12 Ekim 2023 Perşembe

Kaygilarimizin Eseri

Ruh ve bedenin bir bütün olduğu ve bir birini etkilediği konusunda herkes hem fikirdir sanıyorum. Bunu en iyi ekstrem durumlarda farkederiz. Mesela çok acı verici bir olay yaşadığımızda elimiz kolumuz kalkmaz olur, yani beden o acının etkisiyle enerjisini kaybetmiştir.  Veya tam tersi, mesela grip olup yatak döşek yattığımızda ise hemen depresif hissederiz, bu durumda bedenin enerjisindeki düşüklük, ruhsal dünyamızı da etkiler. Ne kadar istesek de neşeli olmakta zorlanırız.


Ruhtan Bedene Bilgi Taşıyan Ulaklar isimli yazımda, ruhtaki dalgalanmaların bedende etki etmesini sağlayan şeylerin Nöropeptitler olduğunu anlatmıştım. Duygusal değişimlerimiz ve bunlara bağlı olarak oluşan düşüncelerimizin ürettiği zihinsel aktiviteler sonucu oluşan nöropeptitler aracılığıyla vücudumuzu doğrudan etkiler. Bunu ruhun bedene etkisi olarak tanımlayabiliriz. 


Bu dan başka ruhumuz sadece bedeni değil, bizim kişisel frekansımızı da etkiler. Bu yazıda, ruh-alan ilişkisinden ve bu alanın çevremizi ve bizi nasıl etkilediğinden bahsetmek istiyorum. 


Yine herkesin çok iyi bildiği ve tecrübe ettiği bir örnek, bu gün yataktan ters mi kalktın? cümlesidir. Bazen gün içinde işler üst üste hep ters gider ve bu sıkıntı bizim dış görünüşümüze o kadar yansır ki, bir tanıdıkla karşılaştığımızda ne o bu gün yataktan ters kalktın galiba? isyanını duyarız. Ya da bazen moralimiz o kadar bozuktur ki daha ağzımızı açmadan bir arkadaşımız ne oldu hayırdır Karadeniz’de gemilerin mi battı? diye sorar. Bunlar hep ruh-alan ilişkisine örneklerdir, içinde bulunduğumuz ruh hali frekansımızı düşürmüştür ve bu frekansı çevremize yayarız.  Bazı insanlar vardır, frekansları o kadar düşüktür ki yanında bulunmakla bile içiniz sıkılır,  bazıları ise o kadar yüksek frekansladır ki hiç konuşmadan otursanız bile içinize sevinç dolar. 


Gün içinde frekanslarımız dalgalanabilir fakat asıl soru şu? Herhangi anormal bir durum yaşamadığında senin etrafına yaydığın frekans nedir? Özellikle anneler için bu sorunun cevabı çok daha fazla önem kazanıyor çünkü çocukların bariyerleri henüz oluşmadığından, sünger gibi bu frekansı emiyor. 


Kaygılı bir anne çocuğuna sürekli kaygı frekansı (düşük frekans), rahat ve mutlu anne yüksek pozitif bir frekans yayar. Ve ayrıca kaygılı bir hamilelik geçirdiyse, anne karnındayken nöropeptitler aracılığı ile veya kaygılı bir emzirme süreci geçirdiyse, sütle taşınan nöropeptitler ile bu kaygı çocuğa da aktarılmıştır. 


Günümüzde oldukça yaygınlaşmaya başlayan çocuklarda otizm, duygu durum veya bilişsel gelişim bozukluklarında, modern dünyanın kadına ve anneye yüklediği zorunluluklardan ve ya tamamen ailevi meselelerden ötürü annede süregelen kaygıların hem hamilelikte nöropeptitler, hem de doğumdan sonra etrafına yaydığı frekans aracılığıyla çocuklara aktarılıyor oluşunun rolü çok büyüktür. Çoğu zaman anne iyileşmeye başladığında başta çocuklar olmak üzere onun frekans alanında bulunan kişiler de iyileşir. 


Evet ne yazık ki bu gerçek, anneye yüklenen sayısız misyonların yanında ekstra yeni bir yük getiriyor gibi görünse de, bir o kadar da mucize bir durum çünkü kimi zaman çocuklarımızın iyiliği için denemediğimiz yollar, okumadığımız kitaplar, başvurmadığımız çareler kalmıyor. Oysa anneyi iyileştirmek tüm bunların toplamından çok daha kolay. 


Peki nasıl iyi olacağız? Ne yazık ki şıp diye olmuyor. Fakat bunun birinci adımı kabullenmektir. Frekansımızı düşüren bir çok duygu durumunda (sadece kaygı değil, öfke, nefret, kızgınlık, kıskançlık, değersizlik, yetersizlik, kendini sevmeme, güvensizlik, onaylanmama gibi…) ilk adım önce bununla yüzleşmektir. Sadece yüzleşmek bile bir çoğunun yok olmasına vesile olur. Eğer yüzleşme metodu yeterli gelmiyorsa, o duygu durumları için ilave başka çalışmalar yapmak gerekebilir. Fakat eninde sonunda bunlardan kurtulmak ve frekansımızı yükseltmek mümkündür. 




4 yorum:

  1. Çok değerli, yararlı bilgiler içeren bir yazı. Yazınızın son paragrafı da adeta bir özet değerlendirme gibi. Ancak çok farklı kişilikler, farklı sosyal çevreler, uzlaşmaya hazır olmayan bireyler arasında yüzleşmeyi gerçekleştirmek çok da kolay olmayabiliyor. Hatta bazen bir ömür yetmeyebiliyor. Denemek ve çaba harcamak gerekiyor tabii. Son yıllarda yaygınlaşan "Aile Dizimi" etkinlikleri de uzmanlarca uygulanırsa bir yol sayılabilir mi?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne yazık ki öyle. Kişi istemediği sürece hiç bir yöntem işe yaramaz, önce kişi iyileşmeyi istemeli. Aile dizimi yönteminin detaylarını çok bilmemekle beraber sanırım daha çok atalardan gelen travmalara odaklanılıyor o çalışmada. Elbette işe yaradığı yönler olur ama kişinin doğduktan sonra o yaşa kadar yaşadığı travmalar da dikkate alınmalıdır. Yani tek yönlü çalışmalar hep parça parça çözümler sunar, bütüncül bir iyileşme için farklı çalışmalar yapılmalıdır.

      Sil
  2. Bugün gerçekten tam olarak böyle bir günümdeyim. Aslında yataktan ters falanda kalkmadım ama resmen kocamın negatif etkisi benim pilimi bitirdi, sabah sabah.

    YanıtlaSil
  3. Bence de kabullenmek çok önemli, teşekkürler.

    YanıtlaSil