Bir arkadaşım grup şeklinde yürütülen çalışmalardan biraz ürktüğünü söylemiş ve tarikat yakıştırması yapmıştı. Çünkü özellikte biz büyürken, anne banalarımız tarikatlardan uzak durmamız gerektiğini, oralarda beyin yıkandığını söylemişlerdi.
Arkadaşım öyle deyince düşünmüştüm, beyin yıkama nedir nasıl olur? Ben kendi aklımı kontrol edemez miyim?
Bu yazının konusu tarikatlar değil, yukarıda sorduğum sorular…
Diyelim ki yeni bilgilerden oluşan bir BİLGİ AKIŞına maruz kalıyoruz.
Bu bilgiler, iyi-kötü, doğru-yanlış ayrımı yapmaksızın her hangi bir bilgiyi kastediyorum, beynimize ulaştığında bir FİLTREden geçiyor. Bir nevi akıl süzgeci.
Bu filtre, bizim o güne kadar yaşadığımız tüm birikimler aracılığı ile oluşmuş. Bunun içinde daha ilk büyüdüğümüz aile ortamının alışkanlıkları, okuyup öğrendiklerimiz, aldığımız eğitimler, içinde bulunduğumuz ortamlar, yaşadığımız tecrübeler, seyrettiğimiz film ve videolar, izlediğimiz reklamlar… gibi bir çok unsurun harmanlanmasıyla yıllar içinde oluşmuş. Diğer bir deyişle yıllar içinde beynimiz zaten yoğun bir bilgi akışına maruz kalmış ve yıkanmış. Peki biz bu filtreyi ne kadar BİLİNÇLİ VE KONTROLLÜ ürettik. Bunun kontrol etmek elimizde miydi?
Tabi ki değildi. Üstelik filtremizi oluşturan alt yapının çoğu daha çocuklukta, bilinç üstümüzüm açık olmadığı dönemde kodlandı. Biraz büyüyüp akıllandığımızda ise toplumsal kurallar, adet ve gelenekler gibi çevresel faktörlerin etkisi devam etti. Şimdi yetişkinken bile, medya ve basın tarafından yapılan subliminal mesajların etkisi altındayız. Yani hayatımızın her bölümünde beynimize doldurduğumuz bilgilerin hiç biri yüzde yüz kontrolümüzde olmadı ve hiç bir zaman tamamen özgür düşünceli olmadık.
Bu durumda yeni bilgi akışına maruz kalmaktan neden korkuyorsun? Bunca sene tüm diğer her bilgiye yaptığın gibi, yüzde yüz kontrolünde olmasa da sana özel oluşmuş bir filtren zaten var, yine aynısını yaparsın olur biter.
Fakat eğer ben beynimdeki karmaşık filtrenin doğruluğuna güvenmiyorum, aklım bana oyun oynarsa diye korkuyorum dersen güvenebileceğin başka bir şey var : içindeki ses, kalbinin sesi veya ingilizce deyimiyle gut. O sesi duymayı öğrendiğinde her zaman ama her zaman güvenebileceğin en doğru cevabı o verecektir.
Evet ben bu güne kadar atıldığım tüm yeni maceralarda önce ona sordum ve hiç pişmanlık yaşamadım. Oysa akılla verdiğim kararlarda pişmanlıklarım oldu.
O zaman, madem ona güvenmeyeceksek aklımız neden var diyebilirsiniz. Karar verme mekanizmasından başka bir sürü farklı konuda (bilgiyi işleme, yürütme, sonuçlandırma, geliştirme gibi yazmakla bitmeyecek bir sürü konuda ) akıl ve beyin çok çok önemli. Sadece şu konuda -bence- biraz yetersiz kalıyor. Diyelim ki belirsiz bir durum var ve onunla ilgili karar vermen gerekiyor. Bu kararı vermek için beyninde depolanmış tüm bilgi birikimlerinden itibaren mantıksal bir işlem yapıp sonuca varmaya çalışırsın fakat belirsizliklerden ötürü vardığın sonuç net değildir, şüpheler vardır ve risk alman gerekir. İşte böyle durumlarda referans olarak aklı değil kalbi almak daha iyi oluyor.
Kesinlikle katılıyorum iç ses konusuna. Sese kulak verildiği müddetçe yanlış yapmak pek olası değil. Pişman olunacak işler ancak o sesi duymazdan gelince yapılabilir.
YanıtlaSilKesinlikle ben de cok memnunum onun yonlendirmesinden
SilKeşke biraz Hollanda’da cimnastik müsabakalarını anlatsanız 🌸
YanıtlaSilTabi bir sonraki o olsun :)
SilGece, podcast nasıl yapılır konusunda yazmış mıydın?
YanıtlaSilEvet burada yazmistim http://ge-ce.blogspot.com/2020/03/harika-bir-podcast-aplikasyonu-anchor.html?m=1
Sil