bol bol ağlamış. Gittiğimde ağlar vaziyette buldum ve çok zor sakinleşti. Gerçi o sabah çok erken kalktığı için uykusu geldiği için tahammülü azalmış, gelir gelmez sızmıştı. Aradan on gün geçmesine rağmen hala aklına geliyor ve "ben okulda çok ağladım" diyor.
O olayı takip eden pazartesi günü öğretmenle konuşmaya gitti eşim. Genelde uyumlu olduğunu ama o gün yorgun göründüğünü, sakinleştirme girişimlerini reddettiğini, zaten çok aşırı ağlarsa aramak zorunda olduklarını anlatmış. Dil öğrenmesine yardımcı olmak için de Dora'yı önermiş.
Geçtiğimiz cuma tatil olduğu için gitmedi ve bu haftadan itibaren salı ve cuma haftada iki gün gidecek. Biz de geçtiğimiz bir hafta boyunca ufak ufak okulda duyacağı bazı temel kelimeleri öğretmeye başladık. Kağıda resimlerini çizip boyadık ve okunuşlarını söyledik. Daha ilk denemede bir çok kelimeyi öğrendi bile.
Öğrendiği sözcükler şöyle (yazılış-okunuş-helonun okuyuşu)