24 Ekim 2019 Perşembe

Rengi Değil Erimi

İstanbul’da yaşarken, özellikle her gün denizi görerek işe gidip gelirken, asla denizi görmediğim bir yerde yaşayamayacağımı düşünürdüm. Denize bakmak, onun kokusunu duymak benim için günün en önemli rehabilitesiydi. Hollanda’ya taşınınca mavinin yerini yeşil aldı. O kadar alıştım ki, maviyi görmeyişimin eksikliğini farketmiyorum bile. Yürüyüş yaparken arkadaşım P.’ye de dediğim gibi; şimdi (de) her gün yeşili görmeden yaşayamam. Denizin kokusundan nasıl vazgeçtin peki derseniz, yerine başka kokular koydum; orman, ağaç, toprak, çiçek kokusu....

Konuyla en alakalı olarak arşivimden bulabildiğim görsel. Kasselbrug/Almanya


Fakat bir süredir düşünüyorum, deniz kenarında yaşayanlar her ne kadar denize bakmayı seviyorsa, dağ eteklerinde yaşayanlar dağlara tepelere bakmayı seviyor. Sevenlerinin, uçsuz bucaksız kurak bozkırları anlattıkları enfes yazılar okudum; tabi çöl aşıklarını da defalarca duydum. İnsan içinde yaşadığı coğrafyada, illa ki sevecek bir yer buluyor  bulmasına da, aslında bunların hepsinin tek bir ortak özelliği olduğunu farketmek zor değil. Eriminin yani bir şeyin ulaşabileceği uzaklığının çok çok geniş olması. Gözlerimizin görebileceği en uzak noktaya kadar, önünde hiç bir engel olmaması. Birkaç dakika uzaklara bakmanın, insanın ne kadar çok farklı yönlerden etkilediğini, sanıyorum ki kimse tam olarak ifade edemez.

Benim için ise aynı anda binlerce düşünce ve hissin kucaklaşmasına vesiledir uzaklar. En büyük problemlerin ne kadar küçük olduğunu gösterir, en karmaşık duygularımın düğümlerini birer birer çözer. Hayat, doğa, şükür, acizlik, hayranlık, ölüm, renkler, kokular, merak, huzur, aidiyet, kulluk... Bu yüzden kalbimin sıkıştığı, kafamın karıştığı dönemlerde mutlaka erimi uzun mesafelere gidip sadece bakma isteği duyarım.

Biliyorum bazı şehirlerde bu mesafelere kavuşmak kolay değil. Karşıdaki apartmanla arasında sadece 2-3mt boşluğun olduğu evler var. Fakat hala çok uzun mesafeleri görmek için bir şans var, gökyüzü. Henüz gökyüzünü dolduracak uçan arabalar icat edilmemişken bol bol bakmalı. Mavisi, pembesi, turuncusu her rengi var. Köpük köpük, şekil şekil bulutları var. Bazen içinde dans ederek süzülen kuşları var. Kimi zaman pırıl pırıl parlayan yıldızları, ayna gibi parlak aydedesi var.


Evet gerçekten rengi değil erimi önemli olan. Deneyin göreceksiniz.





10 yorum:

  1. o kadar güzel anlatmışsınız ki şu an gökyüzü ve uzaklara bakıyorum.Günün mavisi içimi açıyor.Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok sevindim. Yazdım ama bazen ben de unutuyorum hayat telaşından. Her gün birkaç dakika da olsa bakmalı ve düşünmeli

      Sil
  2. Her biri ayrı güzel geliyor insana ama aslında bir bütünler. Gökyüzü, deniz ve doğa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hepsini bir arada bulabilmek büyük şans tabi, keşke olsa

      Sil
    2. Var olmaz mı? K.deniz, özellikle doğusu :)

      Sil
  3. İnsandan uzaklaşıp doğaya sarılmak geçicide olsa rahatlatıyor. Böyle yerlerde yaşayanlar ne kadar şanslı

    YanıtlaSil
  4. Evet sana katılıyorum, uzaklara bakabilmek, ufuk noktasını kerteriz alabilmek çok önemli. Gerçekten rahatlatıyor. Ama yine de suyun verdiği hissi tutmuyor bence. Yani bozkırlarda yaşamak, çöllerde yaşamak beni kesinlikle mutu etmez, etmedi, gözüm hep bir mavilik aradı, yeşillik de yetmedi bana, su aradı gözüm :) Su burcunun en balık insanı olarak, tamam okyanus ya da deniz olmasın ama akarsu, hareketli bir su olsun isterim etrafımda. Çok şükür, derecikler, nehirler var....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Belki dediğin gibi susuz yerde olsaydık farkına varırdım ben de. Ama bu yazıda özellikle istanbulun iç semtlerinde gördüğüm hiç birini bulamayanlar için bir fikir vermek istedim

      Sil
  5. Merhaba.Nasılsınız ? Blogunuzu yeni keşfettim ve hemen takibe aldım.Vakit ayırmak isterseniz sizi de beklerim.Sağlıcakla Kalın.

    https://dizifilmkitaptavsiye.blogspot.com/

    YanıtlaSil