30 Aralık 2017 Cumartesi

Bizden Size Mutlu Seneler

Aralık 30, 2017 3 Comments


Yılbaşını ailemizle geçirmek için Türkiye’ye geldik. Gelmeden önce evimizde geleneksel yılbaşı pozumuzu çekmiştik. Yıl sonu için durum değerlendirmesi yapmak, dilekler niyetler sıralamak için kendimle başbaşa kalacak zamanı henüz bulamadım ama, herkese mutlu, huzurlu, sağlıklı bir yıl diliyorum. 

İyi yıllar ❤️

24 Aralık 2017 Pazar

Ölümsüzlük?

Aralık 24, 2017 2 Comments

“İster Kudra’nın dediği gibi, ilahi bir zekânın rehberliğinden olsun, ister ortalıkta görünmeyen Bandaloop doktorlarından aldıkları doğaüstü bir ilham olsun (belki de Bandaloop’lar ilahi zekânın birer aracısıydılar) ya da ister kendi sezgilerinden doğsun, Kudra’yla Alobar mağaralarda kaldıkları süre içinde dört elemente dayalı bir program geliştirmişlerdi.”

“Bu dört element hava, su, toprak ve ateşti. Wiggs Dannyboy’a biraz ısrar edilirse, bunların her birini teker teker ele alır, ayrıntılarına girer, Kudra ile Alobar’ın programında nasıl kullanıldıklarını anlatırdı. Doktor Dannyboy ölümsüzlük konusuna kafayı tam anlamıyla takmıştı. İnsanın canını çıkarana kadar konuşabilirdi.

Belki Dannyboy’un iddialarını daha sonra incelemek yararlı olabilir. Ama şu an için, havayı solumaya, suyu yıkanmaya, toprağı besine, ateşi de sekse bağladığını söylemekle yetinelim, daha iyi. Bu bağlantıyı kurarken, ayinsel bir biçimde ve azimle kucaklandığında, dört elementin hayatın süresini uzattığına ilişkin incelemesini desteklemek üzere işe biraz deneysel veri ve tıbbi kuram katıyordu.

Bunlara ek olarak Doktor Dannyboy bir de beşinci element getiriyordu ortaya: Pozitif düşünce. Solumanın, yıkanmanın, yemek yemenin ve düzüşmenin Alobar’la Kudra’ya bol bol fiziksel zevk getirdiğini, zevkle doygun bir organizmanın da devam etme eğiliminde olduğunu vurguladıktan sonra, yaşama isteğinin salt bir uzun ömür uyarıcısı olarak azımsanamayacağına işaret ediyordu. Hatta Doktor Dannyboy daha da ileri gidiyor, tüm ölümlerin yüzde doksanının intihar sayılabileceğini söylüyordu. Hayata karşı merak beslemeyen, var olmaktan çok az sevinç duyan kimseler, bilinçaltında hastalıkla, kazayla ve şiddetle işbirliği yapar, onları kendi üstlerine çekerler, diyordu.”

Alıntı Şuradan
Parfümün Dansı
Tom Robbins

22 Aralık 2017 Cuma

Haftanın Özeti

Aralık 22, 2017 2 Comments
Günün özeti yazılarına benzer şekilde haftanın özetini yazmak istiyorum bugün. Gerçi bu gün henüz bitmedi ama olsun. Zira dün akşam artık bitsin bu hafta diye isyanlardaydım. Sadece bedensel olarak değil zihinsel olarak da yoruldum.

Pazartesi sıradan başladı aslında. Kızımı okula bıraktım geldim, sonra ortalık toplama ardından oyun ablası geldi. Ben bu sırada ev işlerimi bitirdim yemek hazırladım. Öğlen oyun ablasını uğurladıktan sonra markete gittik Nova’yla. Bir saatlik market işi onunla çok daha uzun olduğundan 12.30 da çıktığımız evden 14.15 de Helo’yu almaya okula gidene kadar pek bir heyecanlıydı. Zar zor yetiştik çok şükür.  Çocuklar okul bahçesinde oynadıkta sonra eve gelmemiz 15.00, biraz yemek, dinlenme, oyun ve uzun zamandır planladığım ama fırsat bulamadığım ışıkları asma işi derken saat 17.00 de ritmik jimnastiğin sezon sonu gösterisi için 15 dakka önce evden çıktık. Tüm öğrenciler gösteri yaptıkları için bir saatten fazla sürdü. Kalabalıktan ve yorgunluktan duramayan oğlum (gündüz uyulmadığı için bu saatlerde huysuzluğu başlıyor) pek tabi ki gösteriyi rahat seyrettirmedi. Tam ablasının gösterisi sırasında çişi geldi. Topu topu 1,5 dakika olan gösteriyi zorla tamamlayıp tuvalete koştuk. Saat 6 gibi işten çıkıp doğrudan gösteriye gelen babasına oğlanı postalayıp eve yolladım. Tüm gösteri bitince kızı alıp eve geldik. Sanırım 18.30 civarıydı. Yemek yenildi, çocuklar hooop yatağa. Saat 8 de uyumuşlardı. 



Salı günü yine erkenden uyandık, bugünden itibaren dört güm boyunca oğlumun da okulu var. Hep beraber kahvaltı ettikten sonra (bu rutinimiz en başından beri var hepimiz sofrada oluruz kahvaltı ve akşam yemeklerinde) kızımı okula ben, ben okuldan dönmeden oğlumu da babası okula bıraktı. Gelir gelmez yine ev işleri. Çamaşırlar, yataklar ve yemekler. Bunları 2,5 saat içinde yapıyorum. Yemeği sabahtan yapmazsam sonradan zor oluyor. 11.45 de oğlumu okuldan alıyorum eve geliyoruz çünkü daha 2 saatimiz var ablası için. Beraber yemek yiyoruz, oyun oynuyoruz sonra ablasını alıyoruz ama bugün bir değişiklik oldu, oğlumun arkadaşı Damla ve kardeşi bize geldi oynamak için. Onlar oynarken annesine bırakıp bir koşu Helo’yu almaya gittim. Tabi ki bir koşuda gelemedim çünkü okul bahçesinden çıkabilmemiz için sihirli bir güç lazım. Neyse bir şekilde çıktık ve eve geldik. Helo’yu besledik, biz arkadaşımla birşeyler içtik ve bu esnada çocukları zaptettik :) Çocuklar ufak olunca kendi kendilerine müdahale etmeden pek oynayamıyorlar. Saat 4’te onlar gittiler. Normalde gitmeden önce birbirimizin evini toplarız ama bu sefer toplamasını istemedim çünkü oyuncakların düzeni karışmıştı ve çocuklarımın alışkın olduğu düzende yeniden toplamalıydım. Onlar gittikten sonra evi topladım, yemeğe ilave pilav yapacaktım onu yaptım. O akşam için kız arkadaşlarımla dışarı çıkıp yılbaşı hediyelerimizi verecektik ama bir arkadaşın hastalığı nedeniyle erteledik. Baya bir yazışma trafiği olmuştu, son ana kadar çıksam mı çıkmasam mı karar veremedik. En son akşam yemeği ve çocukları uyuttuktan sonra bir makine çamaşırı katlayıp günlük mesaime veda ettim. 


(Sehpada kızımın sınıf arkadaşları için bir haftadır yazmayı sürdürdüğü yılbaşı kartları)

Çarşamba günü yine benzer başladı. Çocuklar okula gönderildikten sonra farklı olarak okuldan eve gelmeyip doğruca markete gittim. Bu akşam oğlumun okulunda kerstdiner (christmas yemeği) var. Ben de listedeki yiyeceklerden patates kroketi seçmiştim yapıp getirmek için ama almayı unutmuşum. Onu almak için markete uğrayıp bir sürü başka şey aldım, kasabanın pazarına uğrayıp kızıma bir sonraki gün için elbise, dekorasyon mağazasından gözümü alamayıp birkaç hediyelik eşya derken eve 10 da varabildim. Hızlıca işlerimi yaptım ve oğlumu almaya gittim. Çarşamba günleri kızım 12.30 da çıkıyor okuldan. Biz de oğlumla eve gelmeden oradaki cafeye veya çiftliğe gidiyoruz beklemek için. Hava soğuk diye cafede oturduk, kahve içtim birşeyler yedik ve sonra Helo’yu aldık. Cafede masalarda kavanozda süsler vardı. Ay bunu yaptırayım çocuklara dedim ve eve gelince biz de yaptık. Tabi ben örtü falan sermeye fırsat bulamadan olaya giriştikleri için heryer battı. Toplaması süreçten daha uzundu ama eskiden kızımla çokça yaptığım bu tip aktiviteleri uzun zamandır yapmadığımız için iyi geldi. Yani bana iyi geldi, vicdanım rahatladı :)) Saat 5’e kadar evdeydik. Patatesleri ve çocukları hazırlayıp 5.15 de evden çıktık. Okulda bir saat kaldılar ve biz bu arada kızımla cafede oturup bekledik. O kartlarını yazdı ben de biraz kitap okudum ve birşeyler içtim. Birlikte patates kızartması yedik. Bu cafenin patates kızartmasına bayılıyoruz. Sonra eşim bizi almaya geldi, Nova’yı okuldan alıp eve geldik. Yemek ve uyku faslı ile günü bitirdik.





Perşembe günü büyük gün, kızımın okul yemeği var akşama. Günlerdir bunun için hazırlanıyoruz. Sabah çocuklar okula gittikten sonra yine ev işleri ve çamaşır ardından yemekleri hazırladım. Güya ben bu haftanın dört sabahı sahip olduğum boş zamanda fizik çalışacaktım fakat hala organize olamadım. Neyse, sonra oğlumu aldım, bu sefer okul çıkışı bir kaç anne ile konuşurken onlar civarda koşturdular. Bu arada bir çamurlu su buldular. Donlarına kadar ıslanmışlar. Eve geldik doğru banyoya. Banyodan sonra beraber yemek yedik ve akşam için hazırlayacağım keki yaptık. Onu pişirdik ve kızımı alma saati geldi. Okula gittik beraber, yine tabi ki oynadılar, evde çok işim var diye gidelim istiyorum gelmiyorlar. En son kızım düşüp ağlamaya başlayınca kapıp götürdüm, yoksa okuldan çıkacağımız yok. Eve gelir gelmez kekleri süsledik Helo’yla. Çünkü o yapmak istiyordu. Biraz yemek yedi ve sonra hazırlanma saati geldi. Bu süre içinde oğlumla pek ilgilenemediğim için sapıttı, evi darmadağın yaptı, çam ağacındaki süsleri her yere fırlattı :/ Her şeyi öylece bırakıp çıktık zira yine geç kalacaktık. Nitekim yolun yarısında ayakkabısını beğenmeyip zırlaya zırlaya döndük değiştirdik. Allahtan okul yakın ama biz nedense hep geç kalıyoruz, yakın evlerin kaderi midir nedir? Koştura koştura gittik yetiştik. Tabi tüm bu olaylarda oğlumu da sürüklüyorum ya peşimden bazen acıyorum haline. Neyse kızımı 17.30 da okula bırakıp eve döndük ve bir süre sonra babası geldi. Oğlumu ona bırakıp hızlıca yemek yiyip yukarı kaçtım çünkü biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Onlar yemek yiyip 19.00 da Helo’yu almaya gittiler, ben 19.15 de yoga dersim için çıktım ve 9.15 de eve geldiğimde uyuyorlardı. Yine dayanamayıp onlarla beraber uyudum.


Ve cumaya gelirsek henüz bitmedi ama ne olacağı şimdiden programlı. Yine sabah okul mevzusu aynı başladı fakat fazladan bir bankaya uğrayıp geldim. Geldiğimden beri bu yazıyı yazıyorum bu yüzden ev işleri kaldı, bugünlük boşverdim. Birazdan arkadaşım ve çocuklarıyla kütüphaneye kitapları bırakmaya gideceğim. Oğlumu okuldan almadan önce öğretmenlerine minik birer yılbaşı hediyesi ayarlamam lazım. Onları alıp hazırlayıp oğlanı alacağım. Kızım da bugüne özel erken çıkacak 12.30 da çünkü 2 haftalık tatil başlıyor. Saat 1 de oyun ablamız gelecek ve 3 saat kalacak. Bu sürede sabah ihmal ettiğim işleri yaparım. O gidince 16.30 da kızımın yüzme dersine gitmemiz lazım. Eşimin öğleden sonra evden çalışma ihtimali var gelirse oğlum onun yanında durur biz yüzmedeyken. Postaneye uğrayacaktım bir de ama yetişmedi planlarım bakalım belki öğleden sonra oyun ablası buradayken kaçarım. Yüzmeden sonra yemek ve uyku ile bu gün de biter inşallah. 

Sevgiyle.



11 Aralık 2017 Pazartesi

Gerçek Çam Ağacı mı O?

Aralık 11, 2017 13 Comments
Yılbaşı ağacınızı nasıl alırsınız? Gerçek mi yapay mı? Gerçek alırsam sadece saksıda alırım, ağaçların kesilmesine dayanamam, sonra da onu bir yere ekerim diye düşünüyorsanız pek güzel. Bence de en güzel seçenek o. Fakat ben artık saksıda olmayan (yani kesilmiş ) çam ağacı alanları da yadırgamıyorum.


Geçenlerde yine fb grubunda konusu geçmişti. Ay yazııık ağaçları kesiyorlar, sonra çöpe gidiyor cıks cıks dediler bazı kişiler. Ben de önceden benzer düşündüğümü ama Hollanda’ya taşındıktan sonra fikrimin değiştiğini yazdım. 

Burada yaşadığım için görüyor ve duyuyorum, Hollanda gerçekten tarım konusunda aşmış. Konya ovası kadar bir ülke tarım ihracatında dünya 5. olmuş. Önceden vazo çiçeklerine sıcak bakmayan ben her hafta vazo çiçeği alır oldum. Bahçemde de görüyorum, çok çiçekli bitkilerde çiçeklerin düzenli budanması bitkinin gelişimi için önemli. Zaten üzerinde kaldığında bile bir süre sonra soluyor çiçek. Neden hem satılıp milli gelire dönüşmesin? Mesela lale tarlalarının asıl amacı soğan üretip bu soğanları pazarlamak. Ama bu soğanlar bir de çiçek veriyor. İşte çiçekler de satılıp ayrıca gelir oluyor fena mı? Zaten solup gidecekler tarlada kalsalar.

Çam ağacı meselesine gelince, elbette onlar da ticari olarak üretiliyor ve satılıyor ama, Hollanda için konuşacak olursam ağaç sıkıntısı olmayan bir ülke. Şehir içleri bile yeterince ağaçlı ve hatta ağaçlar çok çabuk büyüdüğü için düzenli olarak budanması, kontrol altına alınması gerekiyor. Mesela evimizin yakınındaki ormanda ara sıra dozerlerle yapılan toplu katliamı kınardım. Oysa dikkatli baktığımda meşe palamudu, fındık gibi ağaçların etrafında irili ufaklı bir çok küçük ağacın olduğunu görürdüm. 20 mt.lik kocaman bir ağacın yanında 1-2 mt lik küçük küçük ağaçlar... Bunlar tohumlarla kendiliğinden çıkmış, bıraksalar kocaman ağaç olacak ama bir diğer taraftan da ormanda diğer büyük ağaçlara mesafe kalmayacak, gitgide sımsıkı ağaçlarla dolu kaotik bir orman olacak... İşte bu ufak ağaçları, benim boyumu aşmış çalılıkları hep temizlerlerdi. Orman bilimci değilim ama biraz dikkat edince bunun, hem doğa hem insanlar için gerekliliğini anlayabiliyorum.

Yine bazen çok kocaman ağaçları acımasızca budadıklarını ve bir kere de kocaman bir salkım söğüdün, ağırlığına dayanamayıp kendiliğinden kırıldığını gördüm. Bir fırtınada ise, 5 katlı apartmandan yüksek bir ağacın, apartmanın çatısını göçerttiğini. Bir yanım, insanların olduğu yerde doğayı böyle kontrol altına almamız gerektiğine hak veriyor vermesine de diğer yanım da, biz insanlar olmasaydık o ağaçlar ne güzel büyür, kimseye de zararı olmazdı diye düşünüyor. Fakat dikkatli düşününce bu doğru değil. Kendi doğasına bırakılsa bile, ağırlığından ağaçlar yine devrilecek, fırtınadan dalları kopacak, belki şimşek sebebiyle yangın çıkacak orman yanıp azalacak ama doğa yine büyüme dengesini koruyacaktı. Çünkü gerçekten sulak bir yerde doğa büyük bir hızla büyüyor. 

Bunu bahçemden bile anlıyorum. Sadece 3 hafta yaz tatilinde tertemiz bahçem otlarla doluyor, hiç yolmazsam duvarlar yabani sarmaşıklar ile kaplanıyor. Sürekli bir bahçe atığı oluyor Hollanda’da. Bu yüzden haftada bir kocaman bir çöp kutusunda biriktirdiğimiz organik çöpleri almak üzere özel çöp kamyonu geliyor. Otlar, yapraklar hiç bitmiyor.

Çam ağacı meselesine gelecek olursak, yine onlar kullanıldıktan sonra bu çöp kamyonları tarafından toplanıyor. Özel olarak bu iş için yetiştirilenleri de var, budanıp satılanlar da. Belki de bazı ağaçlar bahsettiğim gibi ormanı seyreltmek anacıyla kesilmiş olanlar. Çünkü zaten ağaçların budanmaya, ormanların seyreltilmeye ihtiyacı var ve budanmış ağaçlar çöpe gitmeden önce evlere gitse, bunun hem ekonomiye, hem de o eve katacağı neşe sebebiyle toplum psikolojisine katkısı olacak. Neden olmasın ki? Tabi ki ülkemiz gibi ormanların günden güne azaldığı, bir fidanın bile kıymetinin çok olduğu yerlerde en güzeli, doğaya kazandırılan bir ağaç. Evinize çam ağacı alacaksanız saksıda alın, sonra onu bir yere ekip tekrar doğaya kazandırın, ne güzel olur. 

Biz ne yapıyoruz derseniz, henüz hiç gerçek ağaç almadık. Ev sahibinden kalma kocaman bir yapay ağaç bulduk çatı katında. Pek de güzel gayet iyi durumda. 4 yıldır onu çıkarıp kaldırıyoruz. Ama gerçek ağaçlı mis gibi çam kokan bir evi de merak etmiyor değilim. 

19. Yıl

Aralık 11, 2017 10 Comments
Bu gün eşimle çıkmaya başladığımız günün yıldönümü, 19 yılı bitirdik. Aslında artık yaşgünlerini, özel yıldönümleri paylaşmaktan hoşlanmıyorum ama bu günü başka bir amaçla yazmak istiyorum.

 Bugün özel bir kutlama yapmadık, zaten her fırsatta keyifli şeyler yapıyoruz, yine her zaman yapabiliriz ancak bu sefer doğa bize bir sürpriz yaptı. Hollanda’da kar yağdı :) Sadece kar yağışını izlemek bile neşe veriyorken, çocukların karda oynamaları, yol manzaraları epey keyiflendirdi doğrusu. Şimdi gayet huzurlu ve mutluyum.



Oysa dün eşime kızmıştım. Söylediği bir söz (tabi ki onu ina etmek istememişti her zaman olduğu gibi) benim farklı yorumlayıp alınmama sebep oldu. Her ne zaman böyle bir olaya kafamı takıyorsam, sonra konuyu incelediğimde o sözün eskilerden kalma (çoğunlukla çocukluğumdan) bir yarayı kanırttığını farkediyorum. Böyle bir mesele ise genelde aşırı tepki vermiş oluyorum. Üzerinden zaman geçtiğinde bunu farkediyorum ama ilk anda farketmem kolay olmuyor.

Çocukluğumu doya doya yaşadığımı düşünürüm hep. Ailem de harikaydı. Annem babam ilkokul mezunu olsalar da dünya görüşleri geniş insanlardı ve bizi ellerindeki imkanlar dahilinde çok iyi yetiştirdiler. Hatta eşim ilk anne baba olduğumuzda, senin anne baban sana çok iyi ebeveynlik yapmış/yapıyor diye farkına varmamı sağlamıştı. Biz yaşımız ufak da olsa aile içinde saygıyla, fikirlerimiz sorularak, dayak nedir bilmeden büyütüldük. Elbette bizim de çocukken eksikliğini hissettiğimiz şeyler oldu sonuçta hayat dört dörtlük değil fakat bunların çoğunlukla maddi imkansızlıklar sebebiyle yüreğimde yer etmiş yaralar olduğunu görüyorum. Halbuki şimdiki aklımla hiç bir önemi olmayan mevzular bunlar; çocukken sahip olmak isteyip olamadıklarım, evimizi güzel bulmayıp kendimi ezik hissetmem gibi şeyler...

Dün yine böyle bir kırgınlıkla tüm gün eşime küsünce (tabi yatmadan önce konuyu açıklığa kavuşturup barışmıştık), bu sabah kendisine de söyledim. Dün sana kızdığım için bugün seni daha çok seviyorum, bunu daha çok hissediyorum. Çünkü normal günlük sıradan hayatımızda, ona olan sevgimi veya değerini hissedecek anlar fazla olmuyor, doğrusu kimi zaman gün içinde yoğunluktan aklıma bile gelmiyor. Oysa dün küsmüş ama yine de ayrı duramıyor, içim sürekli içimi yiyiyor, barışmak için can attığım halde küskünlüğümü sürdürmek için direniyorken, hayatımda ne kadar büyük bir öneme sahip olduğunu daha iyi idrak ediyordum. Onsuz hiç birşeyin anlamı olmadığını, yanımda o yoksa hayatımın aynı tadı olmadığını...

Dile kolay ömrümün yarısını birlikte geçirdiğim adam, 19 yaşında fakültenin bahçe duvarında otururken önümden geçtiği ve onu ilk gördüğüm gün hala aklımda. Bugün 38 yaşımda ömrümün tam yarısında hep benim yanımdaydı. Zaman ne çabuk geçmiş, sankidaha dün gibi. Hep başka kişiler için duyduğum 20 yıldır beraber, 30 yıldır evli gibi sıfatlara biz de erişmişiz ne acayip. Oysa biz hala fakültedeki aklı bir karış havadaki yüreklerimizdeyiz. 


25 Kasım 2017 Cumartesi

Biraz Sohbet

Kasım 25, 2017 12 Comments
Yine uzun zaman oldu yazmayalı fakat yazma isteğim gittiğinden veya blogumu unuttuğumdan değil. Üstelik kaç kez kafamdan yazdım blogumu, kaç postum yarım kaldı. Delicesine bir yoğunluk içindeyiz sanki çocuklar büyüıdükçe koşturmaklar çoğalıyor. Hatta geçen gün düşündüm güya yavaş yaşam sade yaşam diyoruz ama gün içinde saate o kadar çok bağımlı olmuşum ki. Okula bırakma/alma saatleri, kursların saatleri, o gelecek bu gidecek, şu aralıkta yemek pişecek, şu saatten önce bu iş bitmeli... o kadar çok program var ki saatsiz olmuyor. Ve tabi bu yoğunlukta kendime zaman hiç kalmıyor.

Ta Eylül başında çocukların okulu başladığında kendim için bir çok yapılacak şey hayal etmiştim. Spora gidecek, dil kursuna başlayana kadar çalışacak, yeniden fiziğe dönecek, o zamana kadar herhalde ohoooo almış olduğum ehliyetimle her yere kolayca gidip gelecektim. Ehliyet işi uzadı, fakat az kaldı umarım yakında sona erecek, o zaman detaylarıyla yazarım; ‘Hollanda’da nasıl ehliyet alınır?’ mevzusunu.

Dil kursu için ufaklığın iki yarım gün gittiği okulun 4 yarım güne çıkacağı tarihi bekleyecektim. Evet yeni dönem nihayet geldi ve önümüzdeki haftadan itibaren miniğim artık dört sabah okulda olacak. Toplamda bana ilave artısı 6 boş saat ama olsun, o bile öyle büyük bir fark ki şimdiki yaşantımızda. 

Fizik çalışmaya da geri döndüm denebilir. Bir süre resmî bir işe girmeden evden çalışıp performansımı görmek ve sahip olduğum makale sayısını arttırmaktı hedefim zaten. Nova 4 yaşına gelip de ilkokula başladıktan sonra iş hayatına tekrar dönmeye çalışırım diye düşünüyordum. Çok tesadüfi şekilde kendime bir çalışma arkadaşı buldum, onun da motivasyonu ile büyük bir hevesle geri dönüyorum. Allahım sen yüzümü kara çıkarma, çalışmalarımı güzel sonuçlandır yarabbim. O kadar özlemişim ki ders çalışmayı anlatamam.

Ve spor. Eğer ehliyetimi alsaydım arabayla 5 dakka uzaklıktaki spor salonuna başlayacaktım ama o uzayınca başka çözümler bulmak gerekiyordu. Evime çok yakın yürüyerek 3 dakka mesafede bir bina var. Belediyeye ait bu binada bir sürü boş oda, Eren’in okulu, cafe, çocukların gelişimini takip eden tıp merkezi, konferans salonu gibi bölümler var. Buradaki odaları özel dersler için kiralayabiliyorlar ve bir yoga hocası da burda haftanın iki günü ders veriyor. Doğrusu yogaya özel bir merakım yoktu ama mevcut aile programımıza uyan en uygun yer burası olunca bari yogaya gideyim dedim ve başladım. Sanırım uzun bir süre devam edeceğim.

Başka yoga derslerine hiç katılmadığım için bilmiyorum tabi ama bizim dersi çok sevdim. Çoğu yaşlılar ama olsun. Bir de ne dediklerini pek anlamadığım için tek gözüm açık yapıyorum 😜 Gerçi hocayı çok sevdim, öyle yumuşak bir sesi var ki. Bir de her dersin sonunda sarılarak veda ediyor herkese. Hollandalı ve sarılmak? Tuhaf bişiy. 

1,5 saatlik dersin 15-20 dakkası nefes egzersizleri, sonra tüm vücudu esneten çeşit çeşit pozisyonlar ve sonunda 15-20 dakikalık gevşeme şeklinde geçiyor. Yaptığımız hareketlerin bazılarına ay ne basit hareket desem de, 1 dakkaya yakın hiç kıpırdamadan aynı pozda kalınca insan titremeye başlıyormuş. Yogadan sonraki gün tüm kaslarım ağrıyor. Zamanla alışır herhalde. 

Son dinlenme faslında ise hepimiz uzanıyoruz, üzerimize beyaz örtüler örtüyoruz ve hafif bir müzik eşliğinde rahatlıyoruz. Birisi dışardan baksa, sanki kefene sarılmış bedenler zannedebilir. Bu benzetme gözümü korkutsa da aslında bir nevi dünyadan kopuş olduğu gerçek. Çünkü öyle bir hal ki (şahsen kendime şaşıyorum, belki önce yaptıklarımızın, kokuların, hafif ışığın ve müziğin de etkisi var) tamamen gevşemiş, hafiflemiş, beynimde hiç susmayan sesler susmuş, ruhum kanatlanmış gibi hissediyorum. İlk yoga dersinden eve geldikten sonra (7.30-9.00 arası) son 6 yıldır ilk defa 7 saat kesintisiz uyumuşum. Çocuklar uyanmış ama hiç duymamışım (eşim ilgilenmiş) ve müthiş dinlenmiş uyanmıştım.

Şimdi bu rahatlama aşkına devam etmek istiyorum. Bedenim nasıl etkilenir bilmiyorum ama ruhumun çok ihtiyacı varmış. Demek ki her işte bir hayır varmış.

Benden haberler şimdilik bu kadar, yine geleceğim. Sevgiler.

16 Kasım 2017 Perşembe

Toplumla Uyumlu Çocuklar Yetiştirmek

Kasım 16, 2017 5 Comments

Çocuk sahibi olunca, gözümüzde öyle değerli ve biricik varlıklar olduklarını hissediyoruz ki, en güzel, en akıllı, en becerikli bizim çocuğumuz olsun, onu tüm diğer çocuklardan daha donanımlı yetiştirelim, farklı olsun, kalitesiz müziklere ve dizilere maruz kalmasın, çevresinde bayağı insanlar olmasın... diye uzayıp giden umutlara kapılıyoruz.

Her ne kadar, insan özünde önce birey olsa da, bu birey toplum içinde var oluyor ve toplumla olan ilişkileri tüm hayatını etkiliyor. Toplum içinde ne derece yer edindiğine bağlı olarak psikolojisi de etkileniyor. Çok aykırı yetişmiş bir insan, çevresinıode benzer zevklere sahip bir topluluk bulamayınca kendini yalnız ve mutsuz hissediyor.

Bizim gibi anavatanından başka ülkede çocuk büyütenler için bu durum ilave bir çelişkiye daha yol açıyor. Anne baba kendi kültüründe büyümüş ve çocuğunu o şekilde yetiştirmeye eğilimli ancak, çocuk başka kültürle büyümüş bir toplumun içine girecek. Bu iki farkı düzgün bir şekilde birleştirenler, kültürel olarak zengin, ekstra özelliklere sahip çocuklar yetiştirmiş oluyorlar. Bizim de kendi çocuklarımız için gayretimiz bu yönde. 

Üye olduğum Facebook grubunda açıkça olmasa da özünde bu çatışmayı işaret eden sorunlarla karşılaşmış anneler fikir danışıyorlar. Bir yanda alışılagelmiş beklentiler, diğer yanda yeni ülkenin standartları. Bazen eskisinden vazgeçilemiyor, yenisi için fırsat doğmuyor ve bu durumda insan bocalıyor.

Bunlardan biri şöyleydi. Haftanın 5 günü sabahtan akşama kadar çalışan annebabanının çocuğu için, okul, anneye çalışma saatlerini düşürme önerisinde bulunuyor. Çünkü çocuk haftanın 5 günü okuldan sonra da afterschool denen merkezlere gidiyor ve Hollanda’da çok yaygın olan arkadaşlara gidip gelmeleri (playdate) pek yapamıyor (anne haftasonu yapmaya çalıştıklarını söylüyor ama çoğu Hollandalı aile haftasonu farklı programlar yapıyor). Dolayısıyla çocuk da bu playdate’lere özeniyor.

Grupta okul size karışamaz şeklinde yaklaşımlardan tutun daha iyimser yorumlara, farklı önerilere kadar çeşitli fikirler sunuldu. Bir yorum da Hollandalıların kariyerleri düşük olduğu için sizin kariyer yapmanızı çekemiyorlar şeklindeydi. İçimden güldüm. Biz neden kariyer kariyer diye tutturmuştuk acaba? İşsizler ordusunda kendimize iş bulmak için olmasın. Burada ise, çiçekçi de tamirci de çöpçü de yaptığı işten hayatını sürdüreceği ölçüde kazanıyor ve mutlulukla çalışıyor. İşsiz kalma sıkıntısı yok ise neden hem çalışıp hem çocuğuna zaman ayırmasın? Genelde ufak çocuklu anneler 3-4 gün çalışıyor ve zamanlarını çocukla geçiriyor. Bu o kadar olağan bir durum ki, çok çalışıp çocuğuna vakit ayırmamak anormal karşılanıyor.

Yine de bu yazıda asıl bahsetmek istediğim bu aile ve tutumu değil elbette. Onlar kendi doğrularına kendileri karar verecekler, seçimlerinin çocuklarına olan artı eksi getirilerini kendileri dengeleyecekler. Yalnızca o çocuk açısından bakınca içim biraz buruluyor, çünkü, çocuk sanki herkes böyleyken neden ben böyleyim diye düşünüyor gibime geliyor.

Aslında, ben de bu zamana kadar çocuklarımda böyle kültür farklılıklarından doğan çelişkilere maruz kaldım. Şimdi de onlardan bahsetmek istiyorum aklıma geldiğince.

Birincisi yemek mevzusu. Kızım zaten zor yiyen bir çocuk ama bir de ben onu Türk mutfağına alıştırınca olan oldu. Okula başladığı 4 yaşına kadar öğle yemeklerimiz sıcak yemeklerdi. Fakat Hollandalılar öğlen sandviç yiyor ve kızım hiç yemez. Beslenmeye sıcak yemek koyamıyorum elbette. Zengin sandviçler onun için fazla karışık, şimdilik arasına tahin pekmez sürdüğümüz ekmek (soran arkadaşlarına fıstık ezmesi diyormuş bu arada) ve yanına bazen salatalık bazen zeytin bazen salam gibi ilavelerle 1,5 yıldır aynı menüye ısrarla devam ediyoruz. Ben saat 2,5ta eve geldiğinde normal bir öğle yemeği ile açığı kapatmaya çalışıyorum, sanki ara öğün ile öğle yemeği yer değiştirmiş gibi oluyor ama yeme içme sıkıntısı partilerde, okul yemeklerinde falan kendini gösteriyor. Genelde aç kalıyor.

Bir diğer farklılık yüzme derslerinde ortaya çıktı. Buradaki bütün çocuklar 4 yaşından itibaren yüzme derslerine gider ve diploma alırlar. Bu diplomalar olmadan tatillerde bile derin havuzlara giremezler. İlk diplomanın alınması ortalama 1 yıl sürüyor ancak kızımınki biraz daha uzun oldu (daha bitmediği için tam süre veremiyorum). Çünkü 4 yaşında başladığında öncesinde bireysel olarak gittiğimiz havuz eğlenceleri, tatillerdeki yüzmelerden öte bir tecrübesi yoktu. Sudan da korkuyordu, alışması zaman aldı derken haliyle uzadı. Fakat şimdi de onunla başlayıp bir üst seviyeye geçen çocukları görünce, benim ne zaman, neden ben de geçmiyorum şeklinde sıkıntıları başladı. Neyse ki yakında bir level atlayacak da bu ara yine hevesli.

Oysa Hollandalılar 1-2 aylıktan itibaren yüzme derslerine başlıyorlarmış. Kızım gibi olmasın erken başlayalım deyip de, Eylül ayından beri düzenli olarak oğlumu götürdüğüm bebek ve toddler yüzme derslerinde oğluma yine geç kaldığımı gördüm. Onun yaşındakiler almış başını gidiyor. Bizimki suya dalmakta pek gönüllü değil. Oysa, şu akıllarının başına gelmediği kör cahillik döneminde (ortalama 2 yaş öncesi) çocuklar daha kolay alışıyor. Umarım 4 yaşına geldiğinde diğer Hollandalı arkadaşlarına yetişmiş olacak ama şu yüzme olayında Hollandalılara yetişemedim malesef.

Bir diğer mesele de aktiviteler. Her çocuk en az bir spor, bir sanat, bir de yüzme derslerine gider okul dışında. Daha fazlasını yapan da var elbet. Kızım bu yıl ritmik jimnastik ve piyano dersleri alıyor, yüzme de var. Bunlar düzenli olanlar. Oğlum sadece yüzme olarak kaldı ona da birşey bulmam lazım. Lazım diyorum neden çünkü diğer çocuklar böyle donanımlı yetişirken benim de elimden geleni yapmam gerekir. Zaten kurslara erişim ve fiyatlar çok makul olunca, yapmamak çocuğu bir nevi mahrum etmek anlamına geliyor. Evde yemek var ama sadece ekmek veriyormuşsun gibi.

Sonra mesela daha ufak çaplı farklılıklar da var. Havalar güzelken tüm işi gücü bırakıp parklara götürürler çocukları. Anne evde işim var evde oynayın demez mesela. Güneşi alması, tırmanıp koşması, taklalar atması lazımdır. Okulda demir çubuklarda takla atamayan çocuk yoktur hiç, hepsi fır fır döner. Okul çıkışında çocuğu takla atsın diye sabırla bekler.

Çocuklara karşı gösterdikleri sabır da ciddi oranda farklı ayrıca. Çocuğa dikkatini vermeleri, büyük insan gibi dinlemeleri, söz hakkı vermeleri. Sen çocuğuna böyle yapmasan olmaz, olmuyor. Neden benim annem öyle değil diyor.

Bu liste uzar gider ve elbette her zaman iyi örnekler yok, kötü örnekler de var çocukların karşılaştığı. Fakat çocukların saf kalbi, iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı ayırt etmede ve farketmede çok başarılı. Dolayısıyla, toplumda bizden daha iyi örnekleri gördüğünde bunları talep etmeye daha yatkın çocuklar. Ne diyelim biz de onlar sayesinde daha iyi insan oluyoruz.




Bazen düşünüyorum da acaba çocuklarım büyüdüklerinde nasıl olacaklar? Bu farklılıklar onları nasıl etkileyecek, nasıl bir insan olacaklar, iki kültürden hangisine yakın, hangisine yatkın olacaklar? Umarım keşkelerinin çok olmadığı bir çocukluk verebiliriz onlara. Mutlu, huzurlu ve sağlıklı yetiştirebiliriz...






27 Ekim 2017 Cuma

Işığın Yolu

Ekim 27, 2017 6 Comments


Eşimle birbirimizi iyi tamamlayan bir çiftiz, sadece biz değil bizi tanıyanlar da böyle düşünüyor. Birimiz çılgındır birimiz sakin, birimiz mantıklıdır birimiz duygulu. Böyle bir diğerimizde daha az olan özellikleri birbirimizden tamamlarız. 

Ben tabi ki ilişkimizin duygusal olan tarafıyım, eşim beyindir ama bir karar alacak iken illa ki kalbinden geçen nedir diye sorar, çünkü sezgileri güçlü olan benim ve bana güvenir. 

 Elbette ki yıllar boyunca ilişkimize yatırım yaptık, büyüdük, öğrendik, dönüştük. Fakat yine de bu dönüşme bitmiş değil, hep sürecek. Birbirimize öğretiyoruz, ilişkimizi beslemek için ne yapmalıyız konuşuyoruz ve belki en önemlisi beklentilerimizi paylaşıyoruz.

 Aramızda bir mevzu var ki tam rutine oturmadı, ben birkaç defa ne beklediğimi söyledim o da dinledi ama sonrakilerde unuttu. Yani bir otomatik davranışa henüz dönüşmedi. O mesele de işte bu kitapta geniş yer tutuyor. 

 Eşimle birşey tartıştığımızda genelde ben duygularımın akınına uğrar ve etkilenirim. O kadar yoğun duyguların altında sanki donar kalırım ve onun bana yaptığı açıklamaları duysam dahi anlamlandıramam. Oysa o kendimi iyi hissetmem için ‘mantıklı’ gerekçeleri sayıp döküyordur. Fakat hiç bir işe yaramaz, ben kabuğumdan ancak uzun bir süre sonra çıkarım, bu sefer de onun dediklerini dinlemediğim için umarsız olurum ve şunu çok söyler: eğer bu dediklerimi bir kitapta okumuş olsaydın inanırdın ama ben söyleyince umrunda değil’. Aslında umrumda oluyor, hiç olmaz olur mu? sadece zamanlaması doğru değil. Defalarca söyledim, bu ruh halinde iken söylediğin hiç bir mantıksal mazereti algılayamıyorum, şefkatine ihtiyacım var diye. Bazen de hatırlatmaktan bıkıp söylemiyorum ve hatırlamadığı için daha da kızıyorum. Neyse... 

 İşte bu kitapta Nilüfer Devecigil, bir çok diğer konudan başka buna da değinmiş. Yukarıda bahsettiğim donma halinde çiftlerin birbirini regüle etmesi gerektiğini (meali normal denge durumuna gelmek) ve bu yapılmadan sarfedilecek her türlü sözel çabanın hiç bir anlamı olmayacağını söylüyor. Sadece kişi regüle olduktan sonra normal konuşmalar yapılabilir. Hatta çok tuhaf gelse de, kalp kıran kişi kendisi olsa dahi özür dilemeden önce regülasyon yapması gerektiğini vurguluyor. Bunu da gözlerin içine bakmak, dokunmak, sarılmak, okşamak, sevmek gibi fiziksel hareketlerle yapılabileceğini. Gerçekten kendim yaşadığım için biliyorum, bu yoğun duygusal durumda iken başka hiçbirşey işe yaramıyor. 

 Bu kitabı okumamdan birkaç gün önce yine eşimle benzer bir durum yaşamış ve bu sefer açık açık söylemiştim, benim o anda ihtiyacım olan şey yorumların değil. Sonra kitapta okuyunca rahatladım. Çünkü tecrübe ederek edindiğim bilgi bilimsel bir temele sahipti, ben anormal değildim ve olması gerekeni yapmaya çalışıyordum. Eşime de anlattım, bundan sonra ikimiz de daha dikkatli olacağız. Zira kitapta ayrıca bu regüle etme işinin sırayla yapılması gerektiği, bir taraf sürekli regüle eden olmaması gerektiği de söyleniyor. Düşününce benim bunu eşim için hiç yapmadığımı farkettim. Sebebi eşimin bu durumları yaşamıyor olması gibi gözükse de aslında gerçek olan onun kendini bir şekilde regüle etmeyi başarabiliyor olması. Evet aslında ben de kendi kendime yapabiliyorum ama meseleye göre bu saatler veya günler sürebilir. Bundan sonra ikimiz de birbirimize çok dikkat edeceğiz diye anlaştık. 

 Bu regüle etme meselesi ufak çocuklar için elzemmiş. Çünkü başlarda kendi kendilerine nasıl yapacaklarını bilmiyorlar ve bizim yapmamız gerekiyor. Bu süreçte de öğreniyorlar tabi. Ben kızım aşırı duygusal olduğu için belki de zaten böyle anlarında ona sarılıp sevmekten başka yöntem uygulayamıyordum. Çünkü ağladığında nefesi kesilir, titremeye başlar, kolayca krize girebilir. Bu yüzden onu sürekli dengede tutmaya çalışırım ve bu hale girdiğinde de kucaklayıp okşarım, beraber nefes alıp nefesini düzeltiriz. Oysa çoğumuz (tahammül edemediğimde ben de yapıyorum) bak annecim, o senin arkadaşın, paylaşman lazım, ama böyle yapmalıyız.... lar şeklinde uzun açıklamalarla ciyak ciyak ağlayan çocuğu ikna etmeye çalışıyoruz. Uzmanlar böyle durumlarda aynalama yapın der ama o biraz da denge halindeki durumlarda işe yarar. Dünyadan kopmuş bir çocuk için ten teması dışındaki yöntemler pek faydalı değil. 

 Şimdi düşününce çevremizdeki insanlarla olan ilişkilerimizde de aslında bunun etkilerine maruz kaldığımızı farkediyorum. Bir arkadaşınız mesela eleştirinize çok içerliyor, birşeyden ötürü yoğun kıskançlık hissediyor, direkt olmasa da bir söz ya da bir imge onun geçmişindeki bir yarayı canlandırıyor... ve o donma haline sokuyor olabilir. Tabi bunu farketmediğimizde o kişinin soğuk, umarsız, bizimle ilgisiz vs olduğunu düşünebiliyoruz. Fakat asıl mesele kişi o duyguda takılıp kalmıştır ve normal hayatına (sohbetine işine gücüne) devam edemiyordur. Bunun düzelmesi için de yardım talep edemiyordur. Ancak dikkat edince bunu farketmek zor değil, duruş değişir, yüz düşer, sohbet biter... vs yani akış birden bire bozulur.

 Kitapta tabi ki sadece bu mevzu yok. Yakınlarımıza bağlanma şekillerinin bizi nasıl etkilediğinden, ebeveyn olmaya dair bir çok güzel bilgi var. 

Ve yine çok şükür anneliğim konusunda sezgisel olarak edindiğim bilgiler kitapla örtüşüyor. Uzun lafın kısası bu kitap iyi ki okumuşum dediklerimden biri oldu. Kafamdaki taşlar oturdu, sistematik çözümler edindim ve ayrıca okumaktan keyif aldım.

17 Ekim 2017 Salı

Nova'ya Mektuplar 33. Ay

Ekim 17, 2017 3 Comments
Canim oglum

Mektuplarin artik duzeni sasti, fakat hic yoktan iyidir diyerek yazmaya devam edecegim. En son sanirim 3 ay once yazmistim. Dolayisiyla son bir ayda ne yaptigini degil, bu zamana kadar neler yaptigini yazmaya calisacagim.

Uc yasina yaklastigina inanamiyorum. Ne cabuk buyudun. Teyzenlere falan bu tepkimi dile getirince onlar da diyor ki zaten hic oyle bebek olmadi ki, 5 aylikken siralamaya 9 aylikken yurumeye basladi. Bebek dedigin kucakta oturur, yatar, etrafa bakip gulucuk atar falan. Boyle bir bebeklik donemi cok kisa surdu senin. Dolayisiyla uzun zamandir yumurcaksin. Artik dilin de iyice cozuldu, cok fazla cocukca kelimelerin de yok. Bu durumda gayet buyukmussun gibi geliyor.

Artik herseyi soyleyebiliryorsun, cumle kurmalarin, hikaye anlatmalarin, sarki soylemelerin, kelime oyunlarin, sakalarin... Cok hizli gelisti dilin. Ama tabi hala ufak tefek dilinin donmedigi (ya da oyle oldugunu sandigin icin) yanlis telaffuz ettigin seyer var. Tohumlar pidana, pidanlar agaca diye sarkini soylerken hic mi hic bozmuyorum. Ablanin spinnerlari, senin dilinde pinnır; yine spiderman senin icin paydırmen. Oyle tatlisin ki soylerken.

Eylul basinda turkiye tatilinden dondugumuz gunun aksami hemen odanda ufak bir degisiklik yaptim ve o gece seni ayri yatirdim. Odani cok sevdin, o gunden beri ayri yatiyoruz. Ama ablan hic yapmazdi bize seslenir cagirirdi, sen sabaha karsi pitir pitir yanimiza geliyorsun. Ustelik yataktan atlaman gerekiyor. Bir kac gun once nasil olduysa duymamisiz ve sen gelmis yanimiza yatmissin. Sabah bir baktik Eren burada uyuyor :) Cok sasirdik. Simdilik bu gelmelerini o kadar sorun etmiyorum. Elbet gun gelecek kesintisiz uyuyacaksin hatta bizi istemeyeceksin. Zaten ufaktan belirtileri basladi, ben seni uyuturken yanina uzaniyorum meme olayi sebebiyle-hala cozemedigimiz bir bu kaldi, bir deneme yaptik 24 saatin sonunda ben bozdum dayanamadim-. Ne diyordum yaninda iken 90 cm lik yataga yayilamiyorsun haliyle ben kalkar kalkmaz hoop donup yayiliyorsun, keyfine duskunsun yani. Yatagini da bu acidan sevdin, 90x200 normal tek kisilik yatak cunku.



Meme emmen oldukca seyrek hatta sut olmadigini sen de soyluyorsun, fakat duygusal olarak ihtiyac duydugun zamanlar var. O zaman kucagima gelip sacimla oynayip memede huzur buluyorsun. Ozellikle aksam ustu cok yoruldugunda uykun geldiginde oluyor bu, cunku uzun zamandir gunduz uykusu uyumuyorsun ama nasil basariyorsun bilmem 12-13 saat kesintisiz ayaktasin.

Haftada 2 sabah okulun devam ediyor, kasim sonunda 4 sabaha cikacak. Sanirim sorun olmayacak daha cok gitmen cunku artik cok seviyorsun, orada bazi favori arkadaslarin var, ogretmenlerinle de aran iyi cok sukur. Hollandacan iyiye gidiyor. Ne kadar dogru bilemiyorum tabi ama hollandaca sarkilar da soyluyorsun.

Muzik demisken, tam bir muzik duskunu oldun ciktin. Baban sizlere iyi muzikler dinletmeye gayret eder. Arabada hep calariz, artik ablan ile sen belli sarkilari ozel istek yapiyorsunuz ve defalarca calmasini istiyorsunuz. Ayrica evde cd calari kontrol etmeyi ogrendin. Yaz ortasinda buradaki bir magazada asiri indirimler vardi. 3 tane hollandaca cocuk sarkilari cd si almistim, bir tane de evde vardi. Onlar senin oldu tabi ki. Bir donem o cdlerle bile uyudun. Her birinde ortalama 20 sarki var, hangi cd de hangi sarkilar var biliyorsun, istedigini koyup istedigin parcayi aciyorsun. Sonra digerini takiyor baska sarki aciyorsun. Disardan gelir gelmez cd calara kosup hemen bir parca aciyorsun. Bana anne sana sunu calayim mi diye soruyorsun. Boyle tam bir dj halleri yani. Isin ilginc tarafi baban da boyle ve hatta bir donem dj lik yapti gencliginde. Fakat sen elbette ki bu ise cok erken baslamis oldun. Bakalim gidisat ne olacak :)



En cok sevdiklerin; oyuncak arabalar, hergun kek pisirmek (ama yememek), puzzle yapmak, gezmeye gitmek, eski gittigimiz yerde cektigim videolari izleyip yine buraya gidelim demek, bisiklet surmek, arkadasin Damla (ablani kizdirmak icin o benim arkadasim degil kardesim diyor, ablan da itiraz edince inatlasiyorsun), brokoli ( hergun corbasini yiyebilirsin), mumkun oldugunca ince giyinmek (hatta ciplak gezmek) ... Genelde mutlu neseli bir cocuksun, cabuk ogreniyor, cabucak buyuyor hergun bizi sasirtiyorsun. Seni hepimiz cok ama cok seviyoruz.

Annen
Amsterdam

16 Ekim 2017 Pazartesi

Gunun Ozeti-16 Ekim 2017 pazartesi

Ekim 16, 2017 6 Comments
Cumartesi 19, pazar 22 dereceyi gormemizin ardindan bugun 24 derece ile hollanda havasi bizi oyle mutlu etti ki bugun pek guzel gecti. Eylul basinda turkiyeden donusumuzun ardindan 15 derece birden soguga gelmis, paltolari, cizmeleri coktan cikarmistik. Bu gun ise yeniden tisortleri sandaletler. Hatta cocuklar ciplak ayak dolastilar ya neyse :)

Sabah 6,30 da uyandi Novacim. Dun yaptigimiz piknigin yorgunlugu ile kizim ve oglumla uyumustuk. Gece iyi uyudular denebilir. Sabah erken kalkmalari da gayet makuldu. Zaten kendileri uyanmasalar bile (genelde olmuyor ama) alarmimiz 7 de caliyor.

Bugun oglumun okulu yoktu, kahvalti ve okul hazirligi ardindan oglumla Helo'yu okula biraktik. Bisikletle gittiler ama Novacim biraz yavas ilerledigi icin, giderken onu suruklemek zorunda kaldim. Okuldan sonra markete gitmek istedi, aslinda acil ihtiyacim yoktu ama zaman gecirmek icin hayhay dedim. Demez olaydim, tabi ki hem market poseti hem de bisikleti tasimak zorunda kaldim. Bir daha markete o bisikletle (ablasindan kalan uc tekerlekli nostaljik pembe bir bisiklet) gelmek yok diye anlastik. Gerci yolun yarisinda akil edip posetleri de arkasina koyarak ve bir yandan da onu ittirerek nispeten kolay geldik. 8.20 de ciktigimiz eve 10 da donduk. Eve gelince biraz oyun oynarken ortalik toplamaya giristim. Arada onunla oynayarak salonu ve mutfagi toparlama, yerleri silme isini 12 de zorla bitirdim. Normalde pazartesi sabahlari oyun ablasi geliyor ama bugun gelemedi. Biraz ust kata ciktik, camasir makinesini calistirdik. Bu arada pisen brokoli corbasindan yedik beraber, biraz tablet izledik bu arada. Saat 2 ye dogru Helocugumu almak icin okula gittik. Yine bisikletle ama bu sefer denge bisikletiyle. Iki tekerlekli bu bisikleti biraz daha hizli kullanabiliyor.

14,15 te kizim sinifindan ciktiktan 15.30 a kadar okul bahcesinde oynadilar. Hava da cok guzeldi  zaten doysunlar istedim, gerci kotu olsa da oynuyorlar ya neyse :)) Bahcede genelde en son kalan biz ve amerikali arkadasi oluyor kizimin. Hani su babasi bakan. Kizim kendi arkadasiyla oynuyor, oglum da kiz kardesiyle. Hatta bir sure sonra o da okula baslayinca okul arkadasi olacaklar (zaten simdiden tanisiyorlar tabi ama resmiyet kazanmis kendi arkadasi olmus olacak :)) Bugun bahcede kizimin bisikleti ile arkadasina bisiklet surmeyi ogrettim, o henuz bilmiyordu ve sanirim ozel bir caba da sarfetmediler ogrenmesi icin. Ben egilip pesinden kosarak (bilirsiniz pek yorucu bir istir) defalarca surmesine yardim ettim ve en sonunda 5-10 mt kadar kendisi gidebildi. Bunu goren babasi cok sevindi (ic ses neden on ayak olmuyorsunuz be adam bak iste cocuk hevesli sen yapsan surecekti diye soyleniyor tabi ). Ben boyle ici kaynayan bir anneyim, usenmem. Hatta kucuk kardesini de bindirip gezdirdim ve sonra okuldan cikarken elimi tutup benimle geldi minik hanim Ava. Eve gitmeyecekmis benimle gelecekmis, yerim seni. Oyle tatli bir sari seker ki, bayiliyorum. 'No no wait mine' derken telasla kosturmasi, mimikleri gozumun onunden gitmiyor. Onlar pek mincirmali sevmez ama arada oksayip opuyorum dayanamayip :)


Okuldan sonra biraz uzakta olan buyuk parka gotureyim diye istiyordum daha ufak cocuklari olan arkadasim aradi. Onunkiler uyanmis hadi parka gidelim diye. 15.45 gibi parka geldik 16.50 ye kadar parkta kaldik. Park cok kalabalikti herkes akin etmis. Kostular oynadilar cok eglendiler. Zor ciktik oradan ama saat 17'deki Helonun ritmik jimnastik dersine yetismemiz gerekiyordu. Haydi parktan dogruca jimnastige. Boyle olacagini bildigim icin jimnastik cantasini yanima almistim zaten :)

Kizim jimnastikteyken mekanin cafesinin bahcesinde oturduk, Burasi da cimenlik bir bahce, icinde birkac oyun alani var cocuklar kosturup duruyor. Bizim ufaklar oynarken biz de oturup birer kahve icebildik nihayet. Gunes, sohbet, cocuklarin nesesi hepsi birden cok iyi geldi. Saat 6 da ders bitti eve donduk (tabi ki ders cikisi giyin soyun, eve getir bir yarim saati buluyor) kapida esimle karsilastik.

Gordugunuz uzere yemek yapmaya firsatim olmadi bugun. Sabah yaptigim corbadan baska hicbirsey yoktu evde. Arkadasim gelip beni almadan bir iki dakika once saat 3,5 ta firina dondurulmus balik gratenlerinden atmis, firini ayarlayip cikmistim. Eve gelip de cocuklar sofraya oturduklarinda, onlar corbalarini yerken bir miktar makarna hasladim (baligi seviyorlar ama bu balik soslu pek hoslarina gitmiyor yine de azicik ondan da yediler), bize de bir salata yaptim, yemek hazir. Artik masada uyuyacak kadar yorgun olduklari icin (oglum artik gunduz uyumuyor zaten) zorla yemeklerini bitirdiler ve Novacim 7,30 da Helocum da 7.45 de uyudu. Ben de biraz dinlenmenin ardindan kalktim blogumu yaziyorum.

Cocuklarla cogu gunlerim bu yogunlukta geciyor ve nasil aksam oluyor anlamiyorum bile ama bu tempomuzu sevmedigimi soyleyemem. Dahasi hepimiz bu rutine alistik, oglum kalkar kalkmaz bugun neler yapacagiz diye soruyor. Bugun gibi hic boslugumun olmadigi gunlerde dahi, bir kahve icimlik, bir sohbetlik zamanlar sunuyor evren bana ve ben de tabi ki sukredip duruyorum.

11 Ekim 2017 Çarşamba

Hollanda'da Yabanci Cocuk Olmak 1

Ekim 11, 2017 8 Comments
Bu siralar yurtdisina goc epey artti galiba, Hollanda'da durmadan yeni gelmis ailelerle tanisiyoruz ve bana da ozelden sorular geliyor. Yakinda tasinacagiz napalim diye? Cocuklu ailelerin en buyuk problemi okul ve cocugum dil bilmiyor ne yapacak endisesi? Endiselenmekte haklilar elbette ama gercekten cocuklar cok hizli ogreniyor ve Hollanda gonul rahatligiyla soyleyebilirim ki cocuklara cok fazla deger veriyor. Asla magdur olmasina izin vermez.

Bizim hikayemizi biliyorsunuz, kizim 15 aylik iken tasindik, 2 tasina kadar bireysel olarak katildigimiz aktivitelerle dili duymasini sagladik, 2 yasinda oyun okuluna basladi fakat ilk basladiginda haftada 1 sabah gidiyordu, araya yaz tatili girdi, sonra haftada 2 sabah falan oldu derken 2,5 yasina geldiginde cok da ilerlememisti. 2,5 yasinda babysitter ile anlastik. O donemde hamile oldugumdan haftada 3 gun 3 saat geldi ve kizim 3 ayda konusmaya basladi. Simdi 5,5 yasinda ve ilkokulun 2. sinifinda (burada 4 yasinda basliyorlar okula) Hollandaca'si diger cocuklar kadar iyi ve hatta kisisel cabalari sayesinde ingilizceyi anliyor ve konusabiliyor :))

Su anda 33 aylik olan oglum burada dogdu, dogdugu andan itibaren babysitter ve ablasindan hollandaca duydu. Tam hatirlayamiyorum su an ama iki yasindan daha once babysitter ile birebir oynamaya basladi. Simdi hollandaca anliyor ve temel seviyede konusabiliyor.

Genel olarak expat cocuklarinin 4 yasina gelene kadar hollandacayi ogrenmesi gerektigini dusunuyoruz biz anneler. Cunku 4 yasinda okula basladiginda daha yogun bir sosyal hayata girecek ve dil bilip bilmemesinin onun psikolojisine etkisi olacak. Tabi buraya ilk geldiklerinde 4 yasini gecmis olanlar da oluyor ama dikkatli bir calismayla birkac ayda sokuyorlar dili.

Bizim gibi burada dogan cocuklari genelde krese gonderip dil ogrenmesini umuyor aileler. Biz kres olayina girmedik, sebebi ise cok pahali olmasi.

Krese gore degisiyor elbette ama haftanin 5 gunu 1200-1500 eu para istiyor kresler (maaslarin 2000-4000 arasi olabilecegini, ev kirasi ve diger yasam masraflarini da dusununce daha iyi kiyaslanabilir bu miktar). Eger hem anne hem baba calisiyor ise devlet yardim ediyor ve bu paranin %40 civarini geri oduyor. Bu yuzden bircok annebaba haftada sadece birkac gun gonderiyor. Kresler 3 ayliktan 4 yasina kadar cocuklari barindiriyor. Bizim durumumuzda ben calismadigim icin yardim alamayacaktik ve cok pahali olacakti. Babysitter ile anlasip kizima haftada 3 gun geldiginde saati 7,5 eu dan geliyordu ilk basladiginda. Simdi 10 veriyorum biraz zam yaptik ama oglum icin toplamda haftada 50 ayda 200 odemis oluyoruz.

Elbette kres ile kiyaslandiginda daha farkli, kres cocuga butun gun bakiyor yani anne butun gun ozgur ancak dil acisindan baktiginizda kreste cocukla butun gun birebir ilgilenilmiyor. genelde cocuklar kendi kendine takiliyorlar, belki gunde bir iki saat onunla konusuluyor en fazla. oysa babysitter sadece onunla konusuyor ve oynuyor, sayilari, renkleri ogretiyor, kitaplar okuyor, hatta ben su konu bu konu diye yonlendiriyorum ve dolayisiyla daha egitici seklinde geciyor. Hangi yolu sececekleri tabi ki ailenin sartlarina gore degisecektir. ben bu yolu sectim ve her iki cocugumda da memnun kaldim.

diger yandan babysitter hic cagirmayip olayi akisina birakmak da mumkun. Babysitter parasi da az degil ama bunu gelecege yatirim olarak gorduk biz. eger hic bir ozel yontem sunulmayacaksa her cocugun 2(veya 2,5 yasinda -bolgeye gore degisiyor) okul oncesi denilen oyun okullarina baslama hakki oluyor. Bunlar yine ucretli ancak cok cuzi. Yine bolgeye gore degismekle birlikte saatlik ucretini bu gune kadar en fazla 5eu duydum, bizimki 1 eu gibi ve bircok yerde de ucretsiz. Burada maksimum 3 saat olmak uzere (sabah veya ogleden sonra) 1-4 gun gitmeye hak kazaniyorlar. Bazilarinda expat cocuklarina dil ogretmek icin ozel ogretmenler de oluyor. biz kizimda bu hizmeti aldik oglumda da kasim ayindan itibaren alacagiz. Bu okullar cocugun her yonden gelisimini detayli olarak takip ediyor ve ilk okula baslarken detayli bir raporu okula gonderiyor. Dil gelisimini de takip edip gerekirse yardimci oluyor.

4 yas cocuklar icin donum noktasi. Artik buyuk okula gidecekler ve anne babalarin 4 yasina kadar odedikleri tum paralar birdenbire duracak :)) Bunu esimin arkadasi demisti. Aslinda calisan anne babalar icin yine okul sonrasi kresler ayni derecede masrafli. Bircok okulun yaninda bso denilen afterschool merkezleri var. Bizdeki etut merkezi gibi dusunun ama odev yapmiyorlar :)) Cocuklari okuldan aliyor, anne veya baba isten gelip onu alana kadar gozetiyor. Bunlar da yine kresler kadar pahali, oysa artik daha az saaat bakiyorlar, saat 2,5 (veya 3) ten aksama kadar. Fakat hollandali anne babalarin calisma saatlerini esnetme haklari var. Bir cok kisi 4 gun calisiyor veya bazi gunler erken cikiyor, sonucta anne ve baba cocugu paslasarak sadece 2-3 gun afterschoola gonderiyorlar. Tabi burda anane babanneleri olanlar varsa onlar da alabiliyor cocuklari, bazi aileler baska yakin ailelerle anlasip paylasabiliyor cocuklari (birgun sen al bak birgun ben gibi) veya bir yardimci tutup okuldan cocuklari alip evde bakabiliyor. Dolayisiyla cok secenek mumkun.

Devam edecek....

10 Ekim 2017 Salı

Hollanda Usulu Dip Soslar

Ekim 10, 2017 2 Comments
Hollandali'lar ogle yemeklerinde sicak yemek yerine sandvic yerlermis. ilk basta elbette ki yadirgadik, ustelik sicak yemek yemeye alismis esim icin tam bir problem bu. Yemegini evden goturuyor orasi ayri ama bazen icinde ogle yemegi olan toplantilardan geldiginde, bugun yine ac kaldim diye isyan ediyor.

Onlara gore de bizim tam tesekkulu yemek yememiz tuhaf geliyor. Ama bir de isin su tarafi var, biz de kahvaltilarini sicak yiyen uzak dogululari yadirgiyoruz. Hepimizin kulturu aliskanliklari farkli iste.

Ben ise sandvici cok severim, hergun yesem bikmam ama zaman gectikce goruyorum ki, Hollandalilarin sandvic anlayisi oyle cok da sagliksiz degil. Evet belki sadece peynir ekmek yiyen de vardir ancak, marketlerin sandvic ile ilgili urunlerin oldugu reyonlarda cesit cesit dipsoslar var. Bunlarin basinda humus, tavuklu sos, balikli sos, patatesli sos, rus salatasi gibi minik kaselerde satilan, raf omru 1-2 gun olan, taze mezeler bunlar. Genelde bu mezelerden alip suruyorlar ve bir dilim peynir, salam veya fume balik gibi seyler ekliyorlar. Bir meze duskunu olarak hepsini ilgiyle inceliyorum (hepsini alip denemedim ama bazilarinda uygun olmayan seyler olabiliyor) ve evde yapmaya calisiyorum. Aslinda mantigi kapinca kendi kendimize de uydurmak mumkun. Ekmege surebilmek icin bulamac kivaminda olmali ve birbirine yakisan tatlar katilmali. Asagida cok sevdigim tarif sitesinden sectigim ornekler var. Sadece cesitlilik icin fikir vermesi acisindan ekliyorum, fotograflarina bakinca bile ufkum genisliyor. Aaa bak bu malzeme hic aklima gelmemisti diye. Buradan bu sitedeki tum soslara ve tariflerine erisebilirsiniz. Hollandaca ama translate ile cevrilebilir.

kecipeynirli patlican dipsosu

mascarpone peynirli salatalik dipsosu

somon baligi dipsosu

yogurtlu avokado dipsosu

domates ve kapari soslu fava 

narli ve cevizli biber sosu

enginar, roka ve beyaz (feta) peynirli dipsos

humus

turp sosu

ispanak ve enginarli sos

salatalik sosu

peynirli ispanak sosu

susamli patlican sosu

cevizli patlican sosu

zeytinli dipsos

bezelye ve keci peynirli dipsos
Web sitesinde daha o kadar cok cesit var ki, aslinda dusununce neredeyse her sebzeyi boyle sos haline getirebiliriz. Bu sekilde hem yemeklerin yanina hem de sandviclerin icine konuldugunda, tek basina hic yenilmeyen sebzeler bile tuketilmis olur.

Simdi sadece fotograflara bile bakinca o kadar canim istedi ki simdi hemen bir sos yapacagim. Sizin de boyle favori soslariniz varsa duymayi cok isterim.

sevgiler.

1 Ekim 2017 Pazar

Yazayim ama ne?

Ekim 01, 2017 18 Comments
Son yazimin uzerinden 13 gun gecti. Hergun gun icinde sunu yazayim bunu yazayim diye kafama not ediyor, aksam olup da yazmak icin bos zamana kavustugumda ise kalakaliyorum. Gunlerimin kosturmacasindan sonra kafam sanki kazan olmus veya cok onemli gordugum meseleler siradanlasmis oluyor. Bir yanimi kemiren "aman canim millet senin hayatini ne yapsin" dusuncesi, diger yandan gelen "ama bak Helo'ya yazmistin, Nova icin hic kayit tutmuyorsun" seslerine karisiyor. Diger yandan okudugum bazi blog yazilarinda hayran oldugum edebi nitelikler benim yazilarimda ol(a)madigindan -bence duzenli ve istikrarli yazsam olur, cunku calistikca gelisiyor bu beceri- kendimi degersiz hissetmeme neden oluyor. Oysa benim blogumu ilk acma amacim yararlilikti. Isimde de normal hayatimda da benim icin cok hassas bir mevzu bu, etkilesimde bulundugum insanlara maksimum olcude yararli olmak. Eski yazilarimda nispeten tatmin oluyordum bunu yaptigima dair, simdikilerde ise bilemiyorum. Ne diyecektim, edebi olmaktan cok yararlilik icin bu blogu actigimi kendime daha sik hatirlatmaliyim.

Cok guzel bir pazar ogleden sonrasinda, sessiz evimde bilgisayardan yaziyorum bu postu. Ogleden sonra bir arkadasimla tursuluk malzeme almaya gidecegiz diye cocuklari babasi devraldi. Planimiz iptal olunca da sessiz bir ev bana kalmis oldu. Her zaman yapamadigim bazi isler yapacagim ama blog yazmayi onceye aldim, ne de olsa bu da her zaman yapamadigim bir is :)

Lafi geveledigimin farkindayim, ne yazsam bilemiyorum suan. Son zamanlarda yasadiklarimdan itibaren dusundugum cok konu var. Bunlardan biri kotu insan-iyi insan olmak uzerine. Bazen oyle haberler duyuyoruz ki (ozellikle isin icinde cocuklar varsa) insan nasil bu kadar kotu kalpli olabilir diye aklim almiyor. Hemen suclamaya geciyoruz, iste polis gorevini yapmiyor, adalet adil davranmiyor, bu kotu insanlar da gitgide aziyor... gibi. Halbuki hepsi duzgun calissa insanlik iyiye gidecek, dunya tamamen iyi insanlardan olusan bir yere donusecek gibi bir algi doguyor. Buna ne kadar uzulsem de inanmiyorum cunku goz onune almamiz gereken bir husus var, insanin yaratilisi geregi, icimizde seytan var. Yani biz hem "yin" iceriyoruz hem "yang"; hem seytan hem melek. Insanligin var olusundan beri iyi insanlar da oldu kotuler de, dolayisiyla bu catismalardan dogan kiyimlar da. Fakat diger yandan bakinca da nispeten daha ilimli yasayan bunlari asmis gibi gorunen toplumlar da var. Elbette o toplumdaki insanlarin varligindaki seytani taraf tamamen yok olmamistir, bazi insanlar sadece bastirmis, bazilari tamamen silmis olabilir. Fakat bir sekilde toplum bazinda yogunlugu azalmistir. 

Bunun sebepleri neler olabilir. Elbette kisisel inanclar (dini inanislar vs) insani iyiye yonlendirmeye calisiyor ama su anki dunyada bunu saglayan en onemli guc hukuk. Insan hoslansin veya hoslanmasin toplumdaki diger insanlarin haklarina mudahale edemez. O toplulukta yasayacaksa ona itaat etmeli, yoksa gidip dag basinda pekala yasayabilir, gitsin yasasin. Ulkemizde ise ne yazik ki artmis gibi gorunen bu kotuculugun baslica nedeni bu. Nasilsa bir diger kotu hic bir ceza almiyor, nasilsa bazi kotuler his birsey olmamis gibi hayatlarina devam ediyor. Nasilsa iyi, sessiz, kendi halinde insanlarin kani emiliyor... 

Bir digeri ise refah seviyesi. Insanlar yasam sartlari iyilestiginde, hem maddi hem manevi tatmine ulastiginda, icsel bir huzura ulasir, haliyle baska insanlara daha az bulasir. Elbette elindekiyle yetinmeyen insanlar hep olacaktir. Fakat ayni aslanin agzindan ekmeyi kapmaya calisan on kisi varsa, haliyle o on kisi birbirine dusman olacaktir. Iste ulkemin bir diger problemi, her alanda bir rekabet ortaminin olmasi. Is hayatinda, saglik/egitim gibi tum sosyal hizmetlerde toplum geneline yayilamayan esitsizlik. Bu kolay bir is degil elbette ama minumum hizmeti herkese ulastirmak onemli.

Bu soylediklerimi bir yonetici duysa soyle der, "biz sunu yaptik begenmediler, bunu yaptik daha cok istediler, vatandas asla tatmin olmaz, hicbir zaman memnun olmaz." Dogrudur cunku toplumun bir diger eksikligi de empati, insaniyet bilinci ve egitim. Bugun surus dersi hocam soyle dedi; Turkiye haber kanalinda gordum, birisi buldugu 2000-3000 tl gibi bir parayi sahibine ulastirmis diye, bangir bangir haber yapiyorlar. Oysa bu dogal olan sey olmaliydi, sasirilan, vurgu yapilma ihtiyaci olan sey degil. Iste bu oz degerlerimize donmemize ihtiyacimiz var. Bu nasil olacak, ornek olarak, egiterek ve hatta bence en onemlisi insanlara dusunmeyi ogreterek. Bir dusun bakalim bu yaptigin dogru mu, sana yapilsa hosuna gider mi? iste bunun gibi oz sorgulamayi unuttuk. Yoksa bazi temel konulardaki dogrular tum dunyada aynidir.

Icimizdeki seytana sahip olmak bizim zor sartlar altinda hayatta kalmamiza yardimci olacagi icin kacilmasi gereken bir durum degil. Onu da kabul edecegiz ama baska bir ozelligimiz daha var, akil. Akla sahip bir varlik olarak, aklimizi seytanin emrine sunmayacagiz. Iste her insan icindeki seytani aklinin kolesi yapabilirse, o zaman dunya cennete donusebilir.


17 Eylül 2017 Pazar

Çıtır Anne

Eylül 17, 2017 13 Comments
Geçenlerde Kahve Hanım'cım bir yazısında bahsetmişti. 34 yaşın ikinci çocuk için geç olduğunu düşünenler varmış. Ben dedim 36 yaşında ikinci çocuğu doğurdum ama ilkinden daha çıtır anneydim :) Tabi bu biraz mecazi oldu, kendimi hiç çıtır bulmuyorum ama anlatmak istediğim daha enerjik, daha formda ve zinde hissetmemdi.

İlk hamileliğim günün çoğunu oturarak geçirdiğim 9 yıllık iş hayatının sonrasında geldi. İşe gitmiyordum, ev işlerimi yapıyor, dışarda dolaşıyor o zamanki düşünceme göre gayet aktif bir hamilelik geçiriyordum. Hatta doğuma birkaç gün kala camları bile silmiştim (sonradan ikincide de aynı olay oldu nedense). Fazla kilo almadım ama zaten baştan biraz fazlam vardı. Fakat işimin olmadığı her zaman yatabiliyor, internette uzun uzun araştırma yapıyor yani yan gelip yatıyordum (sonradan ikinciyle kıyaslayınca tabi). İlk anneliği 33 yaşında tattım. Yirmili yaşlarda iken 30lu yaşlar çok yaşlı gelirdi ama gerçekten hiç de öyle hissetmiyordum.

Sonra tabi bebekli hayat....

Az uyku, bütün gün aktif oyun, hizmet, gezme. Bebek taşıma, hoplatma sebebiyle gelişen kaslar, çocuk için sağlıklı yemekler pişirmekle gelen sağlıklı yaşam ve en önemlilerinden biri çocuğun eve getirdiği mutluluktan doğan bir yaşam enerjisi... Sonuçta anne olduktan iki yıl sonra eskisinden daha sağlıklı, hareketli ve formdaydım.

Sonra ikinci hamilelik. Birincinin yanına yaklaşamayacağım kadar hareketli geçti. Sabahtan akşama hiç oturmuyordum ve ilk trimesterda dahi gündüz bastıran uyku hallerini geçiştirmem gerekiyordu. (Elbette vücut uyku istiyorsa uyumak lazım ama 2 yaşındaki kızıma göz kulak olacak kimse olmadığından hiç uyuyamadım). 9 ay boyunca yine aktif çocuk bakımının ardından yine benzer kilolarla geçen hamilelik ve sonrası. 

Şimdi 38 yaşında ve iki çocuk annesi olarak anne olmadan hemen önceki halimden daha çıtır anneyim. Neden? Çünkü artık iki çocuğu aynı anda taşıyabilen kol kaslarım var, günde en az 10bin adım yürüyen bacaklarım. İki çocuğun sevgisiyle tavan yapmış oksitoksin hormonum, onlara baktıkça ettiğim şükürlerden evimizi kuşatan huzurum. Evet şu yaşımda, belki de hayatımın en genç olduğum çağındayım.

Kıssadan hisse, herkesin dediği gibi takvim yaşı değil beden yaşı önemlidir ve çocuklu hayat insanı gençleştirir ☺️

13 Eylül 2017 Çarşamba

Etkin Velilik Dönemi

Eylül 13, 2017 5 Comments
Dün instagramda paylaştığım yazıyı biraz daha zenginleştirerek yeniden yazmak istiyorum. Helocum 2. sınıfta olmasına rağmen geçen yıl 'sabah bırak öğlen al, bu arada çocuklarla ve velilerle kaynaş ama okulun görevlerine katılama' şeklinde geçmişti. Çünkü oğlum ufaktı, öğlen uyuyordu, yanımda götürsem durmuyordu, bırakacak kimsem olmuyordu ve tabi ben Hollandaca bilmiyor(d)um. Velilerle ingilizce anlaşıyorum ama çocuklarla birebir iletişimde zayıfım. Bu yüzden doğrudan çocuklarla etkileşmeli görevlerde yer almadım.



Hollanda'da ilkokullar sabah 8-8,30 gibi başlayıp öğleden sonra 2,5-3 e kadar devam ediyor. Farklı okullardan duyduğum kadarıyla öğle yemeği saatinde kimi okullarda çocuklar eve gidiyor, kimisinde öğretmen yemeğini yerken çocukları gözetecek biri tutuluyor (gönüllü birine para toplayıp vs). Bizim okulda ise her öğlen bir veli çocuklara gözetmenlik yapıyor. Kapıda bir liste var, herkes orayı gönlünce dolduruyor hangi gün gelebilirse.

Ben geçen yıl #novadunya nın öğle uykusu sebebiyle ve bir de Hollandaca bilmediğim için hiç katılmadım, bu yıl ilk defa dün şansımı denemek istedim.

Pek de zor geçmedi çünkü zaten çocuklar kuralları iyi biliyor, güzel oynuyorlarmış. Hatta kocaman bahçe içinde görünmez sınırlarla büyüklerin ve küçüklerin bölümlerini ayırmışlar, kimse diğer bölüme geçmiyor. Böylelikle büyüklerin hızlı ve vahşi oyunları ufakları etkilemiyor. Dolayısıyla kendi kendilerine güzel güzel oynuyorlar. Arada ayakkabı bağcığı bağlatan oldu, düşeni kaldırdım vs. Fakat bu iş en çok #novadunya ya yaradı. Dün çok eğlenince bu sabah yeniden istedi ve Allah gönlüne göre verdi. Bugünün görevli annesinin son anda işi çıkınca görevi biz aldık.

Geçen sene de takip ettiğim için biliyorum sınıfın whatsapp grubunda böyle talepler olduğunda herkes kim ne kadar görev almış/almamış saymadan yardıma koşuyor. Okulla ilgili diğer herşeyde böyle. Zira bit kontrolü, oyuncakların yıkanması, sınıfın temizlenmesi gibi bir sürü görev oluyor sene boyunca. İşte bu birliktelik ruhunu çok seviyorum, sonuçta herşey çocuklar için 🙏🏼





12 Eylül 2017 Salı

2017. Yaz

Eylül 12, 2017 0 Comments
Hollanda'ya dönüşümüzün üzerinden 10 gün, okulların açılmasının ardından 1 hafta geçti ve ben hala 2017 yazına dair notlarımı yazamadım. Üstelik bugün itibariyle sabah 11 derecede okula gidip, gün boyu da maksimum 14 dereceyi görünce artık bizim için yaz dönemi bitmiş oldu. Bu akşam yorganlara da geçtik şimdi kış gelebilir :))

Yaz bitip de çocuklar normal rutinlerine dönünce, birden bire farkediliyor ki ne kadar büyümüşler, ne çok şey öğrenmişler, ne kadar olgunlaşmışlar. Bugünlerde hergün hayretle buna tanık oluyorum ve şükrediyorum. Artık evimizde 5,5 yaşında bir genç kız ve 2yaş 8 aylık bir delikanlı var. Ve tabi 90 yasindaki inatlari. Inatcilar bir degil iki olunca evlere senlik oluyor tabi ki:))

Bu yaz bizim icin bir ilk yasandi ve ilk defa ablalarim bize kalmaya geldiler. Aylar suren uzun pasaport-vize macerasindan sonra kizimin okul tatilinin baslamasindan bir hafta once gelip bir ay kadar kaldilar. Iki ablam ikiser cocuklari ve birinin damadi olmak uzere, 7 misafirimiz vardi. Biz de 4 kisi olunca ilk 10 gun 11 kisi bir evde geri kalan zamanda ise ikisi dondugu icin 9 kisi bir evde yasamis olduk. Cocuklar icin essiz bir deneyimdi, benim icin ise keyif. Onlara gore kadar yogun bir program yaptik ki, biraz alismakta zorlandilar :p Istanbul rehavetinden sonra buradaki aktif hayat biraz yorucu geldi, biz de bir gun gezmeli bir gun evde dinlenmeli seklinde ayarlamaya calistik. Bir suru yere gittik ve en ilginclerinden biri, kac yildir amsterdam'da yasiyor olmamiza ragmen hep yaz o tarihte turkiyede olmamiz nedeniyle Amsterdam Gay Pride' a katilmamiz oldu. Gercekten onlar icin de buyuk sansti. Tam o tarihte buradaydilar.



Cocuklar tabi ki iyi kotu aliskanliklar edindi, birazcik siveler degisti. Nidalari ooov seklinde olan Novacim cumlelerin sonuna bee getirmeye basladi (bir araya gelince biraz trakya agzina kayiyoruz), oyunda kaybettikleri zaman 'kendimi tebrik ediyorum' demeyi ogrendiler birseye kizdiklarinda 'hani bana dondurma verecektin hani hani' diye cikisir oldular :)) Bir arada altalta ustuste, bol oyunlu bol kavgali guzel gunler gecirdiler.

Biz de turkiye tatilimizi onlarin donuslerine denk getirmeye calistik. Ayni ucakla, cocuklarla beraber dondum, esim bir hafta kadar sonra geldi, o gelince bir haftalik Mugla- Dalyan tatili yaptik, ardindan yine Istanbul, biraz orda ziyaret gezme alisveris derken gunler cabucak gecti. Aslinda gecen sene kaldigimiz 6 haftaya gore 3 hafta oldukca kisaydi ama Helocum doydugunu ve okulunu ozledigini soyledi. Sanirim oncesinde de gorusmus olmanin etkisi vardi. Zaten 3 hafta icinde o kadar cok sey yaptik ki, gunler yogun gectiginde 1 gun insana 1 hafta gibi uzun geliyor.

Velhasil kurkcu dukkanina geri donduk. Ozlemisiz evimizi ve serinligi. O ne sicakti oyle. Sanirim bizim bunyelerimiz buranin iklimine alistigindan fazla sicaklarda duramiyoruz. Elbette orda surekli yasasak daha farkli cozumlerimiz olurdu veya bizim de dengelerimiz degisirdi. Boyle gitgel durumlarda hersey sasiyor.

Tabi akil da sasiyor. O kadar cok sey degismis oluyor ki her gidisimizde sasiyoruz. Cevre, gundem, insanlar, davranislar, fiyatlar... Eskiden 1 tl ye oje alirdik simdi en az 4-5 tl. Diyeceksiniz ki ojeye gelene kadar ne zamlar var ne fiyatlar... Evet hepsinin farkindayim ama oje fiyati bizim tatilimizin gundemine bomba gibi dustu.

Oglum ojelere merak saldi. Aslinda ben pek surmem, ablasi iste biraz heveslenmis birkac cocuk boyu ojeye sahip olmustu. o surerken isterdi ve ben de esirgemezdim cunku henuz hayir erkekler surmez demek icin cok erken ve dogrusu ilerde de der miyim onu da bilmiyorum. Neyse konu bu degil, oglum bir avm de bir mavi oje begendi fiyati da tam 12.99 tl. Almam icin yerlere yatiyor zirliyor agliyor, 5 tl olan baska bir tondakini teklif ediyorum hayir illa o ton olacak ve alacak. Almadim (sonra almadigim icin kafami taslara vurdum ya neyse) o gunu bana zehir etti. Bazen bir anlik oluyor krizleri oyle sandim degilmis. Ve dondukten 1 hafta sonra ayni ojeyi burada kendi buldu ve aldi.  Onune gelen seyi boyuyor, sadece tirnak degil, kagit araba vs...

Iste bu da ojesi uyurken de onunla uyuyor.



Neyse ne anlatacaktim nereye geldim. Evet yogun ve guzel bir yazin ardindan yeni kazanimlarimizla yeni aylara yeni krizlere yeni sendromlara haziriz efendim. Daha sik gorusmek dilegiyle.

5 Eylül 2017 Salı

Yeniden Başlayalım

Eylül 05, 2017 2 Comments
Okul sürecine girmiş çoğu anne baba için yılbaşı okulun açıldığı gündür :) Özellikle hollandada tüm senenin planı okulun başlaması ile birlikte yapıldığı için daha da yoğun hissediyoruz bunu. Okulla birlikte başlayacak okul dışı etkinliklere kayıt (sonra yer kalmıyor), tatil haftalarının planlanması (özellikle çalışan anne babalar için önemli-izinlerini ayarlıyorlar) gibi. Biz de bugün okulların açılmasıyla işte bu havaya girdik.

Helocum bu yıl ikinci sınıfta okuyacak, hala anaokulu kıvamında aşırı yoğun olmayacak ama Türkiye'deki anaokulları gibi de değil. Hollanda'da 4 yaşında ilkokula başlayan çocuk ilk iki yıl bol oyunlu ama temel derslerin konularından çoğunlukla uygulamalı bilgiler öğreniyor, harfleri öğreniyor, yazmaya giriş yapıyor ve tabi ki sosyalleşiyor. Okul adabını, bireysel ve grup çalışmasını, kişisel becerilerini arttırıyor. Üçüncü sınıfa geldiklerinde ise okuma yazmaya ağırlık başlıyor. Okuma yazma öğrenme yaşı Türkiye'deki ile aynı oluyor ama ilk okulun toplam 8 yılını tamamladığında burdaki çocuk 12 yaşında oluyor. Dolayısıyla orada ilköğretim daha uzun.

Nova'cım da geçtiğimiz Şubat ayında başladığı oyun okuluna devam edecek, gün sayısı daha da artacak (henüz mektubu gelmedi bekliyoruz) ve ben bir okuldan bir okula savrulup duracağım :)) Ah tabi etkinlikleri de unutmamak lazım, şu sıralar tüm sezonluk aktiviteleri netleştirme aşamasındayız, Helo geçen sezon olduğu gibi piyano, ritmik jimnastik ve yüzmeye devam edeceği kesinleşti. Belki ara sıra ekstralar olabilir. Oğlum için ise arayışlarımız sürüyor.

Ben de onlardan heveslenerek kafamda planlar yapıp duruyorum, düzenli spor salonu mu olsun, bir dil kursu da şart aslında, e tabi fizik de çalışmak istiyorum, şöyle gönüllü bir iş de yapsam fena olmazdı, ehliyet işini sonlandırmam lazım ki eğer onu halledersem seçeneklerim çoğalacak, bloğa daha sık yazsam, bir hobimi ciddiye alıp ilerletsem... Diyeceksiniz ki hangi ara yapacaksın bunları, gerçekten şu an bile hiç boş vaktim yok ama isteyince oluyor illa ki bir yol bulunuyor.

O zaman sezon başlasın 🎉






15 Ağustos 2017 Salı

Görünmeyen Yaralar

Ağustos 15, 2017 0 Comments

Birkaç gündür tatildeyiz. İki gece önce çocukları da kendimi de sineklere kurban verdim. Ne yazık ki sivrisineklere karşı tecrübesiz bir anneyim. Her birimizde yaklaşık 50-60 ısırık var. İçlerimizden en ağır etkilenen Nova'cım oldu çünkü cildi çok hassas. Isırılan yerler aşırı şişiyor sonra uçları su topluyor ve patlıyor :(

Bütün gün onu öyle görünce üzülüyor ve zihnimden sürekli yumruk yapmış elimi kafama vuruyorum. Ah salak anne ah.

Elbette bu çok büyük bir dert değil, ne hastalıklar ne dertler var ama bu olay, nispeten kontrolümüzde ve önlem alınması kolay bir olaydı. Yani bazı hastalıklar/kazalar yüzde yüz elimizde olmayabiliyor, bu öyle değildi.

Tatilde diğer bir kontrolünü kaybettiğim konu ise abur cubur meselesi. Rutinler bozuldu, huylar değişti, şeker-dondurma için ağlayan çocuklarım oldu. Tamam önceden de tamamen yalıtılmış değildi ama bizim sınırlarımız çerçevesinde konuşacak olursam ipin ucu kaçtı. Günde kaç kere savaş veriyor ve kaybediyorum :(

Sonra düşündüm. Şu sineklerin sebep olduğu yaralar bile nasıl içimi parçalıyor, evladının bir tırnağına bile zarar gelmesin istiyor anneler ama peki ya görmediklerimiz? Zararlı gıdaların içerde yaptıkları, ekranda aşırı zaman geçiren minik beyinlerdeki hasarlar. Örnekler çoğaltılabilir elbet, psikolojik olumsuzluklar, huzursuz ortamlar.... Bunları görmüyoruz ama işte bu da aynı sivrisinek ısırması gibi. Önlemi kolay ve basit olmasına rağmen ihmal edince bak neler oluyor.

Bundan sonra sabrımın bitip de her pes etmeye yaklaştığımda bunu hatırlayacağım. Peki ya görmediğim yaralar, ben çocuğuma nasıl kıyayım?

11 Ağustos 2017 Cuma

Kim Kiminle Nerede Ne Yapıyor?

Ağustos 11, 2017 2 Comments


Küçükken ilk okul çağında falan böyle bir oyun oynardık. Bir nevi isim şehir oyunu. 4 arkadaş aynı kağıda sırayla kim, kiminle, nerede, ne yapıyor yazar, yazan kişi yazdığı yeri katlar sonra açıp o sırayı okuduğumuzda gülmekten katılırdık. Çok alakasız cümleler çıkardı çünkü. Çocukluk muzurluğu ile çiş yapıyor, kaka yapıyor, osuruyor gibi eylemleri de eklediğimizde (o zamanlar en fazla ayıp kelimelerimiz bunlardan ibaretti, daha fazlasını bilmezdik) gerçekten çok komik olurdu. Bir de artistleri yazardık tabi. Mesela Filiz Akın Tarık Akan'la uçakta kaka yapıyor gibi :))

Şimdi günümüzde herkesin dilinde ve aklında; "kim kiminle nerede ne yapıyor" soruları. Instagram sağolsun merakına yenik düşenleri feci esir alıyor. Şu kişi buraya gitti, şurada tatil yaptı, ama diğeri gidemedi. O bunu beğendi, beni beğenmedi, ona şu yorumu yaptı ama bana böyle dedi/ demedi. Eğer farkında olup kendini frenlemezsen tüm gününü sadece bunlarla geçirebilir, zamanını boşa tüketebilirsin.

Ben hem yoğunluğumdan hem de ilgisizliğimden böyle ayrıntıları es geçiyorum. Fakat bu durumda da muhabbetlere yabancı kalıyorum. E hani şu fotoğrafı koymuştu ya görmedin mi? diyorlar. E evet gördüm ama neresiymiş bakmadım. Sadece fotoğraf güzel mi değil mi ona bakıyorum. O an elim değerse "like"lıyor, değmezse görmüyorum bile. Bazı arkadaşlarımı merak edip nasıllar diye geriye dönüp baktığım oluyor ama. Bu şimdi ne fotosu koymuş diye hiç merak etmem mesela.

Bir diğer yandan da sosyal medyanın bu yönünün insanların gerçek yüzünü ortaya çıkarması açısından faydalı buluyorum. Madem yorumunda canım yerine cnm yazmış (böyle bir olay var biliyorsunuzdur, birincisi samimi ikincisi yapmacık), sen de ona göre ayağını denk alıyorsun. Kime ne kadar değer biçeceğini iyi gösteriyor.

Kim ne kadar ve ne amaçlı kullanırsa kullansın karışamam ama, bu takiplerin sonunda "amaaan boşver banane" diyemiyorsan olan sadece kendine oluyor. Ne onun yediğinin ne gezdiğinin ne de söylediğinin sana faydası var. Tüm bunlara, bahsettiğim oyun gibi bakmak, keyfini süzüp, tortusunu görmezden gelmek gerek. İşte o zaman her kim ne yaparsa yaptığıyla kalıyor.


8 Ağustos 2017 Salı

Canlı Hatıralar

Ağustos 08, 2017 3 Comments
1985 yılında ben 6 yaşındayken taşındığımız ve 2012 yılına kadar (27 yıl) bazı değişikler olsa da içinde yaşadığımız ev benim hatıralarımın her köşesine kazınmış. Bazen hiç ummadığım anda bir ayrıntı geliyor gözümün önüne, mutfak dolaplarını yaptırmadan önce annemin tezgahın altını kapatmak için kullandığı kumaşın deseni, banyonun yerlerindeki çinilerin renkleri veya bir odanın duvarındaki çatlak veya çıkıntı. Sonra gözlerimi kapatıp o görüntüden itibaren etrafı tarıyorum zihnimde, aynı Google haritalarda sokağın üç boyutlu resmini tarıyor gibi, o andaki haliyle her ayrıntıyı her köşeyi görüyorum. hiç bir detay atlamadan. Hayret ediyorum ama en çok da özlüyorum. Gözlerim doluyor, mutluluk hüzün karışımı bir duyguyla doluyor içim.

Bu anı yaşadıktan birkaç gün sonra mümkünse bana fazla dokunmayın. Hayal dünyasındayım, gündelik işlerimi yapıyorum ama aklım hep o evde, o zamanda. O zaman dinlediğim şarkıları dinliyorum, bağıra bağıra eşlik ediyorum. Elimde hiç fotoğraf yok olsaydı bakardım ama hafızamdaki fotoğraflar daha canlı. Kokusuyla sesiyle, rüzgarıyla güneşiyle hepsi taptaze oradalar. Beynimin bu detaylı kayıtlarına büyük hayretler içinde şükrediyorum.

Beynimin bu işlevi hala aynı şekilde güçlü çalışıyor mu bilmiyorum. çocuklarımla geçirdiğim ve kayıt altına alamadığım binlerce anıyı, ilerki yıllarda şimdi eski hatıralarımın içinde gezindiğim gibi anımsayabilecek miyim? Yoksa bugünlerde daha birkaç gün öncesini bile zor hatırladığım için onlar da gidecek mi? Yani beynimin şu andaki işlemcisi, çocukluğumdaki kadar iyi çalışıyor mu acaba? Umarım öyledir, umarım sürekli geçmişini düşünen ve anlatan bir nine olurum ben de.

Babaannem öyleydi. Hatta ona kızardık hep aynı şeyleri tekrar tekrar anlattığı için. Oysa ne büyük bir zenginlik, ne tatlı bir duygu yaşayan için. Gözlerini kapıyorsun ve hooop olmak istediğin yer ve zamana gidiyorsun. Saatler, günler boyu kalabilirim bu dünyada.

Çocuklarıma güzel çocukluk hatıraları bırakmak için uğraşıyorum ama bunu sadece onlar için değil kendim için de yaptığımı itiraf etmeliyim. An be an bunları kaydediyor beynim. Gün gelecek hepsi yuvadan uçtuğunda, yollarını gözlerken ben de bu hatıraların içine gömüleceğim.


2 Ağustos 2017 Çarşamba

Mahlukat

Ağustos 02, 2017 2 Comments
Bugün sürüş dersim sırasında hocamla yaptığım sohbet çok hoşuma gitti. Kendisinin bazı fikirlerini kendime yakın bazılarını uzak buluyorum ama sürüş sırasında kontrolümü kaybetmeden sohbet edebiliyorum :) Belki de bu yaklaşımı bile dersin bir parçası kim bilir?

Neyse efendim konu, İstanbul'daki sel felaketinden, iklime, tabi ki Hollanda ve Türkiye'deki çevre düzenleme karşılaştırmalarına kadar geldi. Geçtiğimiz günlerde olan dolu yağışını, meteoroloji mühendisi olan kaynımın önceden haber verdiğini söyledim. Açıklamasına göre İstanbul'da yüzey sıcaklığı 60 dereceyi bulmuş ve bunun sonucunda gökyüzü ve yer yüzü arasındaki yoğun sıcaklık farkı buna sebep olmuş (o tabi daha bilimsel kelimeler kullandıydı da unuttum şimdi). Ve muhtemelen yüzey sıcaklığını bu kadar arttıran şey ise aşırı betonlaşma.

Hollanda'da yollar mümkün mertebe asfalt değil (taş döşelidir) ve yağmurdan yarım saat sonra heryer kupkuru olur. Üstelik eskiye nazaran daha çok ağaç varmış. Belediye durmadan ağaç dikiyormuş ve ona göre belki de iklimi aşırı yağışlı yapan bu aşırı ağaçlandırma. Ben de Karadeniz bölgesinin de benzer iklimde olduğunu, ama gerçekten iklim mi bitki örtüsünü etkiliyor, yoksa bitki örtüsü mü iklimi değiştiriyor pek ayırt edemeyeceğimizi düşündüğümü söyledim. Ve tabi ülkemizde azalan ağaçlık alanların sonunda yağmurun azaldığı konusunda ikimiz de hemfikirdik. Üstelik o eskiden köylerinde (iç Anadolu bölgesinde) daha çok Kartal, tavşan, tilki gibi hayvanların olduğunu, artık hiç göremediğini söyledi. E tabi ilaçlı tarım tüm böcekleri öldürdü, böcekler olmayınca sürüngenler azaldı, sürüngenleri yiyen hayvanlar tükendi... vs. Yakında sıra bize gelecek.

Eskiden kuraklık olduğunda yağmur duasına giden insanlar, yanlarında yeni Doğum yapmış hayvanları, bebekleriyle birlikte götürürlermiş. Her yeni doğanın rızkını veren Allah, belki bu bebeklerin yüzü suyu hürmetine rızkı verir diye. Evet Allah tüm kullarına rızkını ulaştırıyor belki ama, iradesi olmayan mahlukatın rızkı, nasıl desem belki de daha engelsiz oluyor. Belki insanoğlu, rızkını kesecek hallere, yollara giriyor. Sonra dedi ki; bence, Hollanda'nın yağmurunda bu ağaçları mesken tutmuş börtü böceğin, her türlü mahlukatın da etkisi var. Onların rızkından biz de faydalanıyoruz. Ama itiraf etmek lazım ki, Hollandalılar hayvanlara da çok saygılılar. En basit örnek, trafikte onlarca araba hiç korna çalmadan bir güvercinin veya ördek ailesinin karşıdan karşıya geçmesini bekler. Gerçekten ben de defalarca şahidim. Sonra her yere kuş evleri yapılır, sokaklarda sahipsiz hayvan olmaz, es kaza bulunursa hemen herkes alarma geçer, gereken yapılır...

Kıssadan hisse, bilmediğimiz nice sırlar içinde hayatımızı sürdürürken, insanoğlunun "iyi niyeti" her konunun özünü teşkil ediyor. Bir karıncayı bile incitmeyecek duyarlılıkta yaklaştığımızda, aslında, doğa da, iklim de, toplum da hepsi iyiye gidecek. Ama içi kararmış ruhlar arttıkça gidilecek sonun ne olduğu hiç de belirsiz değil.

28 Temmuz 2017 Cuma

Evde Oyun Alanları

Temmuz 28, 2017 4 Comments
Çocuklu evlerin en büyük problemlerinden biri, gitgide büyüyen oyuncak nüfusu, bu oyuncakları koyacak yer sıkıntısı ve tabi ki oyuncakların sebep olduğu dağınıklık. İki çocuklu bir ev için oyuncak sayımız çok az olmasa da gördüğüm bazı evlere göre fazla da değil. En azından oyuncakların dağılımı dengeli ve çoğu özel amaca yönelik.

Bir yıl önce salonu yeniden dekore ederken oyuncakların gruplanmasını ve yerleşimini yeniden düzenledim ve bir yıldır düzenimiz aynı şekilde devam ediyor. Bizim evimiz katlı olduğu için oyun alanı olarak üst kattaki çocuk odasını değil salonu kullanıyoruz. Bir yıl önce henüz onları odalarında bırakacak yaşta değillerdi ve eğer onlar orada kalırsa benim de başlarında durmam gerekecekti. Salonda olunca hem ben işlerimi yapıyor hem de onları gözetebiliyorum. Bu düzenleme zamanlarında okuduğum bir makale şöyle diyordu. Oyuncakların dağınık ve gruplanmamış olduğu bir odada çocuklar en fazla 5 dakikalık oyunlar kurabiliyorken, oyuncakların kategorilendiği, yeterli boş alanın olduğu ve toplu bir odada saatlerce oynayabiliyorlar ve yaratıcı oyunlar türetebiliyorlarmış. Gerçekten de benzer etkiyi ben de düzenlemeden sonra gözlemledim. Neler yaptım yapıyorum madde madde yazmak istiyorum.


Salonu mutlaka toplu, ferah ve aydınlık tutmaya çalışıyorum. Bir grup oyuncak yere dökülüp oynandıktan sonra tekrar yerine konulur ve ancak bu şartla diğer oyuna geçilir. Bazen iki farklı grup oyuncak da dökülüyor (salon büyük olduğu için yer sorunum yok ama) oyunlar sonunda mutlaka toplanıyor. Çocuklar bu döngüye alıştıkları için artık kendi topluyorlar veya bazen zorlanırlarsa beraber topluyoruz.

İkinci olarak oyuncaklar mutlaka gruplanmış haldedir. Bu gruplana oyuncak türüne göre de olabilir, onların oynayış şekline göre de (mesela birkaç araba ve birkaç insan figürünü beraber oynamayı seviyorsa aynı kutuya koymak gibi). Bizde bu gruplar şöyle, legolar, ahşap ve metal trenler, arabalar, minik oyuncaklar (hepsi grubuna göre şeffaf zipli poşetlerde), müzik aletleri, puzzle bölümü, boyalar, oyun hamurları... gibi.

Üçüncü mevzu bu oyuncaklar çocuğun kendi alabileceği yerlerde, kendi açabileceği kutularda ve her oyuncak her zaman aynı yerde olması. Yerlerini hep aynı tutunca, çocuk istediği zaman istediği oyuncağı alır ve işi bitince yeniden ona koyar. Bizim iki tane içinde birden fazla grubun bulunduğu karışık oyuncak kutumuz var. Bazen onlar karışıyor, ayda bir falan yeniden ayıklıyor ve herşeyi yerine koyuyorum. 

Oyuncakların çoğunu çocuğun yaratıcılığına imkan veren oyuncaklar olarak seçiyorum ama zaman geçtikçe okullardan hediye olarak gelen, restoranlardan verilen gibi genelde ucuz ve pek bir işe yaramayan oyuncak stoğu oluşuyor. Bu tip oyuncakların oynanma ömürleri genelde kısa oluyor. Bunları ara sıra ayıklayıp çöpe atıyor veya çevremizde isteyen çocuk olursa onlara dağıtıyorum. Bunları kontrol altında tutmak önemli. Gün geliyor hiç bir işe yaramayan bir kutu plastik oyuncak doluyor ev.

Bir diğer dikkat ettiğim konu ise evin boş ve düzenli olması kadar bazı oyunlar için çocuğa hazır alanlar sunmak. Bazı annelere göre bu dağınıklık olarak kabul edilebilir tabi ama ben o kadarını göze alıyorum. Salondaki çocuk masasının yakınında boya kalemlerinin ve boş temiz kağıtlarının olmasına özen gösteririm. Kızım piyanoya gittiği için evde çalıştığı org, ortada kolayca erişebilecekleri yerde (oğlum aklına estikçe gider çalar). Duvara yapıştırdığım kara tahtanın yanında hep bir kutu tebeşir vardır, bunu görmezlerse yazmak akıllarına gelmez. O dönem favori olan oyuncakları da ortadadır (mesela oğlumun araba kaydırdığı otopark oyuncağı bir köşede yerdedir, kızımın Littlest pet shop oyuncaklarının evi oyun masasının üstündedir ). Bu ortadaki oyuncaklar onlara ilham olur diğer parçaları alıp oynarlar. 



 Bazen ben de oynuyorum tabi 😉


Bazen oynayacak şey bulamazlar hadi derim bütün oyuncakların olduğu yerlere sırayla bakın, sonra bulup birini seçerler.

Asla yapmamaya çalıştığım şey ise büyük bir kutuya tüm oyuncakları yığmak, kutuları üstüste istiflemek ve tamamen bomboş bir oda bırakmak. Bu durumda benim çocuklar tablet ve telefonlara saldırıyor. Tabi onları da oynuyorlar ara sıra ama, kızım boyaların cazibesine kapılıp resim yapmaya, oğlum kitap dolabına gidip kitaplara bakmaya daldığında kurduğum düzenin en azından şimdilik bizim için işe yaradığını görünce mutlu oluyorum.