27 Kasım 2010 Cumartesi

25 Kasım 2010 Perşembe

Minnetarım

Kasım 25, 2010 10 Comments

Uzun zaman önce aklıma gelmişti böyle bir köşeyi yapmak. Severek takip ettiğim great full day blogunda yazar haftalık olarak, o hafta nelere minnettar olduğunu yazıyor.  Yine bugün Amerika'da şükran günü kutlanıyormuş (Kanada için farklı bir günmüş bunu da yeni öğrendim). Yine internette gezinirken böyle yazılarla karşılaşınca ve bugün de sabahtan beri depresif modda olunca, dedim GeCe kendine gel, sahip olduklarını hatırlayıp bir şükret.

İşte bu yüzden sesli düşünüp, şükredeceğim ve can sıkıntısını bırakacağım.

 - Öncelikle kendimin, eşimin ve ailemin, sevdiğim arkadaşlarımın sağlıkları için minnettarım,
 - Üzerimizde bir çatı, sıcak duvarlar arasında ve karnımızı doyuracak yiyeceğe sahip olduğumuz için.
 - Olan biteni farkedecek ve şükretmeyi akıl edebilecek bilince sahip olduğum için
 - Bir sıkıntım olduğunda hemen koşacak sevenlerim olduğu için,
 - Bir işim, hayallerim ve hayallerimi gerçekleştirmek için çalışma azmim olduğu için,
 - Yaşamak için olabilecek en harikulade gezegende olduğumuz için, hava, doğa ve su için, ( bu aralar çok science fiction seyrettim de )
 - Bizi yaşama bağlayan umut için,
 - Her gün beni büyüleyen aşk için.

MİNNETTARIM.

İsterseniz siz de yazıp bizimle paylaşabilirsiniz.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Nerozumiem po slovenské

Kasım 24, 2010 5 Comments
Slovakça anlamıyorum (nerozumiem po slovenski). Bu cümleyi bir türlü doğru şekilde öğrenemedim, buraya yazıyorum ki biliyorum bundan sonra unutmayacağım.

Orda burda markette, insanlar konuştuğu zaman tek yapmam gereken bunu söylemek ama nero ile mi başlıyordu yoksa nepo mu, sonra ne geliyordu karmakarışık oldu her seferinde. Bir de macarca ile karışıyor ki orda da macarca bilmiyorum "nem beselek madyarul" (okunuşunu yazdım, yazılışını hatırlamıyorum) şeklinde.

Ama bir çok ortak benzer kelime var hem macarca hem slovakça ile. Markette görünce anlıyorum. Yalnız bugün markette un alacakken bir kadın bana kötü kötü baktı. Çünkü üç farklı renkte paketlenmiş un satılıyor, galiba cinsleri değişik. Ben de hangisinin normal buğday unu olduğunu anlamak için paketleri burnuma yapıştırıp derin derin kokluyordum. Bulunca işte bu işareti yaptım. Kadın ne düşündü bilemeyeceğim ama böyle anlamadan alışveriş yapmak çok zor. Genelde cep telefonundan translate ile çeviriyorum ama çok zahmetli oluyor tek tek. Bazen de işte böyle iş burnuma düşüyor.

Allahtan burnum iyi koku alır, karışık bir yemeğin içinde hangi malzemeler var onu bile ayırt edebiliyor.  Tabi bu koku durumu, et reyonlarından geçerken biraz sıkıcı oluyor :(

Bir de burda çeşit çeşit kahveler var makul fiyata. İşte colombia kahvesi, güney afrika kahvesi, şu kahvesi bu kahvesi (uff hatırlamıyorum unuttum), işte o reyonlardan geçerken gözlerimi kapatıp bütün kokuyu çekiyorum. Sırayla hepsini deneyeceğim, çok merak ediyorum. Tabi kahve deyince yanına ne lazım, işte LU büsküvisi.

Daha önce bu bisküvilerden İtalya'da yemiştim. Kahvenin yanına öyle güzel gidiyor ki. Ce ile bunlara dadandık, her akşam dizi seyrederken kahveyle birlikte tüketiyoruz.

Diziler demişken kocacım ben yokken yeni diziler indirmiş ve keşfetmiş, bir kısmını ben geriden takip ediyorum onu yakalamak için, bir kısmını da arada gündüz seyrediyorum. Tabi hal böyle olunca, bir yanda çekici diziler bir yanda beni bekleyen araştırmalar arasında solucan deliğine girmiş gibi ayrılıyor yüreğim, bir kolumu eşimin bilgisayarı çekiyor ( diziler orda ), bir yanımı kendi bilgisayarım. Böyle bocalayıp gidiyorum.

Bu arada home office çalışmak ne zormuş yahu. Şimdiki tek mücadelem bu.

If you are interested my research topic, you'll find it here.

23 Kasım 2010 Salı

Beslenme Çantası Hazırlayan Annelere

Kasım 23, 2010 9 Comments

Bir site gördüm, 4 çocuklu bir anne, yemek yemeyen çocuklarının beslenmesi için çabalarken bu siteyi açmış: Another Lunch. Her gün beslenme çantalarına eğlenceli ve sağlıklı yemekler hazırlıyor, bunları paylaşarak diğer annelere fikirler veriyor.


Peynirleri, ekmekleri kurabiye kalıplarıyla şekillendiriyor, ya da süslemeler yapıyor.


Bunlarla uğraşmak çılgınlık gibi görünse de aslında, annelerin çocuklar beslensin diye ne fedakarlıklar yaptığının sadece bir örneği.


Herkesin böyle sepetler hazırlaması beklenemez, zira acaba böyle bir yönteme alıştırmak doğru mu onu da kestiremiyorum. Sonra çocuk başka normal yemekler yemek istemezse ?


Ancak çocukların hiç tadını bilmedikleri için yemediği yiyecekleri bu şekilde yedirmek mümkün olabilir. Yine her gün beslenme çantası hazırlayıp da ne koyacağını şaşırmış annelere ilham olabilir Another Lunch

20 Kasım 2010 Cumartesi

Sonbahar Bitmeden

Kasım 20, 2010 3 Comments


Merhabalar, ne zamandır yazmadım yazacak çok şey var ama üşeniyorum.

Son düzenlediğim resimle açılış yapayım dedim. Buraya gelirken iki laptopumdan eski olanı getirmiştim. Artık RAM'i yetersiz kalınca, Ce iki adet ram takıp bilgisayarımı hızlandırdı.  Şimdi onun laptopu ile aynı hızda :) Bir süredir gayet güzel çekilmiş fotoğrafların yer aldığı siteleri geziyorum, bazılarında böyle yazılı fotolar görünce ben de yapayım dedim.

Bunu Gimp ile yaptım, bir süredir Ubuntu kullanıyorum, yavaş yavaş geçiş yapıp tamamen linux kullanmak hedefim. Tüm ihtiyaçlarımı taşımaya başladım. Şimdilik her ihtiyacımı fazlasıyla görüyor.

Henüz buralara da kış gelmedi, ama geçen yıl kış sporlarına merak salmış bir çift olarak bu yıl kışı sabırsızlıkla beklediğimizi söylemeliyim. Üstelik burda kış sporları yapmayan yok gibi, yakınlarımızda kayak merkezleri varmış. İnsanlar şimdiden buz pateni ayakkabısı yada kayak takımları alışverişine başladı. Üstelik burada hiç bir yerde görmediğim kadar çok sayıda spor mağazasını bir arada gördüm. Bakalım nasıl olacak.

Yazacak çok şey, yapacak çok işim var ama nedense toparlayamıyorum, başka bir posta kalsın onlar da.

15 Kasım 2010 Pazartesi

İndirim İsteriz Biz

Kasım 15, 2010 5 Comments

Sizi yeni bir siteyle tanıştıracağım: indirimisteriz.biz

Tasarımı bana ait (header hariç tabiki, o sevgili pino'dan) ama asıl bahsetmek istediğim tasarımdan çok sitenin kendisi. Yeni bir yaklaşım getirecek ve umuyorum başarılı olacak. Tabi blog sahibesine çok iş düşecek. Ancak başarılı olursa kesinlikle alışverişe yeni bir anlayış doğacak.

Fakat tüketiciler olarak bizler de belki biraz sabretmeyi öğreneceğiz. Anında sahip olamayacağız belki ama çok beklediğimize değecek. Tabi bu sürenin uzunluğu yine bize bağlı, ne kadar çok olursak o kadar süre kısalır. İşte bu yüzden bu site blog sahibinin değil aslında tüm tüketicilerin sitesi olacak, o sadece bizlere yardım edecek.

Teşekkürler  "indirimisteriz.biz" in arkasındaki yürek (isim versem mi bilemedim). Yolun açık olsun.

veee hepiniz güzel bir tatile girdiniz, biz burada uzaktan kutlayacağız bu yıl. Tüm dostlara keyifli bayramlar diliyorum.

10 Kasım 2010 Çarşamba

İnsan Hiç Görmediği Birini Özler mi?

Kasım 10, 2010 11 Comments
Bugün biraz duygusalım, bunun sebebi belki aylık ritüelim, belki günün anlam ve önemi belki de dün yaşadığım gerilimli ruh hali.

Dün daha fazla konuşma imkanı bulduk burdaki kişilerle, beni ve bizi tanımaya yönelik bazı sorulara ne cevap vereceğimi bilemedim şaşırdıklarını görünce. Dışardan bakınca gerçekten bazı durumlarımız o kadar absürd ki, doğrusu bunun suçlusu ben olmama rağmen kendimi çok suçlu hissettim. Belki kızarmamdan anladılar bilmiyorum...

Üstelik biliyorum ki ülkemizde o kadar çok problem var, özellikle üniversitelerle ilgili düzenlemelere sıra gelmesi çok zor. Ancak her şeyden öte değişim kurumlarda değil bireylerde olmalı. Devlet yapsın biz yiyelim mantığından kurtulamıyoruz bir türlü. Kişiler daha sorumluluk sahibi, bilinçli, çalışkan .. vs olmalı. Yani insani değerlerimizi, yararlılığımızı sorgulayıp güncellemeliyiz.

Ve hissediyorum ki Atatürk bunun farkındaydı, bizim çağdaş medeni bir toplum olmamızı isterken, modern eşyaları kullanan değil, modern düşünen insanlar olmamızı kastediyordu. Burda özellikle görüyorum ki, insanlar daha modern yaşamıyorlar ( ne biliyim, bilgisayarları, telefonları yaşam standartları lüks değil) ama karakterleri öyle. Çalışma şekilleri, diğer insanlara olan saygıları...

Ve kokuyorum ki, ülkemizin gidişatı pek iyi değil. Bunu politik açıdan söylemiyorum, değerlerimizi yitiriyoruz, kendimiz fikirler üretmiyoruz, gitgide bağımlı bir ülke haline geliyoruz. İşte bu yüzden onu çok özlüyorum, keşke burada olsa, bizi silkelese, geçmişi hatırlatsa, daha kötüydük ama başardık dese...

Atatürk sadece giyim kuşamı değiştirdi gibi algılanıyor bazen, oysa o belki en ufak ayrıntı o. Biz Kurtuluş Savaşı'nda kazanmamış olsaydık durumumuz ne olurdu diye düşünmüyoruz hiç. Eğer basit bir akıl yürütmeyle bunu herkes yapabilseydi, eminim sahip olduğumuz özgürlüklerin değerini daha çok anlardık.

Ruhun şad olsun.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Szeged

Kasım 08, 2010 20 Comments

Böyle bir şehrin varlığını, buraya gelme durumum söz konusu olana  kadar bilmiyordum.  Burası Macaristan'ın Romanya komşuluğunda bulunan, güneyindeki illerin içinde en büyüğü olan bir şehir. Merak edenler için Wiki bilgisi.


Bol tarihi binalarla dolu ama Budapeşte kadar boğucu değil bana kalırsa, Budapeste daha sıkıcıydı, yeşillik alanları daha az görüyorsunuz binalar arasında. Burada dengeli şekilde dağılmış, ben biraz Kosice'ye de benzettim.


Her yer bisiklet dolu, burda spor amaçlı değil günük ulaşım amaçlı kullanılıyor. Üniversiteden dolayı (Avrupanın en iyi 100 üniversitesi içindeymiş) öğrenci nüfüsu toplam nüfusun 5 te birini oluşturuyor ve gençlerin hepsinde bisiklet. Üstelik kızlarınki yukardakinden :(


Bu resimleri Pazar günü çektim, hafta sonları çok boş oluyor nedense, dükkanlar kapalı, herkes evlerinde herhade. Ama şansıma hava güzeldi, bugün kapadı mesela fotoğraf çekemezdim. Üstelik bunlar cep telefonuyla çekildi. Bu yüzden neredeyse her bir resmin sol altında parmaktan dolayı bir fluluk olmuş :p


Balkonlar çok hoşuma gitmişti.


Altından yol geçen bu binadan sonra şehir merkezi olarak kabul edilen yere geliyoruz ki tarihi bir meydan.


Ardından Dom ter. olarak bilinen meydan çıkıyor. Burada büyük bir kilise ve etrafında çevrili binalar var. İşte şimdi bu binalar üniversite.


Kaldığım yer hemen kiliseyle karşılıklı. Sol yukardaki resim konukevinden çıkıp kapı arkamda kaldığında görünen manzara. Kilise hemen solda.


Olmadık zamanda öten kilise çanına alışamadım ama ben de her duyduğumda dua ediyorum, ezan duyamıyorum ama günün her saatinde Allah'ı hatırlayıp dua ediyorum. Kafamda öyle ilişki kurdum.


Dün yine avare avare gezinirken bir caddeye daldım. Galiba burası da bu şehrin hlavnası. Keman çalan palyaço heykeli çok güzeldi ama bence güzelden öte dokunaklı br yüzü vardı, bknz aşağıda yakın görünüm.


Her adımda bir heykel görmeye başlayınca sıkıldım, birkaç tane daha çektim ama bıraktım sonra. Aşağıda da o caddeden görüntüler var.


Bu şehir de Kosice gibi sakin ve temiz ve bana kalırsa Budapeste'ye göre daha yaşanılası bir yer. Daha resimler var ama nedense internet bağlantım çok iyi değil, yüklemem uzun sürüyor.

Ve diğer mevzu bugün nihayet heyecanla beklediğim günü atlattım. Önce hocanın diğer öğrecileriyle tanıştım, oldukkça yoğunmuş kendisi. Sonra bir ara onla da tanışıp konustuk. Genel olarak çok iyi davrandılar, ingilizce konusunda fena değildim. Özellikle diğer öğrenciler benden daha az biliyorlar bu yüzden onlara karşı rahattım ama hoca çok iyi biliyor ki yıllarca başka üniversitelerde bulunmuş.

Kabaca neler çalışabileceğimizi konuştuk, yarın daha detaylanacak, hala heyecanlıyım ama bu sefer çalışmaya başlayacağım için. Gerçi, aynı derslere girsem de, sekiz yıldır her dönem girdiğim ilk dersten önce çok heyecanlanan biri olduğumu söylememiştim sanırım :)

Bu da öyle bir heyecan :p

7 Kasım 2010 Pazar

Aklımdan Çıkmadan...

Kasım 07, 2010 4 Comments
Bugün Szeged'e geldim, bildiğiniz üzere, Szeged üniversitesinden bir hocayla çalışmaya başlayacağız. Yarından itibaren. Öyle heyecanlıyım ki... Öncesinde çalışsam iyi olur dediğim şeylerin tamamını biteremedim, şimdi bakacağım ama aklım sürüyle düşünceler tarafından işgal altında. Çok fazla kafamda senaryolar yazıyorum ve eşime göre çok abartıyorum ama durmuyor beynim. Yarın sabah dananın kuyruğu kopacak, kafamdaki senaryoların gerçek olup olmayacağını göreceğiz.

Buraya Ce ile beraber geldik, Kosice'de iki kere trene binerek. O, 1 saat bile duramadan döndü ne yazık ki. Yoksa treni kaçırırsa yarına kalması gerekecekti ve buradaki odam da tek kişilik.

Macaristan Bilimsel Akademisi gibi bir kurumun misafir evinde kalıyorum. Otel gibi. Oldukça eski bir bina ama temiz ve şirin. Odanın tavanı çok yüksek ve eşyalar öyle eski ki kendimi Einstein zamanındaki fizikçiler gibi hisettim. Böyle ortamları andıran küçük bir odada ahşap masa üzerinde çalışırken figüre edilmiş resimler görmüştüm. İşte burası da öyle. Tek farkı kucağımda laptop olması.

Şehir hakkında görüşlerimi resimlerle birlikte daha sonra anlatırım, ancak ne zamandır unutmadan yazmak istediğim birkaç ilginç olay var.

Geçenlerde Budapeste'ye gittiğimizde (hala o resimleri de eklemedim tabi) güzel bir alışveriş merkezinin güzel bir kahvecisinde oturuyorduk. Yan masada 20'li yaşlarda bir çift, belli ki ciddi şekilde ilgileniyorlar birirleriyle, kız süslü püslü mini etekli, erkek gayet şık ve kıza romantizim ayaklarında. Biz yan masadayız ama benim hafif arkam dönük tam göremiyorum. Birden bir sesle irkildim aman o ne. Bu beyefendi çocuğumuz, kızın yanında gayet gürültülü şekilde, borazan gibi öttürerek burnunu siliyor. 10 mt den bile duyulur o kadar yani. Ana şok oldum. Eşim gülmeye başladı. O, 5 aydır bu coğrafyada alışmış meğersem, bu öksürmek gibi doğal birşeymiş burda, ve diyor ki benim işyerinde neler çektiğimi bir bilsen (büyük bir ofiste bulunuyor). İşin tuhafı sadece erkekler değil kızlar da böyleymiş.

Kızların da böyle olduğunu bugün trende anladım. Trene bindik daha hareket etmeden ben gelen kızları göz ucuyla süzüyorum, güya kafamda kıyaslıcam, hangi ülkenin kızları güzel diye. Bir kız geçti çok ama çok beğendim. Yüzünü giyimini kuşamını... İki üç sıra arkamıza oturdu, eşyalarını yerleştirdi montunu falan çıkardı ve 5dak. sonra ondan da aynı ses. Yine şok. Üstelik erkeklerle aynı derecede kuvvetli bir sesle. İnanamıyorum. Ben de kendi kendime denedim daha sonra, yok benden çıkmıyor o ses, nasıl iş ya. Demek ki ciğeri sağlam bu insanların.

Bu olay öksürmek gibi doğal onlar için diyor eşim, ama bence, öksürürken başka seçeneğin yok, daha az sesli yada sessiz, engel olunamıyor ama bu öyle değil. İnsan burnunu nasıl sileceğini seçebilir.

Bugün de biraz gördükten sonra karar verdim ki Macar kızları güzel değil (bunu derken ortalama alıyorum, mesela 10 kişiden 2 güzele raslarsınız bunun gibi) ama Slovak kızları şahane (10 da 8-9). Ve ilgiç ki slovakyada (yada Kosice desem daha doğru tabi) etraf fıngır fıngır kız kaynıyor. Otobüsler yollar , ufak çocuklar... Her yerde daha fazla kadın var. Gerçekten de istatistiksel olarak kadın nüfusu daha fazlaymış, artık erkekleri şanslı mıdır, kadınlar şanssız mıdır bilemem. Düşünüyorum; erkekler az diye güzelim kızlar, artık ne bulurlarsa (güzel çirkin) yetinecekler, tabi diğer yandan erkekler, çok fazla kadın olunca birden fazla isteyebilirler yada kadınlar erkekleri kaptırmasın diye savaşabilir, belki de bu yüzden süslüler ne biliyim. Anam çok zor öylesi de yaaa.

Yalnız bence bir güzel tarafı var ki burada kadınlar gecenin her saatinde sokakta. Biz kimi yerlerde sokağa çıkamıyoruz mesela kadın başımıza, ama onlar öyle değil, ohh rahatlar, ortada erkek yok, olsa da gözleri doymuştur herhalde.

Bugün şahit olduğum bir diğer ilginç şey ise, Szeged'den. Yemek yemek için Burger King'deydim. İki bayan girdi, biri bebek arabalı biri hamile. Kapıya gayet yakın bir yere oturdular, eşyaları ve bebek arabasını bırakıp yiyecek almak için gittiler. Arası da bayağı var öyle birkaç adımda ulaşabileceğin bir masa değil. Ben yine şok oldum nasıl bebeği bıraktılar diye. İçimden diyorum belki bebek yoktur, eşya falan vardır ne bileyim hiç düşünmezler mi bişey olcak diye. Sonra kalkarken özellikle baktım, minicik bir bebek, bir aylık belki, öyle uyuyor yavrum. Ya bu ülke gayet güvenli (ki hiçsanmıyorum) ya bu kadınlar gayet geniş yürekli idi, cık cık cık. Bakalım daha neler göreceğim.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Updates

Kasım 03, 2010 7 Comments
Son gelişmelerden bahsetmeliyim sanırım, en son postumda İstanbul'da olduğumu yazmıştım. Daha bir hafta geçmesine rağmen bana bir ay gibi geliyor çünkü çok şey yaptım. Salı akşamı İstanbul'a geldikten sonra Çarşamba Antalya'ya konferansa gittim, hafta sonuna kadar sürecekti ama bir gece kalıp Perşembe döndüm. Perşembe günü bir sunumum vardı, neyse ki geçti bitti ama o olana kadar ben de heyecandan bittim.

Perşembe akşam döndükten sonra Cuma akşamı Emre Paşa'nın sünnet düğününü yaptık. Sünnet yazın olmuştu ama düğün bu zamana kalmıştı. Şehir dışından gelen misafirler, kalabalık, gürültü, hazırlık, vs derken, bu tatlı telaşı da atlattık. Gece kurtlarımızı döküp ertesi gün mevlitte dua etmek biraz tuhaf oldu belki, ama her iki toplantı da gayet kalabalık ve güzel geçti. Cumartesi mevlitten sonra evime gidip valiz hazırlıklarına başladım. Pazar günü de eniştem valizlerimle birlikte beni alıp annemlere getirdi. Ve Pazar gecesi (pazartesiye bağlayan gece) 3 te havaalanına gidip, beş buçuk uçağından sonra Budapeşte'ye, ardından otobüsle Kosice'ye geldim tekrar.

Öyle yorulmuşum ki pazartesi öğleden sonra tüm gün uyumuşum. Zaten düğünden dolayı ayaklarım da ağrıyordu. Ancak yeni yeni geçmeye başladı. Şimdi burada yarım kalan birkaç resmi işimi tamamlayıp, çalışacağım yeni üniversiteye gideceğim. Ancak hala, tam ne zaman gideceğim belli değil ve üstelik gitmeden önce bitirmem gereken bazı grafik çizimleri de bitmiş değil :(

Bu gün oturup güzelce çalışacağım. Inşallah çoğunu bitirirsem ve kalbimdeki heyecanı yenersem gitmeye hazır olacağım.

Hayatımızda yaptığımız bu değişiklik üzerine kapasitesinin sınırlarının zorlandığını farkediyor insan. Eğer normalde o değişikliği yapmayıp yaşamaya devam etseydim, alışkanlıklar, bu tür gelişimlere imkan vermeyecekti. Gerçekten çok kısa sürede, çok yoğun değişimler yaşıyor beynim. Bir çok şeyi algılama, adaptasyon, sorgulama, kıyaslama, yeniden alışmaya çalışma ve farkedemediğim bir çok şey. Buraya ilk geldiğimde İngilizce konuşmakla ilgili sıkıntımı yazmıştım, şimdi şakır şakır konuşuyorum diyemem ama daha rahatım. Üstelik bir hafta için İstanbul'a döndüğümde bu sefer çevreden gelen Türkçe konuşmalara yabancı kaldığımı farkettim, yani buraya ilk geldiğimde hissettiğim duyguyu oraya gidince hissettim. Müthiş bir şey bu, neden diyeceksiniz. Demek ki zihnim 15 günde adapte olmuş, harika bir hız bu.

İşte şimdi Szeged Üniversitesi'ne gidince daha önce hayatımda hiç olmayan bir tecrübeye imza atacağım. Akşam konuşurken eşime de dediğim gibi, korkuyorum çünkü neler olacağına dair zihnimde, geçmişimde, hiç bir bağlantı, örnek, ilişki yok. Ben ki hazırlıksız olmayı hiç sevmem ve bu yüzden korkuyorum. Ama yine de biliyorum ki bir şekilde üstesinden geleceğim, bunu hissediyorum ancak o şekil nasıl olacak hiç fikrim yok.

p.s 1: Geçen haftaki Budapeşte gezimizin resimleri başka bir zamana kaldı.
p.s. 2: Istanbul'da fotoğraf makinem bozuldu, buraya makinesiz geldim. Galiba profosyonel bir makina almanın zamanı geldi ama benim onunla oynayacak zamanım yok :(