Biliyorsunuz yoğun ve sıkıntılı süreçler yaşadım ve devam ediyor da hala. Kısmetse 1 Ekimde tez savunmam olacak, sonuç ne olacak bilmiyorum ve doğrusu artık ne olursa olsun düşünmeyi bıraktım.
Karakter olarak planlı programlı, tezcanlı biriyim ancak durmayı da bilmek gerekiyormuş bunu anladım bu süreçte. Benim için öyle verimli bir süreç oldu ki, maneviyatıma çok şey kattım. Bol bol ağlamış olsam da, oluruna bırakmaya karar verdiğimden beri hiç beklemediğim, aklıma dahi gelmeyen olaylar oluyor. Mesela uğraşsam günlerce sürecek bir işim pat diye oluveriyor. Yaptığım hesaplarda güzel bir sonuç çıkıyor vs.
Bu sıkıntılı süreçte Aşk'ı yeniden okudum, yeniden bağlandım. Oğlum olursa adını Şems koymaya kadar ilerledim (ama daha Ce'nin haberi yok.) Diğer yandan büyük ablam yıllardır Aşk'ta yazan hikayeyi biliyor olmasına rağmen, ben o kitaptan sonra öğrendiğim için kendime de kızıyorum, nasıl atladım diye. Neyse geç olsun güç olmasın.
Macaristan'a gidiş tarihim hala belirsiz. Ama gelişmeler güzel. Yukarda bahsettiğim taşların kendiliğinden yerine oturması mevzuları bu konuda da geçerli. Mesela o kişilerin bir çok program içinden benim en iyi bildiğim programı kullanıyor olmaları, çalışacağımız konulardan birinin, yıllar önce doktora dersi olarak işime doğrudan yaramayacağı halde aldığım dersteki içerikle aynı olması ve diğer yandan o konunun eşimin doktora tezindeki teorik bilgiyle çakışması (eşin de doktora yapınca anladım ki aslında iki konuyu da öğrenmiş oluyor insan) vs. Bundan başka bu hafta içinde üniversitede yapılan konferansa gelen başka bir hocanın söyledikleri. O hoca Macaristan'daki kişiyi tanıyormuş ve karakter olarak çok övdü. Mülayim yardımsever, çalışkan vs dedi ki tanımadığım bir insan olduğu için biraz çekiniyordum, karşıma ne çıkacak diye. Şimdi ise (tabi umuyorum iyi biri çıkar ama mailler de öyle biri olduğunun işareti var) bu işin tesadüf olmadığını düşünmeye başladım. Sonuçta birçok kişiye mail atmayı düşünüyordum çalışmak için (bu ilkti ve hemen oldu gerçi), karşıma benim karakterime uyacağını düşündüğüm biri çıktı. Büyük konuşmak istemiyorum, her zaman ne olacağı belli olmaz ama içimde güzel hisler var.
Yine cuma günü bir mevzuya çok sıkılmıştım, cumartesi de bütün günüm karamsar geçti. Ve pazar sabahı eşimden harika bir haber geldi, müthiş ötesi aklımıza dahi gelmeyecek bir gelişme. İlerde paylaşacağım ama önce kesinleşmesi lazım. O kadar mutluyuz ki heyecandan içim içime sığmıyor.
Bu arada bu sevinçli haberin ardından yazmak biraz uygunsuz kaçacak belki geçen hafta son 40 gündür annem tarafından bakılan babannemi kaybettik. Artık çok yaşlanmıştı (ya 101 ya 102 yaşında idi) ve son zamanlarda pek hareket edemiyordu. Tabiki ölüm insanın gündemine gelince diğer dünyasal mevzular önemini yitiriyor. Şimdilerde hem sürekli ettiğim dualar sebebiyle hem de tüm yoğunluktan sonra artık tevekkül etmeye karar verdiğim için, daha bir huzurlu daha sakinim. Ne olursa olsun, bunların hayırlısı olacağına inandığım için direnmeyi bıraktım, hayat nehrinde yüzüyorum. Kimseye kırgın değilim, kimseden birşey beklemiyorum, böylesi çok daha iyiymiş.
Biliyorum bir çok şeye ve uzun süre sessiz kaldım. Çok yoğun bir süreçten neredeyse çıkmak üzereyim, benden e-mail bekleyen kişilere buradan haber vereyim dedim. Boş cevaplar yazmak istemedim maillerinize, yakında dolu cevaplarla kapınızı çalacağım.
Sevgiler
küçük not: bu post sadece haber vermek amaçlı olduğu için yorumlara kapadım :)
Oncelikle herkesin gecmis kandilini kutluyorum. Ilk defa bir kandil benim icin boylesine yogundu. Simdi kaldigim yerden devam edip yazimi bitirecegim.
Bu sevinç sadece birkaç gün sürdü maalesef, çünkü birincisi bunu danışman hocam nasıl karşılayacak, diğeri de gidebilmem için kadro meselesi ne olacaktı.
Şimdi biraz bundan bahsedeyim. Üniversite çalışanları, yurt dışında bilimsel çalışmalar yapabilmek için görevlendirme izni alabiliyorlar, ünvana göre süreleri değişebiliyor ve bu sürede maaşlı yada maaşsız izin alabiliyorsun. Maaşlı alırsan ekstra gereklilikleri var, senetler, kefiller vs. Maaşsız gidersen de bir sorun yok, dönünce işine kaldığın yerden devam ediyorsun. Ben zaten maaşsız gitmeyi düşünmüştüm ama tezi verince kadrom otomatikman düşeceği, ve kadronun devam edip etmeyeceği konusunun belirsizliği sebebiyle görevlendirme alıp alamayacağımı bilmiyorum. Eğer tezimi bir 6 ay daha uzatma imkanım olursa, kadrom devam etmiş olacağı için bu sürede gider gelir, adamlarla bilimsel çalışmalar yapar, sonrasında tezimi verebilirim diye düşünmeye başladım. Zaten tezle ilgili çoğu şey bittiği için yeni çalışmalara odaklanabilirim. Diğer yandan kadrom biterse kimseden izin almam gerekmez öyle serbest bir araştırmacı olarak giderim diye düşünüyorum. Tabi iş konusunda hiç bir garanti olmadan böyle çattadanak ortada kalmak düşüncesi de acayip geriyor insanı. Böyle kafamda planlar alternatifler derken, öncesinde hocaya söylemem de gerekiyordu elbet.
Bir gün söyledim, doğrusu çok korkuyordum ve olumsuz düşüneceğini umuyordum. Fakat gayet olumlu tepki verdi, üstelik adamın çalışmalarını biliyormuş (ben de yayınlarını okuduğum halde dikkat etmemiştim genelde isimleri aklımda tutamıyorum), onu övdü. İyi olur vs dedi ve tezi düzeltmeyle uzatabileceğimiz kanısına vardık.
Bu olaydan sonra günler geçti ve tez sonuçlanmaya yaklaştığı bu zamanda acaba bitse mi diye de düşünceler ortaya çıktı. Şu an bunları yazdığım sırada tezin bitecek mi uzayacak mı olması belirsiz, kadrom devam edecek mi bitecek mi belirsiz, gidebilecek miyim gidemeyecek miyim belirsiz, eğer gidersem yeni çalışmalara odaklanmam gerekeceği için bebek isteğimi erteleyecek miyim ertelemeyecek miyim belirsiz, yine gidersem orda kalacağım süre içinde yayın yapıp sonrasında kadrom devam edecek mi etmeyecek mi belirsiz, ve tüm bu belirsizliklere GeCe'nin tahammül edip edemeyeceği belirsiz.
Artık duygusal olarak o kadar yorgunum ki (herkes tatil resimlerini koyarken iç geçirdim, bu yaz tatil yapmadım bu arada) herşeyi oluruna bıraktım. Bir yerden sonra işler kontrolünüzün dışında gelişiyor. Allah artık bana neyi nasip kısmet ederse, neyi hayırlı görürse o olsun diye dua ediyorum.
Ve inşallah bu süreç biraz belirginleşir ve Ce'ye kavuşursam (şimdilik ekim ortasını bulacak gibi görünüyor ve o zaman 4 ay olmuş olacak ayrılığımız, bu da beni öyle üzüyor ki artık ya sabır diyorum başka birşey diyemiyorum), ondan ayrı geçireceğim evlilik yıldönümümüz de dahil tüm geçen günleri çifte kavrulmuş şekilde kutlamak istiyorum. Aşkım duy beni ve planları hazırlamaya başla ne olur, ben sadece tadını çıkarayım :)
p.s, eğer yurt dışı işi olursa ben macaristanda eşim slovakyada olacak. Ancak sık sık trenle gidip geleceğim. (ferulago senin gibi olacağım galiba ) Belki ilerde tren postları diye kategori bile açarım. Bunun için nihayet 3G li ve wi-fi lı bir telefon aldım. Macaristan kulağa çok popüler bir yer gibi gelmese de bu ülkeye karşı (daha sonra ayrıca yazacağım) bir ilgim vardı. Doğrusu bu gelişme beni de hala şaşırtıyor. Bir de zor bir dil olan slovakçadan sonra bir de macarca öğrenmem gerek ki bu da ayrı bir dert. Biraz bakmıştım öyle tuhaf ki, kelimeleri kafamda çağrıştırsın diye hiç birşeye benzetemiyorum ve evet hayırı çalışmama rağmen şu an hatırlamıyorum mesela.
50d kadrosunda bulunanların tezleri biter bitmez kadrolarının bittiğini söylemiştim. Bu yüzden doktoranı erken bitirmek bir marifet olmasına arşın, neredeyse herkes uzatma alıp tezlerini mümkün olduğunca geç teslim etmeye başladı. Bu kadro meselesi sebebiyle bende uzatmalarımı oynadım, diğer herkes gibi. Tez için alınabilecek maksimum uzatmalarım doldu. Bayramdan sonra tezimi teslim edeceğim inşallah. Ardından da savunma olacak. Savunmadan çıkacak iki sonuç var ya tezimi bitireceğim, yada bir düzeltme daha alıp artık son uzatma hakkım olan 6 ay daha uzatacağım.
Bundan 3-4 ay önce tezimi uzatma düşüncesi bana kabus gibi görünüyordu, çünkü uzat uzat insan bir yerde bunalıyor. Artık ne olursa olsun bitsin derken, şimdi daha da uzatsam mı diye düşünüyorum, bakın anlatayım.
Biliyorsunuz Ce bir süredir yurt dışında ve onun orda bulunması sebebiyle benim de eş durumundan oturma iznim var Slovakya'ya ait (hala oturamadım ama neyse..). Bu oturma izni AB üyeleri tüm ülkelerde dolaşım ve belli süreye kadar yaşama hakkı sağlıyor. Fırsat bu fırsat bunu kullanayım ve yurt dışında bir üniversiteye gideyim dedim. Bunun için önce avrupadaki üniversiteleri tek tek benim çalışma alanlarımdan olanları inceledim. Takdir edersiniz ki büyük bir iş. Ancak bu araştırmanın sonucunda ya istediğim gibi şeyler bulamadım, yada bulduklarım bu tecrübesizliğimde gitmek için gözümde büyüttüğüm yerlerdi. Sonunda vazgeçtim.
Tezime çalışırken hoca bazı makalelere bakmamı istemişti bir gün, internetten o konuyla ilgili tüm makaleleri taradım ve incelediklerimden birinin yazarına baktım: L.A.G isimli, Macaristan'da yaşayan bir adam. Hemen kafamda ışıklar yandı, adamın özgeçmişini inceledim. Gözümde büyüttüğüm dediğim yere gitmiş, ordaki kişilerle çalışmış, yaşına göre yayın sayısı çok fazla, tam benim alanımda çalışıyor, çok aktif, genç ve dinamik, bir sürü dil biliyor, aynı anda 4-5 grupla çalışıyor vs.vs. Slovakya'ya komsu olduğu için yakın sık sık gidip gelebilirim. Daha önce macaristana baktığım halde onu görmemiştim.
Binbir korkuyla ve nazik cümlelerle adama mail atmaya karar verdim. Mesajıma yanıt birkaç gün sonra geldi, o birkaç günde 100 kere mail kutumu kontrol etmişimdir. Tam ümidim bitmişti ki, cevabını gördüm. Önce okudum olumsuz zannettim moralim bozuldu, sonra okudum aaa hiç de olumsuz değil, çok güzel yazmış. Hatta olabilecek en güzel cevabı vermiş. Özgeçmişini inceledim, istediğin kadar gelip kalabilirsin, çalışma grubumuz var burda ona katılırsın, ben gerekli evraklar için yardımcı olurum diyor. Müthiş bir haber, inanamıyorum.
Ce'nin söylediğine göre, yayın sayım fazla olmasa da altyapım iyiymiş kıyaslanınca. Bir sürü ders vermişim, birçok yaz okuluna katılmışım. Birçok program, teorik fiziğin ileri düzey konularına hakimim falan. Sadece bir başlangıca ihtiyacım varmış. İçimdeki potansiyeli ortaya çıkaracak bir motivasyona... Diğer yandan beni tanıyan herkes benzer şeyleri söylüyor ama ben tüm yaşadığım olumsuzluklara o kadar gömülmüşüm ki kabuğumda kala kala kendime güvenim azalmaya başlamış.
Yıllar geçti, bir yandan derslere girdim bir yandan akademik hayatın bir numaralı gereksinimi olan bilimsel çalışmalar yapmaya başladım. Yüksek lisans ve doktora öğrencileri için bu çalışmalar tezleridir, yardımcı doçent ve daha sonrası için de bilimsel makale yapmaktır. Topluca hepsine yayın diyeceğim, çünkü tezler de yayın olarak kategorilendirilir. Öğrencilik sürecinde de makale yapılabilir ve hatta yapılırsa çok da iyi olur ancak bu çalıştığınız departmana göre değişir.
Fizik bölümünde yapılan çalışmalar genelde ikiye ayrılıyor, deneysel çalışmalar ve teorik çalışmalar. Deneysel çalışmalar yapan kişiler, yaptıkları deney sonuçlarını alır ve onları çeşitli şekillerde yorumlayarak yayın yaparlar. Genelde deneyciler çalışmaya başladıklarında önce ellerinde sonuçlar vardır, sonra altyapısı tamamlanır. Teorik çalışanlar için bu süreç tersine işler. Önce altyapın olmalıdır ki, o bilgilerle teorik bir model oluşturabilesin. Ve tüm dünyada yayın sayılarına bakıldığında deneysel çalışanlar, (buna gözlemsel çalışanları da ekleyebiliriz) teorik çalışanlardan çok daha yayına sahiptir (matematikçiler de genelde teorik çalışanlara girer, bazı nümerik matematikçiler hariç). Ancak akademik dünyada insanların ilerlemesi, verimi, yayınlarının sayısı ile ölçülür. Genelde yayın içeriğine değil sayıya bakılır ve bu da pek tabi kimilerinin lehine kimilerinin aleyhinedir.
İşte benim de aleyhime olan durumlardan biri. Bir miktar yayınım var fakat kuramsal fizikçi olduğum için, deneyciler kadar çok değil. Bizim bölümde teorik çalışan tek grup biziz (ben ve anabilim dalımdakiler). Bu yıl bizim alanımızda çalışan dünya genelinde insanların yayınlarını inceledim. Bugün çok iyi yerlerde olan adamlar (yayın sayısı ve popülerlik açısından) bu atağa doktora bitiminden sonra başlamışlar. Genelde doktora öncesinde ya hiç ya da bir-iki yayınları varmış. Ve hali hazırda bu adamların doktora öğrencileri olan kişiler de böyle. Yani teorik fizikçiler için doktora bitimine kadar altyapı oluşturma aşaması anca bitiyor. (Bilmeyenler için fikir olması açısından kuramsal fizikçi Stephen Hawking'in çalışmalarına yakın konularla ilgilendiğimizi belirteyim.)
Henüz önemli dergilerde basılmış makalem yok. (ek not: bu makaleler bazı dergilerde yayınlandıktan sonra geçerlilik kazanır. Dünyanın bir çok yerinde böyle dergiler mevcut. Bir ücret karşılığında çalışmanı gönderiyorsun, bir komite bunu inceliyor, doğruluğuna karar verirse yayınlıyor). Şimdi burda da aslında iki ayrım ortaya çıkıyor, birinci komitenin çalışma alanınla ilgili sıkı adamlardan oluştuğu dergiler, bir de farklı alanlardaki kişilerden oluşan, yada daha az duyulmuş dergiler. Dolayısıyla gönderilen çalışmanın kabulu böylece etkilenmiş oluyor. Ve türkiyede, sırf yayın olsun diye, fazla popüler olmayan dergilere gönderip, tıkır tıkır yayın yapanların sayısı da az değil. Hatta ülkemizin önde gelen üniversitelerinde bu anlayışla yayın yapanlar da az değil. Bu kısım herkesin kendi iş ahlakına kalıyor malesef.
Danışman hocam, yıllardır böyle uygulamalara karşı oldu, az olsun öz olsun mantığıyla ve mükemmelliyetçilik bakış açısıyla. Bu yüzden ben de dahil aynı danışmanın diğer öğrencileri öyle her fırsatı değerlendiren kişiler olmadık. Gerçi işte böyle yönetmelik değişip de olay bizim aleyhimize dönünce de aklımız başımıza geldi, çünkü bu titizlik sonunda bizim için dezavantaj olmaya başladı. Çünkü artık kadro devamı talebinde yayın içeriğine değil yayın sayına bakılıyor. Bu kadrolara talip pek çok işsiz aday olduğu için, birikimli elemanı kaybetmeme gayretinde değiller,kullan at yaklaşımı tercih ediliyor. Tabi bu durumun ülkemizin bilimsel gelişimine ve üniversite eğitimine de uzun vadede büyük(!) katkıları da olacağı aşikar.
Gerçi şöyle de bir artısı olabilir bilmiyorum, şimdiden kestirmek zor. İnsanlar bu büyük yarışta daha iyi olmak için imkanları zorlamaya başlıyor. Yurt dışına gidiyor, kendini geliştiriyor vs. Tabi bu gidenlerin hepsi dönmeyebilir de, aynı zamanda beyin göçü de hızlanmış oluyor.
Herkes gibi ben de yapacağım yayınların ses getirmesini, mükemmel olmasını isterim fakat bir yerden başlamak gerektiğine de inanıyorum. Çünkü ufak çalışmalar yapmadan büyüğüne ulaşamazsın ve yaptığın her çalışma sana bir sonraki adım için birşeyler kazandırır. Dolayısla öğrenciler her fırsatı değerlendirmeli, girişken olup az da olsa katkı yapacağı çalışma gruplarına katılmalı. Bunu yapmamı söyleyen birileri olmayınca, ben biraz geç farkettim ne yazık ki.
Devamı yarın
p.s. buraya kadar sanki kadrodan atıldım gibi bir anlam çıkmış olabilir, henüz öyle bir şey yok belirteyim istedim :) Tüm bölümde şu an mevcut asistanlar içinde en çok derse ve en önemli fizik derslerine girmiş ve uyumlu biri olduğum için ilgili hocalar kadromun devamı için ellerinden geleni yapacaklarını söylüyorlar.
Merhabalar herkese, günaydın, hayırlı ve neşeli günler herkese...
Ben biraz uykusuz ve duygusal olarak yorgun olsam da, uzun zamandır düşündüğüm yazıyı yazmaya başlayacağım artık. Bir süredir doğru dürüst yazmıyorum, sıkıntılarımdan üstü kapalı bahsediyorum, şimdi dillendireyim.
Biliyorsunuz İstanbul'da bir üniversitede Fizik Bölümü'nde araştırma görevlisiyim. Zaman zaman buraya işimle ilgili bazı şeyler yazmıştım. Şimdi en baştan alacağım ve yaşadıklarımı paylaşacağım.
Üniversiteden mezun olduktan 2 yıl sonra kadroya girdim ve bugün toplamda 8 yıldır araştırma görevlisiyim. Eskiden araştırma görevlisi olunca, doktora tezini bitirene kadar geçici olan bir kadroda oluyordunuz (adı 50/d) sonra teziniz bitince kalıcı denebilecek kadroya geçiyordunuz (33/a). Bu kadrolar pek tabi devlet memuru gibi düzenli aralıklarla (1 yıl yada 2 yılda bir) atanmanın yenilenmesiyle uzatılıyordu ama siz uyumlu ve çalışan bir insan olduğunuz sürece sorun çıkmıyordu.
Bundan bir kaç yıl önce işler değişti, yök yeni bir yönetmelik çıkardı. Buna göre tezini verip kadrosu biten kişiler, ancak yeniden kadro açılıp ona herhangi biri gibi başvurup (diğer bir çok adayla birlikte) kadroya girmek zorundaydılar. Yani onca emek verdikten sonra ortada kalabilirdiniz ve en kötüsü de o yaşa gelmiş bir insanın, üniversite dışındaki bir yerde iş bulması imkansıza yakındır. farklı bir alanda tecrübesi yoktur ve etraf fıkır fıkır yeni mezun az maaşa işe başlayabilecek insan doludur. Bu değişime karşı çok protestolar yapıldı ama doğru düzgün bir çözüme varılmadı. Üstelik yıllar önce böyle birşey olmadan kadroya girenler, sonradan değişen bu duruma maruz kaldı.
Mağdur olunmasını engellemek amacıyla, rektörlükler çeşitli arayışlara gittiler elbet. Kimi zaman yeni açılan kadrolar, sadece ilgili kişinin alınmasını sağlayacak şekilde sınırlandırıldı (ilana çeşitli koşullar eklenerek), kimi zamanda üniversite içinde gecici kadrodan kalıcı kadroya aktarımlar yapıldı. Az da olsa bazı kişiler atıldı.
Ancak her üniversite bu geçişler için kendi içinde bazı kurallar getirdi. Kimi yayın sayısına baktı, kimi hocasının rektörle olan yakınlığına. Sonuçta bir şekilde çözümler oldu. Çok da karamsar yazmak istemiyorum ama yeni başvuran, akademisyen olmayı düşünen kişilerin bütün bunları göz önünde bulundurması gerek. Gerçekten tezlerin bitiminden sonra ne olacağınızın garantisi yok.
Bugün üniversiteden mezun olup, yüksek lisans yapmaya karar verenlerin %90 ı bana göre, mezun olduktan sonra ne iş yapacağına karar verememiş, iş dünyasına hazırlanmak için altyapısını geliştirmemiş, evde işsiz oturmaktansa anneleri çevreye yüksek lisans yapıyor desin diye, akademik hayata başlayan kişiler. Yoksa ben akademisyen olacağım, bilimsel çalışmalar yapacağım diyen çok azdır. Ve tüm bunların hepsi kadro umuduyla başlarlar bir iki yıl sonra patır patır dökülürler.
Tüm öğrencilerime diyorum, gerçekten yaz tatili oldukça uzun, mutlaka ücretsiz de olsa bir yerlere gidin, staj yapın çalışın diye. İki yaz da olsa staj yapan birisi, mezun olur olmaz işini bulacaktır. Ama genelde yapmıyorlar, bütün yıl çalıştık dinlenelim diyorlar. Oysaki bir tatil yerine gidip dinlenmek en fazla 15 gündür.
Kendime gelecek olursam, ben de üniversiteye büyük hayallerle başladım. Parası az olsa da gönlümdeki işi yapacağım diye göze alıyorsun. Ancak zamanla iş değişiyor. Öncelikle ilk okul sınıf öğretmenlerinin bile senden çok maaş alması, yarım gün çalışması, 3 ay tatil yapması sinirine dokunuyor. Yıllar geçtikçe özel sektördeki arkadaşların birer birer kıdemlenirken, (maaşları da ayrı), senin hükümetin memurlara yaptığı %3 lük zamla 40-50 tl maaş artışının harcadığın çabaya değmediğini düşünüyorsun. parayı boş verdim maddi karşılık değil manevi karşılık alıyorum desen o da yok. En azından doçent olana kadar üniversite ortamında doğru dürüst saygı görmüyorsun, sürekli senden daha üst kişiler oluyor ve onların en angarya işlerini bile yapmak zorundasın.
Hiç unutmam kadroya yeni girdiğim zamanlarda, nemalar hesaplanacaktı ve muhasebe işlerinin tüm fakülte personelinin tüm ödemelerini hesaplaması gerekiyordu. Bu yüzden personel kaç yıldır orda çalışıyorlarsa ay ay tüm maaşlarının excele girilmesi gerekiyordu ki bunun yetiştirilemeyeceği anlaşılınca, araştırma görevlileri arasında paylaştırılmış günlerce excele veri girmiştik. Sonraaa bir keresinde mezuniyet töreni veli efendi hipodromunda yapılıyordu ve bizde çeşitli konularda görevliydik. Benim grubum daha çok çevrede dolaşıp ihtiyaçları görüp gidermek gibiydi. Sonra birden veliler bastırınca özel güvenlik görevlileri yetersiz kalmış ve biz güvenlikçi olmuştuk. O gün abartısız 5000 kadının çantasına bakmışımdır. Akşam başım dönüyordu. Bunun gibi daha bir sürü şey.
İşin garibi bize bu işler mecburiyetmiş gibi geliyordu. Çünkü bizden öncekiler de yaptı, biz de yapıyorduk, işimiz böyle ne iş olursa yapmaktı sanki.
Yine de bu angaryaların pratik çözümler üretme becerime katkıda bulunduğunu ve hızlı iş bitirme yeteneğini verdiğini söylemeliyim.
bu şarkının her melodisinde bir damla yaş akıtacak kadar benzer durumdayım, bu da geçecek elbet ama yıllar sonra bu hissi hatırlamak istiyorum. Ne kadar zayıf düştüğümü hatırlayıp, ne kadar güçlü olduğumu anlayayım diye.