30 Haziran 2010 Çarşamba

Farket Beni

Haziran 30, 2010 12 Comments

Uzun zamandır fotoğraf çekmiyorum, aslında eskisi kadar olmasa da çekiyorum da artık fazla hevesli değilim önceden olduğu gibi. Daha seçici oluyorum sanırım. Kimi zaman gördüğüm beğendiğim bir manzarayı çekmek için farklı açılar düşünüyorum kafamda.

Bu begonya uzun zamandır odamın bulunduğu koridorda bulunuyordu. Üstelik bunu kopan bir daldan ben ekmiştim. O kadar büyüdü ki, yüksek tavanlı fakülte binasının tavanına yaklaştı uzunluğu ( ama yerden değil pencereden itibaren, ki yine de evlerimize göre çok yüksek olduğunu söylemeliyim). Malesef ben uzun zamandır kendisini farketmiyordum, sulama işini başkası devralmıştı ve gözümde her gün gördüğümüz sıradan objeler haline gelmişti.

Nihayetinde o da bir canlı ve işte bize böyle sürprizler yapabiliyor. Sürekli açıyordu ama bu hafta başında kocaman bir salkım halinde açmıştı, farkedilmemesi olanaksızdı. Sanki kendisini gösterme çabasındaydı ki kürsüdeki herkes birden hakkında konuşur oldu. Tabi ben de hemen ölümsüzleştirmeliydim.


Çiçek çok yüksekte olduğu için farklı kareler deneyemedim, bu resimleri çekerken parmak uçlarıma kalkmış ve kollarım sonuna kadar uzanmış olduğu halde yaklaşabildiğim yakınlık ancak bu kadardı.

Son zamanlarda çok melankoliktim ama iki gündür daha iyi hissediyorum. Bu yaz benim için çok yoğun geçecek, herkes tatile giderken ben gidemeyeceğim belki de ( belirsiz), sıcakta yalnız başıma çalışıyor olacağım (annemler de gidecekler tatile), ama kendimi salmayacağım.

Ne de olsa hayatımda sık sık küçük sürprizler var resimde olduğu gibi, yeter ki farkedeyim.  Böyle güzel bir çiçeği görmek dahi insanın yüzünü gülümsetebiliyor.

27 Haziran 2010 Pazar

24 Haziran 2010 Perşembe

Ölmedim Yaşıyorum

Haziran 24, 2010 12 Comments
Çok şükür elbette ama pek keyfim yok blogcum. Ce'nin gidişi bugün tam 35 gün oldu. İlk haftalar yokluğunu anlamayayım diye aşırı yoğun günler geçirmeye zorladım kendimi. Sonra yoruldum vazgeçtim şimdi ise aşırı gevşek ve her daim ağlak moddayım. Gerçekten yaşamadan anlaşılmıyormuş bu durum.

Ülke gündeminde bir sürü şey oldu, elbet benim de söyleyecek sözlerim var ama malum memur sayılırız. Babam sürekli diyor ki aman birşey yazma, her yerde izleniyorsunuz siz. İzleniyorsam (bilmiyorum öyle midir) izlenecek kadar önemli olduğuma sevinmeli miyim, yoksa yazamadığıma üzülmeli miyim bilemiyorum. Bende içime attım herşeyi napayım. Babacım istedi diye.

Şu an resmen kaplumbağa oldum. Herşeyim her yerde. Birazı annemde birazı evimde. Bir kıyafet getiriyorum haydaaa bir bakıyorum onunla giyeceğim bişey eksik, kafam hep dalgın malesef.

Ce ile her akşam konusuyoruz internetten. Sık sık mesajlaşıyoruz ama yetiyor mu, hayır. Yanyana olmak çok farklıymış. Onu özlemem bir yana tüm rutinlerim bozulduğu için de altüst durumdayım. Eskiden ev işlerim aksadığı zaman, atıyorum çamaşır yıkacağım gün hava kapar ya da bir yere gitmek gerekir vs sinir olurdum, bu hiç birşeymiş. Aman diyorum keşke öyle olsa razıyım.

Bir de hep derler ya insan evine alışınca baba evinde bile rahat edemez. Aslında baba evinde rahatım da, alışkanlıklarımı da özlüyorum. Evimi evde beraber geçirdiğimiz vakitleri.

Ce gittiğinden beri, eğlenmek adına hiç birşey yapmadım, ya da yaptığım şeylerde eğlenmemiş de olabilirim. Herşey onsuz o kadar anlamsızmış ki. Onsuz yarımmışım.

Bazen düşünüyorum insan olarak ne kadar da alışkınız rutinlere. Hem sıkılıyoruz hem de bir değişiklik olacaksa cesaret edemiyoruz. Bizim hayatımızdaki bu büyük değişikliği biz istedik biz seçtik, ve gerçekten şimdi anlıyorum ki ne kadar büyük bir cesaret işiymiş. Bu sürecin üstesinden gelirsek, artık sanıyorum bizi kimse tutamayacak :) Yıllar önce bir sohbet sırasında biri demişti, kendisi öğretmendi. Benim için ev, eşya önemli değil. Bana bir bavul yeter. Kendisi üniversiteyi başka şehirde okumuş ve farklı yerlerde öğretmenlik yapmıştı. O zaman onu duyunca çok şaşırmıştım çünkü evinden, en sevdiğin eşyalardan, kitaplardan, anılardan vs vazgeçmek, onları bir bavula sığdırmak çok zor benim için. Şimdi diyorum ki belki de ilerde ben de öyle olacağım. Bir yandan her seferinde yeni eşyalar yeni ortamlar heyecanlı olsa da, eskilerden vazgeçmeye hazır olmak yeni bir olgu benim için. İşte şu an yaşadığımız süreci bu anlamda atlatabilirsem, değişimlerden korkmadığımı, hazır olduğumu anlayacağım.

Biliyorum ayrı bir yazı konusu olmalı bu ama son yaptığım temalardan Nimo Stylo bitmişti ve Pratik Anne 'de yeni görüntüsüne kavuştu.

15 Haziran 2010 Salı

Retro Reçeller

Haziran 15, 2010 16 Comments

Geçen hafta aldığım 1 kilocuk çileğin bozulacağını anlayınca, hayatımda ilk defa kendi başıma reçel yapma deneyimi yaşadım. Bir kilo reçel için yarım kilo şeker konduğunu biliyordum, ağır ateşte 45 dakika kadar pişirdim, arada üzerinde oluşan köpükleri kaşıkla aldım. Köpüklerin alınmasının reçeli berrak yapacağını okumuştum Ev Cini'nde. Yalnız limon sıkmayı unutmuşum ki, uzun süre saklanan reçelin şekerlenmesini önlüyormuş. Benimki 2 kavanoz olduğu için kısa sürede bitecek zaten.



Tabiki reçelimi süslemeden olmazdı, özel bir etiket hazırladım ve kapağını süsledim.


Önce etiketleri uhu ile yapıştırdım. Etiketler biraz daha küçük olabilirmiş ama çıktı alırken göz kararı almıştım.



Elbette desenli kumaşlarla daha hoş duruyor ancak evimde küçük miktarlarda ve hoş desenlerde kumaşlar yoktu. Ama evime tabiri caizse depoladığım kağıtlar var...



Krapon kağıtlarını yuvarlak ve kenarları oymalı olacak şekilde kestim. Bir kırmızı beyaz


Bir de mavi beyaz hazırladım.



Kenarlarını oymalı kesmek için kağıdı üst üste katladım ve tek seferde kestim, açtığımda tamamı oymalı oldu.



Sutaşı ile bağladım, çok sevimli oldular.




...ve bana bol bol poz verdiler.:)

14 Haziran 2010 Pazartesi

Ablama Ördüğümüz Zigzag Halı

Haziran 14, 2010 28 Comments

Daha önce bu yazımda başlangıcını anlattığım halı biteli çok olmuştu aslında. Bir aydır yeni evinde oturan ablam da çoktan kullanmaya başlamıştı. Ancak resimlemek bu hafta sonuna nasip oldu, zira mutfağında hala eksikler vardı. Aslında hala var, mesela şu an bulunan fiskos masasının yerine katlanan beyaz bir masa olacak ve pembe sandalyeden başka sandalyeler ve üzerine ördüğüm minderler olacak.


Mutfak dolapları beyaz ağırlıklı olmak üzere siyah beyaz renklerden oluşuyordu. Beyaz zeminde siyah beyaz mutfak halısı müthiş çarpıcı duruyor. Ancak renksiz olmaması için üçüncü bir renge daha ihtiyaç vardı, biz de pembe seçtik. Aslında bu rengi belirmek, mutfağın bir duvarını kapladığımız duvar kağıdıyla oldu. Aradığımızda desenini beğendiğimiz kağıda göre üçüncü rengi belirleyecektik.


Duvar kağıdında pembe tonları olunca rengi pembe seçtik. Ikeadan bir tane pembe iki tane beyaz katlanan sandalye aldık. Üzerine de pembeli beyazlı ve biraz da diğer renklerin olduğu minderler gelince daha da renkli olacak. Ocağın yanında boş kalan bir duvar vardı, orası için de yukarda görülen tabloyu hazırladım. 

Ablam uzun süren işlerden sıkılmasına rağmen (başlangıçta ben sana yardım edeceğim yarısını ör diye ikna etmiştim) bu halıya başlayınca tamamını çok kısa bir sürede ördü. Öyle ki şimdi olsa yine örerim diyor. Hatta antreye de örsem mi dedi ama artık tek stil olmasın diye ördürtmedim. Daha önce blog aracılığıyla bana da örer misiniz diyenler için ablam örebileceğini söylüyor.

Altına komple değil ama parça parça (köşelere ortada bir kaç yere) halı kaydırmaz koyduk. Böylece gayet düzgün durabiliyor.

Evini ziyarete gelenler, böyle bir halıyı hiç görmedikleri için şaşırıyorlar. Bir de ayrıca örme olduğunu duyunca daha da şaşırıyorlar. :)

Sevgiler.

4 Haziran 2010 Cuma

Yine Yeni Temalar

Haziran 04, 2010 16 Comments
Merhabalar...

Güya ben eşim gidince herkesi ziyaret edecek, daha aktif yazacaktım değil mi ? Malesef olamadı. Haftanın 4 akşamı evimde, cuma cumartesi pazar akşamları annemde kalıyorum. Annemde internet yok( ben evlenmeden önce vardı), babam alalım diyor ama ben istemiyorum, torunlar bu sefer  bilgisayar başından kalkmayacaklar.

Bir süredir okulda odamda kişisel işlerim için internete girmiyorum, malum tezimin zamanı azalıyor, mümkün olduğunca oyalanacak şeylerden kaçınıyorum. Akşamları ise eve gelip yemek yeme ardından Ce ile intenetten görüşme (çok şükür ! geçen hafta oteldeydi, şimdi evde ve internete kavuştu), konuşma öncesi ve sonrası sipariş blogların tasarımı... Bir bakıyorum saat 12 yi geçmiş.

Yaptığım blogların sahipleri de yeni temalarına bir an önce kavuşmak istiyorlar, genelde çok heyecanlı oluyorlar. Şimdi sırayla yapıyorum ama kimi zaman uzuyor süre kimi zaman ise daha kısa oluyor.

En son yaptığım tema Mor Kelebek'e. Kendisi taşlı süslü bir blog istemişti ancak itiraf edeyim nasıl yapacağımı kara kara düşündüm. Biliyorsunuz artık daha soft takılıyorum ve çok şıkır şıkır şeylerden fazla hoşlanmıyorum.



Blog tasarlamadan önce bilgisayarımdaki arşivleri gezerim, o kadar çok resim var ki hangi bilgisayarda ne var unutuyorum. Sonra bannerdeki kelebeğe rasladım, birkaç taş boncuk resmine falan birden şekillenmeye başladı. Banner bittiğinde öyle güzel olmuştu ki ben bile şaşırdım. Çünkü hem süslü şıkırdaklı hem de soft olmuştu.

Haliyle mor bir site olacaktı, morun tonlarını boğmadan kullanmak biraz uğraştırdı. sonunda hafif yeşilli taşlar da koyarak tasarımı tamamladım. Tasarımın geri kalanına yukardaki linkten bakabilirsiniz.

Bir diğer tasarımım da bana maille ulaşan Ceren'in, henüz daha bitmedi şablonun genel yapısı oluştu ancak ekleyeceğim şeyler var. Dün akşam 12 de tasarımın bu aşamasını bitirdiğimde yattım ve heyecandan uyuyamadım, kafamda sürekli fikirler uçuşuyordu ve nihayet çok istediğim retro vintage karışımı bir tasarım yapabilmiştim.

Banner'de kendisinin markası için hazırlattığı etiketin olmasını istemişti, kız resmi oradan, diğer ayrıntılar ise benden :)


Sabah Ceren'in beğeni dolu mesajı beni daha da motive etti, oldukça farklı çok güzel bir site olacak kafamdakileri bitirdiğimde. Sitenin şu anki haline buradan bakabilirsiniz.

Görüşmek üzere...